Şampiy10
Magazin
Gündem

Kime inanacağımızı bilmeden…

Türkiye’nin içinde ve dışında terör örgütüyle mücadele en önemli sorunumuz olmaya devam ediyor.

Dün en üzücü haberlerden biri dört gün önce Siirt’te 6 korucunun şehit olduğu hain PKK saldırısında yaralanan 24 yaşındaki askerimiz Emre Dut’un şehit olmasıydı.

Başbakan Yıldırım, 3 gün içinde 10 şehit verdiğimizi açıkladı.

Aynı gün, Afrin’de teröristlerin yola döşediği patlayıcının askeri aracın geçişi sırasında patlamasıyla Erzurum Sağlık İl Müdürlüğü kurtarma ekibinden sağlık personeli 23 yaşındaki Burak Tatar şehit oldu, 3 askerimiz de yaralandı.

Karabük’te bir cezaevi aracı şarampole yuvarlandı, 2 askerimiz şehit oldu, 14 yaralı var. (İçinde asker bulunan araçların kaza olayları da giderek artıyor.)

Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.

Fransa-ABD karmaşası!

Milletin yüreğini yakan bu kayıplar Güneydoğu, kuzey Suriye ve Türkiye’nin her bölgesinden PKK’nın temizlenmesinin, terör örgütüne diğer ülkeler tarafından verilen desteğin kesilmesinin önemini açıkça gösteriyor.

ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’den çekileceğiz” açıklaması, bundan sonra PKK’ya verdikleri desteği kesecekleri ümidini yaratmıştı. ABD veya Rusya’nın hiçbir zaman Ortadoğu’dan ellerini tamamen çekmeyecekleri bellidir.

ABD her ne kadar “çekileceğiz” dese de bugüne kadar PKK’ya verdiği destek ve tonlarla silahın, zırhlı aracın bundan sonra da büyük ölçüde Türkiye’ye karşı kullanılacağı da bellidir.

ABD Başkanı’nın bu açıklamasından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kasıtlı gerginlik yaratma havasında SDG’den bir heyeti kabul etmesi, üstelik Elize Sarayı’nda kabul ettikten sonra “SDG ile Türkiye arasında bir diyalog kurulmasını istediklerini” açıklaması Türkiye’nin haklı tepkisini çekti.

Macron, birkaç gün önce “YPG’ye söz verdik, destek için Menbiç’e asker göndereceğiz” demişken bu kez Sözcüsü “Fransa Suriye’ye asker göndermeyecek” açıklaması yaptı.

Arkasında ne var?

Ortadaki tablo Türkiye’nin Suriye’de bundan sonra yapacağı operasyonlarda PKK’nın açıktan açığa olmasa bile yine Batı ülkelerinin desteğini alacağını gösteriyor.

Zaten ABD (hatta Kanada) ve AB ülkeleri “Terör örgütlerine karşı Türkiye ile birlikte hareket ediyoruz” diye senelerce oyalama yaparken de PKK-PYD’nin içinde kendi askerlerini savaştırmadılar mı?

ABD “Türkiye’nin haklı endişesini anlıyoruz ama…” derken diğer yanda “Bizim için tek önemli şey IŞİD’le mücadele” mesajlarıyla PKK’yı terör örgütü saymamaya devam edip kuzey Suriye’yi işgaline yardımcı olmadı mı? O nedenle artık bir günden bir güne değişen mesajlara inanmak çok zordur. Rusya, Afrin’deki Zeytin Dalı operasyonuna izin vermiş, ABD “Biz Afrin’de yokuz” demişti.

Menbiç ve Fırat’ın doğusuna devam edecek operasyonlarda durum farklı olabilir. Bir sürprizle karşılaşmamak için önce diplomatik görüşmeleri tamamlamak ve gerçek tabloyu görmek zorundayız.

