Şampiy10
Magazin
Gündem

ABD’nin Suriye saldırısı ve Rusya!

Dün ABD, İngiltere ve Fransa, Doğu Guta’da sivillere yaşatılan kimyasal silah faciasından sonra birlikte karar verdikleri operasyonu yaptılar ve başkent Şam başta olmak üzere birçok kentteki askeri üsleri bombaladılar.

Türk Hükümeti bu operasyonu desteklediklerini ancak İncirlik Üssü’nün saldırı için kullanılmadığını açıkladı.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Türkiye’nin ; Suriye’de Esad rejimine, kimyasal silah kullanımına, iç çatışmalara, insanların öldürülmesine, göçe zorlanmasına karşı olduğunu belirtti.

Rusya Devlet Başkanı Putin ise ilk açıklamasında “Rus ordusunun meşru hükümete ‘terörle mücadelede’ destek verdiği Suriye’ye düzenlene saldırıyı en set biçimde kınıyoruz” dedi.

Yıkıcı etki ne olur?

Putin bu saldırıyı “egemen bir devlete yönelik saldırganlık eylemi” olarak tanımlıyor ve “saldırının tüm uluslararası ilişkiler sistemi üzerinde yıkıcı etki yaratacağını” vurguluyor.

Rusya Dışişleri 2 gün önce “İngiltere’nin Doğu Guta’ya bağlı olan Duma ilçesinde kimyasal gaz kullandığını göstermek için hastanelerde bir provokasyon gösterisi düzenlediğini ve bunun kanıtlandığını” bildirmişti.

Bundan sonra Rusya’nın ne yapacağı olayın kilit noktası olacak ki bu noktaya gelineceğini ve Türkiye-Rusya arasında son zamanlardaki yakınlaşmanın da bu gelişmeden etkileneceğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim.

Bir yanda Esad’ı her eyleminde desteklerken, diğer tarafta Suriye iç savaşının başından bu yana “Esad rejimi indirilmeli, rejime karşıyız” açıklamaları yapan Türkiye ile yakın ilişki sürdürmesinin devamı olmayan bir siyasi tablo olduğu açıktır.

NATO da saldırıyı desteklediğini açıkladıktan sonra, Putin’in söz ettiği “tüm uluslararası ilişkiler üzerindeki yıkıcı etkinin ne olacağı” sorusu dünya için kilit sorun olacaktır.

Abd vazgeçmezdi

Çocuklar dahil masum sivillerin de hayatını kaybettiği feci olaylara sebep olan kimyasal saldırının bir insanlık suçu olduğu ve mutlaka durdurulması gerektiğine şüphe yoktur.

Ancak olayın bir de ABD ve koalisyon ülkelerinin Suriye’de bugüne kadarki faaliyetleri ile ilgili yönü var.

Her ne kadar “Biz Suriye’den çekileceğiz” dese de ABD’nin Suriye’den çekilmeyeceği, İsrail’in de içinde olduğu BOP projesinden, Suriye’nin özellikle petrol ve doğalgaz zengini olan kentlerinden kolaylıkla vazgeçmeyeceği ve aslında bu gelişmelerin Irak’la da bağlantılı olduğu bellidir.

Burada önemli olan şey, Rusya’nın “provokasyon yapıldı” iddialarının ortaya çıkarılması, Suriye’nin daha da bölünmesini kolaylaştıracak adımların atılmamasıdır.

Türkiye, eğer bir müdahale yapacaksa bu “NATO’nun, Birleşmiş Milletler’in tarafsız gözlemcilerle araştırma yapmasını”, ülkelerin -Türkiye’nin de bulunduğu- ortak bir toplantıyla Suriye meselesine savaşı büyütmeden çözüm aramasını sağlamak, böylece Türkiye’ye yönelecek yeni bir büyük göçü önlemek yolunda olmalıdır.

