Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu kafayla bu tablo değişmez

Türkiye, çektiği turist sayısında dünya 6’ncısı. Ancak gelirde ilk 10’da yok. Sebebi basit: Tatil köyünden çıkan turist, restoranda, beach’te hatta takside soyulup soğana çevrileceğini düşünüyor.

Dünya turizminde 2014 rakamları açıklandı. Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Turizm Örgütü’nün (UNWTO) verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri hâlâ 177 milyar doların üzerindeki turizm geliri ile bu sektörden en fazla pay alan ülke. İkinci İspanya, üçüncü ise Çin görünüyor. Ancak Çin’i anakaraya bağlı Makao ve Hong Kong ile birlikte hesaplayınca Çin 146.1 milyar dolarla ikinci en büyük ülke oluyor. İspanya’nın turizmden elde ettiği gelir 65 milyar doların biraz üzerinde. 9’uncu Tayland’ın turizm geliri 38 milyar doların üzerinde.

Biz niye yokuz?

Dünya Turzim Örgütü rakamlarına göre geçen yıl 1 milyar 133 milyon kişi turist oldu ve 1 trilyon 245 milyar dolar harcadı. Akla tabii ki hemen Türkiye’nin performansı geliyor. Turizm gelirlerinde ilk 10’da kendine yer bulamayan Türkiye, çektiği turist sayısı ile ilk 10’da. Hatta 6’ncılık gibi hiç küçümsenmeyecek bir seviyede. 2014’te Türkiye’ye 39.8 milyon turist gelmiş. Turizm geliri ile turist sayısı orantılandığında iki tablo hemen hemen birbirine yakın. Turizm gelirinde ilk sıralarda yer alan ABD, Çin, İspanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Almanya aynı zamanda en çok turistin geldiği ülkeler sıralamasında da var.

Ancak 6. en çok turist çeken ülke olan Türkiye, turizm gelir sıralamasında ne yazık ki yok. Türkiye 6’ncıyken listeye girememiş. En çok turist çeken 9’uncu ülke olan Rusya ile 10’uncu ülke olan Meksika da turizm gelir liginde ilk 10’da yer alamıyor.

Türkiye, Rusya ve Meksika...

Bu 3 ülkenin iki tabloda birden yer almaması şaşırtığı değil. Rusya ve Meksika’da güvenlik sorunu var. Turist şehirde gezemiyor, dolayısıyla da harcayamıyor. Türkiye’nin sorunu ise güvenlikten ziyade aşırı pahalı fiyatlar. Türkiye’ye gelen turist 5 yıldızlı bir otelde paket tur almışsa uçaktan inip otele gidiyor ve bir daha da ancak uçağa binip ülkesine geri dönerken o otelden çıkıyor.

Belek’e gelen bir turist ‘Bir akşam da Antalya’ya gideyim, Kaleiçi’nde ailemle bir balık yiyeyim, bir şişe şarap içeyim’ diyemiyor. Çünkü bunu dediği anda 7 gece için tatil köyüne verdiği parayı hatta fazlasını bir gecede bırakacağını biliyor. Bodrum’da Çeşme’de durum daha da vahim.

Cem Yılmaz’ın esprisini yaptığı gibi taksici bile arabasına binen müşteri ‘Çultanahmet’ dediği anda gözleri parlıyor ve ‘Çıktı çocuğun sünnet parası’ gözüyle bakıyor turiste.

İşte maalesef esnafın bu ‘açgözlü’ tavrından dolayı 40 milyona yakın turist çeken Türkiye’de turist başına harcama 800 dolar civarında geziniyor. ABD, 74.8 milyon turist ağırlayıp, 177.2 milyar dolar turizm geliri elde edebiliyor. Bunda uçak ücretinin yüksekliği elbette pay sahibi. Ancak yine de turist başına 2 bin 368 dolarlık harcama müthiş bir performans. İspanya’da bile turist başına harcama 1.000 dolar civarında. Türkiye yüzde 20’lik bir artış sağlayabilse turist sayısı artmasa da turizm geliri 6 milyar dolardan fazla yükselebilir. Ancak bunun için Türkiye’nin ‘pahalı’ imajından kurtulması, esnafın biraz kendine çeki düzen vermesi gerekiyor.

Sakız Adası’na giderim daha iyi

Geçtiğimiz günlerde Kate Moss’un bir pide, bir salata ve şaraptan oluşan 4 kişilik menüye 7 bin TL hesap gelince yaptığı itiraz ve sonrasında yaşananlar haber olmuştu. Kate Moss ünlü olduğu için haber oldu, ancak sıradan turistler de Bodrum’da, Çeşme’de önlerine konan hesaplardan o kadar şikayetçiler ki. Hatta kazıklanmaktan zevk almayan Türkler de son 2-3 yıldır sırf bu yüzden Yunan adalarını tercih ediyor. Bir arkadaşım “Çeşme’de bir akşam yemeği yiyeceğime, Sakız Adası’na gidiyorum. Yarı fiyatına doya doya deniz ürünleri yiyip, şarap içip geri dönüyorum’ demişti. Maalesef abartmıyordu.