Bence asıl sürpriz ise kendi topraklarıyla ilgili bütün bu gelişmelerde Esad’ın hiçbir görüş belirtmemesidir.

Yazının devamı...

Erken seçim ve seçim güvenliği!

Ekonominin, büyümenin beklenenden daha iyi olduğu açıklansa da durumun endişe verici boyutları olduğu Hükümet’in mesajlarından da anlaşılıyor.

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek iş dünyasına seslenerek “Aman borç almayın, ortak alın… Borç bu dönemde büyük sorun” dedi.

“Yatırımların durağan olduğunu, faizler yükselirse borçların ödenmesinin sorun olacağını” söyledi.

Dış ticaret açığımız 976 milyar 746 milyon dolar, bunu kapatmak için dışardan borçlanmaya devam ediyoruz.

Yabancı sermayeye gerek var fakat yabancı sermayede ciddi bir azalmanın olduğu, birçok firmanın çekildiği de bir gerçek.

Uzmanları dinlemek…

Ekonomi uzmanları bu durumda en azından “ithalatı azaltıp, ihracatı arttırmamız gerektiğini fakat bunun yapılmadığını, dolardaki kur artışına rağmen ithalatın aynen devam ettiğini” söylüyorlar.

Alınan dış borçla “kazanç sağlayacak yatırımlar yerine inşaatların arttığını, büyüme rakamlarının dış borçlarla desteklendiğini, üretim yerine tüketimin arttığını” anlatarak bunların olumsuz sonuçları konusunda uyarıyorlar.

Bu yanlışların “doların yükselmesi, TL’nin değer kaybetmesinde” etkili olduğunu vurguluyorlar.

Siyaset ve ekonomi uzmanlarını dinlemenin, önerilerini dikkate almanın önemini birçok yazımda vurguladım, bunu ülkemiz adına görev biliyorum.

Başbakan Yardımcısı Şimşek’in konuştuğu “Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde iş adamları da konuştular. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik “OHAL’in kalkması, normalleşmenin hızlanması” gerektiğini (yatırımlar, dışardan alınacak krediler bu durumdan çok etkileniyor) bir başka iş adamı “İş dünyasının büyük sıkıntıda olduğunu” anlattı.

Seçmen emin olmalı

Ekonomi nedeniyle bir erken seçim olabileceği konuşulurken AKP Sözcüsü Mahir Ünal’ın “12 Eylül 2018’de yapılacak AKP büyük kongresinin öne çekileceğini” açıklaması erken seçim ihtimalini arttırmış görünüyor.

Bunda Afrin operasyonunun Mayıs sonunda tamamlanacağı beklentisinin de rol oynadığı iddiaları dile getiriliyor.

Dolardaki artış geçici olmaz ve sürerse, ihracat artmaz, dış borçlar artmaya devam ederse ekonomide bir süre sonra daha da zor bir tablo görmemiz mümkün.

Bunlar gerçekten de 2019 beklenmeden bir erken seçimi gündeme getirebilir.

Türkiye erken seçimlere alıştı ancak çok önemli bir seçimde halkın “güvenli bir seçim olacağı” konusunda huzurunun sağlanmasına dikkat edilmelidir.

Ana Muhalefet Partisi’nden bir milletvekilinin “2 milyon 537 bin kişi öldükleri halde sağ görünüyor. Doğmamış kişilere sahte seçmen numarası verilmiş” iddiası üzerinde durulmalı, seçmenin “bu iddianın gerçekle ilgisi” konusunda aydınlanması sağlanmalıdır.

Benzer olaylar daha önceki seçimlerde de yaşandı, iddialar ortaya atıldı, bu kez çekişmeden, birbirini suçlamadan gerçeklerin anlaşılmasını sağlamalıyız.

Son yıllarda birçok üzüntü yaşayan Türkiye, sağlıklı, güvenli, adil bir seçimi hak ediyor.

Yazının devamı...

Hükümet sorunları sırayla halletmeli!