Tekrarlıyorum, bu savaşa girmemiz ve savaşın büyümesi sonuçta yine en çok Türkiye’ye zarar verebilir.

Yazının devamı...

Muhalefetin ittifak modelleri!

Seçim ve daha da yoğun olarak erken seçim konuşulurken Ak Parti ile MHP’nin “cumhur ittifakı”na karşı “muhalefet partilerinin de birlikte hareket etmesi” ihtimali öne çıkıyor.

Son haftalarda “CHP-İYİ Parti-SP” ittifakı, “CHP-HDP” ittifakı, “İYİ Parti-SP” ittifakı gibi olasılıklar seslendirildi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “Cumhurbaşkanlığı seçimine ittifak yapmadan gireceklerini” söylemişti, bu konuda kararı kesin görünüyor.

Birçok kişi tüm muhalefet partilerinin “başarılı olmak için ittifak yapması gerektiğini” düşünse de seçimlerde matematik hesabı her zaman doğru sonuç vermez, tabanların tepkileri önemlidir.

CHP-HDP olur mu?

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “Temel demokratik ilkelerde anlaştığımız herkesle seçim birlikteliği oluşturabiliriz” dedi.

Genel Başkan Yardımcısı Tezcan “HDP ile ittifak” sorusuna “Hiçbir partiyle henüz özel bir temasımız yok ama özel bir rezervimiz de yok” cevabını verdi. HDP ise “toplumsal muhalefetin ortak zeminde bir araya gelmesi” yönünde hareket etme kararı aldı.

Yaptıkları toplantılarda ittifak ve seçim güvenliği konularını tartışan HDP’lilerin kendisi de “7 Haziran seçimlerinin ardından gelişen olaylar nedeniyle önemli bir seçmen kitlesinin kararsız kaldığını” söylüyor.

Büyük bir seçmen kitlesinin kararsız olduğu bellidir ama belli olan bir şey daha var. HDP, 7 Haziran seçimlerindeki uzlaşmacı, toplumun farklı kesimlerini “barış yanlısı” olduğuna inandıran söylemlerinden uzağa düşmüş, özellikle Suriye’de PKK mücadelesi yapılan bir süreçte “PKK ile bağlarını koparmamış” görünen bir parti olarak gelecek seçimlerdeki oy potansiyelini büyük ölçüde azaltmıştır.

Bu nedenle, CHP’nin de HDP ile ittifak konusunda acele etmeyeceğine kesin gözüyle bakılabilir.

İkinci turda ittifak

Cumhurbaşkanı Erdoğan, SP’nin de “cumhur ittifakı”na katılmasını istemiş ama SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu buna yanaşmamıştı.

İki gün önce İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray “Cumhurbaşkanlığı seçimi için SP ve Demokrat Parti ile ilkeler bazında anlaştık. Bizim adayımız Sayın Meral Akşener. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turunda ittifak mümkün. Genel seçimlerde de iş birliği olabilir” dedi.

PİAR Araştırma Şirketi’nin 5 bin 620 seçmenle yaptığı ankette CHP ve HDP’nin ayrı ayrı, SP ile İYİ Parti’nin ittifak halinde seçime girmesinin doğru olacağı sonucu çıkmış.

Aynı ankette katılımcılar, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalırsa Erdoğan’a yüzde 43.9, Kılıçdaroğlu’na 40.5, Erdoğan’ın Akşener’le ikinci tura kalması halinde ise Erdoğan’a yüzde 41.9, Akşener’e 41.1 oy vermişler. Çeşitli araştırmalar yapılıyor, farklı sonuçlar alınabiliyor ve seçime kadar ekonomiden, iç ve dış siyasetteki gelişmelere, “beklenmedik bir aday”ın daha çıkmasına kadar birçok faktör de sonuçları etkileyebilir. Seçimlerle ilgili en önemli şey “seçimin, sandığın güvenliğinin sağlanması”dır, milli irade ancak böyle ortaya çıkacaktır.

