Şampiy10
Magazin
Gündem

Fiberde inatlaşmanın maliyeti 12 milyar $

1 Nisan itibarıyla GSM şirketleri 4.5G teknolojisini devreye sokacaklar ancak Türkiye’nin bu teknoloji için fiber altyapısını hızlı biçimde geliştirmesi gerekiyor. Zira şu an 3 grubun toplamda 255 bin kilometrelik fiber altyapısı var. Daha çok bölgenin kazılması ve fiberin döşenmesi gerekiyor. Eğer 3 şirket ortak çalışmazsa her bölgeye 3 grup da ayrı ayrı kazarak ulaşacak. Bu da aynı maliyetin 3 kere tekrarlanması olacak. Kıt kaynaklar en çok konuşulan ve internete girilen nüfus yoğun bölgelere aktarılacağı için Türkiye’nin tamamının 4.5G ile tanışması çok uzun zaman alacak. Teknolojinin son harikası ürünler de 4.5G olmadan işlevsiz birer süs eşyasına dönüşecek.

İlk olarak Turkcell ortak şirket çağrısı yapmıştı. Vodafone Türkiye de bu çağrıya olumlu yanıt vermişti. Ancak burada asıl belirleyici Türk Telekom Grubu’nun tavrı. Zira en büyük fiber altyapı Türk Telekom’da ve rekabet açısından bu altyapısını diğer operatörlerle ortak kullanacağı modele şimdilik sessiz kalıyor.

Rakamlara bakacak olursak Türk Telekom’un yaklaşık 205 bin kilometre, Turkcell’in 36 bin 500 kilometre ve Vodafone’un da 15 bin kilometrelik bir fiber altyapısı var. Yani Türk Telekom’un işi ağırdan alması ve sessiz kalmasının da bir anlamı var.

Turkcell Genel Müdür Yardımcısı İlker Kuruöz, her eve fiber ulaştırmanın milli bir mesele olarak görülmesi gerektiğini belirterek, “Ortak altyapı şirketi kurulmaması durumunda 3 operatörün 16 milyar doların üzerinde yatırım yapması gerekecek. Birlikte hareket edilirse bu rakam 3.9 milyar dolara iner. Yani 12.5 milyar dolara yakın bir rakam çöpe gitmemiş olur” dedi.

Kuruöz, 12 milyar dolarlık rakamın dünyanın en yoksul 5 ülkesinin bir yıllık gelirine eşit olduğunu ve bu paranın toprak altına gömülmesi yerine katma değerli servislere ve Ar-Ge’ye yönlendiririlmesinin daha mantıklı olacağını savundu.

2 şirket evet derse

Las Vegas’ta düzenlenen CES Tüketici Elektroniği Fuarı’nda bir grup gazeteciyle sohbet toplantısı düzenleyen Kuruöz, Türk Telekom’un ortak altyapı şirketine yanaşmaması durumunda Vodafone ile birlikte hareket etmeyi düşünebileceklerini belirterek, şöyle konuştu: “Üç operatörün ortak hareket etmesi konusunda ısrarcıyız. Baştan pes etmek istemiyoruz ama yeni gireceğimiz şehirler için Vodafone ile temastayız. Ortak yatırımları konuşuyoruz. İki operatör birlikte olursa yine yüksek bir yatırım miktarı gerekiyor. Bu da tahminimize göre 8.5 milyar doları bulur.”

Devlet inisiyatif almalı

Türkiye’de ‘her eve internet’ projesinin gerçekleşmesi için fiber konusunda devletin insiyatif alması gerektiğini söyleyen Kuruöz, İspanya örneğini verdi. İspanya’da Rekabet Kurumu, geçtiğimiz günlerde hakim konumda bulunan Telefonica’ya altyapı paylaşımı yapması gerektiğini bildirmişti. Kuruöz, “Orada devlet işe el attı. Telefonica’ya ‘Dijitalleşme memleket meselesi’ dedi. Devlet inisiyatif alırsa bu iş oluyor. Eğer ortak yatırım kararı olmazsa herkesin kazma hakkının kolaylaştırılması gerekiyor” diye konuştu.

Kuruöz, Kasım ayında Ulaştırma Bakanlığı ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’yla toplantı yaptıklarını, dünyadaki modelleri anlattıklarını belirtti. Kuruöz, 1 Nisan’da geçilecek 4.5G için de fiber yatırımlarının şart olduğunu söyledi.

Telefonica’ya ‘Paylaş’ talimatı

Geçtiğimiz günlerde İspanya Rekabet Kurumu (CNMC) ülkedeki telekomünikasyon şirketlerinde deprem etkisi yapan bir karara imza attı. CNMC, ülkede 3 fiber altyapı sağlayıcının da hizmet verdiği 34 bölge haricindeki yerlerde, yüzde 45 pazar payı ile hakim operatör konumunda bulunan Telefonica’ya altyapı paylaşımı yapması gerektiğini bildirdi. 34 bölge, İspanya yüzölçümünün dörtte birini oluşturuyor. Sanayi ve Ekonomi bakanlıkları tarafından da incelenecek olan CNMC’nin teklifi, onay alarak resmileştiği takdirde nihai karar mercii olan Avrupa Komisyonu’na taşınacak.

Gidilmesi gereken 12 milyon hane var

TÜRKİYE’DE şu ana kadar yaklaşık 261 bin kilometre fiber ağa ulaşıldığını söyleyen İlker Kuruöz, şunları anlattı: “Şu anda Turkcell 2.3 milyon haneye ulaştı. Türk Telekom da buna yakın. Gidilmesi gereken 12 milyon hane var. Fiber ağın uzunluğu 347 bin kilometreye yükseltildiğinde Türkiye’de hemen her evin kapısına internet gitmiş oluyor.”