Türkiye, içinde de dünyaya karşı da sorunların birbirine karıştığı, bir kaos ortamı oluştuğu görüntüsünden çıkmalıdır. Bir yanda Suriye’de operasyonlarımızın “Menbiç ve sonrasında Irak’a, Sincar’a kadar devam edeceği” mesajları vermemiz ve bu nedenle çıkan dış çekişmeler, diğer yanda büyüyen iç meselelerimiz birbirine karışınca o kaos ortamını önlemek mümkün olmuyor.

Şiddet, bu nedenle oluşturulan Meclis Komisyonu “ağır yaptırımları” açıklamadığı, örneğin çocuk istismarı konusunda bugüne kadar yapılanlar dışında radikal bir çözüm açıklamadığı için devam ediyor.

Taksi şoförlerinin müşteri dövmesinden, Bolu’da bir polis memurunun komşularına silah çekip kabzasıyla vurarak merdivenden yuvarlanmalarına sebep olmasına kadar akla hayale gelmedik her tür şiddet yaşanmakta…

Meclis’te Atatürk tişörtü!

Meclis’te 60 yaşında bir vatandaşın “üzerinde Atatürk resimli tişört” bulunduğu için polis tarafından soyularak montunun altında çıplak bir şekilde bırakılması, aynı gün sakallı-sarıklı-cüppeli bir kişinin Meclis’te vekillerle konuşması halkın haklı tepkisini çekti.

Bir toplumun kurucusu ve önderinin resmi olan tişört “siyasi bir mesaj” sayılamaz.

Kıyafet kanunu ile de bir ilgisi yoktur ama diğerinin vardır. Polis, sorumsuzca davranarak devletin tarafsızlığına ve insan haklarına aykırı, soruşturma gerektirecek bir durum yaratmıştır.

Bunun kanıtını yabancı medyada bulmak mümkün; “Türk polisi vatandaşı parlamentoda soydu” veya “Polis, modern, laik Türkiye’nin kurucusunun resmi olan tişört giydiği için 60 yaşında bir adam aşağılandı” benzeri haberler Türkiye’nin hukuk devleti imajına, Ata’sına saygısına zarar verir. Türkiye içte ve dışta terörle mücadelesini sürdürürken başta kadın ve çocuklara saldırılar olmak üzere “şiddet yoluyla terör estiren suçluların ve görevini kötüye kullanan emniyet görevlilerinin cezalandırılmasını” ihmal etmemeli, bu cezaları açıklayarak “caydırıcı” etki yaratmasını sağlamalıdır. Yakalandığında gülen cinayet sanığına hala “İyi hal indirimi” yapılıyorsa şiddeti önlemeniz mümkün değildir.

Hsk’dan açıklama

Önceki yazımda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yargıda FETÖ bitmedi” derken, HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın “FETÖ’nün yargıda bitirildiği” açıklaması yaptığını, bu tür çelişkilerin giderilerek FETÖ’nün kurumlardan kesin şekilde temizlenmesi gerektiğini yazmıştım. Sayın Yılmaz telefonla arayarak kendisinin “HSK’daki hakimiyete son verildiğini” kast ettiğini, FETÖ elemanları her maskeyi kullanarak gizlendiği için temizliğin zor olduğunu, HSK olarak ‘kuvvetli FETÖ şüphesi görülen yargı mensuplarını’ ihraç etmeye devam ettiklerini” anlattı.

Başta yargı, Emniyet ve ordu olmak üzere en önemli kurumlardan FETÖ’nün tamamen temizlenmesi önemlidir. Bu sonuç elde edilinceye kadar örneğin “yargı kararlarına şüpheyle bakmanın önlenmesi” veya benzer olayların tekrarının önlenmesi zordur. Mücadelenin kısa sürede bitmesi ve huzura kavuşmanın umuduyla bekliyoruz.

Yazının devamı...

