Şampiy10
Magazin
Gündem

‘İstanbul merkezde konut fiyatları 2.5-3 katına çıkar’

2012’de konut fiyatlarının % 15 arttığını söyleyen ERA Türkiye Yönetici Ortağı Can Ekşioğlu, “İstanbul’un merkezinde hâlâ fiyatlar düşük. Avrupa’da merkezde fiyatı uygun yer bulunmaz. 2.5-3 katına çıkar fiyatlar eğer İstanbul metropol olacaksa” dedi.

Can Ekşioğlu dünyanın önde gelen gayrimenkul danışmanlık şirketlerinden ERA’yı 2012’in son ayında Türkiye’ye getirdi. 35 ülkede 38 binden fazla çalışanı olan Amerikan şirketi ERA, Türkiye’de de ofisler açmaya başladı. Koç Holding’te uzun dönem yöneticilik yapan Uğur Ekşioğlu’nun 3 oğlundan biri olan Can Ekşioğlu, aslında gayrimenkul danışmanlığı işine 2000’li yıllarda kafayı yormaya başlamış ancak 2001 krizi olunca planlarını ertelemiş. Bu geçen sürede gayrimenkul geliştirme işinde deneyim kazanan Ekşioğlu’yla gayrimenkul sektörünü, yeni girişimlerini konuştuk. Sohbete geçmeden önce yazmak isterim. Can Ekşioğlu sakin, küçük harflerle konuşan, mütevazı biri. Sohbetin ilerleyen bölümlerinde de okuyacağınız gibi yoga ve meditasyona meraklı. Sanırım bu merakları nedeniyle de müthiş huzurlu, dingin görünüyor.

Yasa yetersiz kaldı

- ERA’nın diğer gayrimenkul danışmanlık şirketlerinden farkı ne?

Era 1971 yılında kurulmuş. 3 bini aşkın ofisi 35 ülkede var. 38 bin çalışanı var. Amerika’nın de en eski gayrimenkul şirketlerinden biri. ERA Ortadoğu ve Avrupa aksındaki en güçlü marka. Farkı bu. Avrupa ülkelerinde ve Ortadoğu’da çok güçlü ERA.

- Bu da şu dönemde avantaj olsa gerek. Türkiye’de uzun zamandır beklenen Mütekabiliyet Yasası çıktı. Ortadoğu ülkelerinden ilgi olduğu söyleniyor?

Çok doğru. Biz de bunu masaya oturduğumuzda çok konuştuk. Antalya, Bodrum gibi yerlerle direkt ilgilenenler var. Biz önce İstanbul’a ilgi olur diye düşünüyorduk. ERA’nın çok sayıda yurtdışında yapılan kongre ve toplantılarına katıldım. Girişimcilik de okuduğum için beni çok çekti. Çünkü bu Türkiye’nin her yerinde girişimciler için bir fırsat.



- Türkiye’de son 10 yıldır girişimcilik üzerine çok konuşuyoruz. Destek programlar var. ERA gerçekten de yeni girişimciler için fırsat olabilir mi? Franchise bedeli v.s...

Son 5-10 yılda girişimcilik Türkiye’de de ön planda. Batı ülkelerinde durdu girişimcilik, Türkiye’de çıkışta. Geçen ay Amsterdam’da bir toplantımız vardı. Tüm dünyadan temsilciler geldi. Ekonomiler her yerde yavaşladı. Her yerde çok sorun var ve çoğu ilk kez böyle bir ekonomik kriz yaşıyor. Biz ise alışığız ve krizlerden çok şey öğrendik. Türkiye’de iyi bir ortam var. Türkiye’de insanlar girişken. Yaratıcı insanlarımız, iyi başlıyoruz.

- Mütekabiliyet Yasası çıktı. Biraz önce de söz ettik. ERA’da Avrupa ve Ortadoğu’da güçlü, yönlendirmeleri olacak... Siz yolun başındasınız ama ilgi nasıl?

Bu yasanın altı dolmadı. Yetersiz kaldı. Oturma izni, çalışma izni olmadan neden gayrimenkul alınsın? Ama yine de bu konulara uzun soluklu bakmak lazım. Biz inşaat sektöründe değiliz. Direkt bizi çok da etkilemez. Bizim amacımız insanların kendi işlerini kurmalarını sağlamak. Ayrıca da konut, arsa, ofis satışlarını en ileri noktada yapabilmek. Avrupa ve Ortadoğu’dan ERA’nın sürekli müşterisi olan, kendi ülkelerinin dışında da yatırım yapan, hatta Türkiye’de işleri, yakınları olanlar var. Bu yasadaki son değişiklikleri takip ediyorlar. Ben Türkiye’nin konumu, dinamizmiyle çok ilgi göreceğine inanıyorum. Şu aylarda yabancılara metropollerde satış yok gibi... Güney’de ise hızlı. Biz öncelikle İstanbul’da bayilik vermek istedik. Antalya’da hiç tanıtım yapmadık. Oradan çok talep geldi. Almanya’nın bir şehrinden ERA aracılığıyla Antalya’da ev alanlar var.

- İstanbul’daki konut, ofis, arsa fiyatları çok konuşuluyor. Fiyatlar tavan noktasına geldi mi?