Yazının devamı...

Ekonomi böyle düzelir mi?

Türkiye’nin en iyi ekonomi uzmanları “ekonominin zorda olduğunu, firmaların da halkın da borç altında ezildiğini” anlatıyor. Doların düşmek yerine daha da yükselebileceğini, dış borçların ve cari açığın çok arttığını söyleyerek uyarıyor.

Ekonomik darboğaza girmiş ailelerin bile masraflarını en alt seviyeye indirmeye çalışacağını düşünecek olursak devletin de aynı önlemi alması gerektiği açıktır.

Suriye’de yaptığımız terör mücadelesinin maddi bedeli az değildir. Suriyeli 4 milyonun üstünde mülteciye yapılan harcamaları da eklersek yalnızca bu ikisi bile büyük bir ekonomik maliyet getiriyor.

Mülteci yükü

Suriyeli mülteciler arasındaki genç erkekler kendi ülkelerini “tekrar dönebilecekleri hale getirecek” olan bu mücadeleye katılmadılar.

Onun yerine, zaten işsizlik olan ülkemizde kendi vatandaşlarımızın yararlanacağı iş alanlarında yayılmaya başladılar.

Türkiye’de doğan ve doğacak olan Suriyeli bebeklerle yakın bir gelecekte sayıları üçe, dörde katlanabilir. AB ülkeleri ise yapılan mülteci anlaşmasının ikinci taksitini bile ödemeye yanaşmıyor.

Hâlâ “açık kapı” mı?

Önce şaka olduğu sanılan bir haber; Hatay’da Suriyeli mültecilerin “Türkiye’ye gelen Afgan mültecileri” istemediğini, gösteri yaparak protesto ettiklerini anlatıyordu. Son birkaç ayda binlerce Afganlı İran sınırından Türkiye’ye yasa dışı geçiş yapmış, Erzurumlu yetkililer “1.5 milyonun da girmek için beklediğini” bildiriyor.

Bu durumda, Suriyeli mültecilerin “kendilerinden sonra Türkiye’deki en büyük göçmen grubu” olan Afganlıları istememesine şaşmamak gerek.

Bütün kentlerimizde kendi mahallelerini kuran, adeta “küçük Suriye’ler” yaratanlar bu rahatı bölüşmek istemez. Benim merak ettiğim, acaba Türkiye, İran sınırında da “açık kapı politikası” mı uyguluyor?

2016 yılında Ürdün Kralı Abdullah “Avrupa ülkeleri Suriyeli mülteci almazsa artık Ürdün’ün de almayacağını” açıklamıştı. Biz neden ekonomimiz ve güvenliğimiz açısından ciddi risk yaratan bir konuda hâlâ bu kadar toleranslı ve rahat davranıyoruz anlamak çok zor.

“Borcumu silin”

Diğer tarafta devlet bankalarından çok yüksek miktarlarda borç alarak dünyanın sayılı zenginleri arasına giren bazı isimlerin, bugünlerde “borçlarını yapılandırma” adı altında ödemekten kaçtıkları haberleri arttı. Kamu bankalarının, tanınmış kuruluş ve iş adamlarına milyarlarca lira/dolar kredi verdiği, bu kuruluş veya kişiler zarar ettiğinde “çekilen kredilerin ödenmediği” ama bu çok ünlü iş adamlarının “yurt dışındaki büyük servetlerini koruduğu” duyuluyor.

Sıradan vatandaşların bankalardan aldıkları borcu yapılandırma, zamana yayma, hatta hiç ödememe gibi bir lüksleri asla olamazken, bu iş adamları ve kuruluşların nedense borçlarını devlete-millete bırakıp çekilme hakları olabiliyor.

Özel sektör döviz borcunun ve Türkiye’nin dış borcunun katlanarak arttığı, TL’nin büyük ölçüde değer kaybettiği Türkiye’de bu olayların sırrını anlamak mümkün değil. Hükümet, ekonomi konusuna daha çok eğilmelidir.

