Şampiy10
Magazin
Gündem

Telekom pazar liderliğine 1000 megabit hızla çıkarız

GSM sektörünün pazar lideri Turkcell yeni hedefini toplam telekom pazarında liderlik olarak koydu. Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu “4.5G ihalesine çok çalıştık. Aldığımız spektrumların hiçbiri tesadüfi değil, bir amaca uygundu. Göz koyduğumuz tüm paketleri aldık. Hızımızı herkes görecek” dedi

Turkcell hisse senetlerinin New York Borsası’nda işlem görmeye başlayışının 15’inci yılı nedeniyle düzenlenen gong töreni sonrası Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu ile Beşinci Cadde’deki The Plaza Oteli’nde sohbet etme imkanı bulduk.

Bundan 5 yıl önce yine aynı yerdeydik. Karşımızda o zaman Süreyya Ciliv vardı. Ciliv’den koltuğu devralan ve aradan geçen 6 aya yakın süre içinde Turkcell’e iyice ısınan Kaan Terzioğlu farklı bir söylemle çıktı karşımıza. Daha önce Turkcell yöneticileri Türkiye’nin lider cep telefonu ifadesini kullanıp iletişimde bu mesaja vurgu yaparlarken Kaan Terzioğlu “Turkcell Türkiye olarak hedefimizi büyüttük. Biz artık Türkiye’nin lider cep telefonu operatörü olmakla yetinmeyeceğiz. Türkiye’nin toplam telekom sektörünün şu an ikinciyiz ancak hedefimiz bir numaralı oyuncusu olmak” dedi.

“İkincilik” ifadesi aslında riskli sayılabilecek bir mesaj diye düşünülebilir. Bu ifade değişikliğine neden gittiklerini de şöyle açtı:

“Bu,iştah ve açlıkla alakalı bir şey. Biz Türkiye’nin artık lider cep operatörü olmakla yetinmeyeceğiz. Türkiye telekom sektörü, bizim kendimizi daha önce ölçüp de birincisiyiz dediğimiz pazarın da iki katı büyüklüğünde bir pazar var bu arada. Dolayısıyla biz hedef büyütmüş durumdayız. Bu hedefe olan istikametimiz de hızlanarak ve daha büyük bir iştahla gerçekleşecek. Bizim Türkiye telekom sektöründe 1 numaralı operatör olma hedefimiz de aynen olduğu gibi yerinde duruyor.

Telekom sektörü artık sabit ve mobili hem ses hem data olarak bir arada içeren bir sektör. Dolayısıyla biz bu yaptığımız tanım değişikliğinde önce müşterilerimize olan hizmet tutkumuzun altını çizmek istiyoruz. Teknolojiyi en iyi şekilde kullanarak bu hizmeti sağlayacağız; ama daha da önemlisi artık bir numara olma hedefimiz çok daha büyük bir pazarla alakalı. Çok daha elle tutulabilir bir rekabet tablosunda da kendi yerimizi de iyi bilmekle, nereye koştuğumuzu çok iyi ifade etmekle alakalı.”

5G’ye de hazır hale geldik

Kaan Terzioğlu bu kadar iddialı konuşurken kuşkusuz en çok 4.5G ihalesinde yakaladıkları başarılarına güveniyordu. Turkcell hatırlanacağı üzere 26 Ağustos’ta yapılan ihalede 1 milyar 620 milyon euro ile en yüksek bedeli ödemeyi taahhüt etti ve karşılığında 172.4 MHz ile en fazla frekans kaynağını kullanma imkanına sahip oldu.

Terzioğlu ihale gününe dönerek, orada yaşananları ve izledikleri stratejiyi açtı:

“Kamuoyunun 4.5G adıyla benimsediği bu ihale öncesinde stratejik planlama sürecimiz tarihe geçecek bir deneyimdi. Önceliklerimizi belirledik, kendi içimizde defalarca simülasyon yaptık. ‘dörtlü oyun’ ile olası sonuçları değerlendirdik, ihaleyi kendi içimizde defalarca oynadık. Sonuçta hedefe odaklandık ve göz koyduğumuz tüm paketleri optimum koşullarla elde ettik.”

Zam olmaz ama kullanım artacak

İhalede beklentilerin üzerinde fiyat çıkmasının ardından kamuoyunda “Bu paralar cep telefonu kullanıcılarının cebinden çıkacak. Bu ihale bedellerini aboneler ödeyecek” şeklinde bir algı oluşmuştu ister istemez. Kaan Terzioğlu bir fiyat artışının sözkonusu olmayacağını belirtirken ortaya çıkacak tek farkı şöyle anlattı: Bu, bir süreç. Dünyada örneklerine baktığınızda, bilimsel anlamda çok büyük sıçramaların yaşandığı hiçbir yer görmüyorsunuz ama kullanım anlamında, tüketim alışkanlıkları anlamında sağlanan hizmetler anlamında çok farklı hizmetler göreceğimiz için bizim önümüzde çok farklı yeni gelir fırsatları oluşacak diye düşünüyorum. Bu gelirler de müşterilerimizin memnuniyetle bizlere vereceği, kendi seçimleri sebebiyle vereceği hizmetlerin bedeli olacak.

İhalede fazla para ödemedik hesap ortada

4.5G ihalesinde muhammen bedel 2.3 milyar euro idi. Rekabetle 2.6 milyar euro’larda sonuçlanması bekleniyordu. Ancak 4 milyar euro’ya yakın bir bedel çıktı ortaya. Bazı uluslararası analistler ödenecek bedeli yüksek buldular. Kaan Terzioğlu ise ‘Umduğumuzdan fazla frekansı umduğumuzdan düşük bir bedelle almayı başardık” diyor. Terzioğlu’nun hesabı da şöyle:

“Biz, ihalede birimsel anlamda çok yüksek miktarda, toplam frekansın %48’ini aldık. Toplam paranın kaçını verdik? Eğer bir şeyin fiyatını karşılaştırmak istiyorsanız bu iki unsura bakmanız lazım. Biz olanın %48’ini aldık, verilenin %47’sini verdik. Demek ki biz aynı ya da daha düşük birim fiyatla diğer operatörlerden daha fazla miktarlarda spektrumu, frekansı almayı başarmışız. Bence bu kendi kendine zaten bir takım şeyleri ifade ediyor. Spektrumun maliyetlerinin karşılaştırılması için 2-3 ayrı metot var. Bunlardan bir tanesi MHz başına ne ödendiğidir. Hiçbir frekans aralığında biz rakiplerimizden daha yüksek bir para ödemedik. Bizim ödediğimiz MHz başına fiyatlar şöyle: Turkcell olarak 9.4 milyon Euro ödedik, Vodafone’un da o kadar ödediğini görüyorsunuz; Avea ise 8.7 ödedi. Gördüğünüz gibi çok büyük bir fark yok. İkinci fiyatlama da önemli. Burada abone başına maliyete bakıyoruz. Burada bizim frekansları yaklaşık %25-30 daha ucuza mal ettiğimizi görebilirsiniz. Turkcell olarak 30 Euro Cent ödedik, Vodafone 40 ve Avea 50 cent ödemiş durumdalar. Dolayısıyla ben Türkiye içindeki maliyetler açısından bizim son derece avantajlı ve ideal bir yapıya geldiğimizi söyleyebilirim.”

