Şampiy10
Magazin
Gündem

Avrupa önemli mi, değil mi?

Seçim sürecine hızla girildi ve cumhurbaşkanı adayları gündemin en önemli konusu oldu. CHP’de Muharrem İnce’nin adı öne çıkarken, SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu “Abdullah Gül’ü çatı aday düşünüyoruz” dedi.

Gül’ün adaylığının iki partinin birlikte aldığı bir kararla olmadığı ise ertesi gün CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in “CHP’nin gündeminde Abdullah Gül diye bir isim olmadı, şimdi de yok” açıklamasıyla ortaya çıktı. Bu durumda CHP’nin parti içinden bir ismi, büyük ihtimalle Muharrem İnce’yi aday göstermesi beklenebilir. Bu işlerde son dakika gelişmeleri görülebildiği için bir başka sürpriz isimle de karşılaşmak da mümkündür.

Gül’ün aday olma meselesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da soruldu.

Erdoğan, böyle bir ihtimalin olmayacağına emin göründü ve “Benim öyle bir derdim yok, 5 Mayıs’ta kimlerin meydanda olacağı nasılsa anlaşılacak” dedi.

Çatı aday…

Karamollaoğlu ise “mutlaka Gül” ve mutlaka “çatı aday” konusunda ısrarlı.

CHP’nin yanında İYİ Parti’yi de deniyor. İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayının her şart altında Genel Başkan Meral Akşener olacağı kesin. Ancak…

Salı günü yapılan Akşener-Karamollaoğlu görüşmesi sonrasında SP Liderinin hala Akşener’i “Gül’ün ortak aday olması” konusunda iknaya çalıştığı ve olumsuz cevap aldığı biliniyor.

Ortada “Gül’ün hiçbir zaman Erdoğan’ın karşısına rakip olarak çıkmayacağı” iddiaları da var, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu düşüncede olduğu için Gül konusunun üzerinde durmuyor olabilir.

HDP’nin alacağı tutum da “sonuç açısından” önemli. Tabloya baktığımızda şu anda Erdoğan ve Akşener’in “kesin adaylıkları dışında” hiçbir şey netlik kazanmış değil. CHP ve SP’nin kimi aday göstereceği, özellikle de Abdullah Gül’le ilgili kararlar (kendisinin de kararı dahil) merakla bekleniyor.

Erteleme çağrısı

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi AKPM, Türkiye’nin mevcut şartlarında yapılacak seçimlerin “Avrupa kriterlerine uygun olmayacağı ve meşruluğunun sorgulanacağı” gerekçesiyle Türk hükümetine 24 Haziran seçimlerini erteleme çağrısında bulundu. Bu karar ve çağrıda; seçim kanunun seçim kararından bir ay önce değiştirilmiş olması, OHAL’in devamı, 16 Nisan referandumundaki “mühürsüz oy” kararı, seçimlerin güvenliği ve saydamlığı konusundaki şüphelerin rol oynadığı belirtilmiş.

Bu şartlarda “seçimlerin demokratik bir ortamda yapılamayacağı” sonucu çıkarılıyor. Başbakan Binali Yıldırım, AKPM’nin seçimlerin ertelenmesi çağrısı konusunda “Kendi işlerine baksınlar, seçimi onlar yapmayacak, Türkiye yapacak” dedi. Türkiye, diğer Ortadoğu ülkeleri gibi olsaydı “bize ne” diyerek sırtımızı dönebilirdik. Oysa Türkiye, AB üyelik sürecini ve müzakereleri devam ettirmek istiyor. AB liderleriyle birçok konuda toplantılar yapılıyor. Bu konuda karar vermeliyiz; AB’nin içinde mi yer alacağız yoksa Doğu’ya mı yöneleceğiz. AB’nin içinde olacaksak “Bu seçim sonuçları meşru kabul edilmeyecektir” kararını daha dikkatle düşünmeliyiz.