Yazının devamı...

Esad, Saddam gibi…

Suriye rejiminin Doğu Guta’da sarin gazı kullanarak 75 kişinin ölmesine ve binlerce kişinin zehirlenmesine neden olan saldırı dünya ülkelerinin susacağı türden bir olay değil.

Çocukların da zehirlendiği ve hayatını kaybettiği bu kimyasal saldırı “Esad rejimi ve Rusya” tarafından kabul edilmemiş.

Türkiye tepki gösteriyor, ABD VE İngiltere Esad ile Rusya’yı suçluyor.

Bu katliamın Saddam tarafından 1988’de kimyasal silahla yapılan ve 3000’den fazla sivilin öldüğü, 10 bine yakın sivilin yaralandığı Halepçe katliamından farkı yoktur.

Trump, öfkesini Esad’a ağır hakaretlerle bildirirken “Katliam bölgesinin Suriye ordusu tarafından kuşatıldığını ve dünyanın oraya erişemediğini” söyledi.

Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ise “ABD’nin Suriye rejimine müdahale edebileceği” ihtimalini dile getirdi.

Abd öncülük yapmalı

Türk Dışişleri Bakanlığı “Suriye rejimi üzerinde etkili tarafları” bu insanlık suçuna karşı gerekli adımları atmaya çağırdığı bir açıklama yayınladı.

Suriye rejimi üzerinde etkili taraflar arasında tabii Birleşmiş Milletler var ama “bugünlerde bizim de yakın ilişki içinde olduğumuz” Rusya başı çekiyor.

Esad, BM kararlarını dinlemediğine göre ancak ABD, İngiltere gibi devletlerin askeri bir müdahale ile onu durdurması çözüm olacaktır.

ABD, bu girişime öncülük etmeli, Doğu Guta’da kurtarılması gereken sivillerin korunmasını da bu kez kendisi üstlenmelidir.

Peki, bu durumda biz ne yapacağız? Rusya ile yakın ilişkiler söz konusu olduğunda “Acaba Rusya’ya güvenilebilir mi” sorusunu bu nedenle sormuştum.

Çünkü “bir tercih” gerekiyorsa, Rusya tercihini Esad’dan yana kullanacaktır.

Operasyonlar sürecek

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına göre Türkiye, Suriye’deki operasyonlarına sınır boyumuz PKK’dan temizlenene kadar devam edecek.

Yani, TSK zaten daha çok uzun bir zaman Suriye’den çıkamayacak.

Son zamanlarda IŞİD, PKK gibi terör örgütleriyle tek başına mücadele eden Türkiye’den Doğu Guta’ya da müdahale etmesi beklenemez.

Buna girişmek yanlış bir adım olacaktır. ABD, İngiltere ve “Menbiç’e asker göndermekten söz eden Fransa” gibi ülkelerin bu kez Esad’ı durdurmak için öne çıkmasını beklemek dış politika açısından daha doğru bir karardır.

Suriye rejiminin yaptığı, tüm dünya için çağdışı ve üzücü bir saldırıdır ve bugüne kadar rejimin yaptıklarını izleyip duran bu ülkelerin müdahale zamanı gelmiştir.

Bir dostun kaybı!

Ali Şen ve ailesi benim için, ailem için son derece değerli, yerleri doldurulamayacak dostlardır.

Ali Şen ve 55 yıllık sevgili eşi Bente Şen birkaç yıl önce torunlarını, oğulları Adnan ve gelinleri Begüm’ün oğlu Alp’i trafik kazasında kaybetmenin acısıyla, onlarla birlikte derinden sarsılmıştı, şimdi Şen ailesi dünyanın en iyi kalpli insanlarından biri olan Bente’nin kaybını yaşıyor. Acılarını ailece tüm kalbimizle paylaşıyor, Bente Hanimefendi’ye Allah’tan rahmet, sevgili dostum Ali Şen ve tüm ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Mekanı cennet olsun.

