Kendimize güveni yitirdik!
.
Geçen asrın başlarında sürdürdüğümüz ve maalesef yenilgiyle bitirdiğimiz uzun savaş yıllarından sonra; devletimizle beraber, kendimize güvenimizi de kaybettik. Özgüveni; zaferle sonuçlandırdığımız Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da kazanamadık.
Bunun sebebi; Tanzimat’la beraber yürürlüğe koyduğumuz eğitim sistemimizdir. O güne kadarki tüm okullarımızda; pozitif bilimlerle beraber dini ilimler de birlikte okutulmaktaydı. Böylece insanlar, hangi meslekte yetişmiş olurlarsa olsunlar; beraberinde dinlerini de ve hatta genel olarak diğer dinleri de öğrenerek yetişmiş oluyorlardı. Beden, dimağ ve ruh birlikte eğitilip geliştiriliyordu.
Tanzimat’la buna son verildi ve pozitif bilimleri okuyanlara din öğretilmedi; dini tahsil görenlere de pozitif bilimler gösterilmedi. Böylece her iki tarafta da yetişenler tek kanatlı olarak yetişti ve hiç birisi uçamadı; çift kanatlı olamadılar.
Hatta bu hal; İttihat ve Terakki ve dahi Cumhuriyet devrinde öyle bir şekil aldı ki; önceleri, öğretmenlikle imamlığı aynı kişinin yapmasından, ayrı kişilere verilip birbirine düşman edildi. Artık aynı köyün öğretmeni ile imamı; biri diğerini yobazlıkla, öbürü de dinsizlikle suçlayıp; öğretmenin yanındaki çocukla, imamın yanındaki aynı çocuğun babasını birbirine düşman ettiler.
Oğul babasına, moruk ve yobaz dedi; baba ise oğluna, hayırsız ve dinsiz-imansız gözüyle baktı.
Yüz seneden beri eğitim sistemimizi; gelip geçen hemen her bakanla birlikte bozup yeniden yapıyoruz ama temel olarak bir türlü ezbercilikten ve ruhsuzluktan kurtaramadık.
Ve hepsinden önemlisi; eğitimimizi, kendimize özgüvenimizi kazandıracak bir şekle sokamadık. Nesillerimizi müthiş bir aşağılık kompleksi ile yetiştiriyoruz. Bu da Batıyı körü körüne taklitten kaynaklanıyor.
Çilesini çekmeden sadece körü körüne taklit; bizi kendimizden kopardığı gibi, batılı da yapmadı. İki arada bir derede kalıp ‘bulamaç’ insan tipleri olduk.
Geçmişimizden koparak ve hatta geçmişimizi karalayarak, düşmanlık ederek ileri gidebileceğimizi vehmettik; bu kez, hüda-i nabit gibi, köksüz olarak orta yerde kalakaldık.
Bir Japonya, bir Çin ve bir Hindistan Doğulu kalarak Batılı olabildi; biz ise, ne Doğulu kalabildik ve ne de Batılı olabildik.
Böylece kendimize saygımızı yitirdik; kendisine saygısı olmayana başkalarının saygı duymayacağı aşikardır.
Bunca tahribattan sonra; kendimize ve birbirimize soruyoruz: Bu ayrışma, kapışma ve çatışma neden?!
‘Ötekileştirmek’ üzerine kurulmuş bir eğitim sisteminden başka ne beklenebilir ki?
Yüksek yüksek binaların, yolların, köprülerin inşasında yarıştık ama insanımızın yetişmesini sokağa, televizyona ve telefonların ekranlarına havale ettik! Oysa ki bütün bunların ipleri, yabancı ve bize düşman kültürlerin güdümündeydi.
Şahsiyet erozyonuna uğrattığımız nesillerimizi bozuk para gibi harcıyoruz; yarınlarımızdan nasıl emin olabileceğiz? Vakti, çoktan gelip geçen bu hayati meselemize neşter vurup bir yerden başlamak gerekmez mi?
Şimdi değilse, ne zaman?!