2100 MHz bandının önemini görecekler

KAAN Terzioğlu, ihalede kazandıkları başarı ile diğer operatörlerin çıkamayacağı hızlara ulaşacaklarını iddia etti. İhalede özellikle 2100 MHz bandında yapılan 3 paket satışında da en iyi teklifi vermelerinin önemine dikkat çeken Kaan Terzioğlu teknik olarak bu durumu şöyle izah etti: Frekans demek, hız demek, kapasite demek, pazar payı demek. Finansman anlamında tüm oyun planımız hazır, tereddütümüz yok. 1 Nisan 2016 tarihi itibari ile sunulabilecek en yüksek 4.5G hızı olacak 375 Mbps’i sağlayan tek mobil operatör olacağız ama işin esas çarpıcı kısmı bu değil. Biz sadece 4G’nin spektrumunu almadık, 4, 4.5 ve 5G’nin spektrumunu aldık. 2100 MHz spekturumu bize inanılmaz bir kapasite sunacak. İhalede 2100 MHz spektrumu mevcut mobil internet kapasitesini artırmak ve yeni nesil mobil teknolojiler için ihtiyaç duyulan kapasiteyi sağlayan bant olması açısından kritik öneme sahipti. Bu bakımdan 4.5G ihalesinde bu spektrumda yetkilendirmesi yapılan tüm bantları alarak rakiplerimizin sunamayacağı bir kapasiteye sahip olmaktan memnunuz. 1000 Mbps’lere ve 5G’ye giden yolda bu bandın ne kadar değerli olduğu önümüzdeki yıllarda çok daha net görülecek.”

‘Fiber altyapımızı devretmeye hazırız’

4.5G İÇİN kuşkusuz en büyük sorunlardan biri yeterli fiber altyapının olmayışı. Her operatör kendi fiber altyapısını kurmaya çalıştı ancak bu konuda da operatörler arasında ciddi farklar var. Türk Telekom ve dolayısıyla Avea fiber altyapı konusunda diğerlerinden önde görünüyor. Bu altyapının her operatörün kullanımına açılıp açılmayacağı ise belirsizliğini koruyor.

Kaan Terzioğlu, bu konuya da değindi ve İsveç modelini örnek gösterdi: “Fiberin artık evlere elektrik su gibi kolayca gelmesi lazım. Bugün, İstanbul’da ya da başka bir büyük kentimizde fiber altyapı döşemeye çalıştığınız zaman izin almanız gereken kurum sayısını bulmaya imkân yok. Ne kadar ödenmesi gerektiğini bilemiyorsunuz. Hepsinin sadeleşmesi lazım. Fiber altyapıya erişim bütün operatörlerin edinmesi gereken bir haktır. Çünkü bu vatandaşa hizmet için sağlanan bir haktır. Dünyada bu konu son derece güzel örnekler var; AB, ABD, vs. bu konuyu regüle ederek sonuca ulaştırdı. Türkiye’de de bu regülasyonu en hızlı şekilde hayata geçirmemiz lazım. Bu şirketlerin menfaatiyle ölçülemeyecek ölçüde önemlidir.

Dünyada eğer bu olayın nasıl çözüldüğüne bakarsanız çözüm metotlarından bir tanesi şu; İsveç, Stockholm’de uygulanmış bir model. Kamu otoritesi, tüm fiber altyapı sahiplerinden sahip olduğu altyapıyı kağıt üzerine dökmesini, bu altyapıları bir şirkete devretmesini istiyor. Bu şirket bütün operatörlere eşit şekilde hizmet vermeye taahhüt ederek, halka açılabilir, fon toplayabilir, daha hızlı, daha fazla fiber altyapı yatırımı yapmak için de yetkili hale gelir. Bu bir modeldir. Dünyanın birçok yerinde uygulanıyor. Bence Türkiye için de pratik ve ideal modellerden bir tanesi bu olabilir. Fiber altyapı kimindir, kim kullanabilir gibi bir soru işaretini kaldırır ve Türkiye’nin de önünü açar. Sektörümüzdeki diğer oyunculara çağrıda bulunuyoruz; gelin hep birlikte bir altyapı şirketi kuralım ve bu şirket ülkemizin eşsiz bir fiber altyapıya kavuşması için canla başla çalışsın. Ve hepimiz mevcut fiber altyapımızı bu şirkete devredelim. Biz altyapı paylaşımına tamamen hazırız. 2023 hedeflerine ulaşabilmemiz için Türkiye’nin bunu yapması gerekiyor.”

Yazının devamı...

Rekabet 1800 MHz’de olacak

26 Mayıs’ta yapılacakken, Cumhurbaşkanı’nın ‘4G ile vakit kaybetmeyelim direkt 5G’ye geçelim’ temennisi ile ertelenmek zorunda kalan 4G ihalesi büyük bir aksilik olmazsa bugün yapılacak. Adı 4.5G’ye çevrilerek, temenni sahibinin de gönlü alınmaya çalışılmış olsa da belirtelim bu bir 4G ihalesi. Şu an dünyada patenti alınan ve hizmete giren 5G teknolojisi yok.

Tam 138 ülke 4G’ye geçmiş vaziyette ancak hiçbiri 4.5G diye bir tanım kullanmıyor. 2021 yılından önce de 5G mümkün görünmüyor.

Ancak 4G teknolojisi uzun süredir var olduğu için ve teknoloji de sürekli geliştiği için firmalarının piyasaya sürdüğü yeni çözümler elbette 4G teknolojisine ilk geçenlere göre avantajlar sağlıyor.

Hız ve kalite farkı var

Şu an V12 versiyon baz istasyonlar kurulduğu için, V11 versiyonlara göre bir hız ve kalite farkı var. O yüzden 4.5G denmesine çok da takılmamak lazım. Hatırlayalım biz 3G’ye de geç geçtiğimiz için, kıyaslandığında ilk geçenlere göre daha yüksek bir teknoloji imkanına sahip olmuştuk. Hatta 3.5G ifadesini de sanırım ilk olarak ben bir yazımda kullanmıştım.

