Şampiy10
Magazin
Gündem

Seçimin önemli faktörü; ekonomi!

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomi yönetimi le bir ekonomi zirvesi gerçekleştirdi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın zirve öncesinde “İthalat-ihracat dengesi, istihdam, sanayi yatırımları ve döviz artışlarının” ele alınacağını açıkladı.

Dövizle ilgili dalgalanmaların “küresel dalgalanmalarla ilgili” olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Bildirdiğine göre “hükümetin mali disiplin politikaları” devam edecek ve “seçim ekonomisi” uygulanmayacak.

Bu gerçekleşirse ekonominin daha da fazla yük altına girmesi önlenebilir.

Toplumsal maliyeti

Seçim önceleri seçmen memnuniyetini arttırmak için uygulanan seçim politikaları geçici “ekonomik iyileşme” havası yaratsa da ülke ekonomisine ekstra yük bindirdiği için ekonomiye zarar veriyor. Devlet harcamaları, bütçe açıkları artıyor.

Sonuç, toplum açısından da uzun vadede yarardan çok zarar olabiliyor.

Mevcut hükümet kalsa da, yerine başka bir hükümet gelse de, seçim ekonomisi uygulanmadan bile ekonomiyi düze çıkarmak zor olacak, uzun zaman alacaktır.

Maliye Bakanı Naci Ağbal dün yurtdışındaki varlıkların Türkiye’ye getirilmesi için “Varlık Barışı” uygulaması getireceklerini açıkladı. Emekliye ikramiye, imar affı ve 183 milyar TL’lik alacağa yapılandırma içeren tasarı dün TBMM’de görüşülmeye başlandı.

Af ne getiriyor?

Siyasi partilerin çoğu “borçlara yapılandırma, emekliye ikramiye, işsiz gençlere maddi yardım” vaatlerinde bulunuyor.

Birçok dev şirketin “devlet bankalarından aldıkları yüksek krediler” için yeniden yapılandırma yani borçları öteleme, zamana yayma talebi olduğu açıklandı.

Bu borçları ve diğer vatandaşların 183 milyar TL’lik borçlarını yapılandırma, seçim öncesi ikramiyeleri acaba devlete nasıl bir mali yük getirecek, nasıl karşılanacak?

Şehircilik Bakanı’nın açıkladığı “26 milyon binanın yüzde 60’ında imara aykırılık, işgaller, iskanı olmaması” gibi durumlar affa alınırsa bu yanlışlar ödüllendirilmiş olmayacak mı? İzin veren belediyelere, bunları yapan müteahhitlere nasıl bir yaptırım uygulanacak?

Şehirlerimizi beton yığınlarına çevirenlerin bir şekilde bunun yaptırımıyla karşılaşması gerekir.

Yatırımlar artmalı

Bakan Ağbal, yurtdışındaki varlıklarını Türkiye’ye getirenler için yapılacak düzenlemenin “Kasım sonuna kadar dışardaki para ve altınlarını getirenler” için kolaylıklar içerdiğini söyledi.

Varlık barışından “yurt dışındaki kredi borçlarının kapatılması” yoluyla da yararlanmak mümkünmüş. Ancak, yurt dışındaki kredi borçlarının kapatılması ve diğer bazı uygulamaların bütçeye “seçim ekonomisinden farksız” zorluklar yaratmaması dikkatle hesaplanmalıdır.

Dolar artışına gelince, zirve nedeniyle dün doların 4.33’ten 4.27’ye gerilediği bildirilmişti, sevindirici bir haber…

Bununla birlikte dünyada dolar artışıyla para değeri en çok azalan ülkelerden biri olduğumuzu unutmadan para politikalarına dikkat etmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Taht kavgasında değiliz!

Türk devletlerinin tarihine baktığımız zaman çoğunun iç kavgalarla bölündüğünü veya tarih sahnesinden çekildiğini görürüz.

Tarihte kurulan ilk büyük Türk devleti olan Hun Devleti de böyle bölünmüştür, daha sonrakilerin çoğu da taht kavgaları veya anlaşmazlıklarla bölünmüştür.