“Evli evine” demekle olmaz!

Dün Avrupa Birliği’nin elimizin tersiyle itilmeyecek kadar önemli olduğunu “Çipras’ın AB’ye güvenerek Türkiye’ye kafa tutması” örneğiyle de anlatmıştım. Ekonomik açıdan, siyasi açıdan ve diğer tüm nedenlerle ilişkimizi sürdürmek zorunda olduğumuz AB ile tam üyelik müzakereleri devam ederken bu ilişkiler kopma noktasına geldi.

AB’nin de PYD-PKK mücadelemizde bize destek vermemesinin, hatta terör örgütünü korur bir tutumda olmasının gelinen noktada rolü elbette var. Ancak bunun dışında bizim de bazı Avrupa ülkeleriyle ilişkileri germe konusunda yaptığımız ciddi yanlışlar olduğunu kabul etmeliyiz. AB, üye ve aday ülkelerine her konuda yardımlar yapıyor.

Doğru bir dış politika ile biz de müzakereler sürecini devam ettirebilir, tek başına Türkiye’nin sorumluluğuna terk edilen mültecilerle ilgili verdikleri sözleri yerine getirmelerini de sağlayabilirdik.

Ülke adına karar…

Cumhurbaşkanı Erdoğan Varna’daki zirvede beklentilerimizi açıklar ve gerilen ilişkileri yumuşatmaya çalışırken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çıkıyor ve “Türkiye, Avrupa Birliği’ne mecbur değildir, ya bizi üye yaparsınız ya da evli evine köylü köyüne” diyor.

Bahçeli, dünyanın en zengin ve sorunsuz devletlerinin girebilmek için onlarca yıl beklediği AB’yi adeta “seçim ittifakı yapacağı bir parti”, kendisini de bu kadar önemli bir ülke meselesinin tek karar vericisi gibi görüyor.

AB’nin “Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin faaliyetlerinde Yunanistan’ın veya Kıbrıs Rum kesiminin tarafını tutması, Yunanistan’ın el koyduğu Türk adaları konusunda sessiz kalması” gibi önemli sorunlar küserek değil ancak karşılıklı diyaloglarla çözülecek konulardır. Bu konularda ülkenin “deneyimli ve bağımsız-tarafsız” diplomatlarının, siyaset bilimi uzmanlarının görüşleri şarttır.

“Öfkeyle kalkan, zararla oturur” atasözümüzü unutmayarak sükunetle, akılcı şekilde hareket etmek, kararları asla aceleye getirmemek gerekiyor.

Bahçeli de öfkeyle, belki de seçime yönelik “milliyetçi” propaganda amaçlı sözler sarf etmenin Türkiye’nin lehine bir sonuç yaratmayacağını görmelidir.

Yargıda FETÖ?

Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Sözcü’ye konuştu ve “Her hukukçunun yüreği tarafsız yargı, adil yargılama ve adalet ülküsüyle yanmalıdır” dedi.

Çok doğru, çok önemli bir hatırlatma bu. Ancak HSK’nın üyelerinin büyük bir bölümünün (13 üyenin 11’i) aynı parti ve o partiden olan Cumhurbaşkanı tarafından atanması “tarafsız” olmasını sağlayabilir mi düşünmek lazım.

HSK Başkanvekili Yılmaz “Türk yargısı FETÖ terör örgütünün elindeydi, kurtardık” vurgusunu da yaptı.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuşmadan önce “Adalet teşkilatında temizlik yapıldığını ama FETÖ’nün bittiğine inanmadığını” söylemiş, “Kim bilir nerelerden çıkacak, bunların temizlenmesi gerekiyor” demişti.

Gelecekte üzücü olaylar yaşanmaması açısından, başta “yargı, Emniyet, TSK, Eğitim” olmak üzere en önemli devlet kurumlarından FETÖ’nün tümüyle temizlenmesi konusu netlik kazanmalıdır.