Bugünkü ihale bir frekans tahsis ihalesi. 800, 900, 1800, 2100 ve 2600 MHz bandında farklı frekans paketleri operatörlere tahsis edilecek. 372 milyon euro muhammen bedelli 800 MHz frekans ihalesinde muhtemelen bir kapışma olmayacak. 10+10+10 ‘luk 3 paketin GSM operatörleri arasında fazla bir rekabet olmadan paylaşılması bekleniyor. Son 10’luk paketi alan TV bandına en yakın bantı almış olacak ancak yeni çözümlerle o frekanstaki kirliliği önlemek ve parazit olmasını engellemek mümkün. Yani orada fiyat fazla yükselmez.

900 MHz’lik frekansta da büyük parçanın Avea tarafından alınacağını biliyoruz. Diğer iki küçük dilimi Vodafone ve Turkcell alacak. Orada da bir rekabet sözkonusu değil.

‘PR yaptı’ deniyor

Ancak asıl rekabet 1800 MHZ frekansında olacak. Orada 30+20+10’luk 3 paket var. 30’luk paketi alanın ‘En hızlı en geniş otobanda 4G servisi bende’ diye ortaya çıkması ve reklamlarında bunu kullanması, pazarlama iletişimini böyle yapması mümkün olacak. Tüketiciyi yanıltmış da olmayacak. Dolayısıyla bu paketi almak için Turkcell ile Vodafone arasında kıyasıya bir rekabet beklenebilir. Avea da sürpriz yapabilir. İhalenin en zevkli bölümü sanırım burası olacak.

2100 MHz frekansındaki 5+5’lik paketler için de bir rekabet sözkonusu olabilir. Ancak 1800’deki kadar değil. Burada bir operatörün her iki paketi de satın alması mümkün. 2600 MHz’de de 25+15+10+10+10’luk 4 paket var. Orada da rekabet yaşanmaz gibi görünüyor. Biliyorsunuz 3 operatörün dışında 2600 MHZ için Adem Öcal adlı işadamının şirketi NetGSM de şartname almıştı. Ancak konuya yakın kaynaklar bu şirketin frekans satın alabileceğini düşünmüyor. “50 bin liraya şartname alarak 50 bin liraya yapılamayacak bir PR yaptı”’ diyenler ağırlıkta.

ULAK’ta sıkıntı yaşanabilir mi?

26 Mayıs’ta yapılacakken ertelenen ihale ile bugün yapılacak ihale arasındaki en büyük fark kullanılacak teknolojilerdeki yerlilik oranı ile ilgili oldu. İlk yıl yüzde 30’la başlayan 3 yıl sonunda yüzde 45’e kadar çıkan bir yerlilik şartı kondu.

Hatırlayalım Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı Orhan Öğe enteresan bir çıkış yapmış ve BTK’yı ihaleyi aceleye getirerek yabancı teknoloji firmalarına peşkeş çekmekle suçlamıştı. Zira Netaş, Türk Telekom ve Aselsan’ın ortak olduğu ULAK projesinde gecikme vardı.

Yerli bir baz istasyon çalışmaları devam ediyor. Ortaya çıkan prototipin GSM operatörleri tarafından denendiğini biliyoruz. Ancak başarılı bir ürün olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Yani 4.5G teknolojisi oluşturulurken, bu üçlünün geliştirdiği ürün kullanılabilecek mi yoksa yine Ericcson, Huawei gibi uluslararası firmaların ürünleri mi satın alınmak zorunda kalınacak belli değil. Bu ürünlerin satın alınabilmesi için de Bakanlar Kurulu kararı gerekiyor.

Eğer ortaya çıkan ürün GSM operatörlerini tatmin etmezse kimbilir belki bu uluslararası devler Türkiye’de üretimi de düşünebilir.

‘İhalenin kazananı Türkiye olacak’

VODAFONE Türkiye CEO’su Gökhan Öğüt, bugün Ankara’da yapılacak frekans ihalesini değerlendirdi. Öğüt, “Mobil iletişimi 3G’nin en az 10 katı hıza taşıyacak olan 4.5G’ye geçmeye ve en ileri mobil genişbant teknolojisini sunmaya hazırız. Bu kapsamda, 26 Ağustos’ta yapılacak frekans ihalesinin genişbant teknolojilerindeki global birikimimizi Türkiye’ye taşımak için önemli bir fırsat olduğuna inanıyor ve ihale gününü heyecanla bekliyoruz. Tüketicilerimize uluslararası standartlarda en kaliteli hizmeti sunmamızı sağlayacak en uygun frekansları almayı hedefliyoruz. Vodafone olarak, önceki genişbant teknolojilerde olduğu gibi 4G ve üstü teknolojilerde de Türkiye pazarına yön veren operatör olmayı ve abonelerimize ilk günden itibaren son teknolojilerle hizmet sunmayı sürdüreceğiz” dedi.

Tüm dünyada genişbant erişim teknolojilerinin yaygınlığı ve kullanım yoğunluğunun uluslararası sıralamalarda ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri olarak kabul edildiğine dikkat çeken Gökhan Öğüt, sözlerini şöyle sürdürdü:”Yeni frekanslar, yeni yatırımların önünü açacak, ek istihdam yaratacak ve dijitalleşmede öncü ülkeler arasında yer almamızda etkili olacak. Türkiye’nin Dijital Dönüşümü’nü hızlandıracağına inandığımız bu ihale, ülkemizde önemli bir ihtiyaç olan genişbant atılımının gerçekleşmesinde rol oynayacak. Genişbant yatırımı ile Türkiye dijital ekonomi liginde önemli rekabet fırsatı yakalayacak. Dolayısıyla, 26 Ağustos 2015, Türkiye’nin dijital tarihinde bir dönüm noktası olacak ve ihalenin esas kazananı tüm Türkiye ve elbette tüketicimiz olacak.”

Yazının devamı...

Petrol 42 dolar olmuş bize ne!

Tarih 3 Haziran 2014.

O tarihte uluslararası piyasada 1 varil petrol 112 dolardan satılıyordu. Dolar 2.15 TL seviyesindeydi. Yani Türkiye 1 varil petrol ithal edebilmek için 240 TL ödemek zorunda kalıyordu.