Hepsini ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Merkezde arsa yok gibi artık. Olanların fiyatları da çok yüksek. Geçen yıl yüzde 15 arttı konut fiyatları.

- Bu artış devam eder mi?

İstanbul’un içinde İstanbullar var. Çok büyük bir şehir. Fiyatlar bazı bölgelerde artar. Avrupa fiyatları deniliyor ama genele bakarsak düşük. Bazı projeler Londra Paris’le yarışıyor. Bu da doğru. Ama İstanbul’un merkezinde dahi Beyoğlu, Karaköy’de hala fiyatlar düşük. Avrupa şehirlerinde merkezde fiyatı uygun yer bulunmaz.

Kademeli artar

- Siz ne kadarlık bir artış bekliyorsunuz gözde semtlerde?


2.5-3 katına çıkar fiyatlar eğer İstanbul metropol olacaksa. Her yerde değil. Her yerde fiyatlar kademeli artar. İstanbul’da ofis eksiği var. Bu çok farklı bir konu. Ofisler hep normal apartmanlardaydı, bunların değişmesi bekleniyor. Ofis talebi yoğun. A sınıfı dediğimiz iyi kaliteli ofis yerlerine çok ihtiyaç var. Ataşehir tarafında yeni yapılan yerler talepleri karşılamaya başladı. Ama İstanbul’un finans merkezi olabileceği hesaplanıyor. Olabilmesi için bu ofis yapısı ve sayısı yetmez.

- İstanbul’da yeni şehir planı var. Bakan Erdoğan Bayraktar açıkladı.

Bunları çok yakından takip ediyoruz. Kentsel dönüşüm iyi uygulanırsa bunun sektöre etkisi de büyük olacak.

Vergi oranındaki artış satışları etkileyecek

- Yeni gelir vergisi oranları ve yapılan değişiklikler satışları etkilemeyecek mi?

Etkiler. Gelir vergisi çok yükseldi. Aslında al-satçıları engellemek istediler. Fakat bunu engellemek adına yapılanlar da çok iyi olmadı. Değişebilir, yeni düzenleme gelebilir beklentisi var. Yeni vergi kanunları uzun vadede gerçekten oturacak kişilerin yer almasını sağlayacak. Bu arada Türkiye’de insanlar ev sahibi olmak istiyor ve Türkiye’de işlem çok fazla. Geçen yıl 1 milyon işlem oldu İstanbul’da. Sanırım Türkiye geneli 1 milyon 900 bin kadar. Avrupa ülkelerinde yılda 100-150 bin civarında konut satılıyor. Türkiye’de müthiş hareketlilik var.

Bayilik isteyenlerin yüzde 60’ı kadın

- Gayrimenkul iyi bir yatırım değil mi?

Kesinlikle. Gayrimenkul kaybettirmiyor. Türkiye gerçeği bu. ERA Almanya, Belçika ve Hollanda’da kuvvetli. Oraları doydu ama o ülkelerde çok Türk var. Oralarda konut almıyorlar. ERA’yı bilenler şimdi Türkiye’de yaşayanlar ERA üzerinden bayi olmak, bizim üzerimizden ev almak istiyor. Mahalle aralarındaki, emlakçılık da değişiyor. Markalı emlakçıların pazar payı yüzde 5. Bu çok düşük. Bunlar değişecek.

- Bayilik için kadın girişimciler de istekli mi?

Gelen taleplerin yüzde 60-65’i kadınlardan. Kadınlar emlakçılıkta çok iddilalılar. Franchise bedelimiz 15 bin dolar civarında, yerine göre değişiyor.

Dönüşüm olan yerler patladı!

- Şehirde yeni gelişen, en hareketli yerler nereleri?

Çok satış yapılan yerler Boğaz, Nişantaşı, Etiler, Ulus, Bağdat Caddesi değil. Dönüşüm yaşanan yerlerde patlama var. Beylikdüzü, Halkalı, Esenyurt... Nüfus oralarda. Ekonomi hareketli. Ümraniye, Ataşehir tarafı da çok hareketli. Bence birçok şehir için bu geçerli. Yeni yerlerde büyük dönüşüm var. Tatil bölgelerinde atıl alanların turizme kazandırılması iyi bir karar. Bu çok hareketlilik getirecek.

Sörf, yoga ve meditasyon yapıyorum

- Tansa Mermerci ile evlisiniz. İki çocuğunuz var. İş dışında ne yaparsınız? Hobileriniz?

Sörf yapıyorum. Doğayı çok severim. Her fırsatta sahilde ya da ormanda yürürüm. Kitesurf yapıyorum Çeşme’de...

- Uçuyorsunuz yani...

Sayılır. Çok zevkli bir spor. Fırsat buldukça yapıyorum. Yoga da yaparım. Şu aralar biraz ara verdim. Amerika’da yoga yapıyordum. Yoga stressiz bir hayat sağlıyor. Her gün yoga yapıp sonra iş yapmak zor. Dengelemek kolay değil. Şu aralar yapamıyorum. Zaman bulunca meditasyon da yapıyorum. Fotoğraf çekmeyi de çok severim. 2008 sonrası bir ara meditasyon merkezi açmak da istedim.

Yazının devamı...