Karahanlılar, Selçuklular da bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Batı ülkelerinde de krallıklarda taht kavgaları olmuştur ama bu devletler bugün geçmişten ders çıkararak demokratik kurallar içinde kavgasız, gürültüsüz bir şekilde ülke yönetimini başarıyorlar.

Seçimler demokratik-eşit şartlarda, hile endişesi olmadan yapılıyor.

Sandıktan üçlü, dörtlü koalisyonlar çıksa bile bu koalisyonlar yıllarca başarıyla sürüyor.

Devletin bekası

Türkiye’de ise her seçim, her referandum öncesi partiler arasında ciddi kavgalar, gerçek dışı suçlamalar, hakaretler bitmiyor.

Bir yanda “devletin bekası”ndan söz ederken, diğer tarafta saygılı, istikrarlı bir siyasi ortama kavuşamıyoruz.

Şu anda da yaklaşan seçimlerin aşırı gerginliği siyasete yansımış durumda. Cumhurbaşkanı adaylarının konuşmalarında polemikler, alaylar, hakaretler duyuluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 80 milyonun Cumhurbaşkanı’dır ancak “partili cumhurbaşkanlığı” sistemini getiren Anayasa değişikliğinden sonra aynı zamanda “parti başkanı” durumunda.

Adaylıkta rakibi olan Muharrem İnce’ye söylediği “gariban, kukla, sopanın ucundaki figür” gibi şaşırtıcı sözler onun sadece parti başkanı kimliğini öne çıkarıyor.

Siyasette küslük…

Her parti istediği bir kişiyi, parti dışından bile aday gösterebilir.

Bu aday iki-üç parti arasında “çatı aday” da olabilir, bu da gösterilen adayları “kukla” yapmaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözlerden sonra “CHP’nin adayı İnce’yle görüşme konusunda bir sıkıntı olmadığını, kendisine partide randevu verebileceklerini” söyledi. Muharrem İnce “Erdoğan sizi partisine davet ederse gitmeyecek misiniz” sorusuna “Memleket işlerinde küslük olmaz” cevabını verdi.

Profesyonel bir siyasetçi cevabı olmakla ve doğru olmakla birlikte bu tür gerginlikler görüşmeleri zorlaştırır.

Türkiye’de artık tüm liderler ve siyasetçiler söylemlerini yumuşatmalı, kutuplaştırmadan uzak durmalıdırlar.

Diğer tarafta Muharrem İnce’nin “Politikacılar Kürt sorununu ahlaksızca kullandılar” sözü açıklama gerektirecek bir sözdür.

“PKK terörüyle mücadele sürecindeki hatalardan” söz ediyorsa ifade yanlıştır.

Akşener’e ziyaret!

Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Michael Roth bir heyetle birlikte Cumhurbaşkanı adayı ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ziyaret etti.

Roth, Akşener’e başarılar diledikten sonra “Gelişmiş ülkeler için demokrasinin vazgeçilmez olduğunu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve hukukun üstünlüğünün ancak seçimlerin demokratik bir ortamda gerçekleşmesiyle mümkün olduğunu” söyledi.

Kürt seçmenin Güneydoğu’da “HDP ve Ak Parti arasında sıkıştığını” vurguladı.

Bu sözler de ortadaki sorunun bir “Kürt sorunu” olmadığını anlatıyor.

Bence tartışılması gereken bir konudur.

Yazının devamı...

‘Muasır medeniyet’i aşmak…

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim manifestosunda, eğer seçimi kazanırlarsa gelecek 5 yılda yapacaklarını anlattı.

Türkiye’nin yeni dönemde “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacağını, küresel bir güç olacağını” söyledi, “tam demokratik bir Türkiye istiyoruz” dedi.

Manifestonun tamamı gerçekten çağdaş ülkelerin yaşam seviyesini hedefleyen, refaha, eşitlik ve özgürlüklere vurgu yapan vaatleri dile getiriyor.

Keşke Türkiye bunların çoğuna şimdiye kadar sahip olabilseydi.

Demokrasi ilk şart!

Muasır medeniyet isteminin gerçekleşmesi için bir ülkede önce demokrasinin özümsenmesi gerekir.