En hızlı olacağız

4.5G’DE dünyanın en güçlü altyapılarından birisini kurmak için çalıştıklarını ve 5G’de de standartlar belirlenirken söz sahibi olmak istediklerini vurgulayan İlker Kuruöz, “1 Nisan’dan itibaren Türkiye’nin 81 ilinde en hızlı 4.5G hızı olacak 375 Mbps mobil internet hızını sunabilen tek operatör olacağız. 2017 yılından itibaren de testlerini yaptığımız 1.000 Mbps üzeri mobil hızları da yine ilk olarak biz sunacağız. 4.5G ile data kullanımı 3G’ye göre 20 kat artacak. Çok daha yüksek hız ve kapasite sayesinde her yer ofis olacak. Akıllı şehir ve akıllı ev altyapıları kusursuz çalışacak” dedi. Medyadan ulaşıma, lojistik sektöründen gıda sektörüne, enerjiden tarıma kadar her alanda büyük bir dönüşüm yaşandığını vurgulayan Kuruöz, “Değişime ayak uyduramayan şirketler ve sektörler yok olacak. Şirketler ulusal ve global rakipleri ile rekabet etmek için teknolojiyi kullanmak zorundalar. Şirketler için işlerini her yerden anlık takip edebilmek çok önemli. Bunun için kaliteli ve kesintisiz mobil iletişim gerekiyor. 4.5G şirketlerin büyümesi için en büyük itici güçlerden birisi olacak. 4.5G yeni iş alanlarının açılmasına da vesile olacak. Bugün ilkokula giden çocukların yüzde 80’i henüz ortaya çıkmamış işleri yapacaklar” diye konuştu.

12 milyar doların anlamı

Dünyanın en fakir 5 ülkesinin milli gelir rakamları

- Sao Tome and Principe (Orta Afrika): 248 milyon dolar

- Sierra Leone (Batı Afrika): 2.24 milyar

- Burundi (Doğu Afrika): 2.33 milyar

- Eritrea (Somali): 2.61 milyar

- Swaziland (Güney Afrika): 3.98 milyar

Yazının devamı...

26 Şubat 2018 doğum gününe yetiştireceğiz

3. Havalimanı için yer teslimi 1 Mayıs 2015’de yapıldı ve birinci fazın inşaası için teslim tarihinden sonra 42 aylık süre tanındı. Bu süre 2018’in sonuna doğru bitecek olmasına rağmen, A380 uçaklarının dahi iniş yapabileceği uzunluktaki ilk 2 pist, ana yolcu terminali, 18 bin araçlık otopark, destek tesisleri, 311 adetlik uçak park alanlarından oluşan birinci faz 26 Şubat 2018’e yetişecek şekilde hummalı bir çalışma var. 26 Şubat’ın önemini merak edenler için de belirtelim bu tarih Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum günü. Şu an dev inşaata İGA yani İstanbul Grand Airport deniyor ancak büyük bir ihtimalle açılırken adı da Recep Tayyip Erdoğan Havalimanı olacak gibi görünüyor.

Helikopterden bakış

Önceki gün konsorsiyum ortaklarından Limak Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ve İGA CEO’su Yusuf Akçayoğlu ile birlikte inşaat alanını helikopterle havadan inceleme fırsatı bulduk. 2 bine yakın kamyonun ve sayısız iş makinasının 24 saat boyunca adeta karınca gibi çalıştığı, çukurların doldurulurken, yükseltilerin de traşlandığı o doğaya meydan okuma faaliyetini görüp de etkilenmemek mümkün değil. Şu an 10 binin üzerinde işçi var inşaat alanında. Mart-Nisan aylarında 30 binin üzerine çıkılacakmış.

İnşaat alanını havadan gösteren Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve İGA Yönetim Kurulu Üyesi Nihat Özdemir, İstanbul’a yapılan yeni havalimanı çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiğini belirterek, “Havalimanının ilk etabının yüzde 15’i tamamlandı” dedi.

Özdemir, havalimanının 90 milyon yolcu kapasiteli ve üç adet kuzey-güney pistini kapsayan birinci etap yatırımlarının finansmanı için ayrılan 6 milyar euroluk bütçenin 1 milyar 250 milyon euroluk hak ediş kısmının Kasım sonu itibarıyla ödendiğini söyledi.

Zemin çöker mi?

Herkes üçüncü havalimanı Silivri’ye yapılacak diye beklerken, şu an inşaatın bulunduğu bölgeye karar verildiğini ilk yazan bendim. Ancak bir endişem vardı. Orası eski kömür ocakları sahasıydı ve çok fazla çukur vardı. Şimdi o bölgede hakikaten inşaat için zor bir süreç yaşanıyor. Bazı yerler traşlanıyor bazı yerler dolduruluyor. Dolgu sonrası çökmeler olabileceği iddia ediliyordu. Çalışmaların tüm hızıyla devam ettiğini ve ince eleyip sık dokuduklarını vurgulayan Özdemir, “Sadece beton ve toprak analizlerini yapmak için kurduğumuz laboratuvara 20 milyon euro harcadık. Bu laboratuvarda dolgunun yeterli olup olmadığını da ölçüyoruz. Ben burayı 25 yıl çalıştıracağım. Bu yüzden işimi kaliteli yapmam gerekiyor” dedi.

Özdemir, ihaleye girerken 5 ortak olarak 3 defa helikoptere bindiklerini belirterek, sahayı karadan ve havadan defalarca patronlar ve teknik elemanlarla incelediklerini anımsattı.

Bu gezi ve toplantılarda maliyet hesabına baktıklarını dile getiren Özdemir, “Zemin beklediğimizden zor çıktı. Bunu itiraf edebiliriz. Biz başta bütün balçığı kaldıracağımızı düşünmemiştik. Yük taşımayan, sıkışmayan bozuk malzemenin bu kadar çok olduğunu tahmin etmemiştik ancak çalışma temposunu artırarak bunları ortadan kaldırdık” ifadelerini kullandı. Özdemir, şu anda maliyet hesaplarının içinde kalarak yollarına devam ettiklerini vurguladı.

En büyük havalimanının 3 katından daha büyük

Şu an kapladığı alan olarak dünyanın en büyük havalimanı Pekin’de. 2 bin 330 hektar alanlık Pekin Havalimanı’nı 1.902 hektarlık yayılma alanı ile Atlanta izliyor. Ancak 3. Havalimanı bittiğinde 7 bin594 hektarlık alanı kaplayacak. Merak edenler için Atatürk Havalimanı’nın kapladığı alan ise 1.165 hektar. İlk etap tamamlandığında günde 3 bin 500 uçuş gerçekleşebilecek.