Yazının devamı...

Çiller yeniden sahneye mi çıkıyor?

Uzun süredir sesi duyulmayan, sadece “Altına imza attığı 28 Şubat MGK bildirisi ile ilgili olarak ‘tanık’ olarak dinlenmesi” dışında açıklama yapmayan Tansu Çiller birden “ABD ve Rusya anlaşması” konusundaki açıklamasıyla ortaya çıktı.

Çiller, 28 Şubat’tan sonra Başbakan Yardımcısı olarak aynı hükümette kalmasına ve başbakanlık sırasının kendisine gelmesini heyecanla beklemesine rağmen verdiği ifadede “28 Şubat bir post modern darbedir” demişti.

Tansu Çiller şimdi ABD’de bulunduğu süre içinde edindiği bazı bilgileri açıklıyor ve “Suriye konusunda Rusya ile ABD arasında büyük bir ortaklık, ikili bir işbirliği kurulduğunu” söylüyor.

Bu işbirliğine göre ABD Başkanı Trump’ın “Suriye’den çekilme” açıklamasıyla Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un sürece girme girişimi birbiriyle bağlantılı.

Karmaşık Suriye denklemi

Ortada esaslı çelişkiler vardı. Trump’ın çekilme kararını açıkladığı sıralarda Macron birdenbire “Fransa’nın Menbiç’e asker göndereceğini” açıklamış, tepkiler üzerine Eliysee Sarayı yetkilileri bunun aksi yönünde bir açıklama daha yapmıştı.

Aynı günlerde ABD Başkanı Trump’ın Macron’la yaptığı telefon görüşmesinde alakasız şekilde “Türkiye ile Suriye’de yapılan işbirliğinin arttırılması gerektiğini” vurguladığı haberi çıkmıştı.

Yine aynı günlerde “ABD’nin Menbiç’te iki yeni üs kurduğu” çelişkisini duymuştuk.

Türkiye- İran ve Rusya’nın, Suriye’de barışın sağlanmasıyla ilgili Astana, Soçi ve Ankara zirveleri, Akkuyu Nükleer Santralinin temel atma törenlerindeki birliktelik Rusya ile Türkiye’nin yakınlaştığının göstergesi olarak alındı. Ancak…

Gelişmeler, bu kadar karmaşık bir Suriye denklemi için biraz fazla kolay ve abartılı görünmüyor da değildi.

Bizde tartışıldı

Trump’ın ani “çekilme” açıklaması, Esad ile yakın olan Putin’in “Suriye’de operasyonlarına devam edeceğini açıklayan” Türkiye’ye karşı aşırı uysal tutumu, Esad’ın suskunluğu soru işaretleri yaratıyor, acaba arkasında yeni bir plan olabilir mi sorularını akla getiriyordu.

Çiller, 27 Şubat’ta Rusya ile ABD’nin, Suriye’de Kürt politikasının mimarı olarak bilinen Rus istihbaratçısı Naumkin’in de katılımıyla “yeni Suriye planını görüştüklerini ve anlaşmaya vardıklarını” iddia ediyor.

Bu anlaşmaya göre, Fırat’ın batısı Rusya’ya bırakıldı, Fırat’ın doğusu ise ABD’ye… Tabii bu iddia bizler için yeni değil, ABD ile Rusya arasında böyle bir anlaşmanın olup olmadığı Türkiye’de daha önce tartışıldı. (Yeni olan, ABD’nin çekildiği alanlara Fransa’nın gireceği.)

Sonra, Rusya ile zirveler, Akkuyu santrali, S 400 füzeleri derken, bu konu gündemden çıkarıldı.

Ancak, biz yazılarımızda “ABD’nin PKK-PYD-SDG’ye bu kadar yıldır verdiği destekten sonra planlarından kolayca vazgeçmeyeceğini” zaman zaman belirttik.