Yazının devamı...

Meclis kavgaları ve seçim!

TBMM’nin açılışının 98’inci yıldönümü olan 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Meclis’te çocuklar vardı.

Başbakan’ın ve bakanların koltuklarında çocukların oturduğu bu özel günde Meclis Genel Kurulu farklı konularda büyüklerin ciddi tartışmalarına sahne oldu.

İlk tartışma Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında “15 Temmuz’da halk gereken cevabı verdi ama 20 Temmuz OHAL darbesine şiddetle karşıyım” sözlerinin arkasından başladı.

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına Ak Parti ve MHP’li milletvekilleri tepki gösterdi.

CHP’li Özgür Özel’in “Binali Yıldırım 15 Temmuz gecesini Ilgaz Tüneli’nde geçirdi” sözleri üzerine Başbakan Yıldırım çok sert bir konuşma yaptı.

Şiddetin yansıması

Çocuk Bayramı’nda Meclis’te yaşananlar olayları TV’lerden izleyen çocukları da şüphesiz şaşırtmıştır.

Siyaseti ve her şeyi bir yana bırakalım, topluma yansıyan bu şiddet görüntüleri insanların şuur altında nasıl bir sonuç yaratır?

İkinci büyük tartışma iki HDP milletvekilinin “Kürt illeri” ifadesini kullanmalarından çıktı.

Meclis Başkanı İsmail Kahraman haklı olarak tepki gösterdi “Kürt illeri mi, yok öyle bir şey” dedi, sözlerini düzeltmezlerse söyleyenleri oturumdan çıkaracağını bildirdi.

Milletvekillerinin de itirazları üzerine HDP’li kadın vekiller sözlerini “nüfus yoğunluğu açısından söyledik” diyerek düzelttiler.

Bu da geçerli bir düzeltme sayılmaz.

İller “etnik kimliklerin nüfus yoğunluğuna göre” isim alacaksa ve Suriyelilerin nüfusu bu hızla artarsa yakında “Arap illeri” diye adlandırdıkları iller de olabilir.

PKK eylemleri

Bu arada “PKK terör örgütünün yaz aylarında eylemlerini arttıracağı, seçim sürecinde de eylem yapabilecekleri” haberleri çıkmaya başladı.

PKK’lılara “Yöneticilerden emir beklemeden eylem yapın” dendiği bu haberlerde söyleniyor.

Bu tür duyumlar haberlere kadar ulaşmışsa, herhalde MİT’in ve İçişleri Bakanlığı’nın da bilgisi vardır ve önlemleri hazırdır.

7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasındaki tecrübemiz, o süreçteki büyük terör saldırıları bize 24 Haziran seçimi öncesinde “tüm illerde gereken önlemleri almayı” öğretmiş olmalıdır.

Sınırlarımız içinde, ülke çapında güvenliği sağlamak istihbaratın ve İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.

Muhalefetin ortak adayı

CHP’den 15 milletvekilinin istifa ederek İYİ Parti’ye geçmesinin tartışmaları bitmiyor ama bu olay siyasette dengeleri tümüyle değiştirmiş görünüyor.

SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, CHP ile İYİ Parti’nin bu ortak kararına destek vermesi “Bütün muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarabileceği” iddialarını da arttırdı.

Bu adayın Abdullah Gül olabileceği söylendi.

CHP’nin kendi adayını çıkarmak yerine bunu kabul etmesi küçük bir ihtimal gibi görünse de “her şey mümkün” dediklerine göre SP-CHP ortak adayda anlaşabilir.

Meral Akşener’in böyle bir teklifi kabul etmeyeceği ise baştan beri belliydi ve parti bir kez daha adayın Akşener olacağını açıkladı.

Lider görüşmeleri sürüyor, bakalım önümüzdeki günlerde hangi sürprizlerle karşılaşacağız.

Yazının devamı...