Yazının devamı...

‘Derslik kredi’ Türk Telekom’a ödül getirdi

Malum Türk insanı olarak tepeden tırnağa borçluyuz. Yıllar önce Halil Bezmen’le bir röportaj yaptığımda kendisini “Borcu borçla yöneten adam” olarak tanımlamıştı. Daha gazetecilikte ilk yıllarımdı. O sözlerden etkilenmiştim. Bir araba almak istiyordum ancak banka kredisine cesaret edemiyordum. Bezmen’in yanından çıktığımda borcun çok da kötü bir şey olmadığını, iyi yönetildiği takdirde büyümek için son derece gerekli olduğunu anlamıştım. Bir bankaya gittim, ilk arabam Renault 11 Flash’a öyle sahip oldum.

Aldığı kredi ile övünen şirketler tuhaf kaçabilir. Ancak öyle krediler vardır ki dersliktir. Zaten kredi, işi büyütmek için gereklidir. Türk Telekom’a ödül getiren bir kredi var ki hakikaten refinansman nasıl yapılır, doğru zamanlama ile yük nasıl hafifletilir bunu gösteriyor.

Refinansman sadece kurumların değil, bireysel borçluların da doğru zamanı kollayarak yapması gereken bir durum. Finansal okur yazarlık gerektiriyor. Biraz da şans tabii ki. Yeni tüketici yasası da refinansmanda yani mevcut krediyi kapatmada oluşturulan külfetleri ortadan kaldırdığı için şu an yasal zemin de hazır.

Türk Telekom CFO’su Murat Kırkgöz ve Yatırımcı İlişkileri Direktörü Onur Öz, Londra’da EMEA Finance ‘2014 Achievement Awards’da ‘En iyi kurumsal tahvil ihracı’ ödülünü almadan önce bu kredinin hikayesini ve kredinin Türk Telekom finansallarına yaptığı etkiyi anlattı.

Kırkgöz, ödül getiren 1 milyar dolarlık tahvil ihracı öncesi rating şirketlerine değerlendirme yaptıklarını anlatarak söze girdi: “Rating şirketleri, yaptıkları değerlendirmelerde kredimizin Türkiye ile eş değerde olduğunu ortaya koydu. Bu kurumlar tarafından ‘yatırım yapılabilir şirket’ olarak değerlendirildik. Bu bizim tahvil ihracımız açısından çok önemliydi. Sadece finansal açıdan çok sağlam şirketler, bulundukları ülkenin kredi notunun üzerine çıkabiliyor. Biz bunu başardık. Yatırımcılar da bu hikâyemizi çok beğendi.”

Ve sonra ihraç süreci başlamış. Kırkgöz, beklemedikleri bir taleple karşılaştıklarını anlattı:

- 2014 yılında gerçekleştirdiğimiz tahvil ihracı, Türkiye’den ihraç edilen en büyük ve eş zamanlı olarak iki farklı vadede gerçekleştirilen ilk kurumsal tahvil ihracı oldu.

- Londra, Los Angeles, Boston ve New York’ta başlıca kurumsal yatırımcılara gerçekleştirilen ziyaretler büyük ilgi gördü. 1 milyar ABD Doları tutarında tahvil ihracına uluslararası yatırımcılardan 8 kat talep geldi.

- 5.5 milyar ABD Doları’nın üzerinde toplanan nihai talep, ağırlıklı olarak, gelişmekte olan ülkelere ve yatırım yapılabilir kredi skoruna sahip şirketlere yatırım yapan 40 ülkeden 220’nin üzerinde yatırımcı grubundan geldi.

- 5 ve 10 yıl vadeli olmak üzere, iki vadede gerçekleştirilen tahvil ihracı Türk Telekom Grubu’nun, mevcut borç seviyesini sabit tutarak, kısa vadeli borçlarının daha düşük maliyetle ve daha uzun vadelerde yeniden finansmanına imkân sağladı. Ayrıca finansman kaynaklarımızın çeşitlendirilmesine de katkıda bulundu.