KidZania 20 milyon dolara İstanbul’a geliyor

Dubai zenginlik ve gösterişin dünyadaki sayılı adreslerinden biri. Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki en büyük emirlik. Dubai’de bir örneği olan yakında da Türkiye’ye gelecek olan KidZania’yı görmek için Dubai’ye gittik. KidZania 8 ülkede 11 farklı şehirde olan 4-14 yaş arası çocuklara hitap eden bir konsept. İstanbul’da Eylül ayında Akasya Projesi içinde yer alacak olan AVM içinde bir KidZania dünyası kurulacak. Akkök Sanayi Yatırım ve Geliştirme A.Ş. İcra Kurulu Üyesi Raif Dinçkök, Doğu- Batı Grubu proje koordinatörü Meral Kaneti Molinas ve KidZania Türkiye Genel Müdürü Lara Sayınsoy Dorner’den KidZania ile ilgili bilgi aldık, birlikte KidZania’yı gezdik, çocukların etkinliklerini izledik. KidZania 1999’da Meksika’da doğan bir konsept. Çocukları eğlendirirken eğiten KidZania İstanbul’da Akasya Projesi içinde yer alacak. KidZania oyun merkezi değil, ‘Edutainment’ eğlendirirken eğitme diye özetlenen bir konsept. Çocuklar birebir büyüklerin yaptıklarını deneyimliyor KidZania’da. Çocuklar için mini bir şehir inşa ediliyor. Çocuklar bu şehre uçak bileti alarak geliyor. Dubai Mall’daki KidZania’nın girişinde de dev bir uçak maketi var. Her çocuğun bir pasaportu var.

KidZania’ya giren çocuklar aşçılıktan moda tasarımcılığına, itfaiyecilikten süt yapımına, diş doktorluğundan tv programcılığına kadar farklı mesleklerde kendilerini deniyor. Para kazanmayı, paralarını bankaya yatırmayı, para kaybetmeyi de öğreniyor. KidZania’nın para birimi Kidzos. KidZania yerel ve ulusal markalarla işbirliği yapıyor. Bankalar, kozmetik markaları, havayolu şirketleri, yiyecek içecek şirketleri, hastaneler sponsor oluyor.

KidZania kapalı bir mekan ama ‘öğretici’ ve ‘eğlendirici’ konseptiyle İstanbul’da önemli bir açığı kapatacağı kesin.

800 bin ziyaretçi bekleniyor

Raif Dinçkök, “20 milyon dolarlık bir yatırım yaptık. İsim hakkı için 300 bin dolar yatırdık” diyor. Lara Sayınsoy Dorner, günde 1.500 çocuğun Kidzania’ya girebileceğini söylüyor. 8 yaşından büyük çocuklar aileleri olmadan da girebiliyor Kidzania’ya. İçeri girerken tüm çocuklara ve ailelerine bileklik takılıyor. Aile çocuğunun nerede hangi faaliyeti yaptığını bu bilekliği okutarak öğrenebiliyor. İstanbul’da yılda 800 bin kişinin KidZania’ya gelmesi bekleniyor. Lara Sayınsoy Dorner çocuklar için giriş ücretinin 40 lira olacağını da söylüyor.



(Soldan sağa) Kidzania Türkiye Genel Müdürü Lara Sayınsoy Dorner, Akkök Sanayi Yatırım ve Geliştirme A.Ş. Yönetim Kurulu ve İcra Kurulu Üyesi Raif Ali Dinçkök, Doğu-Batı Grubu Proje Koordinatörü Meral Kaneti Molinas.

Yazının devamı...

İstanbul ‘yerel’ mutfağımızla gastronomi merkezi olabilir

Nu Teras, Num Num ve Mikla gibi restoranların kurucusu Mehmet Gürs, İstanbul’un gastronomi merkezi olması için yerel yemeklerin öne çıkması gerektiğini söyledi. Gürs, “En iyi Japon restoranını getirmekle gastronomi merkezi olunmaz” dedi. Gürs, yeni markalar yaratacaklarını da açıkladı.



Mehmet Gürs 16 yıl önce İstanbul’a geldi. Finlandiya doğumlu, ABD’de eğitim almış genç şef olarak tanıdık kendisini. O zamana kadar alışık olmadığımız bir şef portresiyle karşımıza çıktı Gürs. Nişantaşı’ndaki Downtown ilk restoranıydı. Kısa zamanda başarılı oldu. Bu başarının ardından Nu Teras, Lokanta, Num Num ve Mikla geldi. Gürs, hem aşçı hem de işletmeci. Amerika’da da işletme okumuş. Geçen yıl İş Girişim, İstanbul Yiyecek İçecek Grubu’nun yüzde 61.7’sini aldı. Gürs de hedef büyüttü. Malum İstanbul’da yeme-içme sektörü çok hareketli. İstanbul’a yeni zincirler geldi, gelmeye devam ediyor. Gürs’le başarı öyküsünü ve yeme-içme sektörünü konuştuk.

- Siz bundan 16 yıl önce geldiniz İstanbul’a. Yeme-içme sektöründe büyük değişiklikler oldu. Siz bu değişimi bekliyor muydunuz? Bunun kokusunu alıp mı gelmiştiniz?