YSK’nın geç verdiği karar!

Millet ahlaklı yöneticiler bulma ümidiyle sandığa gider.

Ülkenin geleceğini, güvenliğini emanet edecek liderler ve partiler arar.

Son birkaç günde bütün partiler demokrasiden fazlasıyla söz etti ama bu tür gelişmelerin Batı demokrasilerinde neden görülmediği sorusu tartışılmıyor.

Demokrasi karanlıkta var olamaz, şeffaflık, aydınlık ister.

Batı demokrasilerinde kurallar, yasalar şeffaflık ve hukuka saygı-sadakatle uygulandığı için onlarda kargaşa çıkmıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa eden 15 milletvekili Pazar günü İYİ Parti’ye katıldı.

Adı konulmamış ittifak

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay “Demokrasinin kazanması için bu adımı attıklarını, demokrasinin daha fazla zarar görmesini istemediklerini” söyledi.

CHP ile İYİ Parti liderleri belli ki bu çözümü daha önce görüşmüş ve zorluk çıkarılırsa böyle davranma kararı almışlardı.

İYİ Parti “10 Haziran’dan itibaren seçimlere katılma hakkına sahibiz” açıklaması yapmasına rağmen partinin ve lideri Meral Akşener’in 24 Haziran seçimlerine katılamayacağı ile ilgili iddialar konuşuluyordu.

Uyguladıkları yöntem ile İYİ Parti Meclis’te grubu olduğu için alınacak hiçbir karardan etkilenmeden seçimlere girebilecek.

Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ “Bu yapılanın hile olduğunu ve adı konulmamış bir ittifak olduğunu” sosyal medyadan duyurdu.

“Şeffaf, dürüst, ahlaki ve meşru bir ittifak değildir” dedi.

Bu olayda tüm taraflar birbirini benzer sözlerle suçluyor.

Buraya nasıl gelindi?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan YSK’ya “24 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimine katılma yeterliliğine sahip partiler” listesi 20 Nisan’da gönderilmişti.

Yüksek Seçim Kurulu’nun ertesi gün bu listeyi açıklaması bekleniyordu ama bu yapılmadı. Aynı gün Ak Parti Grup Başkanvekili Elitaş özetle şöyle bir açıklama yaptı:

“Cumhurbaşkanı adayı olma hakkın var, 100 bin imzayı toplarsın olursun.

Kusura bakmasın, bir sonraki dönemde yapılacak seçime hazırlanması gerekir(…)

Biz kişiye veya partiye özel kanun çıkaramayız.”

YSK Başkanı da “Uyum yasalarının seçim takvimi için geçmesi gerekiyor. 100 bin imzayı kimin toplayacağı ile ilgili uyum yasası çıkması gerekiyor… Bugünkü çalışmalarımızda hangi partilerin seçime gireceği konusu yok” dedi.

Bütün bunların bir araya gelmesi Akşener ve partisinin seçimlere katılmasının önüne bir şekilde engeller çıkacağı duygusu verince, böyle bir durumda daha önce düşünülmüş çözümlere başvurulmuş olmalı.

CHP milletvekillerinin istifa edip parti değiştirdiklerini açıkladıkları gün (Pazar) YSK da “seçime girecek partiler listesini” açıkladı. Bunu bir gün önce yapsaydı, bu olaylar yaşanmayacaktı.

YSK’ya olan güvenin daha da sarsılmaması için “seçim için kaç oy pusulası basıldığını” da net şekilde açıklaması gerekiyor. Dün Meclis’te, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı oturumu sırasında CHP ile Ak Parti arasında yaşanan gerginlik de yaşanmaması gereken olaylardan biriydi.

Seçim sürecinde bu çekişmelerin bitirilmesi ülke yararınadır.

Yazının devamı...

Çoğulcu demokrasinin önemi!

Erken seçime girecek partilerin, başta iktidar partisi olmak üzere seçmenin görüşlerini alması önem taşıyor.