200 milyon yolcu uçabilir

İGA CEO’su Yusuf Akçayoğlu, Türkiye’den 3 saatlik uçuşta dünya havacılık sektörünün yüzde 40’ına hakim olunduğunu belirterek, Hindistan ve Uzak Doğu’dan uçacak insanların İstanbul’dan yapacağı aktarmanın biletlerin ucuzlamasını sağlayacağını söyledi. Bunun sebebi de aktarma yapan yolcuların dar gövdeli uçaklarla seyahat edecek olması. Meraklısı için hatırlatalım dar gövdeli uçakların operasyonel masrafları daha az. Yani İstanbul’dan Tokyo’ya geniş gövdeli bir uçakla uçmak yerine, bir transfer noktası belirleyip iki adet küçük gövdeli uçakla aktarmalı uçmak daha düşük maliyetli. Türkiye de bu avantajını kullanacak ve dünyanın belki de en önemli transfer noktası olacak. Zaten şu an bile Atatürk Havalimanı yolcusunun yüzde 45’i transfer yolcusu olmuş durumda. Akçayoğlu ilk etabın 90 milyon yolcuya göre planlandığını ancak 120 milyon yolcuya ulaşabileceklerini düşündüğünü söyledi. Akçayoğlu tüm etaplar bittiğinde yıllık kapasitenin fiilen 200 milyon yolcu olacağını söyledi.

2 bin kamyon 24 saat aralıksız çalışıyor

Şu an havalimanı inşaatında kadrolu 1.704 kamyon 24 saat boyunca toprak hareketini gerçekleştiriyor. Buna 182 ekskavatör, 50 grayder, 121 silindir, 84 dozer eşlik ediyor. Dışarıdan gelen kamyonlarla sayı 2 bini buluyor. Mevcut çalışan sayısı 10 bin. Nisan ayıyla birlikte 30 bini geçecek.

Gayrettepe’den 25 dakikada ulaşım olanağı

-33 kilometrelik Gayrettepe metro hattı ile 25 dakikada havalimanına ulaşılabilecek.

-İnşaat alanı 3.5 milyon m2 ile Monako’nun 1.7 katı. 24 Eyfel inşa edecek demir kullanılıyor.

-Havalimanı açıldığında Afyon’un tükettiği kadar 250 MW elektrik tüketecek.

-Havalimanı alanından 40 bin kaplumbağa toplanarak başka ormanlara bırakıldı.

-Sadece terminalin çatısı 23 stadyum büyüklüğünde. Otopark 18 bin araç alabilecek.

-İGA’da 5 ornitolog (Kuşbilimci) çalışıyor. Şirketin ilk bordrolu elemanı Çevre Mühendisi.

-6 pisti kapsayan tüm etapların bitmesi 2028’i bulacak. Şirket 2043 yılına kadar işletecek.

-İnşaatta şu anki personel maaşları aylık 6 milyon euroyu buluyor. 18’e çıkacak.

-Günlük 1.4 milyon metreküplük toprak hareketi gerçekleştiriliyor. Bu bir dünya rekoru.

Yazının devamı...

‘Baz’ı pis kokular kanserden de beter

Baz istasyonlarının kanseri tetikleyip tetiklemediği henüz bilinmiyor ancak belediyelerde bir dizi rant hastalığına sebep olacağı belli oldu. Baz istasyonlarından kira almanın peşine düşen belediyeler aylık 350 milyon liranın üzerindeki gelire göz dikti.

Geçen hafta içinde Karasu Belediyesi’nden gelen haberle konu yeniden hortladı. Aslında Karasu Belediyesi’nde yaşanan olaydan önce Bakırköy Belediyesi’nin de bir süredir GSM operatörlerini rahatsız eden kararları vardı. Bakırköy Belediyesi’nde hafta içinde basına da yansıyan özel kalemde görevli çaycının dövülme olayının ardında da bir baz istasyonu hikayesi çıkarsa kimse şaşırmasın.

Şu ana kadar GSM operatörleri 80 binin üzerinde baz istasyonu kurdular. Bu baz istasyonlarının bazıları kule tipi, bazıları da bina tipi. Kule tipi olanlar boş arazilere dikiliyor. Bina tipi olanlar ise şanslı bina sahiplerine ekstra kazanç sağlıyor.

Önce Maliye uyandı

Kimse farkında değil ama baz istasyonlarında ciddi bir kira geliri var. Tıpkı ev kirası gibi baz istasyonlarının da yerine, semtine göre değişen kira tarifeleri var.

2 bin liradan başlayıp, 50 bin liraya kadar çıkabiliyor. Ortalamasını 7 bin lira alsak 50 bine yakın bina tipi baz istasyonuna GSM operatörleri ayda 350 milyon lira kira ödüyor.

İstanbul’da Beyoğlu, Nişantaşı, Maslak gibi bölgeler Türkiye’de baz istasyonlarına en pahalı kiraların ödendiği yerler olarak öne çıkıyor. Sektör temsilcileri baz istasyonu kiralarının emlak kiralarıyla paralellik gösterdiğini, en yüksek bedellerin de en değerli bölgelerde ödendiğini ifade ediyor. Genellikle apartman ve bina çatılarına kurulan baz istasyonları binanın ortak giderleri için kullanılıyor. Karayolları ve Orman Bakanlığı arazileri de bu iş için kullanılırken, bunların dışında belediye tesisleri, cami, stadyum gibi noktalarda da kiralama yapılıyor.

1 yıllık kontrat yapılıyor

Baz istasyonları cep operatörleri tarafından 1 yıllık kira kontratları üzerinden yapılıyor. GSM sektöründeki bu ranta önce Maliye uyandı. Bu kiraların peşine düştü.

Şimdi ise sıra belediyelere geldi. Bazı belediyeler yasadaki boşluğu da dikkate alarak GSM operatörlerinden binaya ödediği kira kadar belediye payı istemeye başladı. Bu işe aracılık eden, yasadaki boşlukları bilen, belediyeleri operatörlere karşı kışkırtan danışmanlar ortaya çıktı.

Hatta bu işi bir adım öteye taşıyıp, belediye sınırlarındaki tüm baz istasyonu kiralama işlerini takip edecek şirketi belirlemek üzere ihale düzenleyenler de oldu.