Borcun vadesi 3.9 yıla çıktı

Murat Kırkgöz tahvil ihracının Hazine’den sonra Türkiye’den yapılan en düşük maliyetli borçlanma olduğuna da dikkat çekti. Türk Telekom bankalardan bile daha düşük maliyetle uluslararası yatırımcılardan kaynak bulurken, bir kreditör gelip “Size ekstra 100 milyon dolar daha verelim” teklifinde bile bulundu. Bu ihraç ile ortalama borç vadesi 1,4 yıl uzatılırken finansman maliyeti de 30 baz puan azaldı. Ortalama borç vadesi 1.7 yılken tahvil ihracı ile birlikte 3.9 yıla çıktı. Mevcut borçların vadesini uzatmak, maliyetleri düşürmek ve kaynakları çeşitlendirmekle ilgili hedefler tutturuldu. Euro cinsi yapılan ihraçla sadece parite kaynaklı 100 milyon dolar avantaj sağlandı.

Bu hikaye sattırdı

Dünyada sabit telefon operatörleri tabir yerindeyse out. Herkesin elinde bir cep telefonu var ve sabit telefon aboneliği hızla geriliyor. Ancak Türk Telekom yeni yapısı ile bu değişimden hiç zarar görmeden çıkmayı başardı. Zaten bu hikaye ve gelecek yıllar büyüme simülasyonları da tahvil ihracındaki ekstra talebi ve başarıyı getirdi. Onur Öz, yatırımcılara anlattıkları hikayeyi özetledi:

“En önemli başarımız Türk Telekom’u sabit operatörden, mobil ve geniş bant hizmeti veren entegre bir yapıya dönüştürmek oldu. Bunu vurguladık. Bu bize önemli bir gelir kanalı çeşitliliği sağladı. Sabitten elde ettiğimiz gelir yüzde 50’den yüzde 20 seviyelerine inerken, mobil, genişbant ve kurumsal data gelirlerimizi yükselttik. Gelirlerimizin yüzde 71’i mobil, genişbant ve kurumsal data gibi sektörde hızlı büyüyen alanlardan geliyor. Batılı telekom şirketlerindeki büyüme neredeyse durma noktasına gelmişken, Türk Telekom yıllık yüzde 6 büyüme gerçekleştirdi. Bu büyüme ve kârlılık yatırımcılarımıza bu yıl yüzde 7 civarında temettü getirisi olarak geri dönecek.”

Yazının devamı...

Eyçesbisi niye gidiyor?

Türkçe okumaya kalktığınızda hesebece, İngilizce okumaya kalkarsanız eyçesbisi... İkisi de çok zor.

Bu yüzden mizah duygusu gelişmiş Türk insanı, bu bankaya başka isimler taktı. Hasibe diyen de oldu, burada yazamayacağım argo bir yakıştırma yapan da...

Koskoca İngiliz devinin Türkiye’den neden çıktığı ile ilgili türlü türlü analizler yapılabilir. Neden büyüyemediği, istediği ölçeğe gelemediği finansallar masaya konarak, genel konjonktür işin içine katılarak, İngiliz devin yurtdışında yaşadığı problemler eklenerek tartışılabilir.

En ilginç çıkış gerekçesi

Ancak bu tartışmalar içinde kuşkusuz en ilginci adı ile ilgili yapılan olacak. Hatırlıyorum da yıllar önce HSBC’nin bir üst düzey yöneticisi, “Galiba isimde hata yaptık. Türk insanı bu adı kolay telaffuz edemedi. İyi bir algı yaratamadık. Belki de yerel bir isimle yürümeliydik. Demirbank bile yıpranmış ancak çok bilinen marka gücü yüksek bir isim” demişti.

‘Rakamlara bakınca belki de hatayı isimde aramak mümkün’ diye düşünmüyor değil insan.

HSBC, Türkiye’ye büyük umutlarla girmişti. Demirbank, faizler zıplayınca elindeki mevcut kabarık Hazine bonosu ve tahvil portföyünden dolayı büyük zarar yazmış kırmızı bakiyeye geçmişti. Türkiye’nin 5’inci büyük bankası konumuna kadar yükselmiş banka 300 milyon dolara HSBC’ye satıldı. HSBC ilk etapta agresif bir büyüme politikası izledi. Bankayı TMSF’den aldıktan hemen 1 yıl sonra Boyner Grubu’na ait olan Benkar Tüketici Finansmanı ve Kart Hizmetleri AŞ’yi satın aldı. Advantage kart ile piyasada güçlü bir oyuncu olma isteğini ortaya koydu.

Ancak istediği sonuçlara ulaşamadı. Aktif büyüklük açısından şu an 12’nci banka konumunda.

Bireysel bankacılıkta bir türlü büyüyemedi. Zaten adı ile ilgili zorluğu ön plana çıkarmamın sebebi de bu. Türk insanı bu bankaya alışamadı. Yaygın sayılabilecek bir şube ağı olmasına rağmen (Son olarak 298) bir türlü mevduat toplayamadı, Ayşe teyzeye, Mehmet amcaya hitap edemedi. Mevduattan aldığı pay yüzde 1.7’de kaldı.

