Soçi zirvesi ve İdlib -2-
.
“Yalnız olmak, kötüyle beraber olmaktan iyidir.”
George Washington
Soçi Zirvesinde İdlib konusunda Türkiye ve Rusya arasında varılan mutabakatın kritik noktalarına değindiğimiz bir önceki yazımızda, kararlaştırılan silahtan arındırılmış kuşaktan ellerindeki ağır silahları belirlenecek usullere göre teslim ederek ayrılmaları öngörülen radikal örgütlerden söz ederek özellikle HTŞ ve Türkistan İslam Partisine dikkat çekmiştik.
Omurgasını El Nusra’nın oluşturduğu 10’un üzerinde farklı gruptan oluşan HTŞ’nin tavrı, İdlib’in geleceği ve barışçıl çözümü belirleyecek ana etmen olarak görünmektedir. HTŞ liderliğinin Soçi mutabakatına uymayacağı yolundaki erken açıklaması kategorik bir ret yerine pazarlık kapısı aralamaya yönelik refleks olarak değerlendirilse de özellikle El Nusra’nın direniş gösterme olasılığı tümüyle dışlanmamalıdır.
Sonuçta HTŞ kaderini tayin edecek bir yol ayrımında olduğunun bilinci ile iki opsiyondan birisini seçmek durumunda kalacaktır. Bunlardan birincisi HTŞ içindeki bazı grupların ana gövde ve El Nusra’dan ayrılarak mutabakat koşullarına uyması, diğeri ise ret cephesinde bir araya gelecek grupların lokal çatışmalar ve provokasyonlara girişmesidir. Her iki halde HTŞ’nin güç kaybederek İdlib’de etkinliğini yitirmesi kaçınılmaz görünse de, küçük çaplı çatışmalar ve provokatif eylemlerin uzun bir süreye yayılması sahadaki başkaca aktörlere kendi amaçları doğrultusunda manevra alanı açabilecektir.
Sahadaki aktörler arasında Suriye’de kalıcılığını açıklayan ve Rusya’nın elde ettiği konum ve İdlib sorununun çözümü ile Fırat’ın doğusunun birincil ihtilaflı coğrafyaya dönüşmesinden rahatsız olan Amerika’nın yanı sıra Suriye’nin bugünkü etnik ve mezhepsel bölünmüşlüğünün temellerini 40’lı yıllarda atan Fransa’nın “büyük devlet hastalığının nüksederek” oyuna dahil olmak istemesini, İran’ın İdlib mutabakatında saha dışında kalmış olmasının yarattığı memnuniyetsizliği ve İsrail ile selefilerin son kalesinin düşmesinden herhalde hoşnut kalmayacak Suudi Arabistan’ı sayabiliriz.
İdlib’te konuşlu radikal grupların bazılarının Amerika, Suudi Arabistan ve BAE ile örtülü ve açık ilişkileri dikkate alındığında Soçi’nin “kaybedenler kulübünde” yer alan bu aktörlerin önümüzdeki süreç içinde kayıplarını kazanca dönüştürme açısından hamlelerine tanık olunması tümüyle göz ardı edilmemelidir.
İdlib coğrafyasında konuşlu Ahrar üş Şam, Feylak üş Şam, Nurettin Zengi gibi görece ılımlı silahlı muhalifler üzerinde Türkiye’nin etkisi ve diyalog kanallarının açık olduğu, ÖSO mensubu grupların ise sorun kaynağı oluşturmayacağı dikkate alındığında tüm dikkatlerin yoğunlaşması gereken odak olarak HTŞ bileşenleri ve Türkistan İslam Partisi kalmaktadır.
Suriye ordusunun İdlib yolunda ilk hedef olarak belirlediği Cisr el Şuğur, Latamina ve Han Şeyhun’u barındıran Gab ovasını çevreleyen coğrafyada Morik, Zaviye, İştebrak ve Zeytinlik’te yer alan TSK Gözlem İstasyonları takviye edilmiş olmak ve rejim birlikleri ile aralarında Rus askerleri bulunmakla doğrudan bir tehdit ve tehlike minimize edilmiş olsa da bölgede faaliyet gösteren El Nusra, DEAŞ, İran ve rejim yanlısı başkaca grupların varlığı Türkiye’nin dikkat düzeyini yükseltmektedir.
Türkiye’nin Suriye’de, askeri varlığının dışında elini rahatlatan bir önemli unsur ise MİT’in son Lazkiye operasyonu ile kanıtladığı alandaki operasyonal gücü ve ilişki ağının genişliğidir.