Bize mesaj yazan vatandaşların çoğu seçim atmosferine girildikten sonra yine “diğer önemli sorunların ötelenmesinden korktuklarını” söylüyorlar.

Büyük bir kısmı ülkede sınır ötesi operasyonlar, terör, şehitler varken, ekonominin gidişi düzeltilmeliyken araya seçimin girmesinden memnun değil.

Bu konuda bir de “İç ve dış siyasette daha çabuk ve etkin karar alabilmek için seçimin gerektiği” söylemine itirazlar var.

“Cumhurbaşkanlığı sistemi şimdiden uygulanıyor, Cumhurbaşkanı hükümetle uyum içinde o zaman neden hemen gerek duyuldu” sorusu duyuluyor ki bunun cevabını vermek de zor.

“Erken seçimi muhalefetin de istediğini” öne sürmek de yeterli olmuyor, muhalefetin her istediği dikkate alınmadığına göre bu konuda daha makul nedenlerin ortaya konması gerekirdi.

Cumhurbaşkanlığı sistemi

Daha çabuk ve etkin karar alabilmek hükümetler için önemlidir. Ancak ne olursa olsun her kesimden vatandaşların kendini dışlanmış hissetmemesi de önemlidir.

Çoğulcu bir demokraside o nedenle seçim barajları da düşüktür, mümkün olduğunca çok seçmen kendini sistemin içinde hissetmelidir.

Cumhurbaşkanlığı sistemi tam olarak uygulanmaya başlarsa daha büyük kesimlerin sistem dışında kalacağının, muhalefet partilerinin görüşlerinin hiç dikkate alınmayacağının akla gelmemesi için gereken yapılmalıdır.

Unutulmamalı ki, sandığa küskün, kararsız seçmen kitlesinin oy vermeye gitmesi ancak “rahatsız oldukları konularda verilecek güvence” ile mümkündür.

Avrupa’da seçim

Önce Avusturya duyurdu, arkasından Hollanda…

Şimdilik bu iki ülke kendi içlerinde “ Türkiye’nin 24 Haziran seçimine yönelik etkinliklerine izin vermeyeceklerini” açıkladılar.

AB Bakanı Ömer Çelik bu kararlara “En demokratik hakların kullanımını engelliyorlar, bir yandan da Türkiye’deki demokratik gelişmeler olumsuz yönde gidiyor diyorlar” sözleriyle tepki gösterdi.

Tabii Avusturya ve Hollanda’nın bu kararlarda AB içinde haklı görünmeleri ihtimalinin sebeplerinden biri “AB’nin son Türkiye Raporu”dur.

Bu raporda Türkiye’nin AB’den hızla uzaklaştığı, OHAL kapsamında alınan önlemlerin orantısız olduğu, parlamentonun yasama işlevinin kısıtlandığı gibi maddeler vardı.

AB, OHAL’in en kısa zamanda kalkmasını istiyor, bu tablonun demokratik olmadığını belirtiyordu.

İkinci neden de herhalde, 2017 referandumu öncesinde Almanya ve Hollanda ile “referandum etkinliklerine izin krizi” nedeniyle yaşanan ciddi gerginlikler ve olaylardır.

AB içinde herhangi bir ülkeyle yaşanan çekişmeler diğer ülkelerin de “kendilerinden olanın yanında” tavır alması sonucunu getiriyor.

O nedenle bu kez gerginlik ve çekişmeler, inatlaşmalar yaşanmadan bu sorunu diplomatik yollardan çözme imkanı aranmalı, bulunamıyorsa ısrar edilmemelidir.

Dış ülkelerle kavga görüntüsü Türkiye’ye ciddi zarar veriyor, verecektir.

Yazının devamı...

Cumhurbaşkanı kim olacak?

Birkaç gün önce tarihi açıklanan erken seçime 2 aydan birkaç gün fazla zaman var.