Bankalarda açılan 156 milyon küsur hesaptan sadece 3.2 milyonunun HSBC’de olduğu gerçeği bile bu tezimi ciddi ciddi tartışmaya açabilir. Şube ağı ile orantıladığımızda ve diğer bankaların şube başına mevduatına baktığımızda HSBC’nin çok az pay aldığını söyleyebiliyoruz.

İsim ahengi önemli

Adolf Hitler’in hayat hikayesini okuyanlar, babası Alois’in 39 yaşına kadar Schicklgruber soyadını taşıdığını daha sonra Hitler soyadını aldığını bilir. Pek çok tarihçi de şu soruyu sorar:

“Acaba Adolf’ün soyadı Hitler değil de Schicklgruber olarak kalsaydı, Alman halkı mistik bir armoni içinde yine ‘Heil Schicklgruber’ diye bağırır mıydı, Adolf bu kadar popüler olup kitleleri peşinden sürükleyebilir miydi?”

‘HSBC’nin adı zordu’ tezime gülenler, saçma bulanlar olabilir. Örnek olarak ING’yi de gösterebilirler. Doğru ‘inege’ de Türk insanı için zor... Ancak ING’ciler güçlü bir iletişim çalışması ile o engeli aşmış görünüyorlar. Turuncu hesap, hoşgeldin faizi falan filan derken, Türk insanına dokunmayı bir şekilde becerdiler.

Sanırım eyçesbisi bunu yapamadı.

ABC EN İSTEKLİ ALICIYDI AMA...

Türkiye dahil dört ülkedeki sorunlu operasyonları konusunda adım atmak isteyen HSBC’nin Türkiye birimi için Hollanda merkezli ING Group, Bahreyn merkezli Arab Banking Corporation (ABC) ve Fransa merkezli BNP Paribas’dan bağlayıcı olmayan teklif aldığı bankacılık kulislerine yansımıştı.

Finansbank’ı sattıktan sonra tekrar bankacılık sektörüne dönen ve Fibabank’ı büyütmek isteyen Hüsnü Özyeğin’in de HSBC Türkiye biriminde inceleme yaptığı konuşuluyordu.

Yine bankacılık çevrelerine göre en istekli grup ABC gibi duruyor. Ancak ABC’nin de Türkiye’deki seçim sonuçlarından sonra kararını gözden geçirebileceği iddia ediliyor. Şu an satış için iyi bir zaman olmadığı, HSBC’nin zamanlama olarak geç kaldığı da konuşulanlar arasında...

Bu arada Türkiye’den çıkmak isteyen ve çıkan gruplara bakıldığında HSBC’nin dışında İsrailli Hapoalim’in de Bank Pozitif’i satma niyeti ortaya çıkmıştı. Citigroup da Akbank’taki hisselerini satmıştı. Buna karşılık Çinliler de Tekstilbank’ı almıştı.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan durumu “Evet birileri gidiyor ya da gitmek istiyor olabilir. Ancak pek çok sermaye grubu da Türkiye pazarına girmek istiyor” diye özetlemişti.

Bankacılık sektörünün dışında son dönemde e-ticaret sektörünün önemli oyuncularından Limango, Türkiye’deki faaliyetlerine son vermiş, Fransız Total’in de akaryakıt dağıtım sektöründeki düşük kâr marjlarını dikkate alarak pazarı terketmek istediği haberleri moral bozmuştu.

TÜRKİYE’DE 5 BİN 659 ÇALIŞANI VAR

- Türkiye’yi de ilgilendiren ve İngiltere merkezli bankanın kuruluşunun 150. yılında açıklanan yeni küresel strateji kapsamında HSBC dünya çapında 50 bin çalışanıyla yollarını ayıracak.

25 bin kişi işten çıkarılırken, 25 bin kişinin de Türkiye ve Brezilya operasyonlarının satışıyla HSBC’den ayrılacağı belirtildi.

- Yatırım bankacılığı faaliyetlerini azaltacak olan banka, başta Çin olmak üzere Asya ülkelerine odaklanacak.

- Türkiye’de 298 şube ve 5 bin 659 çalışanla hizmet veren HSBC, 33,8 milyar TL aktif büyüklük ile en büyük 12. bankası konumunda bulunuyordu.

- HSBC Türkiye özellikle 2014’te oldukça zorlu bir yıl geçirmiş ve kârdan zarara dönerek 55.9 milyon TL net zarar açıklamıştı. Bankanın 2013 yılındaki net kârı 29.8 milyon TL seviyesindeydi.

- Bankanın 2014 küresel faaliyet raporunda Türkiye’de yaşanan sıkıntılar, BDDK ile Merkez Bankası’nın kredi kartı faizlerine sınırlama getirmesine bağlanıyordu.

- HSBC’nin küresel faaliyet raporunda ayrıca Türkiye’de büyümenin yavaşlamasının da bankacılık sektörüne olumsuz yansıdığı ifadeleri yer alıyordu.