Yazının devamı...

Çipras’ın tehditleri ve AB’nin önemi!

Türkiye’nin ekonomide riskli dönem, işsizlik, şiddetin devamı gibi önemli iç sorunları ve tabii bunun yanında dış sorunları var.

Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz çok kötü bir süreçten geçti, AB’de en etkili ülkelerle sert çekişmelere girdik, gerekirse AB’den vazgeçebileceğimizi ima eden açıklamalar yapıldı. Bu nedenle Varna’da düzenlenen AB-Türkiye zirvesi büyük önem taşıyordu.

Zirveden önce gazetecilerin sorularını cevaplayan AB Komisyonu Başkanı Claude Junker “Görüşme çok zor geçecek. Çünkü AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler ciddi şekilde kötüleşti” demiş, anlaşmazlıkların artmaya devam ettiğini vurgulamıştı.

Neyse ki Varna Zirvesi beklentilerden farklı, daha sakin ve yapıcı bir ortamda gerçekleşti.

Mülteciler ve vize

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Suriye’deki operasyonlarımız Avrupa’nın da güvenliğine katkı sağlıyor, Afrin’de 3.800 terörist etkisiz hale getirildi” derken teröristlerin silahlarının stratejik ortaklarımız tarafından sağlandığını da vurguladı.

Bu silahların çoğunluğu ABD tarafından verildi ama unutmayalım ki bir kısmı da AB ülkelerinden ve ayrıca PYD-PKK’nın içinde Avrupa ülkelerinin askerleri de var. Onlarca yıldır AB ülkelerinde “Türkiye’nin mağdur ettiği Kürt savaşçılar” imajı pekiştiren PKK, AB ülkelerinin çoğu tarafından desteklenmektedir.

Örneğin bu nedenle, onlara gerçekleri daha iyi anlatmak için AB ile ilişkiler bozulmamalı, aksine en kısa zamanda normalleşmesi sağlanmalıdır.

AB üyelik süreci, müzakereler askıya alınsa bile ilişkilerin korunması önemlidir, medeni dünyayla bağın kesilmemesidir.

“Vize serbestisi” konusunda gerçekçi olmakta yarar var.

AB “Türkiye’nin düzensiz göçle ilgili olarak yaptıklarını takdir ediyoruz” dese de “müzakereleri dondurduğu” ve 3.5-4 milyon mülteciyi barındıran Türkiye’nin vatandaşlarına vize serbestisi vermesi-en azından kısa vadede- beklenemez.

Arkasında ab var!

Erdoğan, sayıları 4 milyonu bulan mülteciler için “AB’nin şimdiye kadar 1 milyar 800 bin avro verdiğini” belirterek “söz verilen 3 milyar avronun 2’inci taksitinin de verilmesini” istedi.

Kabul etsek de etmesek de ekonomi sıkışmış durumda, uluslararası kredi kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmesi hafife alınacak bir gelişme değil ve “AB’den yardım gelmezse” bu durumda mülteciler de giderek daha büyük yük haline gelecektir. Ege’de 16 Türk adasını işgal etmiş olan Yunanistan’ın (Muğla’ya bağlı Keçi Adası’na bile çıkıp törenlere katılmış) Başbakanı Alexis Çipras birkaç gün önce AB’de bir basın toplantısında:

“Türkler Ege’de sıcak temas yaratmaya kalkarsa kendi ayağına sıkmış olur… Yunanistan sınırları aynı zamanda AB’nin doğu ve güneydoğu sınırlarıdır” dedi.

Görüldüğü gibi hukuken Türkiye’ye bağlı olan, il sınırlarımız içinde olan adaların karasuları ve hava sahası konusunda bile bizi bağlıyor ve arkasında AB’nin olduğunu da açıkça söylüyor.

Birçok konuda kızsak da, AB’nin desteğini küçümsememek gerekir, ilişkilerimizin normalleşmesi için gayret gereklidir.

