AK Parti’nin vizyonu: Dün ve bugün
.
Ana muhalefet partisinin seçim kampanyasını ve bu kampanyada kullanmayı tercih ettiği dili analiz etmeye çalıştığımız yazının sonunda “iktidar partisinin giderek hizmet ve icraat odaklı söylemden uzaklaşıp ideolojik veya sembolik bir siyaset diline savrulması”ndan söz etmiştik. Sözünü ettiğimiz konu sadece bu seçim dönemiyle ilgili bir durum değil; AK Parti epeyce bir zamandır icraat dili yerine sembolik-ideolojik bir dil kullanarak toplumla diyaloğunu sürdürmeye çalışıyor. Elbette bunun anlaşılabilir gerekçeleri var. En başta 13 yıllık iktidar süresince yapılan işlerin bu alanda yeterli bir referans teşkil ettiğine yönelik inanç ve güven.
Ne var ki icraat derken sadece bayındırlık, sağlık, eğitim vb alanlardaki reform ve hizmetleri düşündüğünüzde bile vaat ettiğiniz sürekliliğin sağlanacağına toplumu ikna etmeniz gerekir. İkincisi, geçmişte hemen her alanda gerçekleştirilen icraatın dayandığı bir ana “vizyon” vardı. AK Parti kadrolarının iktidara geldiklerinde hem kendilerinin heyecanla sahip çıktıkları hem de topluma benimsetmek yolunda çaba gösterdikleri bir yeni Türkiye modeli -veya tahayyülü- vardı zihinlerinde.
Bütünüyle paylaşıp paylaşmamak ayrı bir konu ama bu model, artık büyük çoğunluğu şehirlerde yaşayan nüfusun, artan eğitim seviyesinin, büyüyen ekonominin ve uluslararası sahnede rol almak isteyen toplumsal dinamiklerin tazyikiyle şekillenmiş bir ülke tasavvuruna dayanıyordu.
Öncelikle Türkiye’nin bölgesindeki ve dünya sahnesindeki yeriyle ilgili bir vizyonu vardı 2002’de iktidar gelen kadronun. Bir yandan AB’ye tam üyelik hedefi, öbür yandan Ortadoğu coğrafyasındaki tarihî ve jeopolitik derinliğimizi araçsallaştırmaya yönelik bir dış politika vizyonu… Geçen sürede yaşanan tatsız gelişmeler yüzünden bugünlerde eleştiri konusu olan “komşularla sıfır sorun” söylemi bahsettiğimiz vizyon içinde anlam kazanan pragmatik bir bakış açısını ifade ediyordu aslında.
Türkiye’nin iktisadi ve siyasi modernleşme arayışı içindeki Müslüman ülkelerde model olarak görülmesi de Batı dünyasında itibarının giderek artması da bu gerçekçi ve pragmatik bakış açısının kazanımları olarak ortaya çıktı. (Bilahare bu kazanımların göz göre göre heba edilmiş olması bu gerçekçi ve pragmatik bakış açısından uzaklaşılması yüzünden bana göre.)
İçeride ise… Devletle milletin barışık yaşadığı, milli ve manevi değerlerle modernitenin kazanımlarının karşı karşıya getirilmeden muhafaza edildiği bir toplum ideali AK Parti’nin vizyonu olarak belirmişti. Diğer yandan devlet gemisinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek donanıma kavuşturulması bu vizyonun öbür yüzüydü… Daha az kırtasiye, daha çok hizmet anlayışı… Halkın günlük hayatının ve devletin gündelik işlerinin sürdürülmesine engel hale gelen eski yasal ve idari mevzuatın toplumun yeni ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi için uzun zamandır çeşitli sebepler yüzünden ertelenmiş idari ve yasal reformların hayata geçirilmesi… vs…
Konjonktürün ve özellikle “AB çıpası”nın da yardımıyla gerçekleşmesi kolaylaşan bu büyük dönüşüm hamlesi esas olarak modern bir toplum ve modern bir idare tasavvuruna dayalıydı.
AK Parti’nin girdiği ilk seçimde bile tek başına iktidar olacak oranda oy alabilmesi sadece toplumun icraata verdiği destekle açıklanamaz; o icraatı mümkün kılacağı düşünülen “vizyon”a da verilmiştir o oylar.
Ancak AK Parti’nin bir süredir “vizyoner” kimliğini ihmal ettiğini, vizyon yenilemeye ve tabiri caizse bu alanda kendi rekorlarını kırmaya yönelmek yerine cepten yemeye başladığını söylemek durumundayız. İktidar temsilcilerinin -2002 dönemindeki gibi- yeni bir Türkiye vizyonu veya özgün bir gelecek tasavvuruyla ortaya çıktıkları söylenemez. Bunun yerine toplumda var olan değer ve aidiyet hissi temelindeki ayrışmanın sosyolojisine dayanan bir siyasi kavganın tarafı olarak görünüyorlar. “İktidarın sembolik-ideolojik bir dile savrulması”ndan söz ederken bu durumu kastediyorum.
Bu meseleyi konuşmaya seçime kadar, belki seçimden sonra da devam edeceğiz gibi görünüyor…