- HSBC Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Brian Robertson 2011’den bu yana hem Avrupa hem de Türkiye’de özel sektör yatırımlarının zayıf seyretmesi nedeniyle ticari kredilerde istenen ivmenin yakalanamadığına vurgu yapıyordu.

Yazının devamı...

Satın alma garantisi mi verilecek?

Muhtemelen bir otomobil tarif edilecek ve bu otomobili yapana tıpkı havaalanını yapana “Şu kadar yolcuyu garanti ediyorum” dendiği gibi “Kamuya her yıl şu kadar araç alımı yapacağım” benzeri bir garanti verilecek.

Muhtemelen diyorum çünkü seçim öncesi telaşıyla gelen ve altyapısı tam oluşmamış havası kokan ilk bilgiler çok doyurucu değil. Ortada çok fazla bilinmeyen var.

Gerek Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gerekse Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın verdiği detaylar detay olmaktan uzak. Ortada çok yakına konmuş üretimle ilgili tarihler var ancak bilgiler ham.

2015 Ağustos’ta prototip hazır deniyor. Prototip yapmakta bir sıkıntı yok zaten.

Bugüne kadar dizaynırlar tarafından yapılmış ancak endüstriyel üretime geçmemiş bir prototipi de alıp, ‘İşte Türkiye’nin yerli otomobili’ diye lanse edebilirsiniz.

Hatırlayın Jet Fadıl bile çıkıp “İmza” adını verdiği bir prototipi göstermiş ve ‘Ben bu arabayı yapacağım’ demişti.

Ben iki günkü açıklamaları satır satır okudum ve Bakan Işık’ın “İlk faz tamam” sözlerinden şöyle bir sonuç çıkarıyorum.

Bir prototip çıkacak ve “Yok mu bunu üreten babayiğit” denecek.

Gerçi sorun üretimde değil. Bugün BMC fabrikasında da ya da TOMA’ları üreten Katmerciler fabrikasında da o aracı üretirsiniz.

Sorun ürettiğiniz aracı kime satacağınızda...

Satış garantisi olmadan kimse böyle bir külfetin altına girmez.

Tıpkı üçüncü havalimanını, üçüncü köprüyü ya da enerji santrallerini yapanlara verildiği gibi net tanımlı garantiler vermek gerekiyor.

Üçüncü havalimanına yıllık belli bir yolcu garantisi verilmeseydi, yatırımcı bulunabilir miydi?

O yatırımcı o garanti olmasa, bankalardan finansman sağlayabilir mi?

Aynı şekilde ‘Köprüden yıllık şu kadar aracın geçişine kefilim, geçmezse üstünü tamamlarım’ denmezse, köprüyü yapacak yatırımcı, o yatırımcıya kredi açacak finans kuruluşu bulabilir misiniz.

Bunlar da bir nevi Hazine garantisidir.

Belli ki babayiğitliğe soyunacak kişiye de bir araç alım garantisi verilecek. Bu araçlar artık polis arabası mı olur, makam arabası mı olur ancak bir garanti söz konusu olacak gibi duruyor.

Kimbilir belki de Hükümet cari açığı bahane ederek bu araçların tercih edilmesini vatandaşına şart da koşabilir.

Zira, Türk tüketicisinin bu arabayı beğenmesi, tercih etmesi işin bilinemeyen ve kestirilemeyen boyutu...

Bir otomobil fabrikasının fizıbl olması için en az yılda 200 bin araç üretiyor olması lazım.

Ya bu alım garantisini vereceksiniz ya da olağanüstü teşvikler...

Seçim sonrası bu iş rafa mı kalkar, yoksa hikayenin gerisi gelir mi bekleyip göreceğiz.

2007’deki seçimler öncesi milli uçak vaadi vardı. Bugün 2015 ve yine seçim meydanlarında milli uçak vaadi var.

Benzer, lastik gibi uzayan bir süreç yerli otomobilde de yaşanır mı acaba?

Yazının devamı...

‘İhanet’ yeni kriter olmuş

Önceki akşam Çırağan’da Fikir Sofrası adlı düşünce platformunun konuğu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dı. Organizasyonun ev sahibi Ahmet Arslan konuklarını “Ak Parti’nin hükümeti kurduğu 2002 yılından bu yana kabinede yer alan tek bakan. Sakin ve dik duruşuyla taraflı tarafsız herkesin saygısını kazanmış, yerli yabancı tüm yatırımcılara güven veren piyasa dostu kişi” diye takdim etti.

Sanıyorum bu ifadelere kimsenin itirazı olmaz.

Zaten bu yüzden 3 dönem kuralı yüzünden ayrılacak olması tedirginlik yaratıyor. Herhalde hiçbir dönemde ekonomik politikaların akıbeti ile bir kişi bu kadar özdeşleşmemişti.