Yazının devamı...

Seçim yasalarının önemi!

Siyasi partilerin açıklamalarına bakınca insan seçimin birkaç ay sonra olacağı duygusuna kapılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin Giresun kongresinde “AK Parti ile MHP’nin yaptığı ittifakı gelmiş geçmiş en yüksek oy oranlarıyla tanıştıracaklarını, sandıkları patlatacaklarını, referandumda aldıkları ‘yüzde 52’ ile rehavete kapılmayacaklarını” söyledi. Ona bu duyguları veren en önemli etkenin “TSK’nın Afrin’den PKK’yı temizlemiş olmasının” rolü oldukça fazla. TSK gerçekten de Afrin’de ve Fırat Kalkanı operasyonuyla Türkiye’ye tehdit oluşturan PKK’yı geniş bir alandan temizlemenin yanında “Suriye Kürdistanı’nı oluşturmayı hedefledikleri” özerk kantonların birbiriyle, bağlantısını kesmiş oldu.

Tabii bundan sonra Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki durumun ne olacağı da çok önemli. Umarız ordumuz fazla kayıp vermeden sınırlarımızı temizleme başarısını gösterir.

İttifak tartışması

Birdenbire Meclis’te kabul edilen yeni seçim düzenlemesi ve seçim propagandasını taşıyacak neredeyse tüm kaynakların sadece iki partinin yararına olması AKP-MHP dışındaki partilerin hepsinde tepki yarattı.

Bazı küçük partiler birleşerek güç birliği oluşturma çabasına giriştiler.

Aslına bakarsanız, “seçim yasaları daha da demokratikleşsin, hileleri-şüpheleri ortadan kaldıracak önlemler alınsın” denirken, muhalefet partilerinin “hazırlığına ve oylamasına” dahil edilmediği yeni düzenleme bu endişeleri ortadan kaldıracak unsurları taşımıyor. “Bir ittifaka dahil olan partiye yüzde 10 barajının kalkacak olması” tek başına seçime girmek isteyen partiler için açık ve net dezavantaj olacak.

Önceki deneyimler

Örneğin “mühürsüz oyların veya ittifak yapan partilere basılacak birden fazla mührün kabul edilecek olması” seçime güveni sarstığı gibi seçim günü birçok karmaşanın yaşanmasına neden olabilir. Bundan önceki seçim ve referandumlarda hilelerde başrolü “YSK’nın fazladan bastığı oy pusulalarının” oynadığı bu seçimlerde çalışma yapmış gruplar tarafından açıklanmıştı.

Gelecek seçimlerde de seçmen sayısından kat kat fazla oy pusulası basılacak ve YSK bu konuda “artan oy pusulaları sonradan toplanıyor” dese de bundan önce çok sayıda oy pusulası basılmasının sonuçlar konusunda yarattığı endişe biliniyor. Örneğin 2014’te 53 milyona yakın seçmen varken 141 milyon (2.5 katı) pusula basılmış. 2 bin 397 sandıkta ‘oy sayısı seçmen sayısından fazla’ çıkmış.

Hakkari, Mardin, Ağrı gibi illerde muhalefet partilerinin “iktidar partisi gibi oy kullandığı” sonucu görülmüş.

YSK’nın bastırdığı pusulalar, zarflar ve mühürler sandık bölgelerinin dışında bulunmuş ve görüntülenmiş.

Son referandumda (2.5 milyon oya tekabül eden) mühürsüz pusulaların kabulü konusunda yapılan itirazlar YSK tarafından reddedildi. Yani seçim sırasında ne yapılırsa yapılsın sonradan hesap sormak mümkün olmuyor. Bu nedenle, vatandaşların gönül rahatlığıyla sandığa gidebilmesi için gereken şartların önceden net şekilde sağlanması ve açıklanması gerekmektedir.

Yazının devamı...