Eşitlikler, vatandaş güvenliği, özgürlükler, yargı bağımsızlığı hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde tam değilse demokrasi de eksiktir. Önümüzde bir seçim var ve seçime girecek partiler eşit imkanlara sahip değil.

Genel gelir tablosuna baktığımızda büyük bir toplum kesiminin geliri çok düşük iken bir kesimin geliri en gelişmiş ülkelerdeki zenginleri geride bırakacak kadar yüksek.

Cumhurbaşkanı’nın “Vergi yükü adil hale getirilecek, dar gelirli vatandaşımızın hayat standardı artacak” sözleri bu açıdan çok önemli.

İşsizlik mutlaka acilen çare bulunması gereken bir sorun halinde.

Şiddet ve yoksulluk

Çağdaş bir demokraside altı ay iş bulamayan bir baba “Bugün kızımın doğum günü, cebimde 50 kuruş var” diye köprüye çıkma çaresizliği yaşamamalıdır.

İş veya eğitim sınavlarına giren vatandaşlar eşit haklara sahip olmalıdır.

Bir hukuk devletinde, Kadıköy’de üniversite öğrencisi Özge’nin ölümüne neden olan kamyon şoförüne, tüm cinayet ve tecavüz sanıklarına “iyi hal” indirimi görülmez, bizde de olmamalıdır.

Siyasi partiler, vaatlerini şimdiden uygulamaya başlar ve seçim konuşmalarında bile şiddetten, nahoş suçlama ve hakaretlerden uzak dururlarsa inandırıcılıkları artacaktır.

Örneğin; MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin imza veren seçmenleri zan altında bırakan “Adalet ve İçişleri Bakanları FETÖ’nün seçmen ayağını takip etti mi” sözleri demokrasiye yakışmamıştır.

İYİ Parti standına yapılan ve 1’i ağır 5 kişinin yaralanmasına neden olan saldırı yakışmamıştır. İçişleri Bakanlığı, seçime giren tüm partilerin teşkilat ve üyelerinin, tüm vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğu taşır.

Ekonomi etkileyecek

Cumhurbaşkanı Erdoğan manifestoda faizlerin ve enflasyonun düşürüleceğini, AB’ye tam üyelikten vazgeçmediğimizi de söyledi.

Ekonominin bu seçimlerde en önemli belirleyici unsurlardan biri olacağına şüphe yok.

Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in arka arkaya yaptıkları ekonomi açıklamaları da bunu gösteriyor. Böyle bir durumda uluslararası kredi kuruluşlarının uyarılarına, derecelendirmelerine, AB’nin “Türkiye’de demokrasi sorunları” ile ilgili uyarılarına kızmak yerine kulak vermek daha doğrudur.

Sonuçta, muasır medeniyet dediğimiz medeniyet, bizi uyaran Batı ülkelerinin ulaştığı noktadır, unutmayalım.

Yazının devamı...

HDP’nin seçime etkisi!

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, muhalefet partilerinin yaptığı dörtlü ittifaka HDP’nin de dahil edilmesine bir itirazı olmayacağı konuşmalarından anlaşılmasına rağmen sonuçta HDP bu ittifaka alınmadı.

HDP Grup Başkanvekili, CHP’yi suçlayarak “Bu ittifakın bir sağ ittifak olduğunu, sosyal demokrat bir partinin sol bir partiyle ittifak yapması gerektiğini” söyledi.

Acaba bu yorum doğru mu?

HDP eğer gerçekten barış ve demokrasi için siyaset yapan bir parti olsaydı, terör örgütü PKK ile arasına mesafe koysaydı, kendisiyle ittifaka karşı çıkan parti olur muydu?

HDP’li milletvekilleri kısa süre önce Meclis’te Güneydoğu illerinden “Kürt illeri” diye söz etmiş, tepkiler karşısında sözlerini düzeltmişlerdi.

Yani, sadece terör örgütü ile organik bağ meselesi de değil, ortada bir “toprak sahiplenme” var.

Suriye’de PKK-PYD’ye karşı halen devam eden mücadelede verdiğimiz şehitler var.