O soru yine soruldu. “Dışarıdan destek verecek misiniz, kabinede yer alacak mısınız?” dendi. Artık alıştığımız cevabı verdi: Önemli olan kişiler değil kurumlardır. Kuralları oturmuş kurumlar kişilerden bağımsız en iyiyi yaparlar.

Ancak akşamın bence en ilginç sorusu Şerif Kaynar’dan geldi. Aslında Kaynar’ın sorusundan daha çok Babacan’ın verdiği yanıt ilginçti.

Korn&Ferry adlı headhunter şirketinin Türkiye yöneticisi olan Şerif Kaynar, THY, İGDAŞ, BOTAŞ gibi önemli kamu kuruluşlarına da itina ile seçilmiş, işinin ehli liyakatı, donanımı tam yöneticilerin ne zaman alınabileceğini, Türkiye’de bunun mümkün olup olmayacağını sordu.

Kamuda da liyakatın, yönetici kalitesinin çok önemli olduğunu vurgulayan Babacan özellikle son 2 senedir yaşananlara dikkat çekerek “Bazı ihanetler yaşandı. Artık buna dikkat ediliyor. İhanet etmeyeceğinden emin olmak gerekiyor” diye cevap verdi.

17-25 Aralık operasyonundan sonra devlet cephesinde çok ilginç tasfiyeler yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Öyle görünüyor ki artık kamuda görev verilirken ihanet edip etmeyeceğine dair şüphe ya da inanış en önemli meziyet haline gelmiş durumda. Kuşkusuz bu durum performanslar konusunda ciddi handikaplar yaratıyor ancak şimdilik durum bu. Babacan’ın sözleri de bunu teyid eder şekildeydi.

Kilit öğretmenler

Türkiye ekonomisinin önümüzdeki süreçte orta gelir tuzağına düşmemek için eğitimin en önemli faktör olacağını da belirten Ali Babacan, eğitim reformunun önümüzdeki dönemin en önemli meselesi ve icraatı olacağına dikkat çekti.

7.2 yıllık eğitim ortalaması ile 10 bin dolar milli geliri yakalayan ülkenin Türkiye dışında bulunmadığını belirten Babacan eğitim reformunda da kilidi eğitmenlerin çözeceğini, eğitim reformunda odaklanılacak konunun öğretmen kalitesi olacağını ifade etti. Babacan bu arada yurtdışından beyin göçüne de imkan veren ve üstün nitelikli yabancıları Türkiye’ye çekecek, Türkiye’yi bir cazibe merkezine dönüştürecek politikaların da devreye sokulacağının sinyalini verdi.

Ekonomi 3 yıldır patinaj yapıyor mu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sisteminin neden gerekli olduğunu ısrarla anlatmaya çalışırken sanıyorum nisan ayıydı “Ekonomide 3 yıldır patinaj yapıyoruz. Bunu önlemek için de başkanlık sistemine geçmemiz lazım” diye konuşmuştu. Hürriyet’ten sevgili dostum Vahap Munyar bu sözleri hatırlatarak ekonominin dümenindeki Babacan’a “Siz de ekonominin patinaj yaptığını düşünüyor musunuz?” diye sordu.

Siyasi tecrübesi oldukça gelişen Babacan, elbette bu soruya direkt bir yanıt vererek bir polemik malzemesi oluşturmadı ancak cümleleri patinaj ifadesine katılmadığını gösteriyordu. Şöyle yanıtladı soruyu:

“2010 ve 2011 yıllarında Türkiye ekonomisi çok ısındı. Hızlı büyüme döneminde baktık ki cari açık milli gelirin yüzde 10’una gelmiş. Bunun yapısal bir sorun teşkil edeceğini düşünerek tedbir aldık. 2012’den sonra kredi büyümesinde bir yavaşlamayı bilinçli olarak devreye soktuk. 2013 ve 2014 yılları da böyle geçti. Biraz frene basmamız cari açığı kontrol altına almamız gerekiyordu.” Yani Babacan yaşananların patinaj değil, yumuşak ve bilinçli yapılmış bir fren olduğu görüşünde.

Yazının devamı...

‘Babacan’dan sonra anlayış değişmez’

Cüneyd Zapsu’nun Uluslararası Kabuklu Yemiş ve Kuru Meyve Birliği’nin (INC)Antalya’da gerçekleşecek kongresi ile ilgili yaptığı açıklamaları ve altını çizdiği önemli noktaları aktaracağım ancak kendisinin de affına ve hoşgörüsüne sığınarak siyaset ve ekonomi ile ilgili satır aralarında sarf ettiği sözleri öne çıkararak başlayacağım yazıya. Malum AK Parti’de piyasaların çok güvendiği Ali Babacan, 3 dönem kuralına takıldığı için 7 Haziran sonrası şayet hükümeti yine AK Parti kurarsa kabinede yer alamayacak. Ali Babacan, piyasaların çok güvendiği bir isim. Büyüme ve faizle ilgili son 1-2 aya damgasını vuran tartışmalar piyasaları tedirgin edince, oluşacak yeni kabinede ekonominin dümenine geçecek kurmayların büyümeyi feda etmemek adına sıkı para politikasından bazı ödünler verebileceği konuşulmaya başlanmıştı.