Dün itibarıyla 1 varil petrol 42.80 dolara kadar geriledi. Dolar ise o tarihten bu yana 2.95 TL’ye çıktı. Bugün itibarıyla 1 varil petrol ithal edebilmek için ödediğimiz bedel 126 TL.

TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı da hesabın içine katılsa dahi (Ki doğrusu o) yüzde 47.5’lik bir düşüş yaşandı. Peki o tarihten bu yana bizim araçlarımıza koyduğumuz benzinde ne kadar düşüş oldu?

Petrolün varilinin 112 dolar olduğu günlerde 1 litre kurşunsuz benzin 5.02 TL’den satılıyormuş. Dün itibarıyla 1 litre benzinin satış fiyatı 4.55 TL. Yani kurşunsuz benzindeki düşüş yüzde 9.37 ile sınırlı.

Bir tarafta yüzde 48’e varan bir düşüş var, ancak nihai üründeki düşüş yüzde 10 bile değil.

Bunun sebebi malum. 5.02’lik fiyatın da 4.55’lik fiyatın da aslında büyük bölümü vergi ve dolayısıyla vergilerde herhangi bir düşüş olmadığı takdirde petrol isterse 10 dolara düşsün hatta bedava dağıtılsın, pompa fiyatına yansıması sınırlı oluyor.

1 lt petrol 0.81 kuruş

1 varil petrol 159 litreden oluşuyor. Yani şu an 0.81 TL’den satılıyor. 0.81 TL’den satılan 1 litre ham petrol rafineriye geliyor, işleniyor ve nihai ürün haline geldiğinde 1.27 liralık fiyata ulaşıyor. Bunun üzerine bayi ve dağıtıcı karını, navlunu, ÖTV ile KDV’yi ekleyince fiyat 4.55 TL’ye yükseliyor. Yani petroldeki düşüş ya da çıkış bu fiyat oluşumunun sadece şu an 1.27 TL olan rafineri çıkış bölümü üzerinde etkili.

Bir işe yaradı mı?

Hadi petroldeki düşüş yüksek vergilerden dolayı pompa fiyatına yansımadı. Hiç olmazsa Türk ekonomisine pozitif bir katkısı oldu mu?

Baktığınız zaman oradaki hikayenin de içinin boş olduğunu, yapılan hesapların kağıt üzerinde kaldığı görülüyor.

Cari açığı düşürecekti

Petroldeki düşüşün Türkiye’ye çok olumlu etkileri olacağı konuşuluyordu. Ne deniyordu?

Varil fiyatındaki her 10 dolarlık düşüşün cari açığa 5 milyar dolar katkı sağlayacağı iddia ediliyordu. Peki oldu mu?

Son açıklanan veriye göre yıllık miktarda cari açık 45 milyar dolarlar seviyesinde. 70 dolara yakın bir düşüş olduğuna göre petrolde, normal şartlarda 35 milyar dolarlık bir pozitif katkı olması lazımdı cari açıkta. Gerçekleşti mi hayır. Cari açığın en yüksek noktası yıllık 65 milyar dolarlar seviyesiydi. Tüketim kısıldı, bazı tedbirler alındı, 55 milyar dolarlara kadar geriledi. Bugün geldiğimiz noktada da 45 milyar dolar. Yani petrolün sağlayabileceği çok büyük bir fırsat tepilmiş vaziyette.

Milli geliri yükseltecekti

Petroldeki 40 dolarlık düşüşün, milli gelire yüzde 2’ye yakın katkı sağlayacağı iddia ediliyordu. Petrol 70 dolara yakın düştü, yani hadi yuvarlayalım milli gelire 3 puanlık katkı yapması beklenebilirdi, o da olmadı. Milli gelire bırakın 3 puanlık katkıyı, total milli gelir büyümesinin yüzde 3 gelmesi bugünkü şartlarda kolay görünmüyor.

Petroldeki düşüşün enflasyona da katkısı olacağı iddia ediliyordu. Zaten akaryakıt fiyatı içinde hammadde payı düşük olduğu için ve yansıması da yüzde 10’u bulmadığı için enflasyon üzerinde de enerji fiyatlarındaki düşüşün bir katkısı olmadı. Petrol enflasyonu düşürmedi ancak dolardaki artış, geçişgenlik ambalajı altında enflasyona katkı yaptı.

Yazının devamı...

Kasap Döner, 8 aysonra hesap döner

Yeme içme sektörünün çok hızlı büyüdüğünü rakamlar gösteriyor. Hâlâ ciddi büyüme potansiyeli olduğu fikrine de herkes katılıyor. Tek tük işletmelerden ziyade, zincir olmuş markalar da bu işte öne çıkıyor, çıkmaya devam edecek. Çünkü piyasada ciddi bir güven sorunu var. Hileye en çok gıdada rastlanıyor. İnsan sağlığı hiçe sayılıyor.

Geçtiğimiz aylarda Domino’s Pizza’nın Türkiye Müdürü Aslan Saranga ile görüşmemizde bayilere sağladıkları brüt kâr marjlarının yüzde 40 olduğunu söylemişti. Yüzde 40 kâr marjı oldukça cazip bir marjdı. Son 2 yılda sayıları 37’ye ulaşan Türkiye’nin ilk fast-casual döner markası Kasap Döner’de ise brüt kâr marjı yüzde 50 olarak çıktı karşıma.

Kasap Döner markasıyla zincir olan Global Restoran Yatırımları’nın ortaklarından Emrah Sarıtaş, brüt yüzde 50 kâr marjı imkanı sağladıklarını, 900 bin liralık ortalama yatırım bedelini 8 ay içinde çıkarmasını bilen lokasyonları olduğunu söyledi. Sarıtaş, ortalamada yatırımın geri dönme süresinin yine lokasyona bağlı olarak 24 ay ile 30 ay arasında değiştiğini belirtti. Herhalde bu yüzden olacak ki Kasap Döner’lere büyük bir yatırımcı ilgisi var.

Emrah Sarıtaş, “İlk şubemizi 2011‘de Üsküdar’da açtık ancak Nisan 2013’e kadar sadece 2 şubemiz vardı. Asıl büyümemizi son 2 yılda yaptık ve 37 şubeye ulaştık. Bu yılı 50 şube ile kapatmayı hedefliyoruz. 2016 sonunda 80 ile 90 arası bir rakama oturmuş oluruz” dedi.

Ortalama bir Kasap Döner restoranı 700 bin lira ile 900 bin lira arasında maliyetle kuruluyor. Bunun içine 50 bin dolarlık franchise bedeli de dahil.