Son dönemde çok gelişim, dönüşüm var. Yıllardır arka tarafta bir değişim yaşanıyordu. Türkiye’de de esnaflıktan, çorbacılıktan çıktı bu iş. Avrupa’da, Amerika’da bu iş çok uzun zamandır ciddiye alınır. Nedense Türkiye’de hor görülürdü. Bu işi yapanlara saygı duyulmazdı. Ne aşçısı ne de servis elemanı ciddiye alınırdı.

- Eskiden bu işler ciddiye alınmıyordu.

Algıda sorun vardı, hâlâ da var aslında. TV kanallarında yeme-içme sektörüyle ilgili haberler kadınların göbek attığı, köpük banyosu yaptığı görüntülerle birlikte verilirdi.

-Ama şimdi baktığımızda büyük şirketler bu işe giriyor.

Koç Holding yıllardır Divan markasıyla bu işin içinde ve belli çizgide işlerini götürüyor. Esas Holding bu işlere girmek istiyor. İş Bankası bizimle girdi. Doğuş son 1 yılda büyük alımlar yaptı. Zorlu kovalıyor. Kocaman kuruluşlar bu işe boşuna girmez. Kanyon’a, Zorlu Center’a yeni markalar geliyor.

-Sektörün büyüklüğü ne kadar oldu?

17 milyar dolarlık bir büyüklükte. Daha da büyüyecek. Sadece Mikla gibi restoranlardan bahsetmek olmaz. Gelecekte net bir büyüme görünüyor, büyük şirketler de bunu görüyor.

10 bin dolar gerekiyor

- Büyüme daha çok hangi yönde olacak? Daha çok lüks restoranlara mı ihtiyaç var? Yoksa orta kesimin daha çok sosyal hayatın içinde olduğunu hesap edip bu kesime göre mi yatırım yapılmalı?

Bakın daha sabah kahvaltısını dışarıda yapma alışkanlığı başlamadı bizde. Yalnızca Pazar sabahları var. Ama her gün işine giden dışarıda kahvaltı yapabilir. Daha çok kişi iş hayatının içine giriyor her geçen gün. Öğle saatleri yeme içme sektörü çok yoğun. Catering şirketleri çok büyüdü. Ciddi vergi veriyor sektör. Ayrıca istihdama bakın.

- İşsizlik için panzehir der misiniz sektör için?

Sanayide bir kişi çalıştırmak için 100 bin dolar yatırım lazım deniliyor. Bu rakam yeme içme sektöründe 10 bin dolar. Bu şu demek, sanayide bir iş yaratılırken bu sektörde 10 iş yaratılıyor.

-Siz de büyüyorsunuz... Sektörün büyüme hedeflerine baktığımızda katlanarak büyümeye ihtiyacı var.

Evet. Nisan’da iki restoran açacağız. 100 kişi alacağız. Türkiye’nin en büyük dertlerinden biri cari açık değil mi? Biz Mikla’da tamamen yerel malzeme kullanıyoruz. Num Num’da da 2-3 sos, baharat dışında hepsi Türkiye’den. Tonlarca et, sebze... Cari açık için de bu sektörün büyümesi önemli.

-İstanbul gastronomi merkezi olabilir mi?

Yakın değil. Gastronomi destinasyonu olma potansiyeli var İstanbul’un. Başka şehirlere göre avantajları var. Klasik bir Batı şehri değil, farklı. Berlin, Amsterdam, Paris evet her biri birbirinden farklı ama 3 aşağı 5 yukarı his olarak benzer. Şimdi böyle deyince ‘Adama bak cahil aradaki farkı görmüyor mu?’ diyebilirler. Görüyorum ama dönüp İstanbul’a baktığımda daha farklı şeyler görüyorum. Tuhaf ve çekici bir hali var.

-Gastronomi merkezi olan yerlere baktığımızda kendi mutfaklarının çok çarpıcı örneklerini sıralayabiliyoruz...

Gastronomi merkezi olmak için yerel yemek öne çıkmalı. En iyi Japon restoranını veya zincirini buraya getirmekle gastronomi merkezi olunmaz. İtalya’da İtalyan yemekleri yiyor, şarapları içiyorsunuz. Ben Ezine peyniri kullanıyorum diyelim, gerçekten Ezine peyniri olduğunu nereden bileyim? Ben bu iş için uzman biriyle çalışıyorum. Biri Anadolu’da geziyor benim için, denetliyor... İstanbul’un gastronomi merkezi olması için yeme içme politikası olması lazım. Finlandiya gibi küçük bir ülkede bile hükümette bu işlerle ilgili sorumlu biri var. Danimarka ve İsveç bu işlere 20 yıl önce başladı...

Burada 1 haftada harcadığını yurtdışında tek yemeğe ödüyor

- Gastronomi turizmi diğer turizm gelirlerinden çok daha iyi bir geliri getiriyor değil mi?

Gastronomiye gelen turist bilinçli. Dünyanın en iyi restoranlarına otellere gidenler geliyor. San Sebastian’a gidince burada 1 haftada bıraktığını turist bir öğünde bırakıyor.

- Siz Yeni Anadolu Mutfağı yapmaya nasıl karar verdiniz?

Mikla’da yeni Anadolu mutfağı yapıyoruz. Gürcistan’da sınırda köy var oradan bal alıyorum. Yunanistan’da da dolma var, Halep ve Antakya yemekleri de benziyor. Biz Anadolu ürünleriyle yapıyoruz, bu denizlerin balıklarını kullanıyoruz. Kırmızı et olarak da ağırlıklı kuzu kullanıyoruz. Teyzeler neler yapmış onları anlayıp bunların üzerine kendi deneyimlerimizi koyuyoruz.