Bakırköy Belediyesi’nde geçen hafta yaşanan bir olay basına yansıdı. Özel Kalem’de görevli bir çaycının, ‘Sırlarımızı niye sağda solda anlatıyorsun’ denerek dövüldüğü iddia edildi. Olay, dayak yediğini iddia eden kişi tarafından yargıya taşındı. Bakalım sonu nasıl bitecek? Çaycının sağda solda anlattığı sırların arkasından ne çıkacak?

Şu an birşey söylemek zor ancak belki de bir baz istasyonu kiralamasına dayalı rant paylaşımı hikayesi duyacağız bu olayın ardında.

4.5G ile istasyon kurulumu artacak

1 Nisan 2016 itibarıyla mobil iletişimde 4.5G teknolojisi devreye girecek. Her 3 operatör de gerekli olan altyapılarını kurmak üzere kolları sıvadı. Şu an 80 binin üzerindeki baz istasyonu sayısının 4.5G ile 110 binin üzerine çıkması bekleniyor. Yani operatörler en az 30 bin baz istasyon daha kuracak. Bu istasyonlar için de yer bakılacak, yeni kira sözleşmeleri yapılacak. Dolayısıyla baz istasyonu kiralarından oluşan havuzun suyu artacak, daha da iştah açacak. GSM operatörleri ise belediyelerin bu ekstra kazanç talebine karşı Ankara’dan bir yasal hamle bekliyor. Yasadaki boşlukların doldurulması, haberleşme özgürlüğünü sekteye uğratacak engelleme girişimlerinin önüne geçilmesi bekleniyor.

Nasıl şanslı bina olunur?

Baz istasyonlarına sağlık kaygısı ile bazı binalar ve daire oturanları karşı çıkıyor ancak bazı apartman yöneticileri de ortak giderlerin karşılanması için bu yola başvurulmasını kabul ettirebiliyor. Ancak bu konuda sadece istekli olmak yetmiyor. Yani binanızı baz istasyonu kurulumuna açsanız bile yapılan testlerde sizin binanızın konumu bu işe uygun çıkmayabilir. Çünkü uygun açı, yapılan planlamalardan sonra bir binayı gösteriyor. Baz istasyonunun en iyi verimi o lokasyonda kurulduğu takdirde sağlayacağı ortaya çıkınca pazarlıklar da başlıyor.

Yazının devamı...

İddialı ol çünkü ‘Yeni CEO sensin’

İzzet Karaca ile yıllar öncesine dayanan bir tanışıklığımız, dostluğumuz var. İşini mükemmelliyetçi bir anlayış ile yaparken, ülkesini de düşünen ve cari açık belası ile mücadeleyi kafasına takan hali etkilemişti beni.

Sadece cari açık problemini dillendirmekle kalmamış, inanılmaz bir eylem planı da yapıp uygulamıştı. Arşivimi karıştırdım ve 2011 yılında yaptıklarını aktardığım yazımı buldum. Ona da ayrı bir kutu açacağım. Ancak önce yeni gelişme. Yazdığı ‘Yeni CEO sensin’ kitabı. Tam 36 yıl iş hayatının içinde kaldıktan ve sayısız kariyer başarısı yaşadıktan sonra 2013 yılında 59 yaşında emekli olmayı seçen İzzet Karaca tüm deneyimlerini, biriktirdiklerini içine doldurduğu bir kitap yazdı. Kitap çok yeni piyasaya çıkmasına rağmen ikinci baskıyı yaptı, üçüncü baskı sırada.

Lider profilini çıkarmış

Bugüne kadar kariyer ile ilgili sayısız kitap yazıldı. İş görüşmesine giderken nelere dikkat edilmeli ile başlayan, iş hayatında nasıl yükselinire kadar uzanan kitaplardı bunlar. Kendi işinizi kurmanın, müteşebbis olmanın da sihirli formülleri verildi. Ancak İzzet Karaca kitabında çıtayı öyle bir yere koymuş ki CEO’luğa giden yolu tarif ediyor. Bir lise öğrencisi de, çalıştığı firmada terfi bekleyen yöneticilerin de içinde önemli şeyler bulacağı bir kitap. 35 ülkeden sorumlu olunca ve hemen hemen tüm dünya vatandaşlarından oluşan dev bir topluluğu yönetince ve 100’e yakın ülkeyi ziyaret edince, ideal lider profilini çıkarması da zor olmamış İzzet Karaca’nın. ‘İdeal bir dünya lideri bir İngiliz gibi diplomatik ve politik, bir İtalyan gibi işine sanat katan, bir Hollandalı gibi tüccar, bir Amerikalı gibi mükemmel konuşmacı, bir Endonezyalı gibi şirketine ve ülkesine saygılı, bir Hintli gibi yoktan var eden, bir Fransız gibi entellektüel ve bir Türk gibi girişimci ve hızlı problem çözen olmalı’ diyor. ‘Brezilyalı’nın tutkusundan heyecanından, Japon’un sadakatinden, Alman’ın sistemci yaklaşımından, Rus’un cesaretinden de izler taşımalı’ diye ekliyor.

Talepkar olmak lazım

Kitabın hemen girişindeki mesaj etkileyici: Her günün önemi var. Henüz okurken bile kariyer planlaması başlar. Hepimiz öğrenciydik. Derslerimize odaklanmaktan kariyer sorusu pek aklımıza gelmezdi. Hele mezun olalım, bakarız derken aslında daha ilkokuldan itibaren her günün ilerisi için ne kadar önemli olduğunun farkında olamadık. İş hayatına başladıktan sonra ise görev konusunda talepkar olmayı tavsiye ediyor. “Ağlamayan çocuğa emzik vermezler “diyor ve anlatıyor:

“Benim yükselmem bir anda olmadı. İlk başta Türkiye’nin çevresindeki ülkeler bağlandı. İran konusu zaman içinde oldu. Ambargolara karşı İran’la nasıl iş yapabiliriz? diye düşündük. Ben kendim yönetime söyledim. İran’daki fırsatı gördüm. Patron İran’ı bilmiyor. Sonra İsrail dedim. İki ülke farklı. İkisi birbirine gidemiyor ama ikisi de İstanbul’a geliyor. Baktık Rusya’ya Türkiye’den ulaşım çok kolay. 150 milyonluk ülkeyi Türkiye’den yönetebileceğimizi gördüm. Avantajlarımızı anlattım. Hep istedim, talepkar oldum. Eğer ne yapacağınızı çok iyi anlatırsanız istediğinizi alırsınız.”