Emrah Sarıtaş, “Lokasyonu biz inceledikten sonra karar veriyoruz. En az 10 sandalye olacak bir yer şartı arıyoruz. Yatırımcının gösterdiği lokasyonu doğru bulmuyorsak, bütüm yatırım riski yatırımcıya ait olduğu halde ‘Evet’ demiyoruz” diye konuştu.

Büyük boşluk vardı

Dönerin çok sevilen ancak hijyen kaygıları nedeniyle uzak durulan bir ürün olduğunu belirten Sarıtaş, şunları anlattı:

“Dededen etçi olmamız bizim için avantajdı. Erzincan’da kasaplık yapan dedemizin işini devraldık. Afyon’da besi çiftliğimiz var. Etler kendi yetiştirdiğimiz etler. Önce kasap zinciri olduk.

8 tane Sarıtaş markalı kasap dükkanımız var. Sonra döner işine girmeyi düşündük. İlk şubemizi Üsküdar’da açtık. Büyük ilgi ile karşılaşınca bu basit konsepti zincire dönüştürdük. Basit diyorum çünkü sadece döner satıyoruz. Yanında sadece patates ve kapalı içecek veriyoruz. Triliçe tatlısını da bu konsepte dahil etmiştik. Ancak triliçe çok meşhur oldu ve yaygınlaştı.”

Grubun Kasap Döner dışında ızgara et ve köfte çeşitleri satan 5 restoranlı İki Satır, tavuk döner ürünlerinden oluşan 2 restoranlı Köylü Güzeli markaları var.

En çok işi Bakü yapıyor

Emrah Sarıtaş, Kasap Döner zincirlerinde günde 3 ton döner tüketildiğini en iyi lokasyonlarının İstiklal Caddesi olduğunu söyledi. Ancak yurt dışı da kıyaslamaya dahil edilince Bakü bir numara çıkıyor. Sarıtaş, bu sonucun kendilerini de şaşırttığını belirttikten sonra “Bakü toplamda bir numara. Üstelik döner alışkanlıkları da yoktu. İstiklal şubemiz iki oluyor. Kıbrıs Lefkoşe şubemiz de ilk üçe giriyor” diye konuştu. Sarıtaş, Dubai şubesinin hazırlıklarının tamamlandığını, Suudi Arabistan’da da şube açmayı planladıklarını söyledi.

Eti tanımayan fiyata kanıp hevesleniyor sonra zarar ediyor

Kasap Döner’de 80 gram döner 14.60 TL’ye satılıyor. 100, 120, 150 gramlık porsiyonlar da var. Hesabı basit şekilde yapınca etin kilosu 182.5 TL’ye geliyor. Normalde etin kilosunun 30-40 lira olduğu düşünüldüğünde 4 hatta 5 kata varan kâr marjı varmış gibi duruyor döner işinde.

Acaba öyle mi?

Emrah Sarıtaş, söze Anadolu’daki bir atasözünü hatırlatarak giriyor. “Pişmiş eti kocana gösterme derler. Bunun haklı bir nedeni var. Zira et pişmeye başlayınca adeta erir. Yarıya yakın fire verir. Döner et daha da fazla erir. Dolayısıyla hesabı dönerin satış fiyatı ve etin kilo fiyatından yola çıkarak yapan yanılır” diyor. Nitekim bu basit hesabı yapan ve bu işte tatlı kâr varmış gibi görenlerin çok yanıldıklarını hayak kırıklığı yaşadıklarını ekliyor: “Bazı girişimciler bu işe hevesleniyor. Beklediği kâr marjını yakalayamayınca önce ustaya kızıyor. Sonra dönerin başında bir gün geçirerek ustanın bir kusuru var mı yok mu bizzat anlamaya çalışıyor. Ve kağıt üzerindeki hesabın, aslında tutmadığını bizzat görüyor.”

En iyi döner nerede yenir?

Kasap Döner gibi rakip zincirler de çıkıyor. Örneğin Şevket Sabancı’nın torunu Can Köseoğlu da Döner Stop markası ile zincir olma gayretinde. Bunun dışında artık efsaneleşmiş iyi döner yapan noktalar var. Emrah Sarıtaş, Beşiktaş’taki Asım Usta’nın, Kavacık’taki Bayramoğlu’nun ve Maltepe’deki Ali Usta’nın isimlerini sayıyor. ‘Etiler’deki Çardak Büfe’nin dönerini de beğeniyor. Emrah Sarıtaş, kömür ateşinde pişen dönerin sanılanın aksine iyi sonuç vermediğini belirtiyor. Mavi ateş vurulan dönerin de sağlıklı olmadığını, kızıl renkli ateşte sadece ısının yansıması ile pişen etin en sağlıklı sonucu verdiğini ekliyor.

Yazının devamı...

Tuzla, Maltepe, Kartal üçgeni iyi kazandırır

İş GYO Genel Müdürü Turgay Tanes, İstanbul ve Anadolu’da gayrimenkul yatırımında öne çıkacak noktaları değerlendirdi. Tanes, İstanbul’da prim yapma potansiyeli en yüksek bölgenin Tuzla, Kartal olacağını belirtip gerekçelerini sıraladı. Tanes’in Anadolu’daki favorisi ise İzmir.

“Herkes İzmit Körfez Geçiş Köprüsü’ne, Bodrum’a, Çeşme’ye daha kısa sürede ulaşmayı mümkün kılacak proje olarak bakıyor ancak asıl etkileri görülemiyor” diyerek söze girdi İş GYO Genel Müdürü Turgay Tanes. Tanes’e göre İstanbul’da en hızlı ve hatrı sayılır oranda prim yapma ihtimali en yüksek bölge Tuzla’dan başlıyor, Kartal ve Maltepe’yi de içine alıyor. Zira o bölgede fiyatlar hala ulaşılabilir seviyede ve doymamış halde. Şu an ortalamada 2 bin 500- 3 bin TL olan metrekare fiyatlarının çok hızlı bir şekilde yukarı gitme ihtimali var. Kuşkusuz bunu tetikleyecek en önemli gelişme Körfez Geçiş Projesi olacak. Ancak tek sebep o değil. Tanes, neden bu bölgenin öne çıkacağını madde madde sıraladı. Hepsi de makul, kimsenin itiraz edemeyeceği gerekçeler:

7 prim yapma sebebi

- Ulaşım kolay

Bölgenin, hem deniz bağlantısı hem de raylı sistem bağlantısı var. TEM ve D100 karayolu ile direkt bağlantısı var.