Bu durumda, Suriye sınırımız boyunca bir PKK koridoru oluşturmaya çalışılırken diğer siyasi partilerin “bu örgütle içiçe” görünen bir partiyle ittifak istememesi doğal değil midir?

Diğer tarafta HDP, cezaevinde olan eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı partinin “cumhurbaşkanı adayı” olarak gösterdi.

Önceki seçimler…

Acaba onun adaylığı ve HDP’nin ittifak dışında seçime girmesi sonucu nasıl etkileyecek?

Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran 2015 seçimi öncesindekiteröre mesafeli, barışçıl söylemleri HDP’nin kendi tabanı dışındaki oyları arttırmış, yüzde 13.1 oy almasını sağlamıştı.

7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında birden PKK ve IŞİD saldırıları başladı, çok sayıda vatandaşımızı bu saldırılarda kaybettik.

HDP 1 Kasım seçiminde büyük oy kaybına uğradı, yüzde 10.66’ya düştü ve 21 milletvekili kaybetti.

Bu da gösteriyor ki, sadece siyasi partiler değil, terörü destekler görünen bir partiden seçmen de uzaklaşıyor.

24 Haziran seçimlerine gelince… HDP’nin durumunda bir değişiklik olmasa da Demirtaş’ın cezaevinde olması “sadece onu hapisten çıkarmak için” oy verecek seçmenler ortaya çıkarabilir.

Barajı aşar mı?

Hatta yalnızca bu hapis meselesi, yarattığı mağduriyet havasıyla HDP’nin barajı aşmasına, Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adaylığında beklenenden fazla oy almasına neden olabilir.

Durum böyle olursa cumhurbaşkanı seçiminin 2’inci tura kalma ihtimali artar, genel seçimde ise muhalefet kanadını güçlendirir.

Diğer tarafta, tartışmalarda “bütün Kürt seçmenin HDP’ye oy vereceği” gibi gerçeklerden uzak görüşler dile getiriliyor.

HDP’nin PKK ile yakınlığının Kürt seçmenin bir kesimini de rahatsız ettiğini, bu kitlenin sağ parti-sol parti ayırımı gözetmeden oyunu farklı partilere kaydırabileceğini göz ardı etmemek lazım. Kısacası, bu seçimdeki dengelerin HDP için de sürpriz sonuçlar yaratması çok mümkündür.

Yazının devamı...

TEKZİP METNİ

Vatan Gazetesi’nin 28.02.2018 tarihli baskısının 3’üncü sayfasında ve ilgili gazetenin internet sitesinde, Güngör MENGİ imzası ile yayınlanan “PYD Eskiden Terörist Değil Miydi?” başlıklı köşe yazısında; Türkiye Cumhuriyeti 26. Başbakanı ve Ak Parti Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu hakkında; “2014 yılında PYD lideri Salih Müslim ile görüştü” şeklinde bütünüyle gerçek dışı ve mesnetsiz bir iddiaya/ithama yer verildiği, bu suretle müvekkilimizin siyasi kimliğine ve toplum nezdindeki saygınlığına saldırıda bulunulduğu görülmüştür.

Kamuoyunda zihinleri bulandırmaya yönelik bir art niyetle yayınlandığı açık olan bu mesnetsiz iddia kesinlikle gerçeği yansıtmamakta olup yalan ve iftira niteliği taşımaktadır. Müvekkilimiz Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun; bahsi geçen PYD isimli terör örgütü lideri Salim Müslim isimli bu şahısla, ne T.C Dışişleri Bakanı sıfatıyla ne de Türkiye Cumhuriyet Başbakanı sıfatıyla, herhangi bir görüşmesi olmamıştır. Bahsi geçen dönemde adı geçen şahısla Türkiye Cumhuriyeti nezdinde Başbakan düzeyinde bir görüşme olmadığı gibi, 23 Temmuz 2015 tarihinde PKK, DEAŞ, DHKP-C ve bu örgütler ile iltisaklı diğer tüm terör örgütlerine yönelik aynı anda mücadele talimatını, T.C. Başbakanlığı sırasında müvekkilimiz bizzat vermiştir. Müvekkilimizin Bakanlık ve Başbakanlık görevleri sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan terör örgütlerine yönelik nedenli başarılı süreçler yürüttüğü ulusal ve uluslararası kamuoyunun malumudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilgili birimleri, ülkemizin güvenliği ve halkımızın selameti için her türlü önlemi alır. Bunun birçok örneği de yakın tarihimiz başta olmak üzere, kamuoyunun malumudur. Buradan hareketle, siyasi bir algı oluşturmak için gerçekleri tahrif etmenin ise ne gazetecilik ilkeleriyle ne de hukukla bağdaşır bir yönü bulunmamaktadır.