Tansu Çiller, başarısızlıkla noktaladığı siyaset sürecine geri dönme isteğinde midir bilmiyoruz ama açıkladığı anlaşma üzerinde düşünülmelidir.

Yazının devamı...

Parti farkı gözetmeyen konular!

Türkiye’de her tür şiddetin ve bu arada “bireysel silahlanma özgürlüğünden doğan şiddetin” arttığını kimse yadsıyamaz.

Kadın ve çocuklara karşı saldırılara çözüm bulunması için bir Meclis Komisyonu kuruldu, aradan haftalar geçti, Aile Bakanlığı’ndan sadece şu açıklamayı duyduk:

“Evlere ve kalplere girerek gönülleri fethetmeyi hedefliyoruz…. Sosyal risk haritası oluşturulacak, çocuk istismarı ve kadınlara şiddette sıfır tolerans gösterilecek.” Bu arada çocuk ve kadınların ağır şiddetle karşılaşması, uğradıkları felaketler sürüyor. Oysa bu suçların “taammüden öldürme ile eşdeğer olduğunu ve en ağır cezaların verileceğini” Cumhurbaşkanı uzun bir süre önce söylemişti.

Cinayetler bitmiyor

Üzücü geçmişine, ailevi sorunlarına rağmen okulunun en başarılı öğrencilerinden olan Alara Karademir, hocasının odasında asılı olarak bulundu. Bu hocanın Alara’nın sosyal medya şifrelerini bildiği, ona karşılıksız duygular beslediği ve “Sende problem var” diye baskı yaptığı, yakın arkadaşları tarafından anlatıldı. Özellikle son yıllarda öğretmenlerin öğrencileriyle ilişki kurması ve onlar için güvenlik sağlamaları gerekirken baskılarla, istismarlarla ortaya çıkması sadece üniversitelerde değil, ilkokullarda, yurtlarda, kurslarda da sık görülüyor.

Eğitim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğundadır ve bu çağdışı, kabul edilemez sorunun çözülmesi Bakanlığın bir numaralı önceliği olmalıdır.

Diğer tarafta, topluma bir başka dehşeti yaşatarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde 4 kişiyi katleden araştırma görevlisi olayı var.

Öğretim üyeleri ve eski Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Engin Karadağ bu şahsın “Fakültenin tamamını FETÖ’cülükle suçladığını, rektöre ‘bir şarşöre bakıyor, herkesi tehdit ediyor’ diyerek işin cinayete gideceğini anlattıklarını” söylüyor.

Silahlanmaya izin!

Bir buçuk yılda birçok kez rektörlüğe dilekçe verilmiş ve her seferinde rektörlük bu kişiyle ilgili dilekçelerin sisteme girmemesi için talimat vermiş.

Dört insan kaybedildi, bu durumda sorumlu kimdir acaba? Rektörlük bu tutumu yargıya açıklamalı ve hukuktaki yaptırım “hafifletici neden” olmadan uygulanmalıdır.

Herkese kolayca “FETÖ’cü” etiketi yapıştırılmasının sonuçlarını da görmek gerekir. ABD’de “Florida’da bir lisede 17 kişinin öldürülmesi” üzerine 1 milyon kişi sokaklarda yürüyerek protesto gösterisi yaptı. İnsanlar “silah satışının kontrolünün arttırılmasını, bireysel silahlanmanın sıkı şekilde kontrol edilmesini” istediler.

Türkiye ise dünyada “silaha sahip olma” sıralamasında 20’inci ülke. Yılda 3000 kişi ateşli silahlarla öldürülüyor ve cinayetlerin yüzde 60’ında silah kullanılıyor.

İstatistiklere göre her 3 evden birinde silah var.