- Marina etkisi

Cami Mahallesi’nde inşa edilen Tuzla Marina projesi, ilçeyi gelişim grafiğinde üst noktaya taşıyor. Türkiye’nin en büyük marinalarından biri olan Tuzla Marinası, alışveriş merkezleri, tema parkları, otelleri ve binlerce deniz canlısını içinde barındıracak akvaryumu ile cazibe merkezi olacak.

- Aydos Ormanları

Tıpkı Belgrad Ormanları gibi dizayn edildiği takdirde bölgenin, nefes alma bölgesi olmaya aday.

- Uzun sahil şeridi

Tuzla ve Kartal bölgesi ve özellikle sahil şeridi, yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’un en güvenli noktaları. Burada gece geç vakitlere kadar zaman geçirmek, spor yapmak, bisiklete binmek ya da yürüyüş yapmak mümkün.

- Yerel yönetim etkisi

Kartal Belediyesi’nin yaptığı çalışmalar bölgede inşaat projesi yürütenlerce de takdir ediliyor. Hatta tüm tarafların bir araya geldiği platform da var. Kartal’ın ve civar bölgenin geleceği bu platformda tartışılıyor, yeni projelerle gelişim nasıl desteklenebilir, bunun yol haritaları çıkarılıyor.

- İstanbul Finans Merkezi

Ataşehir daha önce keşfedildi ve orada zaten gayrimenkul fiyatları gidebileceği yere gitti. Bölge cazibe merkezi olduğunda daha ulaşılabilir fiyatlı çevre noktalar prim yapacak.

- Körfez Geçiş Projesi

Belki de bölgenin tüm çehresini değiştirecek proje. Turgay Tanes köprünün devreye girmesi ile bölgede hayatın nasıl değişeceğini şu sözlerle özetliyor: “Bursa’da bir fabrikada çalışan kişi ailesi ile İstanbul’da oturmak, çocuğunu burada bir okula göndermek isterse çok rahatlıkla Tuzla’da, Kartal’da oturabilecek. Ya da Tuzla Tersane’de çalışan bir beyaz yakalı mühendis, çiftlik hayatı yaşamak isterse Orhangazi’den kendine bir çiftlik evi alabilecek. Köprü, sadece bu bölgenin değil, tüm Kuzey Marmara’nın şeklini değiştirecek.

Yazının devamı...

Şantiyenin yıldızları

Fenerbahçe istedi, TMSF’de arama yapıldı. Ancak Telsim Uzanlar’a aitken yapılan tribünün inşaat evrakı bulunamadı. SGK dosyası kapatılamadığı için, Saracoğlu Stadı ‘şantiye’ statüsünde kaldı

Şantiye’nin yıldızları başlığına takılıp da sakın kıskançlık yaptığımı ve ortalık bulandırmaya çalıştığımı düşünmeyin. Evet bir Beşiktaşlı olarak Fenerbahçe’nin bu sezon yaptığı transferleri kıskançlıkla izliyorum ancak bu aktaracağım gelişmenin Fenerbahçe Spor Kulübü yönetimi ile uzaktan yakından alakası olmadığını ortada bir kusur varsa da bunun Fenerbahçe camiasına ait olmadığını peşinen belirtmek isterim.

Konunun merkezinde Uzanlar var. Uzanlar yüzünden Fenerbahçe Kulübü, Şükrü Saracoğlu’na bir türlü yapı kullanım iznini alamıyor. Yapılan aramada gerekli dosyalar yine bulunamadı. Dolayısıyla Saracoğlu Stadı belki de tekrar eskiyip yıkılana kadar uzun yıllar ‘Şantiye’ olarak müsabakalara ev sahipliği yapma tehlikesi ile karşı karşıya.

İşte ilginç hikaye

Önce bir geçmişe dönüp, Saracoğlu Stadı’nın yeniden yapılış hikayesini hatırlayalım. Stadın kapasitesini artıracak proje, Aziz Yıldırım’ın başkanlığı süresinde yaptırıldı. 1999 Eylülü’nde başlanan açık tribün inşaatları ile stat kapasitesi artırılmaya başlandı. Her iki açık tribün, 10 bin seyirci kapasitesine çıkartıldı. Eylül 1999’da inşaatına başlanan ve 20 Ağustos 2000 tarihinde, 2000-2001 sezonunun açılış maçı olan İstanbulspor maçıyla hizmete giren “Migros Tribünü”’ ile kapasite 30 bin civarına çıkarıldı. Aynı sezon içinde diğer açık tribünün inşaatına da başlandı. 6 Mayıs 2001’de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla “Telsim Tribünü”nün (2009’dan itibaren “Türk Telekom Tribünü”) de hizmete girmesiyle, seyirci kapasitesi 42 bin oldu.

Maraton Tribünü de yıkıldı ve alt kısmı 2 Aralık 2001’deki Fenerbahçe-Beşiktaş maçında, tamamı ise 16 Şubat 2002 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında açıldı. 2002-2003 sezonunun ilk yarısında kale arkalarındaki tribünlerin üstü kapatıldı.

2005 yılının Mart ayında numaralı tribün yıkılarak yerine 9 ayda yeni tribün yapıldı. 26 Şubat 2006 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçıyla, yeni adı “Fenerium Tribünü” olan Numaralı Tribün’ün üst kısmı, Nisan ayında da alt kısmı hizmete girdi. Böylece yaklaşık 6,5 yıl süren yenileme çalışmasıyla stadın kapasitesi 53 bin 500’e ulaştı.

Buraya kadar herşey iyi güzel. Ancak ortada bir gerçek var ki o da stadın yapı kullanım izin belgesi yok. Bunun da tek sebebi Telsim tribünü olarak Uzanlar’ın yaptığı inşaat.

Belge kaçırmakta, sahte belge düzenlemekte, yasal prosedürlere uymamaktaki uzmanlıkları artık mahkemeler tarafından tescillenmiş olan Uzanlar, Telsim kendilerindeyken yaptıkları inşaatta da hiç bir yasal gerekliliği yerine getirmemiş.

Bir inşaatın tamamlanabilmesi için Sosyal Güvenlik Kurumu nezdinde açılan inşaat dosyasının kapatılması gerekiyor. Ancak Telsim tribününden dolayı bu dosya bir türlü kapatılamıyor.

Uzanlar’ın tüm malvarlığı TMSF bünyesine geçtikten sonra Fenerbahçe Kulübü’nün isteği ile arama yapıldı. Ancak dosyayı kapatmak için gerekli evraka ulaşılamadı. TMSF yetkilileri muhtemelen sözkonusu evrakların, Uzanlar tarafından imha edilmiş olduğunu düşünüyor. Bu konuyla ilgili çalışmalardan sonuç alınamadığını söyleyen bir TMSF yetkilisi “Pek çok evrağı imha etmişlerdi. Muhtemelen Şükrü Saracoğlu stadı inşaatı ile ilgili evraklar da bunların içindeydi. Bize ulaşan belgeler arasında son kez titiz bir çalışma daha yaptık ancak bir belgeye ulaşamadık.” diye konuştu.