15 Temmuz’da merak edilenler!

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile 15 Temmuz darbe girişiminde Genelkurmay 2. Başkanı olan Orgeneral Yaşar Güler ifade verdiler.

Bilindiği gibi 15 Temmuz günü ve gecesinde yaşananların detayları hala tümüyle ortaya konmuş ve anlaşılabilmiş değil.

Akar ve Güler “sanıklardan şikayetçi olduklarını, cezalandırılmalarını istediklerini” söylediler. Haklılar, yalnız 15 Temmuz sanıklarından beraat edenlerin sayısı da az değil.

Kimin suçlu, kimin masum olduğu başta “yargı” olmak üzere kurumlardan tutuklanan veya halen çalışmakta olanlardan hangilerinin gerçekten suçlu olduğu bile aradan geçen uzun zamana rağmen net anlaşılmış değil.

O nedenle, herhalde önce bu konunun kesinlik kazanması gerekir.

Anlamamak mümkün mü?

Bu çok ciddi olayın açığa çıkması için Akar ile Güler’in ve tabii MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “soruları ayrı ayrı değil, birlikte ve en net şekilde cevaplaması” önem taşıyor.

Aslında, saat 14.30’da MİT’e giderek cuntacı Deniz Aldemir’den aldığı “Bu gece bir faaliyet olacak, çok kan akacak” bilgisini aktararak “Bir darbe olacağını” haber verdiğini ısrarla tekrarlayan Binbaşı O.K’nın da bu sorgulamada bulunması sağlanmalıdır.

Hulusi Akar birçok soruya “Hatırlamıyorum” veya “daha önce verdiğim ifadenin aynısı” şeklinde cevaplar vermiş.

“FETÖ’nün TSK’daki yapılanmasında gizlilik nedeniyle FETÖ mensubu TSK personelinin teşhisi ve tespitinin zor olduğunu” söylemiş.

Oysa TSK yöneticilerinin ve MİT’in görevi orduya sızacak tehlikeli kişilerin önceden anlaşılmasıdır. Balyoz sanığı olup sonradan beraat eden subayların, generallerin çok önceden yazdığı kitaplarda FETÖ örgütlenmesi, “FETÖ’nün orduya soktuğu mensuplarının niyetleri” anlatılıyordu.

Millet affetmez

Sanıklar ve avukatları duruşmalarda da çok şeyi belgelerle anlatıyordu.

Yakın bir tarihte darbe girişimi olacağı söylentileri medyada bile yazılıp çiziliyordu.

Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel’in “Millet hepimizi affetsin. Asker sivil hepimiz milletten özür dilemeliyiz” sözleri unutulacak gibi değil.

Tarihe geçen, ülkeyi yıllardır sarsan bir darbe girişimine giden yolda yapılan ihmalleri veya yanlışları, FETÖ’cülerin en önemli kurumlara yerleştirilmesini görmeyenleri millet nasıl affetsin?

Detaylar duruyor

MİT Müsteşarının (14.30’da gelen ihbar üzerine) Genelkurmay Başkanı’nı 1.5 saat sonra saat 16’da bu bilgiyle uyarması fakat uyarının Cumhurbaşkanı ve Hükümet’e bildirilmemesi, Cumhurbaşkanı’nın haberi akşam 8’de eniştesinden alması, Başbakan’ın “Bana haber verilmedi, kimseye de ulaşamadım” diye şikayet etmesi, böyle bir ihbar alınmışken MİT Müsteşarı’nın akşam yemeğe çıkması, Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkanı’nın odalarına çekilip beklemeleri, Kuvvet Komutanlarının hep beraber düğüne gitmesi… Ve daha birçok eksik, çelişki var.

Akıncı Üssü’ne götürülen komutanların anlattıkları da birbiriyle bağlantısız görünüyor.

Kısacası, 15 Temmuz şu durumda aydınlatılmış değildir. Devletimizin korunmasını istiyorsak mutlaka aydınlatılmalıdır.