Hayata borç olarak gördü

İzzet Karaca, kitabı yazdıktan sonra özellikle üniversitelerden yoğun talep geldiğini, deneyimlerini öğrencilerle paylaşmasının istendiğini söyledi. Karaca, “Çok keyifliymiş. Öğrencilerle bir araya geliyorum onların merak ettiği soruları yanıtlıyorum ve hoşuma gidiyor. Bundan sonra da programıma uydukça üniversitelere gitmek istiyorum. Şirketlerden de talep geliyor” diye konuştu. Karaca kitabı bir sosyal sorumluluk projesi ve hayata borç olarak gördüğünü bu yüzden kitaptan para kazanmak gibi bir beklentisinin olmadığını söyledi. Karaca “Normalde 40 liradan daha az bir fiyata satılmayacak kitabı internette 15 liraya bulmanız mümkün” diye konuştu.

Her yıl en az 5 ürün hedefi

İzzet Karaca’nın Unilever’deyken cari açıkla mücadele anlamında yaptıklarını 2011 yılında yazmıştım. Yazdıklarıma yeniden göz attım da hala cari açık büyük sorun ve biz nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Enerji fiyatlarındaki düşüş görece bir rahatlık yarattı ancak cari açık sorunu bir gün tekrar hortlayacak. Ne yapmıştı İzzet Karaca Unilever’de? Her yıl kendi grubunun ithal ettiği en az 5 ürünü yerlileştirme hedefi koymuştu. Büyük başarı hikayelerinin çıkmasına da ön ayak olmuştu. Mesela Algida’yı getirirlerken tüm soğutucular İtalya’dan ithal ediliyordu. Uğur Soğutma A.Ş. ile konuşulup bu soğutucular Türkiye’de üretildi. Döviz Türkiye’de kaldığı gibi şimdi Uğur Soğutma 120 ülkeye ihracat yapabiliyor. Yine Unilever markası olan Omo’nun ithal edilen hammaddesi perkorbat Akkök’e ürettirildi. Knorr’un ihtiyacı olan domates tozu bile ithal edilirken Türkiye’de tesis kurduruldu. Ölçeğine bakılmadan 3 ordan 5 burdan tüm ithalat yapanlar bu gözle baksa belki de Türkiye bu kadar ithal ürün kullanmak zorunda kalmayabilir. Bu bakış açısını iş dünyasının ve devletin kafasına kazıması gerekiyor.

Her işi yaparım demeyelim kategori seçelim

İzzet Karaca ile sadece kitabı değil, genel ekonomik durumu da konuştuk. Bölgesel oyuncu olma vizyonunun artık önemini kaybettiğini düşünen Karaca, şirketlerin tek şansının küresel oyunculuk olabileceğini belirtiyor. Türkiye’nin de ne iş olsa yaparım düşüncesinden çıkması gerektiğini iddia ediyor. Bazı kategorilere odaklanılması gerektiğini düşünen Karaca, “Mesela 10 tane kategori belirleyip, devletin ağırlıklı teşviklerini buraya kanalize edebiliriz. Üniversitelerin, özel sektörün de entegrasyonu ile Samsung benzeri çok başarılı küresel markalar çıkarabiliriz. Kategori olarak mesela sağlığı çok önemli buluyorum. Türkiye sağlık sektöründe küresel bir oyuncu, bir çekim merkezi haline dönüşebilir” diye konuştu.

Yazının devamı...

Çekmece Gölü’nü Boğaz diye satan zihniyete rağmen

Bu tür hikayeler duyunca niye şaşırmıyorum acaba?

Niye ayağımıza sıkmak konusunda bizim kadar cahil cesareti gösteren başka bir ülke insanı, kurumsal kültür yok.

Dün sabah Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) yöneticileri ile kahvaltıdaydık. Körfez bölgesinin potansiyel alıcılarını davet etmişler, İstanbul Çırağan Sarayı’nda değişik bir konsept ile projelerini tanıtıyorlardı. Üç günlük organizasyonun bir değerlendirmesini yaptılar.

KONUTDER Başkanı Ömer Faruk Çelik, konutta yabancıya satıştaki büyük fırsatları ortaya koyarken, önce yaşanan aksaklıklara değindi ve ticari ateşeliklerde biriken şikayetlere dikkat çekti:

- Küçükçekmece Gölü çevresinde inşaat yapan bir firma, Körfez’den gelen alıcıya maket üzerinden evi Boğaz kıyısı diye satmış. Bir başkası ise Kayabaşı’ndaki projeyi İstanbul’un merkezi gibi göstermiş. Bu yanlışlar markalı konut üreticileri için yurt dışında olumsuz algıya sebep oluyor. Bu sebeple ticari ateşeliklerde şikayetler birikmiş durumda. Bu durumu düzeltmek ve yabancılara İstanbul’u gösterip alıcıları doğru firmalarla buluşturmak için bu programı düzenledik.

Ağaoğlu Şirketler Grubu CEO’su Hasan Rahvalı söze girdi. Yabancıların son dönemde İstanbul dışında çok fazla konut talep ettiklerine işaret etti:

- Mesela Trabzon. Son dönemde çok popüler. O kadar popüler ki Suudi Arabistan’dan Trabzon’a direkt uçak seferleri bile yapılmaya başlandı. Yalova, Bursa zaten hep ilgi görüyordu. Sakarya da son dönemde revaçta. Ancak buralarda ‘no name’ firmalar fazla olduğu için yabancı için riskler de artıyor.

Ömer Faruk Çelik, Türkiye’deki konut pazarı ile ilgili ilginç verileri paylaştı:

-Türkiye’de yılda yaklaşık 550 bin konut üretiliyor. Bunun yüzde 10’unu TOKİ üretiyor. KONUTDER ve GYODER üyesi markalı konut üreticilerinin payı yüzde 5 civarında. Kalan yüzde 85’lik bölümü no name diyebileceğimiz küçük ve orta boyuttaki müteaahitler üretiyor. Zaten kayıt dışılığın büyük bölümü de buradan kaynaklanıyor.

