Sandığın dili -2-
.
Türkiye’mizin siyaset tarihi hep sancılı olmuştur. Balık baştan kokar; özellikle Cumhurbaşkanlığı makamı vesayetin önemli bir odağını teşkil ettiğinden; Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürekli sıkıntılı olmuş; bu yüce makam seçilmişlerden vareste tutularak, adeta atanmışlara (üstelik yalnızca askerlere) adanmıştı!
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasetin eli-kolu öylesine bağlanmış ve siyaset erbabı öylesine oyunun dışına itilmişti ki; bir tarafın önerdiği bir asker adaya, karşı tarafın yapabileceği tek şey, başka bir askeri onun karşısına çıkarabilmekti. Bu bile para etmiyor; vesayet odaklarının işaret ettiği kişi zorla dayatılıyordu.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ( başkanlık sistemi) bu netameli işi kökünden halletmiş; buna da; 2007 yılında 367 garabetini ortaya atanlar sebep olmuştur. Bugün noktalanan haliyle de; mahut zevat, tabir caizse Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştur!
Başka bir deyişle; bugün kavuşulan bu sistemi, evetçiler kadar hayırcılara, hayırcıların temsilcilerine de borçluyuz! Onlar, Meclis’i sudan bahanelerle işlemez kılınca; Cumhurbaşkanını halka seçtirmek zorunluluğu doğdu ve böyle oldu.
Cumhurbaşkanını halka seçtirerek zaten başkanlık sisteminin önü, üstelik geriye dönüşü olmaksızın açılmış olmuştu.
82 Anayasası ile yetkilerle donatılan Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik olmaktan çıkarılmış; ama bu denli yetkili bir makam, sembolikmiş gibi sorumsuz kılınmıştı. Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine şeklen geçilmiş olmasına rağmen; bu duruma resmiyet kazandırılamamıştı. Bunca yetkili ve üstelik halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı, ‘Başkan’dı ama adı konmamıştı.
Referandumla o resmiyet de kazandırılmış oldu.
Şimdi süratle yapılması gereken hususların başında; mevcut yasaları, (Meclis İçtüzüğü dahil) referandumla gerçekleştiren anayasa maddelerine uyumlu hale getirmek gelmektedir.
Yönetimde istikrar, temsilde adalet der dururduk; ama başta yüzde onluk baraj ve antidemokratik siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu ile seneler senesi demokrasicilik oynayıp durduk!
Kendimizi kandırmamıza gerek kalmadı; zira yönetimde istikrar sağlanmış oldu; artık mahut kanunlarda demokratik değişiklikleri yapıp, temsilde adaleti sağlamalıyız.
AK Parti yönetimi şu hususun üstünü kalın çizgiyle çizmelidir: Batıda ve büyükşehirlerdeki oy düşüşün sebebini bütünüyle MHP’ye bağlamak son derece yanlış ve kaba bir değerlendirme olur.
Metropollerdeki AK Partililerin önemli bir kısmı, ya sandığa gitmedi veya gidip hayır oyu kullandı. Bunun en önemli sebebi ekonomiktir. Ülke, krizden krize sürüklenmesine ve piyasalarda yaprak kımıldamamasına ve buna paralel olarak onca iş adamı ve esnafın iflasla karşı karşıya kalmasına rağmen; gerekli tedbirler alınmadı; alındı gibi yapılanlar da asla sadra şifa olmadı.
Bu mühim konuya önümüzdeki yazılarımda devam edeceğim. Ancak burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Hükümet, ödeme güçlüğüne giren esnaf ve iş adamları için yapılandırma yaptı. Adam, borcunu ödeyemezken; yapılandırma ile yeni ödemelerinin yanına eskilerinin de eklenmesiyle muhatap kılındı. Ödeyemediği için; girilen sıkıntının yanına, bir yeni sıkıntı daha ilave edildi!
Bir fili bakamayıp iade etmeye gidilirken, ikinci fille geri dönülmüş oldu!
Uzun süredir piyasaların durgunluğu malum; mevcut borcunu ödeyemezken bir de eskisini hangi parayla ödeyebilsindi? Onca krizlerden sonra; bu ülkede 15 Temmuz gibi bir kalkışma yaşanmış; böyle bir durumda ya borçların tamamı silinir veya 15-20 seneye yayılır.
Tanklara bedenlerini siper eden millet can derdinde bile değilken; kasabın (maliye-bürokrasi) et (vergi) derdinde mi olması gerekirdi?
Üstelik bir de; referandumdan sonra yeni bir yapılandırma yapacağız demezler mi?
Şaka gibi!..