- Mikla lüks restoran. Burada Anadolu yemekleri yaptığınızda nasıl karşılandı?

Lüks denildiğinde fuagra, havyar akla geliyor, değil mi? Bence bu doğru değil. Lüks olmak için bunlar zorunlu değil. Lüks algısı da değişiyor. İtalyan lokantasında sadece makarna, pizza yiyorsun. Burada niye mantı yemeyesin?

-Yabancı misafirleriniz geliyordur sık sık. Burası dışında nereye götürüyorsunuz?

Sokak yemeklerine bayılıyorum. Köftecileri, esnaf lokantalarını gezerim. Yemek üzerine gelenleri de değişik yerlere götürüyorum. Basit yemek istiyorsunuz bizim işle uğraşınca... Ama Şans’ı, Kıyı’yı, Changa’yı da severim...



Üç yeni konsept hazırladık

- İş Girişim size ortak oldu. Yeni yatırımlarınız var mı?

İş Girişimin ortak olması bizim için önemli. Amacımız büyümek. Nitelikli büyümek. Yeni markalar gelecek. Değişik segmentlere giriyoruz. Çok aşağılara girmiyoruz. Mikla’nın bir iki tık altına gireceğiz. Yoğun biçimde adres bakıyoruz. Num Num’ın bir iki tık üstüne hitap eden bir konspette hazırladık. Daha çok 40-50 arası yaş grubuna hitap eden, eğlencede çok tecrübeli iyi yemek yiyip içmek isteyenlere hitap edecek bir konsept de hazırladık. Fiyat kalite dengesi tam olacak. Bazı lüks segmentlerde buna önem verilmiyor. Bazı lüks yerlere yalnızca görünmek için geliniyor. Biz çok agresif büyümeyeceğiz ama şu anki halimizden 3-4 sene sonra 4 katına çıkmayı hedefliyoruz. Şu an 25 milyon ciro yapıyoruz. 3 ayrı konseptimiz var, marka adları hazır.

Yazının devamı...

6.2 milyon çocuğa haftada 3 gün süt dağıtılacak

Türkiye’de çocukların yalnızca yüzde 30’u düzenli olarak süt içiyor. Bu veri Türkiye’de Okul Çağında Çocukların Büyümesi’nin İzlenmesi projesinden. Yine bu projede 6-10 yaş arası çocukların günde 2 bardak süt içmesi gerektiği söyleniyor. Bu araştırmadan bir başka veri ise şu: Türkiye’de çocuklarda süt tüketimi su, çay, gazlı içeceklerden sonra geliyor. Süt tüketimi ikinci sırada olması gerekirken, 4’üncü sırada.

Geçen sene Ulusal Süt Konseyi Başkanı Harun Çallı ile Ülker Sports Arena’da karşılaşmıştık. O günler tam da öğrencilerin sütlerden etkilendiği, 2 bin öğrencinin ‘zehirlenme’ şüphesiyle hastaneye kaldırıldığı dönemdi.

Çallı, “7 milyondan fazla süt dağıttık, 2 bin öğrenci olumsuz etkilendi. Ama bu bizi durdurmamalı. Bundan sonra eğitimlere de devam, velilerle de daha sıkı işbirliğiyle süt dağıtımına devam edilmeli. Çünkü ne yazık ki süt içmiyoruz” demişti.

Evet, şimdi işte o zaman geldi. Sömestir tatilinden hemen sonra okullarda süt dağıtımı başlayacak. Süt dağıtımı için yeni markalar da belirlendi. Gönderilen sütler sürekli denetlenecek.

Bu proje Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı işbirliğiyle yürütülüyor. Ana sınıfı dahil olmak üzere ilkokul öğrencilerine süt içme alışkanlığının kazandırılması amaçlanıyor.

Tüm uzmanların birleştiği bir nokta diyebiliriz bunun için. Çocuklar süt, ayran ve kefir içmeli. Özellikle de şekerli, asitli içeceklerden uzak durmalı.

Ve ülkemizin gerçekleri ortada. Geçim sıkıntısı nedeniyle birçok aile çocuğuna her gün süt içiremiyor. Buna ek olarak da eğitimsizlik, eğitimsizlik, ilgisizlik yüzünden de çocuklar yanlış besleniyor.

Okul Sütü programı kapsamında bu yıl 30 bin 885 okulda, 6 milyon 290 bin 977 ilkokul öğrencisine 11 Şubat 2013 tarihinden 14 Haziran 2013’e kadar haftada 3 gün süreyle 200 ml UHT Uzun Ömürlü Süt dağıtımı yapılacak. Bütün bu süre boyunca öğrencilere dağıtılacak sütün miktarı 60 bin ton.

İkinci öğretim döneminde 12 firma süt dağıtacak. Bu projenin toplam değeri 134 milyon lira. Hatırlatmakta yarar var, Türkiye’de kişi başına yılda 26 litre süt tüketiyoruz. Oysa bu oran Avrupa ülkelerinde 90-100 litre civarında. Finlandiya’da 136 litre. Okul Sütü projesi ancak uzun yıllar devam ederse Türkiye’nin süt karnesi düzelecek.