Ömer Faruk Çelik, bu firmaların satılan konutun fiyatını düşük gösterdiğini, vergi kaybına neden olduklarını söyledi. Bu durumun devlet nezdinde tüm müteahhitleri de zan altında bıraktığını kaydeden Çelik, tüm satışlarını kuralına uygun yapanların haksız rekabetle karşılaştıklarını ve bazılarının da kayıt dışı olmaya zorlandığını ifade etti. Tapu harcı ve her işlemde karşılarına çıkan damga vergilerinin ağır yükünün de altını çizdi.

Fırsat kapısı

Gelelim fırsatlara. Yabancıya yapılan satışların toplam konut satışlarının yüzde 4’üne denk geldiğini belirten Ömer Faruk Çelik, bunu yüzde 10’lar seviyesine çıkarmanın işten bile olmadığını vurguladı.

Bu yıla ait rakamları da paylaştı:

-Bu yılın ilk 8 ayında yabancılara yapılan satış 14 bin civarında. Yıl sonu tahmini ise 21 bin adet. Sektörde 550 bin konutun satıldığını düşünürsek yüzde 4’lere ancak geliyor. Hedef bunu yüzde 10’lara çıkarmak. Bu toplantıyı yapmamızdaki neden de bu. Onlar bizi biz onları daha yakından tanıyalım istedik.

Hasan Rahvalı, 2016’da yabancıya 40 bin konut satışı ve 10 milyar dolar gelir hedefinin uzak olmadığını söyledi. Bürokrasinin de sektörün önünü açması gerektiğine işaret etti.

Toplantıda konu konutta stok birikti mi, fiyatlar niye bu kadar uçuk gibi noktalara geldi haliyle. Ömer Faruk Çelik, çok samimi bir ifade kullandı:

-Karar vericiler, kanun düzenleyicilerle biraraya geldiğimizde elbette ağlayacak, sorunlarımıza çözüm bulmalarını isteyeceğiz. Stoktan söz etmesek bile ‘Satamıyoruz’ diyeceğiz. Ne bileyim şu yüzde 18’lik KDV’yi düşürün diyeceğiz. Ancak potansiyel alıcılara böyle diyemeyiz. Çünkü onlara da bu mesajlarla gidersek, o zaman konutun fiyatını düşürün derler...

Bir arkadaşımız “Reklamda görüyorum. 650 bin TL’lik 1+1’den aman kimse duymadan kap’ diye söz ediliyor. Böyle fiyat mı olur? diye sordu.

KONUTDER Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Sur yanıt verdi:

-O evin lokasyonunun nerede olduğuna bakmak lazım. Öyle yerler var ki arsa maliyeti yüzde 85’lere çıktı. Arsa sahibine yüzde 85 verilince ortaya böyle rakamlar çıkması da normal. O parayı aslında eve değil, arsaya veriyorsunuz...

Yazının devamı...

Öyle de böyle de saysan ligde yerin değişmiyor

Kurdaki hızlı artışla milli gelirin 9 bin doların altına düşme tehlikesi belirince, satın alma paritesine göre milli gelir rakamı öne çıkarıldı. Ancak dünyadaki diğer ülkelere bakınca tabir yerindeyse sağdan da saysan, soldan da saysan durum pek değişmiyor. Aynı taktiği Afgan Hükümeti de kullansa halkına ‘Milli gelir 659 dolar değil, 2 bin dolar’ diye söyleyebilirdi...

Türkiye artık milli gelirini 9 bin dolarlarla değil, 19 bin dolarlarla ifade edecek. Peki bu pratikte ne fayda sağlayacak?

Sağlayacağı tek faydanın 10 bin doların altına gerileyen hatta 9 bin doların bile altına gelme riski bulunan milli gelirin kamuoyu ve seçmen nezdinde yaratacağı moral bozukluğunu önlemek olduğunu söyleyebiliriz. Bir nevi göz boyama.

Peki pratikte bir anlamı var mı?

Hatırlanacağı üzere TÜİK 2007’de milli gelir hesaplama yöntemini değiştirmiş ve bir günde kişi başı gelirimiz 2 bin 20 dolar artmıştı.

Bu sefer ki daha farklı bir strateji oldu.

O tarihteki değişiklikte bazı ölçümleme standartları AB’ye uyumlu hale gelmişti. Bir örnek vermek gerekirse mali aracılık hizmetlerinin ölçümünde eski sistemde örneğin bankaların sadece net faiz gelirleri dikkate alınırken, işlem ve komisyon gelirleri de hesaba katılmıştı. Evlerde genelde kayıt dışı olarak çalışan temizlikçi, çocuk bakıcısı, bahçıvan gibi yevmiyeli kişiler yeni seride dikkate alınmıştı. Böyle olunca da milli gelir 576 milyar TL yerine 768 milyar TL olarak ilan edilmişti.

Artık o standartlarla yeniden oynamak ve hesap yenilemek mümkün olmayacağı için başka bir çare bulunmuş görünüyor. Karartma diyebileceğimiz yeni ifadenin pratikte hiçbir anlamı yok. Yani yabancı yatırımcı da, yerli yatırımcı da ‘Aaaa Türkiye’nin aslında gerçek milli geliri 20 bin dolarlar mertebesindeymiş’ diyerek yatırıma koşmayacak. Bu zaten bilinen bir şeydi.

Pratikte neden bir anlamı yok dünya örnekleri ile ortaya koyalım.

Örneğin Afganistan. Afganistan’ın milli geliri 659 dolar. Ancak satın alma gücüne göre değerlendirirsen kişi başı geliri 1.995 dolar. Yani tam 3 katı. Acaba Afgan Devlet Başkanı ya da Maliye Bakanı’nın aklına gelmemiş midir, milli geliri böyle satmak?