“Erken seçimi Cumhurbaşkanı istemiyordu, Bahçeli emrivaki yaptı” diyenler olsa da Erdoğan, Bahçeli’nin ani seçim çağrısından çok rahatsız olmuş görünmüyor.

AKP ve MHP’nin 24 Haziran’da seçim yapılması önergesi 386 oyla Meclis’ten geçti.

Verilen seçim tarihi “baskın seçim” denecek kadar yakın bir tarih olmasaydı belki muhalefet partilerinin hiçbiri erken seçim talebine itiraz etmeyecekti.

Diğer tarafta, seçime karar verme yetkisi baştan Anayasa ile TBMM’ye verilmiştir.

Burada önce iki liderin karar verip sonra TBMM’de onaylanması ve Meclis’in yetkilerini kullanamaması gibi bir durum ortaya çıktığı için bu kararın meşruiyetini tartışanlar çıkıyor.

Chp’de aday çok

Şimdi bazı partilerin, son derece önemli bir karar olan “cumhurbaşkanı adayına karar vermek” için çok kısa bir süreleri var.

Ak Parti’nin adayının Recep Tayyip Erdoğan olduğunu dün Başbakan bir kez daha açıkladı. CHP’de ise henüz karar verilmiş değil ve durum karışık görünüyor.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu 3-5 aday olduğunu söylediğinde “kendisinin aday olmayacağı” görüşü yayılmıştı, bununla birlikte Kılıçdaroğlu “kararı Parti Meclisi’nin vereceğini” de sözlerine eklemişti.

Dün CHP İstanbul Milletvekili Didem Ergin adaylığını açıkladı.

Gözler Muharrem İnce’ye de çevrilmişti ama o “partinin yetkili kurullarının vereceği karara saygılı olacağını” söyledi, kendisi adayım demedi.

Derviş olur mu?

Kılıçdaroğlu’nun aklında Kemal Derviş’in de olduğu söylentisi yayıldı.

Derviş her ne kadar hazırladığı ekonomi programlarıyla Türkiye’nin uzun yıllar ekonomide hata yapmamasını sağlamış olsa da diğer tarafta onunla ilgili bazı soru işaretlerinin hala kitleleri etkilemesi mümkündür. Bu durumda son anda “adayın Kılıçdaroğlu olduğu”nu da sürpriz şekilde duyar mıyız henüz bir işaret yok.

Ancak şu andaki tablo Başbakan Yıldırım’ın “CHP’de adaylığını açıklayan açıklayana. Kemal Bey’e tavsiyem elini çabuk tutsun, yoksa sıra kalmayacak” esprisi yapmakta haksız olmadığını gösteriyor.

Saadet Partisi için adayın Abdullah Gül olabileceği hep gündemdeydi.

SP Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun da “Abdullah Gül kıymetli bir kardeşimiz, adayımız olması mümkündür” gibi sözleri bu ihtimali güçlendirdi.

Birkaç gün içinde taraflardan net bir açıklama duyulacaktır.

İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayının Meral Akşener olduğu çok önceden belliydi, kendisi de konuşmalarında bunu hep dile getirdi.

Şu anda YSK’nın vereceği kararla ilgili bir bekleyiş olsa da en kötü ihtimalle Meral Akşener 100 bin imzayla aday olacaktır.

Partisinin seçime yalnız veya bir ittifakla girmesi kararı da yine birkaç güne kadar anlaşılmış olacak. Seçimin bu kadar erken tarihe alınmasının yarattığı en önemli sorunlardan biri “seçimden önce çıkması gereken ve içinde seçim mevzuatı da olan uyum yasalarının” aceleye gelecek ve KHK’larla çıkarılacak olmasıdır.

Bunların ilerde meşruiyet tartışmaları yaratmamasına dikkat edilmelidir.

Yazının devamı...

Erken seçim, sürpriz miydi?