Hangi marka hangi bölgeye süt dağıtacak?

- Doğu Anadolu ve Ege Bölgesi: Dimes ve Pınar ortak girişimi

- İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi: Aynes Gıda

- Marmara ve Karadeniz Bölgesi: Ak Gıda

- Akdeniz Bölgesi: Aynes Gıda

Yazının devamı...

100 liranın 2.5 lirasını teknolojiye ayırmazsak ilk 10’a giremeyiz

Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşması için hızlanması gerektiğini söyleyen HP Türkiye Genel Müdürü Serdar Urçar, “Böyle giderse zor gibi. Çünkü bazı veriler var ortada. AB ülkeleri ve gelişmekte olan birçok ülkede kişi başına gelir 100 liraysa 2.5 lirasını teknolojiye yatırıyor. Türkiye’de gelirimiz 100 liraysa bunun 1 lirasını teknolojiye yatırıyoruz. 100 liranın 1 lirasını teknolojiye ayırarak ilk 10 ekonomi arasına girmek zor” dedi

Son 2-3 yıldır bilgi teknolojilerinde büyük değişiklikler yaşanıyor. Yeni teknolojiler iş dünyasını da günlük yaşamı da çok etkiliyor. Sosyal medya-CRM entegrasyonu hayatın neredeyse her alanına değiyor. Mobil cihazlarla kişisel bilgisayarlar arasındaki sınırlar kalktı. HP dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinden biri. Türkiye’deki de en büyük bilgi teknolojileri şirketi. HP Türkiye Genel Müdürü Serdar Urçar’la sohbet ettik. Urçar’ın kariyer öyküsüne de bu röportajda yer verdim. Çünkü Urçar’ın iş yaşamındaki yükselişi hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını gösteriyor. Urçar, işindeki başarısının yanı sıra çok da renkli bir karakter. Yazmayı çok seviyor, bir blogu var. Ayrıca oyunculuk eğitimleri almış, sahne tozu yutmuş biri.

- Nerede başlıyor sizin hikayeniz?

Annem Mersinli, babam bir tarafı Bulgaristan’dan göçen, diğer tarafı Tatar bir ailenin oğlu. İstanbul’da büyümüş. Annem ve babam görev nedeniyle Eskişehir’e gelmişler. Ben Marshall yardımı sonrası kurulan Maarif Koleji’nde okudum. Amerikan kolej kampüsü gibiydi.

- Anadolu Lisesi olmuştu değil mi? Ben de İzmir Anadolu Lisesi mezunuyum. Orası da eski Maarif Koleji...

Evet. O dönemde hepsi Anadolu Lisesi olmuştu. İki ufak, bir büyük futbol sahası, bir basketbol sahası, iki dil laboratuarı vardı. Çok iyi bir okuldu.

Derimin altına HP işledi

- Okurken çalıştınız mı?

Turizm alanında çalışmaya başladım. Gazete ilanıyla iş buldum. Transfer elemanı oldum. İstanbul içi sonra da İstanbul dışında turlara çıkmaya başladım. Bana o dönem çok şey kattı. Paranın değerini öğrendim, sorumluluk aldım. İlişki ve iletişim kurmayı öğrendim. Bir grup yabancıyı yönlendirmek kolay olmuyor. Ben şimdi gençleri işe alırken buna çok dikkat ederim. Marmara Üniversitesi’nde AB Enstitüsü’nde master yaptım. AB’nin ekonomik, siyasi ve sosyal tarihçesi gibiydi. Çok keyif aldım. Tez yazım aşamasında da Arthur Andersen’e girdim. Orası iyi bir okuldu. Mülakata 400 kişi girip 9 kişi seçildik. İkinci üniversite gibiydi.

- Bankacı olma yolunda ilerlemişsiniz... Bilgi teknolojileri şirketine nasıl girdiniz?

Ben finansçı olmak istemediğimi orada anladım. O dönemde satış pazarlama işi aradım. BT sektöründe iş buldum. O dönemin en büyüklerinden Karma Şirketi’ne girdim. Sonra Superonline’ın kuruluş aşamasında bulundum. 2.5 yıl orada kaldım. 6 ay kadar bir arkadaşımın KOBİ’sine danışmanlık yaptım. Web sayfaları yapıp sattım. Ve HP teklifi geldi. HP 1989 yılında Türkiye’ye gelmişti. Bu yıl 24’üncü yılımız. 1997’de girdim HP’ye. HP içinde müşterilerin teknoloji yatırımlarını finanse eden birimi kurma işiyle görevlendirildim. O iş 2000 yılında 32 milyon dolarlık büyüklüğe ulaştı. Sonra farklı alanlarda çalıştım. 1.5 yıl Dubai ofisinde kaldım. 4 yıldır da ülke genel müdürüyüm. 15 yılda 6 değişik rol oynadım HP’de. Derimin altına HP işledi diyebilirim.



- HP dünya devi. Türkiye’deki büyüklüğü nedir?

120 ülkede var HP. Türkiye HP içinde Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi’nde yer alıyor. Bu kapsamda Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeler var. Biz gelişmekte olan ülkeler arasında en önemlilerden biriyiz. BRIC ülkelerinden sonraki ikinci halkanın önemli ülkelerindeniz. BRIC kadar büyük potansiyelimiz yok ama büyüme hızımız yüksek.