Üstelik Türkiye’ye göre 3 katlık farkla daha etkileyici bir sonuç çıkarıyor. Diğer ülkeleri de örnek olarak listeledim. Değişen bir durum yok. Sağdan da saysan soldan da saysan, Türkiye’nin dünya ligindeki yeri değişmiyor. Romanya’yı ele alalım. Rakamları bize çok yakın. Milli geliri

10 bin doların hemen altında. Satın alma gücüne göre bakarsan da 19 bin 400 dolar civarında. Yani elma elma kıyaslarsan bir avantaj yok.

Bu karartma 10 bin dolar gelire çakılı kalıp orta gelir tuzağına düştüğümüz gerçeğini de, dolar bazında fakirleştiğimiz gerçeğini de değiştirmiyor.

Türk ekonomisinde H.İ.G.O.O dönemi

Yazının devamı...

Sanayi datası yanıltabilir

Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, tüm beklentileri ve tahminleri alt üst ederek Ağustos’ta yüzde 7.2 artışla 19 ayın zirvesinde gerçekleşti. Sanayi üretimi en son Ocak 2014’te yüzde 7.6’lık artış göstermişti.

Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2015 yılı Ağustos ayında bir önceki yılın aynı ayına göre madencilik ve taşocakçılığı sektörü endeksi yüzde 3.8 azalırken, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 8.7 ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 3.6 arttı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi Ağustos’ta bir önceki aya göre ise yüzde 2.9 arttı.

Tahminler bu rakamın yakınından geçmezken (En yüksek artış beklentisi yüzde 3) böyle bir artış yaşanması, acaba gerçekten sanayinin tam röntgeni çekilebiliyor mu sorusunu da sorduruyor haliyle.

Bir de diğer verilerle örtüşmeme sıkıntısı var. Bu rakamı teyid etmeyen en önemli veri ise ihracat. İhracatta düşüş yaşanırken, sanayi üretiminin artması tuhaf karşılanabilir. Sanayi üretim endeksi ile ihracat arasındaki bağın koptuğu verdiğim grafikte çok rahat görünüyor.

Makasa bakıldığında ilk defa sanayi üretimi ile ihracat arasındaki kopma bu kadar belirginleşti. Bu yüzden sanayi üretimine bakım üçüncü çeyrek ve yıl büyümesini daha iyimser pozisyonda tahmin edenler ciddi şekilde yanılabilirler.

Nitekim Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ilk değerlendirmesinde “Belirsizliğe rağmen işlerin iyi gittiğini anlıyoruz” dedi. Aman haa...

İşler iyi gitmiyor.

Peki bu birbirinden kopuk veriler nasıl geldi?

Son dönemde sanayi üretim beklentisini ileten kurum sayısının oldukça azaldığı görülüyor. Görüş alınan kurum sayısı azalınca haliyle sağlıklı bir fotoğraf almak zorlaşıyor.

Benzer bir tablonun bir önceki yıl da yaşandığını hatırlatalım. Sanayi üretim endeksinde 2014 yılı Ağustos ayında da yüzde 12 civarı bir yükseliş olmuştu. Ancak üçüncü çeyrek büyüme gerçekleşmesi bu rakamı teyid etmekten çok uzaktı.

Demek istediğim şu ki sadece sanayideki büyümeye bakarak iyimserleşmenin alemi yok, yanılırız.

Kafalar veri ile fena karıştı

Nitekim aracı kurumların araştırma departmanlarının da kafası fena halde karışmış vaziyette. Uyarılar geliyor.

Mesela Halk Yatırım tarafından yayımlanan değerlendirme notunda, “Temmuz ayında yüzde 11.5’lik aylık düşüş kaydeden dayanıklı tüketim malları üretimi, Ağustos ayında yüzde 11.6’lık artış gösteriyor. Burada da, güven ortamındaki dalgalanmaların ve bunun finansal göstergeler üzerindeki yansımasının etkili olduğunu düşünebiliriz. Dolayısıyla, üretimin son dönemdeki gelişiminin arkasındaki unsurlar kalıcı bir trend niteliği taşımıyor” görüşüne yer verildi.

Analistler sanayi üretimindeki ivmelenmenin geçen ayki olumsuz sürprizin ardından bu ayki sert yükselişin bir kısmı düzeltme olarak düşünülmesi gerektiğine dikkat çekerken diğer öncü verilin de ekonomide sert bir ivmelenmeye işaret etmediğine dikkat çekiyorlar.

Merkez temkinli

Merkez Bankası da son Para Politikası Kurulu özetlerinde sanayi üretiminin Temmuz ayında mevsimsellikten arındırılmış verilerle Haziran ayına göre yüzde 1.5 oranında gerileyerek ikinci çeyrek ortalamasının yüzde 0.9 altında gerçekleştiği belirtilerek, “Üretimde görülen bu gerilemede, Haziran ayındaki yüksek oranlı artışın düzeltmesinin yanı sıra çalışılan fiili işgünü sayısının köprü günü gibi etkilerle azalmasının etkili olduğu düşünülmektedir. Ağustos ayına ilişkin öncü göstergeler üretimde ılımlı bir artışa işaret etmektedir” görüşüne yer verilmişti.

Yazının devamı...

Milan sol bek arıyor gelip O’na danışıyor

Adı Ali Şafak Öztürk. Opet’in kurucularının küçük oğlu. 15 yıl İngiltere’de yaşayınca insan ister istemez bahis sitelerine ilgi duyuyor. Öztürk, bahis oynayacaklara istatistik analizler yapan bir site kurarak işin içine giriyor. Analizler o kadar derinleşiyor ki Milan, Manchester City gibi kulüpler aradığı oyuncuları ona sormaya başlamış

Kasım ayında Antalya Belek G-20 liderler toplantısına ev sahipliği yapacak. 3 farklı bölgede yaklaşık 16 tesis bu zirve için tahsis edildi. Amiral gemisi ise Regnum Carya Golf&Spa Resort.

Her şey gizlilik içinde yürüyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın nerede kalacağı son ana kadar belli değil. Bir takım söylentiler de ortaya çıktı. Güvenlik gerekçesiyle Antalya’da değil de açıkta demirlemiş bir ABD savaş gemisinde kalacağı iddia edildi. Eğer böyle bir şey sözkonusu olursa Türkiye’nin itibarı ve Türk turizmi için felaket olur. Tam anlamıyla kaş yaparken göz çıkartmış oluruz. Obama’nın böyle bir nezaketsizlik yapacağına kimse ihtimal vermese de bir tedirginlik de yok değil.