ŞANTİYEDE ELEKTRİK DE SU DA PAHALI

Fenerbahçe Robin van Persie ile bugün sözleşme imzalıyor. Geçen haftalarda da Luis Nani, Simon Kjaer, Josef de Souza ile Bursaspor’dan Şener ve Fernandao takıma dahil edildi. Fenerbahçe taraftarı 2015-2016 sezonunun başlamasını iple çekiyor. Peki bu yıldızların şantiye statüsündeki statta oynaması ne anlama geliyor? Ya da soruyu şöyle sormak lazım. Stadın yapı kullanım izninin alınamaması ve inşaat dosyası kapatılamadığı için hala şantiye kabul edilmesinin bir zararı var mı? Pratikte yok. Ancak yasalar gereği şantiyeler elektrik ve su başta olmak üzere tüm hizmetleri farklı bir tarife üzerinden alıyor. Stadın ışıklandırılması elbette ciddi bir masraf. Bu ışıklandırma ‘Şantiye’ statüsünden dolayı daha pahalı bir elektrik tarifesi üzerinden yapılıyor. Aynı şekilde stadın tüm suyu da yine yüzde 20’ye yakın daha pahalı bir fiyattan alınıp kullanılıyor.

Yazının devamı...

Ünlü mimarların karşısına çıkan ‘beklenmedik tepe’

Royal Academy of Arts’ın girişine koyulan ve Türk seramiğinden yapılan Unexpected Hill isimli yerleştirme, ünlü mimarlık ofislerine ev sahipliği yapan Londra’da önemli bir tanıtım hamlesi oldu.

Toprağı alıyorsunuz, pişiriyorsunuz ve satıyorsunuz. Pişirirken kullandığınız enerji ithal ancak seramik yine de Türkiye’nin ithalat payı en düşük ihracat ürünü. Bu yüzden ihracat rakamını yukarı taşımak önemli. Türkiye’nin dış ticaret dengesine net pozitif katkı yapıyor. Türk Seramik Tanıtım Grubu son yıllarda hedef pazarlarda önemli tanıtım etkinlikleri yapıyor. Bu etkinlikler ihracat rakamlarına da yansıyor. Geçen hafta SO? Mimarlık ve Fikriyat isimli Türk firmasının iki boyutlu seramiklerden yaptığı üç boyutlu Beklenmedik Tepe (Unexpected Hill) enstalasyonu (yerleştirme) İngiltere’nin ünlü saygın kuruluşlarından biri olan Royal Academy of Arts’ın Burlington Gardens’in girişine konuldu.

Üç boyutlu form

Royal Academy of Arts’ın bir kısmının restore edilmesi kararı ile gündeme gelen, tarihi eserin Burlington Gardens tarafındaki girişine yapı ile uyumlu modern bir mimari eser konulması için düzenlenen yarışmayı SO? kazanmıştı. Türk firmanın projesi 3 İngiliz firmasının teklifleri ile yarıştı. Royal Academy of Arts’ın geçtiğimiz sonbaharda düzenlediği ‘Malzemelerin Anlamı’ adlı bir dizi etkinliğinin ardından mimarlar yeniden geleneksel seramikleri düşünmeleri konusunda teşvik edilmişti. Beklenmedik Tepe’de kullanılan geometrik şekiller tarih boyunca kullanılan iki boyutlu seramik model ve desenlerden ilham alınarak elde edildi. SO? Mimarlık ve Fikriyat’ın kurucularından Sevince Bayrak bunu şöyle dile getirdi: “Üç boyutlu bir form yaratmak için üçgenlerin geometrik modellerini değiştirdik. Örneğin iki boyutlu bir objeyi üç boyutlu bir alana dönüştürmek için geometriyi kullanmamız konusunda Mukarnas formunun prensipleri bize yardımcı oldu ve bir tepe, yani üç boyutlu bir yapının en yüksek noktasını ziyaretçilerin içinden geçebilecekleri bir tünel olarak yarattık. ”

Geleneksel İslam mimarisinde kullanılan ve seramiklerin radyal simetriye uygun olarak kullanılmasını sağlayan dekoratif bir bezeme türüne ‘Mukarnas’ deniyor. Geometrik sütunlar, halen dünyadaki en hafif seramik olarak bilinen karolarla kaplanırken, yarı saydam seramikler akşam saatlerinde de mekânı aydınlatarak ilginç bir görüntü ortaya koyuyor. SO? Mimarlık daha önce İstanbul Modern’in bahçesine Göğe Bakma Durağı projesi ile nefis bir müdahalede bulunmuştu.

Sorun ucuz pazarda

Yazının devamı...

Ciro % 70 artarken kârı 4 kat büyütme mucizesi

Sabancı Holding Sanayi Grubu Başkanı Mehmet Pekarun ile Ramazan ayı başlamadan hemen önce bir öğlen yemeğinde buluştuk. Net aktif değer dağılımında Sabancı Grubu uzun bir süredir Akbank’ın ağırlığını dengelemek istiyor. Bu da Akbank’ın hız kesmesi ile değil sanayi, perakende ve enerji tarafının daha hızlı koşması ile olacak kuşkusuz.

Brisa, Kordsa Global, Temsa ve Yünsa’dan oluşan grup sanayi şirketlerinin performansındaki ivmelenme bu açıdan gerçekten dikkat çekici. Brisa özellikle kış lastiği uygulamasının satışlarına yaptığı doping ile iyi bir çıkış yakalamıştı. Kordsa Global başta Uzakdoğu olmak üzere dünya ölçeğinde önemli bir oyuncu olarak konumunu sağlamlaştırdı. Sanayi grubunda bu iki şirket amiral gemisi. Kârlılığın yüzde 80’i bu iki şirketten geliyor. Ancak Pekarun’un verdiği bilgiye göre ‘Satıldı satılacak’ söylentileri hiç bitmeyen Temsa’da taşlar yerine oturdu ve doğru yapı kurulduktan sonra orada da sürpriz bir büyüme var. Temsa ve Yünsa’nın da katkıları ile sanayi grubunda son 5 yılda ciro yüzde 70 artmasına rağmen kârlılıkta 4 katlık müthiş bir artış söz konusu.