Gazetecilik etiği ve meslek ahlakıyla bağdaşmayacak bir anlayışla, sırf toplum nezdinde müvekkilimiz hakkında kafa karışıklığı ve zihinlerde soru işaretleri oluşturmaya yönelik art niyetli yayınlara, kamuoyunun itibar etmeyeceğine inancımız tamdır. Bütünüyle mesnetsiz ve gerçek dışı olmakla birlikte, hukuka aykırılık ihtiva eden ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan yayın nedeniyle gerekli her türlü hukuki süreci başlatmış olduğumuzu belirtmek isteriz. Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.

Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu

Vekili Göksu Safi Işık Avukatlık Ortaklığı

Nam ve Hesabına Av. Dr. Ali GÖKSU

Yazının devamı...

Nihayet, muhalefet ittifakı!

Mart ayında çıkarılan ve “Seçim İttifak Kanunu” olarak bilinen yasada “ittifak yapan partilerin baraj sorunu olmayacağı” ile ilgili madde bu seçimi diğerlerinden farklı kıldı. Bir tarafta Ak Parti-MHP ittifakı MHP’nin yüzde 10 barajını aşma riskini kaldırırken diğer tarafta seçime yalnız girecek muhalefet partileri için bu sorun ortada duruyordu. Ayrıca, Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki parti “başkanlık rejimi”ni getirmek üzere yola çıkmıştı. Diğer muhalefet partileri ise “parlamenter demokrasi”nin değişmemesinden yanaydı. İttifak formülleri günlerce tartışıldı, liderler sık sık görüşerek bir anlaşma sağlamaya çalıştı.

Kendi adaylarıyla!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile SP Genel Başkanı Karamollaoğlu CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin ittifakına sıcak bakıyordu. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise yalnızca SP ve DP ile ittifakın ihtimal dahilinde olduğunu söylüyor, bu partilerle ilkeler bazında anlaştıklarını belirtiyordu. Cumhurbaşkanlığı konusunda ise; İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayı olarak tek başına yarışacağını daha ilk günden kesin şekilde ifade etmişti.

Salı akşamı CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin bir ittifak oluşturmak üzere prensipte anlaştıkları açıklandı.

Partiler, Akşener’in baştan beri istediği gibi ilk turda kendi adayını çıkaracak, cumhurbaşkanı adaylarından hangisi ilk turda en yüksek oyu alırsa 2’inci turda 4 parti o adayı destekleyecek.

Genel seçimde ise…

Genel milletvekili seçiminde de 4 parti ittifak yapacak. Buna göre her parti kendi milletvekili adaylarını çıkaracak. Bazı kritik illerde 4 parti “en güçlü olan partinin adaylarına” destek verecek. İttifakta her parti kendi kurumsal kimlik ve listeleriyle yer alacak.

Bugüne kadar “çatı aday” çıkarmaktan bile söz edilmişti, artık bu olasılık kesinlikle ortadan kalktı. Şurası muhakkak ki muhalefet partilerinin uzlaştığı formül, muhalefet açısından en olumlu formüldür. Şimdi sıra Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin göstereceği cumhurbaşkanı adaylarına geldi, çok kısa bir süre içinde onları da öğrenmiş olacağız.

Seçim tekrarlanır mı?