Zaten şiddetten, terörden bu kadar çeken, milyonlarca mültecinin arasında terör örgütleri üyelerinin de girdiği bir ülkede silahlanma sınırlanmalı, verilecek cezalar duyurulmalıdır. Türkiye bir hukuk devleti olma özelliğini kaybedemez.

Yazının devamı...

Rusya, ABD’nin yerini mi alacak?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’nin enerji ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayacak olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin temel atma törenine katıldı, temeli Cumhurbaşkanı Erdoğan İle birlikte attılar.

Dün gelen haberlerde Rus medyasının bu ziyarete geniş yer verdiği ve “Türkiye, tarihte ilk kez dostumuz” manşetleri attığı vardı. Aynı gün “Türk istihbaratının verdiği bir istihbarat sayesinde Rusya’da büyük bir terör saldırısının önlendiği” haberini gördük.

Aynı gün Beştepe’de İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı üçüncü Suriye zirvesi yapıldı.

Erdoğan ve Putin’in samimi fotoğraflarına da bakınca Astana daha sonra Soçi zirveleriyle başlayan yakınlaşmanın giderek arttığı görülüyor.

Trump kararlı mı?

Gelişmeler akla birçok yeni soru getiriyor. Mesela, acaba Rusya ile bu yakınlaşmamız ABD ile ilişkileri etkiledi mi veya yakın gelecekte nasıl etkileyecek?

Türkiye için Rusya “ABD’nin yerini alacak yeni müttefik” olabilir mi, Rusya’ya her konuda güvenilebilir mi?

Trump geçen hafta Ohio’da basın toplantısında beklenmedik şekilde “Artık Suriye’den çekilme zamanı geldi” demiş ve bu sözler diğer ülkelerde ve kendi ülkesinde şok benzeri tartışmalar yaratmıştı.

Daha sonra aynı sözleri “Suriye’de bulunmak çok masraflı, çok külfetli” diyerek tekrarladı.

Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Esad’ı devirme politikasından geri adım attıklarını belirten “Beşar Esad kalıyor, ABD Suriye’den çekilmemeli” sözleri bile Trump’ı kararından döndürmedi.

“Suudi Arabistan, Suriye’de kalmamızı istiyorsa bunun parasını ödesin” cevabını verdi. (Trump’ın bu sözleri bize de mülteciler ve diğer harcamalarımız konusunda dikkatin önemini hatırlatıyor.)

Bununla birlikte ABD Başkanı “Hemen yarın Suriye’den çıkamayacaklarını, bunun zaman içinde olacağını” da söyledi.

ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının Suriye’den çekilme açıklamasına gösterdikleri tepkiye bakılırsa bu “zaman” çok kısa olmayabilir.

Esad ve İsrail

SDG denilen örgütün büyük çoğunlukla PKK’dan oluştuğu, aslında PKK’nın farklı isimler altında terör ve işgal faaliyetlerini sürdürdüğü, ABD’nin de askerlerini SDG içinde bulundurduğu, PKK’ya eğitim dahil her tür desteği verdiği biliniyor.

Bugüne kadar ABD bütün bakanlıkları ve generalleriyle “SDG’nin Suriye’de en yakın müttefikleri olduğunu” tekrarlayıp durdu. Şimdi, bir yanda PKK’nın planladığı Suriye Kürdistanı, Irak’ta IKBY’nin bunlarla bağlantısı, İsrail’in çıkarları (hepsi topluca BOP), Suriye’de ele geçmiş petrol kaynağı bölgeler dururken acaba ABD bunların hepsinden bir kalemde vazgeçebilir mi?

Fransa neden aniden “Menbiç’e asker göndermekten söz etti ve sonra geri adım attı, bundan sonra niyeti nedir” gibi sorulara cevap bulmak gerekiyor. Rusya ile bu kadar yakınlaştıysak onun üzerinden Esad ile de sorunları çözmek her halükarda Türkiye’nin elini güçlendirecektir.

Yazının devamı...

Seçim, AB yardımı ve mülteciler!