Daha birkaç ay önce “erken seçime karşı olduğunu” söyleyen Bahçeli Salı günü “Bu şartlarda Türkiye’nin 3 Kasım 2019’u beklemesi mümkün değil” diyerek erken seçim istedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2001 yılından başlayarak kaç kez erken seçim istediği, 7 Haziran seçiminde sonuçlar açıklanır açıklanmaz “tekrar seçim” dediği, Başkanlık referandumu sürecini nasıl başlattığı biliniyor. Bir kez daha aynı durumla karşı karşıyayız.

İyi Parti’nin durumu

Aslında Ak Parti ile MHP’nin “2019’a uzun bir zaman varken” ittifak açıklamaları, hatta ittifakın adını koymaları, miting konuşmaları, partilerin seçime hazırlık çalışmalarını hızlandırması zaten seçim sürecini başlatmış gibiydi.

“Bahçeli’nin gündemi belirlediği” veya “stratejik bir hamle yaptığı” gibi yorumlar yapıldı, oysa “cumhur ittifakı”nda küçük ortak durumundaki Bahçeli’nin “Erdoğan’dan habersiz” böyle bir karar alması ve açıklaması pek de mümkün görünmüyordu.

Baraj altında kalma ihtimali olduğu kamuoyu araştırmalarında görülen MHP’yi ittifak yaparak Meclis’e sokacak olan Erdoğan’ı kızdırması düşünülebilir mi? Devlet Bahçeli’nin “İYİ Parti seçime giremesin diye böyle bir teklifte bulunmuş olabileceği” de birçok kişinin aklına geldi ancak… İYİ Parti yönetimi Bahçeli’nin ani çıkışının hemen ardından “Partinin seçime girmesi için hiçbir engel olmadığını” açıkladı.

İyi Parti, kilit soru!

Dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vereceği karar toplum tarafından sabırsızlıkla beklendi ve Erdoğan, Bahçeli ile görüşmesinden sonra “Seçimin 24 Haziran’da yapılacağını, teklifin bu akşam TBMM’ye sunulacağını” söyledi.

Bugüne kadar seçimin 2019’da yapılacağını tekrarlamış olmasına rağmen bu karar değişikliği fazla şaşırtıcı değildi ancak tarihin bu kadar öne alınması şaşırtıcıydı. Zira Cumhurbaşkanı bu değişikliğe neden olarak “Türkiye’nin ‘başkanlık sisteminin kabul edildiği’ 16 Nisan referandumundan sonra hala eski sistemle yönetilmesini… Suriye ve Irak’taki tarihi olaylarda geleceğe yönelik kararların daha hızlı alınmasını” gösterdi ama bu kararlar zaten Ak Parti ve MHP ittifakı tarafından hızlı şekilde alınabiliyor.

Burada asıl nedenlerden biri şüphesiz ekonominin girdiği darboğaz, doların hızla yükselmesi olmalıdır ki bunu zaten Ekonomi Bakanı Zeybekçi de “erken seçimi ekonomi açısından olumlu gördüğünü” belirterek söylemişti.

“İYİ Parti’nin seçime katılamayacağı” bazı kesimler tarafından dile getirilirken Genel Başkan Meral Akşener ve Yardımcısı Aytun Çıray “İYİ Parti’nin seçime hazırlık için gerekli tüm işlemleri bitirmiş olduğunu ve her şart altında seçime gireceğini” tekrar açıkladılar. Bakalım önümüzdeki günler neler getirecek? Türkiye için hayırlı olmasını diliyoruz. “İlk büyük kongresini yapmış ve illerin en az yarısında teşkilatlarını kurmuş” partilerin seçime girebileceği bilinir. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi “ekonomi açısından olumlu bir adım” dedi.

Yazının devamı...

‘Tek irade’ yönetimde şart mı?