İngiliz haber ajansı Reuters’a konuşan bir AKP’li yetkili “Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanması halinde, eğer Ak Parti Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsa Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi yeniden seçime götürebileceğini” söylemiş. (Sözcü-1Mayıs) Bu seçim Ak Parti ile MHP’nin birlikte çıkardıkları yeni yasaya göre yapılacak. Bu yasa yapılırken yukardaki ihtimalin düşünülmüş olması gerekirdi. Koalisyonlarla yönetilen ülkelerde cumhurbaşkanları hükümetlerle uzlaşma içinde çalışabiliyorsa, böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde Türkiye de bunu başarabilir. 7 Haziran seçiminden sonra da ilk günden “yeniden seçim” denmiş, ciddi sıkıntıların yaşandığı bir sürecin sonunda 1 Kasım seçimi yapılmıştı. Bu kez aynı durumun yaşanmayacağını umuyoruz. İç ve dış sorunlarımız, daha fazla ertelenemeyecek kadar ciddidir.

Yazının devamı...

Seçim vaatleri ve ekonomi!

Hükümet maliyeti “24 milyar TL” tutacak olan seçim vaatleri paketini açıkladı.

Bu pakette tüm vergi ve prim alacakları, vatandaşın SGK ve Bağkur hatta trafik borçlarının yeniden yapılandırılması var.

Tüm emeklilere yılda 2 kez dini bayramlar öncesinde 1000’er lira ikramiye var.

İmar sorunu bulunan 13 milyon binaya yapı kayıt belgesi verilerek “binaların imara uygun hale getirilmesi” var.

Öncelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul’a çirkin yapılar yapıldı, şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum” sözünü hatırlayalım.

Bunun arkasından Şehircilik Bakanı Özhaseki “Yalnız İstanbul’a değil, tüm şehirlerimize ihanet ettik” demişti.

Sorumlu aramak…

Bakan Mehmet Özhaseki, daha sonra ihanet konusunda ana muhalefet partisini suçlamış, “4 dönem İstanbul’da CHP vardı, 1milyon 350 bin gecekondu ihanet değil midir” demişti.

Bu konuda sorumluluğu 24 yıl önce belediye başkanlığında bulunan bir partiye yüklemek mantıklı görünmüyor.

Şimdi imar izni verilecek olan 13 milyon yapı var ki bunlar kentlerde birkaç yeni şehir büyüklüğünde alanlara yayılacaktır..

Eğer bu çözüm uygun olsaydı seçim beklenmeden de bu izinler verilebilirdi.

Bu konularda başka sorumlular aramak yerine “yeni yanlışların” seçim vaadi olarak da yapılmaması ülke yararınadır.

Ekonomi müsait mi?

CHP’nin 2015 seçimi öncesinde “emeklilere yılda 2 maaş ikramiye, asgari ücretin 1500 TL’ye çıkarılması” gibi vaatleri de tartışmalarda öne çıkıyor.

Dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Kaynak yok, CHP bu vaatleri gerçekleştirsin ben de CHP’ye oy veririm” açıklaması hatırlatılıyor.

Acaba şu anda, ekonomik bir darboğaza girmiş olan Türkiye’nin 24 milyar TL’lik vaatler paketini karşılayacak kaynağı var mı? Mevcut iktidar veya seçim sonucu gelme ihtimali olan bir başka iktidar bu vaatleri nasıl karşılayabilecek?

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek dün basında yer alan açıklamasında “Türkiye sıçrama dönemine girecek” derken aynı zamanda “TL’deki hızlı değer kaybının enflasyonda tek haneye inilmesini engellediğini” anlatıyordu.

“Lira’da çok ciddi değer kazanma söz konusu olmazsa kısa vadede tek hane zor görünüyor” dedi.

Yüksek enflasyon vatandaşın satın alma gücünü büyük ölçüde etkilediğine göre emeklilere verilecek ikramiyeler acaba bu etkiyi azaltabilecek mi? Yoksa gelecek zamlarla kazanç yeniden eksi hale mi geçecek?

Doğal koalisyon

Unutulmaması gerekir ki konu ekonomi ve milli varlıkların satışı veya çevre ile ilgili imar izinleri olduğunda tüm partiler adeta doğal bir koalisyon halinde toplu tepki veriyorlar. Bunun en iyi örneklerinden biri şeker fabrikalarının satışında ve Rize’de yapılması planlanan HES yapımında ortaya çıktı.