IŞİD tehlikesi nedeniyle Türk toprağı sayılan yerinden taşınan Süleyman Şah Türbesi’nin eski yerine dönmesi güzel bir haberdi.

“Erken seçim” tartışmalarının hız kazanması bir başka önemli gündem maddesi.

Ak Parti’nin 12 Eylül 2018’de yapacağı Olağan Büyük Kongre’sini Haziran ayı sonuna alması erken seçim olasılığını daha yoğun olarak gündeme getirdi.

CHP kendi kurultayını tamamlamıştı, arkasından İYİ Parti’nin “olası bir erken seçimi garantiye almak için” 1. Olağanüstü Kurultay’ı geldi.

Anketler

İYİ Parti Kurultay’ı beklenenin çok üstünde bir ilgiyle karşılaştı, her kesimden on binlerce kişinin katıldığı kurultaya özellikle gençlerin ve kadınların ilgisinin fazla olduğu dikkat çekiciydi.

Dikkat çeken önemli noktalardan biri Genel Başkan Meral Akşener’in “kutuplaşma ve şiddet diline karşı” aldığı tavır, salonda hiçbir şekilde “bir parti veya genel başkanının yuhalanması” gibi tepkilere izin vermeyişi oldu.

Muhalefet partileri “AKP-MHP-BBP ittifakı”nın anket sonuçlarına göre seçim tarihi belirleyeceğinden emin görünüyor.

Şu anda anketlerde yüzde 50’ye yakın bir rakamın görünmediğini, o nedenle iktidar partisinin kesin seçim tarihi vermediğini düşünüyor ve bunu dile getiriyorlar.

Zor bir süreçte…

Erken seçim ihtimalinin güçlenmesinde Ak Partili Beşir Atalay’ın kurucusu olduğu ANAR Araştırma Şirketi’nin Başkanı İbrahim Uslu’nun “MHP, parlamentonun artık misyonunu tamamladığını öne sürerek şu sıralarda erken seçim talep edebilir” şeklindeki açıklamalarının da etkisi oldu.

Akşener bugüne kadar “erken seçimin 15 Temmuz’da yapılmasının güçlü bir ihtimal olduğunu” söylüyordu, İbrahim Uslu ise “3. havalimanı açıldıktan sonra, 2018’in Kasım ayında yapılacağı” tahmininde bulunuyor.

Bakalım bu tahminler tutacak mı yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi seçimler zamanında mı yapılacak.

Hangisi olursa olsun seçimlerin “Türkiye’nin içerde ve dışarda çok zor bir sürecine denk geleceğine” şüphe yok.

Umalım da erken seçim tartışmaları diğer önemli konuların ötelenmesine neden olmasın.

AB yardımı gelecek mi?

Almanya’da yayın yapan Spiegel Online “Başta Almanya, Fransa, Avusturya, İsveç, Danimarka, Finlandiya gibi ülkeler” olmak üzere birçok AB ülkesinin, Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasına göre ödenmesi gereken parayı ödemek istemediklerini yazdı.

Angela Merkel’in Türkiye’yi “AB’ye mülteci akınını durdurup tüm mültecileri kendi sınırları içine adeta hapsetmesi” için Ankara’ya defalarca ikna ziyaretleri yaptığı, sözler verdiği bugün gibi hatırlanıyor.

Türkiye bugüne kadar 30 milyar doların artık çok üstünde bir kaynağı mültecilere aktardı ama AB ülkeleri 3 milyar avroyu aralarında bölüşmeyi bile kabul etmiyorlar.

Merkel’in ziyaret günlerinde, vaatlere hemen inanmamızın ve bu kadar çok sayıda mülteciyi tek başımıza kabul etmemizin yanlış olacağı konusunda uyarılar yapmıştık.

Şimdi AB Komisyonu bu ödemeyi yapacak mı, bu ülkeleri ikna edebilecek mi, onu bekleyeceğiz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.