Bundan önce birçok kez Batı ülkelerinin Suriye, Irak ve başka ülkelerde “kimyasal silah kullanıldığı” iddiasını öne sürerek yaptığı saldırılarda bu iddianın doğru olmadığı sonradan ortaya çıkmıştır. ABD ve birlikte hareket ettiği koalisyon ülkeleri “IŞİD’i temizliyoruz” bahanesiyle ortaya çıkarak Türkiye-Suriye sınırı ötesinde, sınır boyumuzda illeri ele geçirip, PKK-PYD’nin kontrolü ele almasına yardımcı oldular.

Kimyasal silah kullanımını araştırmak üzere Suriye’de “görüntülerin çekildiği hastaneye” giden Independent gazetesi Ortadoğu uzmanı muhabiri Robert Fisk “kimyasal saldırı olmadığı” sonucuna varmış.

“Rusya ile ayırdık”

Üç ülkenin Suriye’ye yaptığı saldırıda “ABD-Rusya arasındaki çekişme, ABD’nin Rusya’ya gözdağı vermek istemesi ve Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının” rol oynamış olması ihtimali giderek güçleniyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Suriye’deki saldırıyla Rusya ve Türkiye’yi ayırdık” sözleri bunun kanıtı gibi görülebilir.

Türkiye ve Rusya bu iddiayı “Bazı konularda farklı görüşlerimiz olsa da ilişkilerimiz bu olayla bozulmaz” açıklamalarıyla yalanladılar.

Artık maalesef siyasette “algı operasyonları” yapmak, ülke veya dünya kamuoylarını “yalan bilgilerle aldatmak”, ilkesiz siyaset geçerli bir yöntem sayılmaya başlandı ve insanlar bundan bıktı. Masum kitlelerin zarar görmesi gözünü hırs bürümüş liderleri durduramıyor. Dış politikamızda, bir açıklama yapmak için bile olayların netleşmesini beklemekte yarar vardır.

Koalisyonlar…

Başbakan Binali Yıldırım önceki gün parlamenter sistem yerine getirilecek olan “Cumhurbaşkanlığı sistemi” hakkında yaptığı konuşmada:

“İyi veya kötü iradenin tek olması lazım. Tek adam anlamına gelmiyor. Tabii ki kurumlar, yargı, kolluk işini yapacak. Bu sistemi şöyle özetliyorum; sürekli istikrar, güçlü tek başına iktidar” dedi.

Sadece bu üç cümle bile sayfalar dolusu yazı konusu olabilir. Örneğin, neden “iyi veya kötü”? Büyük zorluklar, mucizevi kurtuluş savaşlarıyla kurtarılmış ve kurulmuş olan bir ülke veya herhangi bir ülke “iyi” yönetilmek dururken neden “Kötü de olsa kabul” denebilecek veya “kötü olma ihtimali bulunan” bir sisteme razı olsun?

Ayrıca, dünyanın en zengin ilk 50 ülkesinden 30’u, Avrupa’da 22 ülke koalisyon hükümetleriyle yönetilirken ve aslında Almanya gibi ülkeler “daha istikrarlı ve paylaşımlı bir model” olarak koalisyonu tercih ederken “tek iradenin istikrar demek olacağına” inandırmak doğru olur mu?

Eğer siyasi partiler, inadı ve çekişmeyi bir yana bırakarak ülkelerinin geleceği adına gerektiğinde özveride bulunabiliyor, sakince sorunları tartışıp çözüm arayabiliyorsa koalisyonların da başarı şansı çoktur.

Tel irade olduğunda kurumların bağımsız çalışmasının da zor olacağı birçok örnekte görülmüştür.

Bu konuları tarafsız siyaset bilimcilerin, Anayasa hukukçularının ekranlarda anlatması yanlış anlamaları önleyecektir.

Yazının devamı...

ABD’nin derdi Esad mı?