Londra’da 15 yıl

Bu önemli zirve öncesi Regnum Carya Golf&Spa Resort’da Öztürk Grubu’nun turizm yatırımlarının başında bulunan Ali Şafak Öztürk ile sohbet etme fırsatı bulduk. Yeni bir başarı hikayesini turizm alanında yazmak isteyen grubun geçen yıl faaliyete giren oteli çok iddialı. Otel’le ve turizmle ilgili planlarına ayrı bir kutu açacağım. Ancak genç işadamı Ali Şafak Öztürk’ün bir başka işi daha var ve o da çok ilgimi çekti. Malum Beşiktaşlıyım ve ne yazık ki son yıllarda kaliteli sol ve sağ bek bulamamaktan şikayet edip duruyoruz. Ersan Gülüm’ün yerine futbolcuya daha çok benzeyen bir stoper de transfer edilmesi lazım ya neyse.

Ali Şafak Öztürk, “Londra’da bahis oynayanlara hizmet veren istatistikleri toplayan ve sunan bir sitem var. Dünyadaki hemen hemen tüm liglerdeki oyuncuları enine boyuna analiz ediyoruz” diye ayrıntıya girince ne yalan söyleyeyim gözlerim parladı.

Biraz daha açmasını istedim konuyu. Meğer sadece bahis oynayanlar değil, dünyanın sayılı futbol kulüpleri de bu istatistiklerden yararlanıyormuş. Ali Şafak Öztürk, şöyle anlattı siteyi:

“İngiltere’ye 15 yaşında gittim ve 15 yıl orada yaşadıktan sonra döndüm Türkiye’ye. İlk işlerimi de orada yaptım. Hani derler ya, doymuş pazarlarda para kazanmak zordur. Asıl para riskli ama doymamış pazarlarda diye. Ben öyle düşünmüyorum. Regnum’u ben önce Londra’da kurdum ve orada küçük küçük inşaat işleri yaptık. 10-12 dairelik eski yerleri alıp renove ediyorduk. Oldukça da karlıydı. Beni heyecanlandıran asıl iş ise çeşitli algoritmalar oluşturan sitemdi. Bahis çok yaygındı ancak yeterli bilgi yoktu. Bütün futbolcuların istatistiklerini toplamaya başladık. Mesela bir sol beki ele alalım. Hücuma çıkanı var sadece kesici olanı var. İyi top sürebileni, iyi orta yapabileni gibi farklı özellikleri olanlar var. Sakatlık problemi yaşayanı var, istikrarlı olanı var. Bunları analiz etmeye başladık. Bir süre sonra kulüpler de bize danışmaya başladı. Milan sol bek arıyor. Ancak aradığı belli özellikler var. Onları bize verdi. Biz de bu özelliklere en yakın adayları listeleyip kendilerine sunduk. Benzer bir çalışmayı Manchester City için de yaptık. “

Öztürk, siteyi ayda 2 milyona yakın kişinin ziyaret ettiğine de dikkat çekti. Dünyanın önemli web sitelerinden biri olmaya aday olduğunu söyledi.

Turizmdeki gelirleri akaryakıta eşitleriz

Öztürk Ailesi, Regnum markasıyla Bodrum’da önemli inşaat projelerine imza attı. Ancak turizm sektörüne öyle bir giriş yaptılar ki bir anda Türkiye’nin en pahalı yatırımının da sahibi oldular.

Antalya Belek’teki Regnum Carya Golf&Spa Resort şayet Mardan Palace klasman dışı tutulursa Türkiye’deki en pahalı yatırım. 250 milyon dolardan fazla para harcanan yatırımda farklı etaplar da devreye giriyor ve yatırım tutarı 300 milyon dolara doğru gidiyor.

Otelin komşusu olan Sentido Zeynep Golf&Spa’yı da Yenigün İnşaat’ın sahibi Mithat Yenigün’den satın alan Öztürk Ailesi, burayı da yıkarak yerine en az Regnum Carya kadar lüks bir otel inşa etmek istiyor. Sadece bu iki tesisin toplam yatırımı 550 milyon doların üzerine çıkacak.Regnum markalı otel sayısını artırmak istediklerini belirten Öztürk, 5 yıl gibi bir sürede turizm gelirlerini akaryakıt sektöründen elde ettikleri gelire eşitlemek gibi bir hedefleri olduğunu da belirtti.

Turizmde yönetim tarzı ve eğitimli personeli ile değişik bir konsept yaratmayı amaçladıklarını, hedeflerinin de Regnum’u lüks segmentte uluslararası bir otel markası haline getirmek olduğunu kaydeden Öztürk, Türkiye’deki fiyatların ise bu tür yatırımların önündeki en büyük engel olduğunu söyledi.

Ali Şafak Öztürk “Biz burada gerçekten hiç bir masraftan kaçınmadan görkemli bir tesis yaptık. İddia ediyorum bu tesisi buradan alsak Dubai’ye koysak, 3 katı para kazanırdı. Türkiye ne yazık ki potansiyelini farkedemeyen bir turizm destinasyonu” diye konuştu.

Grubun Bodrum ve Göcek için de planları var. Bodrum’da 25 villalık projelerinin bulunduğu araziye 10 odalı bir butik otel düşündüklerini kaydeden Öztürk, Göcek’te de resort ve sağlık konseptini birleştirmeyi planladıklarını söyledi.

Bu arada spor tesisleri de turizm alanında önemli bir yer tutuyor.

Regnum Carya zaten önemli bir golf tesisi aynı zamandı. Satın aldıkları 2 golf sahası ile birlikte Belek’te en önemli golf tesisi durumunda Carya. Satın aldıkları 18 delikli tesisi 27 delikli olarak büyütmüşler. Aynı zamanda 3 tane de futbol sahaları var. Özellikle devre arası kamp döneminde kulüplerin tercih ettiği bir nokta Regnum Carya. Ali Şafak Öztürk, Fenerbahçe’nin bu yıl da devre arası kampını bu tesislerde gerçekleştireceğini sözlerine ekledi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.