- Ne kadar büyüme hızınız?

Türkiye’de kişisel bilgisayar pazarı hızla büyüyor. Biz pazar lideriyiz. Yüzde 15-16 oranında büyüyoruz. Kişisel bilgisayarlarda 11 yıldır pazar lideriyiz, baskı cihazlarında da pazar lideriyiz. Payımız yüzde 45 civarında.

2002-2007 döneminde patlama yaptık. 5 yıl içinde 4-5 katına çıktık.

- 2008 krizinden etkilendiniz...

2008 yılından çok etkilendik. Durduk neredeyse... 2010 yılından sonra yine hızlı büyümeye başladık. Değişik kategorilerde yüzde 10-15 büyüdük.

- 2012’de de sektörde beklenen büyüme gerçekleşmedi değil mi?

2012 duraklama dönemiydi. Baktığımızda 2012 ekonomisine ihracat ağırlıklı büyümenin olduğu, yerel talebin kısıldığı, kurun 1.8’lere oturduğu bir dönem oldu. 2012 büyümeme yılı oldu.

- 2013 beklentileriniz nedir?

2013’te sektörümüz canlanacak ve büyüyeceğiz diye düşünüyoruz. Baktığımızda Türkiye’de bilgi teknolojilerinde 8 milyar dolarlık büyüklük var. 9 milyar dolara ulaşacak deniliyor.

- BT alanında Türkiye emekleme döneminde. Oysa genç nüfusu ve potansiyeliyle BT alanında atılım yapacak olanaklara sahip. Ancak ne yazık ki teknokentler, üniversite-özel sektör işbirliği filan deniyor ama altı bir türlü dolmuyor. Neden?

BT sektörüne baktığımızda evet kesinlikle bu alanda rekabetçi olmalı Türkiye. Türkiye büyüyor ve Türkiye’nin hedefleri de büyük. Dünyanın ilk 10 ekonomisine girme hedefimiz var.

- Siz bu hedefin ulaşılabilir olduğunu düşünüyor musunuz?

Olabilir ama hızlanmalıyız. Böyle giderse zor gibi. Çünkü bazı veriler var ortada. AB ülkeleri ve gelişmekte olan bir çok ülkede kişi başına gelir 100 liraysa 2.5 lirasını teknolojiye yatırıyor.

- Türkiye’de bu rakam ne kadar?

Türkiye’de gelirimiz 100 liraysa bunun 1 lirasını teknolojiye yatırıyoruz.

- Herkesin elinde cep telefonu, tablet filan var gibi ama Türkiye geneline baktığımızda demek ki durum hiç de o kadar iyi değil...

Değil. 100 liranın 1 lirasını teknolojiye ayırarak ilk 10 ekonomi arasına girmek zor. Biz, o 1 lirayı da şöyle harcıyoruz. Bu 1 liranın 80 kuruşu donanım, 12 kuruşu hizmet, 8 kuruşu yazılım.

- Donanım konusu zaten hala çok sancılı...

Gelişmiş ekonomilerde ve teknolojiyi iyi kullanan gelişmekte olan ekonomilerde durum farklı. G-20 ülkelerinde dediğim gibi bilgi teknolojilerine yatırdıkları oran GSYH’ye göre yüzde 2.5. Hem oranımız düşük yüzde 1, hem de o oranın dağılımı değişmeli. Teknoloji kozlarımız küçük ve katma değerden uzak. Yerel pazarın büyümesi şart. Yerel pazar büyümeden bölgesel ve küresel oyuncu olamayız.

Kurumlar 3 yılda bir bilgisayar değiştiriyor

SERDAR Urçar, kullanıcı eğilimleriyle ilgili bilgiler de verdi: “Türkiye’de HP ile 5 bin firma çalışıyor. 5 bin firma HP ürünü alıp satıyor. Bu firmalar ciddi hacim yaratıyor. Bu firmalar bizim eğitimlerimizden geçip uzmanlaşıyor. Eko sistemimiz çok geniş. Türkiye’de kurumlar 3 yılda bir bilgisayarlarını değiştiriyor. Teknolojiyi yoğun kullananlar çok daha kısa sürede değiştiriyor. Uzun kullananlar 4-5 yılda bir değiştiriyor. Teknoloji meraklısı olan bir kullanıcı grubu var onlar 3-4 ayda bir değiştiriyorlar. Bunlar çok istisna. Normali 3-4 yıldır. Ekonomide iyi bir şeyler var ama nitelik konusunda ortanın altındayız. Türkiye’de dönüşüm yaratmak için rekabetçilik, bilgi teknolojilerinde ilerleme, kadının işgücüne katılımını artırmak gibi atılımlar olmalı. Nicelik yanına nitelik eklemeliyiz.

AMATÖR OYUNCULUKLA ÇOK İLGİLENDİM

- Sosyal sorumluluk projeleriniz var mı?

Bursa’da girişimcileri eğitiyoruz. Bizim tarz şirketlerde bütçeler baskı altında, kendi kaynaklarımızla bir yere kadar ama içimizde çalışan insanların deneyimleri çok iyi. Her şey de para değil. HP Gönüllüler Ordusu var. Hayata Dair projeler ekibimiz var.