Yazının devamı...

İnternet’e RTÜK denetimi!

Afrin’de PKK terörü tam olarak bitmiş değil, Cuma günü 3 şehit verdik, aynı gün Bitlis’te de 1 askerimiz şehit oldu. Nevşehir’de F-16 savaş uçağımız düştü, 1 pilotumuzun şehit olduğu bildirildi. PKK’nin döşediği patlayıcılar ve alçakça saldırıları ile verdiğimiz şehitler yanında düşen askeri uçaklarda, devrilen askeri araçlarda şehitler veriyoruz ve bunlarda PKK parmağı var mı bilinmiyor.

Sınırımızın içinden ve dışından terör örgütünün temizlenmesi birinci sorunumuzdur. Ancak…

Bunun yanında tartışılması ve çözülmesi gereken sosyal ve ekonomik sorunlarımız da var.

Din istismarı yapanlar

internet üzerinden yapılan yayınlara RTÜK denetimi getiren tasarı geçen Çarşamba günü TBMM’de kabul edilerek yasalaştı.

RTÜK artık internet yayınlarının içeriklerine de yayın yasağı uygulayabilecek.

RTÜK’e AKP kontenjanından seçilen Taha Yücel “İnternette din istismarı yapanlar, dizilerdeki küfürlü ifadeleri İnternet versiyonunda kullananlar nedeniyle toplumsal bir hassasiyet oluştu. Bunlarla ilgili RTÜK ve ilgili kurumlara şikayetler yağıyordu” demiş ki, konunun bu kısmı doğrudur, din adamı maskesi altında topluma zararlı mesajlar verenler veya aşırı küfürlü konuşmalar engellenmelidir.

Taha Yücel daha sonra “Benim elimde olsa ilgili STK’ları ve kurumları, söz söylemek isteyen herkesi bu tartışmanın içine çeker, sonra toplum beklentisini karşılayan ve bütün hassasiyetleri dikkate alan bir düzeltmeyi Meclis’e sunardım” diyor. Bu düzenlemenin aceleye getirildiğini ifade ediyor.

Tüm yayınlar…

Tabii RTÜK sansürüne girecek konular sadece bugüne kadar dini kullanarak çirkin mesajlar vermiş olanlar veya İnternet dizilerindeki küfürler değil.

Yapılacak tüm yayınlara RTÜK’ün müdahalesini ve hatta en başta “verilecek izni” kontrol etme yetkisinde olması.

Norveç Arktik Üniversitesi Öğretim Üyesi Sarphan Uzunoğlu ise İnternet’in RTÜK denetimine girmiş olmasını “oldukça karanlık bir tablo” olarak nitelendirmiş.

“Bence yasanın kapsamı ve gücünü değil, yeni medyada çalışanlar üzerinde oluşturulacak baskı ve korku üzerine konuşmalıyız. RTÜK’ün bir kez ceza kesmesi, sektördeki diğer herkese de ‘yapma’ mesajı olacak” diyor. “Türkiye’de televizyonculuğun yeni yüzünü oluşturan projelerin bir anda hedefe gelmesini” eleştiriyor.

İnternet, bütün dünyada insanların özgürce görüş açıklayabildiği, yorum yapabildiği alternatif medya ortamıdır…

“Toplum değerlerine ve ahlaki düzenine aykırı konular”ın sınırları belirlenmeli, RTÜK bunlar dışında sosyal medyaya baskı anlamına gelecek müdahaleler yapmamalıdır. AİHM’den mevcut medyanın bağımsızlığı konusunda uyarılar alırken buna bir de İnternet’in eklenmesi Türkiye demokrasisi adına yanlış olacaktır ki bu konuların ekonomiye, yatırımlara bile olumsuz etki yaptığı bilinmektedir.

Demokrasiyi zedeleyecek adımlardan kaçınmak gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.