Erdoğan’la 2-3 puan arttı

Zapsu’ya bu konuyu sordum. “Kesinlikle AK Parti’nin ekonomiye, Merkez Bankası’na bakışında herhangi bir değişim olmaz. Şu anki konjonktür neyi gerektiriyorsa, gerekeni yapan ekipte isimler değişse de ekonominin kuralları ve ilkeleri değişmez. Yine ekonomi bu zihniyeti temsil eden ve dengeli politikalar yürüten, anlık heyecanlara kapılmayan ve büyük resmi gören ekipler tarafından idare edilir. Agresif denemeler yapılmaz. Kimsenin şüphesi olmasın” dedi.

‘AK Parti’nin geride kalan yıllarını ve özellikle son dönem performansını nasıl buluyorsunuz’ diye sordum. Şu ilginç yanıtı verdi: “Bir bütün olarak bakınca sevapları günahlarından hala çok daha fazla.”

Laf seçimlere geliyor… Zapsu, masadakilerin tahminlerini alıyor. Sonra kendisi şu önemli bilgiyi veriyor: “AK Parti oylarında bir erime yaşanmış olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahaya inmesi ve yaptığı konuşmalardan sonra 2-3 puanlık bir artış söz konusu. Oy oranı şu an yüzde 44-45 bandına yeniden oturdu.” Bu arada 2002’de INC’deki seçim sürecini ve bunu Erdoğan ile paylaşma biçimini de ilk kez açıkladı:

Nabzını yoklamak istemiş

“Sayın Erdoğan’ın danışmanlığını yapıyorum. ‘Full mesaini bana ayıracaksın’ talimatı var, tüm şapkalarımı çıkarıyorum. Sadece INC’de bir yönetim kurulu üyeliğim var ancak çok fazla vaktimi alan bir yoğunluğum yok. Güney Afrika’da INC’nin kongresi ve başkanlık seçimi var. Uzun yıllar başkan olan ABD’li zata karşı bir tepki oluşmuş. Avrupalı ve diğer ülkelerin temsilcileri bir alternatif başkan adayı çıkarmaya çalışıyor. Seçim öncesi gece otel odama iki ABD’li şirket temsilcisi geldi. Dünyanın sayılı ceviz ve badem üreticisi bu firma yöneticileri ABD’li başkanın devamından yana. ‘Sen eğer başkan adayı olursan, Avrupalı ve diğer üye ülkelerin kafası karışır, oylar bölünür, kimse seçilemez bizim başkan da koltuğunda oturmaya devam eder’ dediler. Ertesi gün başkan adayı oldum. Ancak o da ne... Hiç ummadığım şekilde başkan seçildim. Tayyip Bey’e verdiğim söz aklıma geldi . Hemen telefona sarıldım. “Efendim dedim. INC’de başkan seçilme şansım doğdu ne dersiniz?” diye sordum. “Türkiye’ye katkısı olacaksa şansını dene” dedi.

Anlayacağınız Zapsu başkan olduğu halde Tayyip Bey’in nabzını yoklamak istemiş. Kimbilir tepki farklı olsa belki de seçildiği görevi kabul etmeyecekti.

Aganigi yerine kalp vurgusu daha mı iyi?

HARVARD’DA yapılan 5 yıllık bir çalışma sonrası badem, ceviz ve fındığın kalbe çok iyi geldiği, kolesterol dostu olduğu ortaya çıktı. ABD’li üreticiler New York Times olmak üzere büyük yayın organlarına verdikleri ilanlarla bu duruma vurgu yaparak tüketimi çok ciddi oranda artırdılar. Biz ise hatırlanacağı üzere her gün bir avuç yenen fındığın aganigi naganigiye iyi geleceğine vurgu yapıyoruz. Cüneyd Zapsu da bu duruma dikkat çekiyor ve kalbe hitap etmenin daha doğru bir strateji olabileceğinin altını çiziyor.