Rize’de AKP, CHP, MHP, İYİ Parti ilçe başkanları ve muhtarlar HES’e karşı ortak bir bildiri imzaladılar.

Bu da gösteriyor ki toplum, parti ayırımı gözetmeden çevreye sahip çıkıyor.

Siyasi partilerin seçim vaatlerinde çok dikkatli olması gerekiyor.

Yazının devamı...

Seçim ve parti tahminleri!

Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven “seçim güvenliği” için önlemlerin alındığını söyledi.

Güven “Seçimler güvenli, mükerrer seçmen yok, sahte oy kullanımı iddiası yok, bunlar yokken seçim güvenliği üzerine tartışma yapmak doğru değil” diyor. YSK Başkanı’nın kendi görüşüdür ancak şu anda toplumda ve siyasi partilerde bir “seçim güvenliği endişesi” olduğu da biliniyor. Bazı muhalefet partileri ortaklaşa seçim güvenliğini sağlama çalışmaları yürütmeye başladı. Bu arada, önümüzdeki seçimler için diğerlerinden farklı bir başka önemli durum da mevcut.

Evlere sandık

Yeni çıkarılan seçim yasasında seçim sandıklarının sandığa gidemeyecek kadar “hasta veya özürlü vatandaşların evine gönderilmesi” yeterince sorun yaratabilir. Öncelikle, acaba her muhalefet partisi hem sandık başına, hem de evlere gönderecek kadar sayıda sandık görevlisi bulabilecek mi?

Seçim gününe sadece haftalar kaldı. Ak Parti ve MHP’nin bu konuda sıkıntı çekmemesi mümkün ama diğer partilerin şartları aynı değil.

Diğer tarafta, “mühürsüz zarf ve oy pusulaları” da geçerli sayıldığına göre evlere sandık gönderilmesi sırasında o sandık nasıl güvenceye alınacak sorusu da var. Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir noktaya gelinmişken, seçim güvenliği konusunda çıkabilecek sorunlara nasıl bir çözüm bulunacağı ise bir başka soru işaretidir.

YSK’nın 16 Nisan Referandumu’nda verdiği “mühürsüz oy” kararının etkisi bu konuların çözümünde bu kurumun alacağı tutumu da güvensiz kılabilir.

Seçim kurulu yok

Bir başka sorun… 100 bin imza ile cumhurbaşkanı adayı olacak olan isimler için vatandaşların “bulundukları ilçenin seçim kuruluna” başvurarak imza atmaları gerekiyor.

Daha sonra bu “alındı” belgesini de ilgili partinin il veya ilçe merkezlerine teslim edecekler. Meral Akşener’in adaylığı için yapılması gereken de bu. Oysa 65 ilde, 202 ilçede seçim kurulu bulunmadığı ortaya çıktı.

Bunlar arasında İstanbul’da Maltepe, Zeytinburnu, İzmir’de Güzelbahçe, Çiğli, Kastamonu, Kars, Kayseri’nin de arasında bulunduğu birçok ilde başka ilçeler var. Böyle bir durum mevcutken geçmiş seçimler nasıl yapılmış o ayrı bir soru.

Ama bu seçimde cumhurbaşkanlığı için imza atacak olanlar “ilgili partinin il merkezi”ne mi gidecekler, bağımsız adaylar ne yapacak, bunların hemen açıklanması gerekiyor. Bu imza süresi 4-9 Mayıs tarihleri arasında olduğuna göre bunları çözecek zaman bile yok.

Amatör tahminler

Ekranlardaki seçim konulu tartışmalar büyük bir ilgiyle izleniyor ancak bu tartışmalarda partilere oy tahminleri yapanların çoğu “sahadan aldığı bilgilere” değil, tamamen kendi tahminine dayanıyor. Yaptıkları tahminler de gayri ciddi görünüyor. “Şu parti bekleneni alamaz, bu parti Güneydoğu’dan oy alamaz, CHP-MHP-AKP denklemi bozulamaz” gibi tahminler önümüzdeki seçimde geçersiz olabilir. Karar verilecek ittifaklar bile tek başına sonuçları çok değiştirebilir, unutmayalım.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.