Pekarun, 4 katlık kâr büyümesinin ekstra olduğunu, önümüzdeki 5 yıl için benzer bir mucize artışın yakalanmasının zor göründüğünü belirtip yapılan 5 yıllık planda ciroyu 6 milyar liradan 12 milyar liraya çıkarmanın, kârlılığı da yine ikiye katlamanın hedeflendiğini söyledi. Bu yeni hikayenin yazılmasında mevcut işler yine önemli rol oynayacak. Brisa’nın Aksaray’da devam eden yeni yatırımı ile kapasite yüzde 50’ye yakın artacak. 300 milyon dolarlık yatırımla Brisa, Aksaray’da yıllık 4.2 milyon adet lastik üretmeyi planlıyor. Halen İzmit’te yapılan üretim ise yıllık 10 milyon adet düzeyinde.

Kordsa Global ise Asya Pasifik bölgesinde kararlı bir şekilde büyümeye devam ediyor. Endonezya’da ikinci fabrikasını Java adasının batısında yer alan Bogor-Citeureup’ta bu yılın başında açan Kordsa Global, endüstriyel naylon, polyester ve kord bezi üretiminde dünya lideri. Bu anlamda Türkiye’nin en başarılı global markası olduğunu söylemek mümkün. Türkiye dışında ABD, Brezilya, Çin, Tayland, Mısır ve Almanya gibi ülkelerde 10 ayrı tesisi olan Kordsa 4 binden fazla çalışana sahip.

Sasa’dan çıkan Sabancı Grubu, Yünsa’da ise atılım içinde. Hugo Boss dahil pek çok üreticiye kumaş vermeye başladı. Temsa ise başlı başına bir hikaye o yüzden ona ayrı bir kutu açmak lazım geldiğini düşünüyorum.

Sanayide yeni oyun alanımız kompozit

Mehmet Pekarun, Sanayi Grubu’nun ana işlerinde rekabetçiliğini sürdürürken, büyümesini yüksek katma değerli yeni iş modelleriyle gerçekleştirmek istediğini söyledi.

Kordsa Global’in Türkiye patent liginde ilk 10’da yer aldığına dikkati çeken, Kompozit Teknolojileri Mükemmeliyet Merkezi’nin Kordsa Global ve Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle 2014 yılında temelinin atıldığına değinen Pekarun, kompozit alanında yeni işlere girmek istediklerini bu alanda ciddi bir yetkinliğe sahip olduklarını söyledi. Pekarun, şöyle konuştu: “Kompozit sektörü önümüzdeki dönemin en önemli iş kollarından biri olacak. Bizde kord bezinden başlayan bir yetkinlik var. Elyaf reçinelendirmeyi biliyoruz. Bilgimizi daha da geliştirecek AR-GE tesislerine ve yetişmiş insan gücüne sahibiz. Havacılık, savunma ve otomotiv sektörleri başta olmak üzere katma değerli ürün anlamında nerelerde oyun alanı var araştırıyoruz. Bazı büyük şirketlerle dirsek teması halindeyiz. Bu alanda Türkiye pazarı küçük ancak global ölçekte nasıl büyürüz modelleri araştırıyoruz. Cirosal anlamda yeni büyüme alanımız kompozit olabilir.”

Temsa gözden düşmüştü şimdi ‘göz bebeği’ oldu

Temsa da tıpkı Sasa gibi Sabancı Grubu’nun satılacaklar listesine koyduğu bir şirket gibi görüldü. Tatmin edici olmayan performansı da bu dedikoduyu hep sıcak tuttu. Ancak Temsa’da adeta bir mucize yaşanıyor. Mehmet Pekarun, durumu şu sözlerle özetledi: “Evet zor günler geçirdi ancak sonunda doğru yapı kuruldu. Doğru yapı kurulunca da kârlılık geldi. Burada hedefimiz pazar lideri olmak değil, sağlam, sürdürülebilir bir yapı kurmaktı. Sanırım taşlar yerine oturdu.” Temsa, Safir gibi iyi bir ürünle pazarda önemli bir oyuncu olduğunu gösterdi. Ancak yurtdışı pazarlarda sağladığı başarı da övgüye değer. Temsa’nın ilk kez 2010 yılında başladığı Amerika ihracatı katlanarak büyüdü. Şu an Temsa’nın ABD’de 630’dan fazla aracı var ve kendi segmentinde yüzde 10’luk pazar payına ulaştı. Google ve Facebook gibi teknoloji şirketleri Temsa’yı tercih etmiş. Personel taşıması için kullanıyorlar. 40 eyalette Temsa otobüsleri kullanılıyor. California, Florida, New Jersey ve New York araçların en çok satıldığı eyaletler. ABD’nin dışında Avrupa’da da Temsa kendine yer açmaya çalışıyor. Fransa’da önemli bir oyuncu olan Temsa’nın İtalya pazarındaki gelişmeleri de umut verici. Temsa’nın İtalya’da da 800’e yakın aracı var yollarda. Bunlardan 200’ü şehiriçi, 300’ü turizm amaçlı kullanılıyor. 90 da minibüs satmış İtalya’ya. Temsa’nın bu yıl sonuna doğru piyasaya çıkarmaya hazırlandığı bir de elektrikli otobüs modeli var. Aselsan’la birlikte geliştirilen bir model ve bir de ikinci bir elektrikli otobüs çalışması var Temsa’nın.

Barça’nın salonlardaki adı Barcelona Lassa

KÜRESEL oyunculuk anlamında hedef büyüten Lassa’nın 1 Haziran 2015’te yürürlüğe giren anlaşması da oldukça ses getirdi. 60’dan fazla ülkeye ihracat yapan Lassa, markanın adını daha çok duyurabilmek için FC Barcelona ile işbirliğine imza attı. 4 yıllık dönemi kapsayan anlaşma ile kulübün tüm salon takımlarının resmi ismi tıpkı Fenerbahçe Ülker gibi Barcelona Lassa oldu. Anlaşma süresince Messi, Neymar, Iniesta gibi dünyaca ünlü yıldızlar, reklam filmleri dahil tüm Lassa iletişim çalışmalarında yer alabilecek. Bu anlaşma ile Lassa, bir spor kulübünün tüm salon sporlarının isim sponsorluğunu üstlenen ilk Türk markası olarak tarihe geçti. Ayrıca, FC Barcelona ile birden fazla spor branşında küresel işbirliği yapan ikinci marka unvanını da kazandı. Anlaşmanın resmi imza töreni ise 2015-16 futbol sezonunun başlangıcı olacak ağustos ayında, FC Barcelona’nın stadı Camp Nou’da yapılacak.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.