Balyoz, FETÖ ve yargı!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM, Türkiye’ye “basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı” ile ilgili uyarılar yaptı. Örneğin; “Hükümetleri eleştirmek ve ülke liderlerinin ulusal güvenliğe aykırı gördüğü bilgileri yayınlamak ‘ceza davası açılmasını’ gerektirmez” dedi.
“Alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarına uymaması kabul edilemez” dedi. Yargı konusuna bakalım; Anayasa Mahkemeleri ülkelerde “demokrasiyi, hukuku, adaleti koruyacak en yüksek yargı mercii” olarak kurulmuşlardır.
Alt mahkemelerin AYM kararlarına uymaması hiçbir demokratik ülkede düşünülemez.
Yargıda kaos
Ancak Türkiye’de yargı sorunu bu kadarla da bitmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce şunları söyledi:
“15 Temmuz darbe girişiminde FETÖ’nün en çok hedef aldığı kurumların başında adalet teşkilatı geliyordu… Yargıda FETÖ’nün bittiğine inanmıyorum. Kimbilir daha nerelerde neler çıkacak”.
Cumhurbaşkanı’nın kendisi “Yargıda FETÖ’nün hala faaliyette olduğunu” kabul ediyorsa, bu yargıya Türk vatandaşları da güvenemez, AİHM de…
Balyoz-Ergenekon süreçlerinde, özellikle 2010 referandumu sonrasında yargıda “FETÖ kumpasını” net şekilde yaşamış olan, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini atlatmış olan bir ülkede yargıda devam eden FETÖ etkisi nasıl kabullenilebilir?
Taraflı yargı sakıncası
Diğer tarafta, Adalet Bakanlığı tarafından hakim ve savcılığa kabul edilen 236 avukat arasında 113’ünün iktidar partisinde il ve ilçe başkanlığı veya başka görevler yapmış isimler olduğu ana muhalefet partisi tarafından “isim ve partideki görev listesi” halinde açıklandı.
Yapılan sınavda 90 üstü alanların elendiği, 70’in altında alanların kazandığı bildirildi. Bundan önce “bir cemaat mensuplarının girdiği yargı”nın büyük sakıncasını yaşamış olan Türkiye’de bunun “bir parti mensubu yargı mensuplarıyla” devamı çok yanlıştır. Hakim ve Savcılar Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz, tepkiler üzerine dün “Hiçbir avukatın geçmişlerine, siyasi düşüncesine bakılmamıştır. Her anlayıştan, görüşten, bölgeden kişi var” dedi.
Eğer hakim ve savcı olarak atanan 236 kişinin yarısına yakını aynı partide görev yapmış ise muhakkak ki “görev yapmış oldukları partiye ve siyasi görüşlerine” bakılması gerekiyordu.
Bağımsız bir yargının “demokrasinin ve insan haklarının, adaletin korunması” için önemini yaşayarak gören bir ülkede bu konu geçiştirilecek bir konu değildir, HSK Başkanı bunu düşünmelidir.
Tabii, önce Elazığ hakimliğine atanan Danıştay Başkanı’nın kızının “bir günde Yargıtay’a terfi ettirilmesini” de…
Güçler ayrılığı
Eğer demokrasi varsa, demokrasiyle yönetilen bir devlette “güçler ayrılığı” gözetilmek zorundadır. “Yasama ile yürütmenin” ve bu iki kurumla da “yargı”nın birbirinden bağımsız olması, birbirinin üzerinde baskı kuracak imkana sahip olmaması hayati önem taşır. “Dördüncü güç” denilen medyanın bağımsızlığı da aynı derecede önemlidir. AİHM’nin uyarılarına kulak vermeliyiz.