Harcayacak 40 milyar $’ı olan devler Antalya’da

1980 yılında kurulan (INC, 70 ülkeden 700 üye şirket ile faaliyet gösteriyor. Aralarında Nestle Ferrero, Kraft gibi devlerin de olduğu üyeler her yıl 40 milyar dolarlık alım yapıyor. Cüneyd Zapsu, bu alımın 33 milyar dolarının kabuklu yemiş, 7 milyar dolarının kuru meyvede olduğunu belirtiyor. İşte bu büyük devler üçüncü kez Türkiye’de olacak. 61 ülkeden yaklaşık 950 kişi, Antalya’da cevizi, fındığı, bademi konuşacak. Bilimsel çalışmaların da desteği ile son dönemde dünyada bu ürünlerin tüketiminde çok hızlı artış var. Bu trend en büyük üreticilerden Türkiye için de büyük bir fırsat. Bu ürünlerin obeziteye karşı faydalı olduğu, kalp krizini önlediği, diyabete ve kansere karşı da etkili olduğu artık biliniyor. Zapsu, “Bu kongre sayesinde en az 150 Türk üretici de bu dev firmaların temsilcileri ile tanışma ilişki geliştirme imkanı bulacak.” diye konuştu.

INC’nin faaliyetleri arasında sağlıklı beslenme politikalarının oluşturulması, gıda güvenliği, ülkelerin ithalat kapsamında uyguladığı standartlar gibi pek çok konu var. Yani INC tüm üreticiler için en güvenilir bilgi kaynağı...

Yazının devamı...

En leziz sipariş

Nevzat Aydın ve kader birliği yaptığı Melih Ödemiş, Gökhan Akan ve Cem Nufusi, yemeksepeti.com’u 150 bin dolarla kurmuşlardı. Şirket önceki gün 589 milyon dolar fiyat üzerinden yeni sahibini buldu.

Basit hesaba göre Nevzat Aydın ve kurucu ortaklar, koydukları her 1 dolara karşılık yaklaşık 4 bin dolar kazanmış görünüyorlar. Ancak öyle olmadı. Olması da mümkün değildi.

İlginç ayrıntılara bir göz attığımızda bu satışta aslan payını üçüncü şahısların aldığı görülüyor. Ancak bu ayrıntılara dikkat çekmekteki amaç ‘Ne yaptın Nevzat. Kazancı niye paylaştın, niye sabırsız davrandın’ yazısı yazmak için değil. O ilginç ayrıntılar Nevzat Aydın’ın defalarca yılın genç girişimcisi seçilmesinin de altında yatan nedenleri oluşturuyor. Yazdıklarımdan sonra birileri “Keşke hisse satmak için bekleseydi, kârdan zarar etmiş” diye düşünecektir. Öyle düşünenler, yatırım ve iş geliştirmeden anlamayan basit matematik hesabı yapanlar olacaktır. Altını çizmek gerekir ki şirketin bugün 589 milyon dolarlık bir ederi varsa, geçmişte alınan stratejik kararlar bunu beraberinde getiriyor. Zaten bu gerçeği görebilen yatırımcı oluyor, göremeyen de sadece “Vay be adamlar ne kazanmış ama” diyor.

Dönüm noktası 2011 yılı

Yemeksepeti.com için kırılma anı ve dönüm noktası, dünyanın en önemli fonlarından General Atlantic’in azınlık hissedarı olması. Son hisse yapısında fonun şirketteki payı yüzde 36.69’du. Bu hisseyi de 2011 yılında 44 milyon dolar ödeyerek almışlardı. Bugünkü satışla yatırdıkları 44 milyon doları 216 milyon dolar olarak geri almış oluyorlar. Aslan payı üçüncü şahısların demem ondan. Ancak bu satış da olmasaydı, yemeksepeti.com da muhtemelen 589 milyon dolarlık bir şirkete dönüşmeyecekti. Çünkü Nevzat ve yönetici ortakları o satıştan elde ettikleri finansman kaynağı ile yeni pazarlara girme, işi büyütme imkanı buldular.

İş o kadar büyüdü ki, 2011’de 120 milyon dolar değer biçilen şirket bugün 589 milyon dolara satılabildi. Yani ortada win-win bir durum var. Bu ayrıntı General Atlantic’in ne kadar uzak görüşlü olduğunu ve doğru seçim yaptığını da gösteriyor. Gerçi mutlaka fiyaskoyla sonuçlanan yatırım girişimleri de vardır, ancak yemeksepeti.com gibi başarı hikayeleri o risklere girme, bazı operasyonlarda da para batırma lüksü sağlıyor.

SPK Başkanı’nın dediği gibi Türkiye’de şirketler ikiye ayrılacak. Birileri KOBO olacak. Yani küçük olsun ama benim olsun... Birileri de BOBO olacak. Yani büyük olsun bizim olsun...

Bu arada ortaklar arasında Erkut Yücaoğlu’nun oğlu Bedii Can Yücaoğlu da dikkatimi çekti. Şirkete ne zaman ortak oldu, ne kadar para yatırdı bilmiyorum ancak şu an 15 milyon doları var.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.