Suriye’de dertler bin iken bin beşyüz oldu. Hem Suriye halkı için, hem de bizim için…

Kim kullanırsa kullansın, kime karşı kullanırsa kullansın kimyasal silah kullanımı insanlık dışı bir olaydır ve önlenmesi gerekir.

Ancak, sivil halka karşı kullanılıyorsa bombalar ve füzeler için de “insanlık dışı” deyimini kullanmak mümkün. Oysa, örneğin ABD “DEAŞ’la savaşıyoruz” diyerek PKK-PYD’ye havadan destek verirken de o bölgelerdeki sivil halk zarar görmüş, hayatını kaybedenler olmuş, hayatta kalmak için yüzlerce insan Türkiye sınırına kaçmıştı.

Türkmen komutanlar, mesela Tel Abyad’da PKK’nın Türkmenlere “evlerinizi boşaltın” dediğini, Türkmenler evlerinden çıkmayınca ABD’nin havadan bombardımana başladığını anlatmışlardı.

Tek neden bu mu?

Diğer tarafta Rusya da durup dururken Bayırbucak Türkmenlerini bombalamıştı.

Suriye’de Rus saldırılarında binlerce kişi öldü ama bunları yaparlarken Koalisyon güçleri içinde olan Fransa ve İngiltere, bu saldırıların “insanlık dışı” olduğunu söylemedi, önlemeye çalışmadı..

Esad’ın Suriye iç savaşı başladığından bu yana kendi halkına yaptığı eziyet, katliamlar onun rejiminin ortadan kalkması için yeterli neden yaratmıştır.

Bununla birlikte, ABD de, Rusya da benzer suçları paylaşmaktadır.

ABD, İngiltere ve Fransa’nın “kimyasal silah kullandığı için Esad’ın kimyasal silah depolarını vurmasını” desteklemekte haklıyız ancak ABD’nin saldırıyı yalnızca kimyasal silah nedeniyle yapıp yapmadığından emin değiliz.

Belki Rusya ve İran’a gözdağı vermek de var işin içinde. Veya Suriye’de “İsrail çıkarları için BOP projesine devam” ya da petrol bölgeleri?

Yine pkk’ya destek!

Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, saldırıların “Rusya ile Türkiye’nin arasını açtığını” söyledi.

Artık uluslararası ilişkiler çok kaygan zeminlerde ilerliyor, çıkarlar çok fazla rol oynuyor.

Normal şartlarda Rusya ile Astana, Soçi ve Ankara zirvelerinin, Akkuyu Nükleer Santrali açılışının ardından Türk Hükümeti’nin “ABD saldırılarını destekleme” açıklamaları iki ülkenin arasını açabilirdi ama şu anda açmayabilir.

Macron’un bizim için önemli vurgularından biri de “ABD yönetimini Suriye’de uzun vadede kalmaya Paris’in -yani kendisinin- ikna ettiğini” söylemesi.

Demek ki Trump’ın “Suriye’den çekiliyoruz” sözü gerçekleşmeyecek, kalıyorlar.

Şimdi bu durumu, aynı sıralarda Suriye’de “ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon”un Sözcüsü Albay Dillon’un SDG’ye (PKK) övgüler dizmesi ile beraber değerlendirelim.

Dillon “SDG’nin çabaları ve fedakarlıkları sayesinde Suriye’de 3 milyondan fazla kişi DAEŞ’ten kurtarıldı” dedi.

Afrin’de bile TSK’ya karşı hapisteki DAEŞ’lileri bırakarak birlikte savaşan PKK (SDG) için yine aynı DAEŞ yalanları…

ABD’nin Suriye’den çıkmamaya karar vermesi, PKK ile sınır ötesindeki mücadelemizi zorlaştırabilir.

Acaba Trump “Suriye’den çıkmaya” karar vermişken Macron’un onu “çıkmamaya” bu kadar kolay ikna etmesi mümkün müdür ve Macron neden ikna etmiştir?

O kadar çok soru işareti var ki!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.