- İş dışında ne yaparsınız? Şahika Tekand’ın oyunculuk atölyesine katılmışsınız...

Şahika Tekand’ın tiyatrosuna katıldım. Amatör oyunculukla çok ilgilendim. Çağdaş sanatla ilgiliyim. Sergileri, müzeleri gezerim. Ayrıca futbol bence bir büyü. Fenerbahçe taraftarıyım. İki kızım var. Onlarla zaman geçirmek çok önemli benim için. Yelken yapıyorum ve golf oynamaya da başladım. Şuna inanıyorum. İş ve yaşam dengesi kurulmalı. Bunu da bir eğitim sırasında dinledim bir uzmandan. Bize sordu: İş ve yaşam dengesini ne daha iyi anlatır? Terazi mi üçgen mi? İlk anda terazi demek istiyorsunuz ama değil. Aile, iş ve sensin. Yani üçgen. İnsanın sadece kendisi için bir şeyler yapması gerçek meditasyon.

Çorlu’da üretimin yüzde 95’i ihraç ediliyor

- Çorlu’da fabrikanız var o fabrikanın üretiminin büyük bölümü ihraç mı ediliyor?

Üretimin yüzde 94-95’i Kuzey Afrika, Orta Doğu, Doğu Avrupa’ya yollanıyor. Bu bizim buradaki varlığımız açısından önemli. 3 yıldır üretimdeyiz. Şu anda Çorlu 1.5 milyon adet masa üstü bilgisayar üretiyor. Bu çok iyi bir iş. HP’nin bir üssü burada. Biz tedarik zincirimizle bu ürünleri dağıtıyoruz. Bu da yetmez.

- Ne olmalı?

Ar-Ge olmalı. Üniversiteler önemli, özel sektör ilişkisi önemli. Kısa vadede başarı zor. Teknokentlerin bir çoğu doğru insiyatif. Hala özel sektör üniversite işbirliğinde çok yavaşız. Ama yavaş yavaş kartopu oluşuyor. Türkiye yeni yeni kendi patentine sahip olmanın önemini anlıyor. Bunu anladıkça katma değer artacak. Bunu iyi anladığımızda 100 dolarlık ihracat yaptığımızda 96-97 dolarlık ithalat yapmayacağız da 80 dolarlık yapacağız. Katma değerin bir kısmı burada üretilecek. Hep şunu sormalıyız kendimize? Neyin inovasyonu, patenti, entelektüel sermayesi bizde? Bu soruların yanıt listesi uzadıkça Türkiye’nin karlılığı artacak, Türkiye zenginleşecek. Bunu yaparsak gireriz ilk 10 ekonomiye.

Yazının devamı...

Yabancıların almasına gönlüm razı olmadı

Bir zamanlar Türk filmlerinin çekildiği en gözde mekanlardan biri olan Büyük Tarabya Oteli, Grand Tarabya Otel olarak bu hafta kapılarını açıyor. Eşi ve çocuklarının itirazlarına rağmen oteli ihalede 145 milyon 350 milyon dolara alan Bayraktar Holding’in patronu İzzet Bayraktar, “Böyle güzel bir tarihi olan otelin yabancı zincirler tarafından alınmasına gönlüm razı olmadı. O yüzden aldım” dedi.

The Grand Tarabya Oteli bu ay açılıyor. Otel uzun zamandır yenileniyordu. Açılış öncesinde Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Bayraktar’la sohbet ettik. Oteli gezdik. Otelin inşaat süreci hayli zorlu geçmiş, deneyimli işadamı İzzet Bayraktar, “Beni en çok yoran iş burası oldu” diyor demesine ama Tarabya Oteli’ni eşinin ve çocuklarının itirazlarına rağmen almış olmasından dolayı da asla pişman değil. İzzet Bayraktar’la sohbetimiz sırasında Bayraktar’ın kitabını hazırlayan Hulusi Turgut ile otelin Genel Müdürü Bora Göymen de bize eşlik etti. Otelin her bir köşesi ayrı bir hikaye... Salonları, lobisi, otoparkı, SPA’sı...


200 milyon dolara çıktı

Otelin farklı bir havası var. Adım atar atmaz Türk filmlerinde gördüğümüz sahneler ve Tarabya Oteli’nin gelenekselleşen 5 çayı davetleri aklıma düşüyor. Malum bir zamanlar otel Yeşilçam’ın seti gibiydi. İzzet Bayraktar da hemen, “Böyle güzel bir tarihi olan otelin yabancı zincirler tarafından alınmasına gönlüm razı olmadı. O yüzden aldım bu oteli” diyor. Bayraktar’ın anlattığına göre ihale süreci hayli sıkıntılı geçmiş. Bayraktar mimar Eren Talu’yu da sitemle anıyor. Eren Talu’nun yabancı bir grupla ihaleye katıldığını ve fiyatı yükselttiğini, ‘projem hazır’ demesine rağmen daha sonrasında projenin de hazır olmadığını öğrendiğini anlatıyor.


Ama tüm bunlar geride kalmış. İzzet Bayraktar 145 milyon 350 bin dolar vererek ihale sürecinden çıktı. Restorasyon için ise ilk hesapta 70 milyon dolar harcamayı öngörürken, 200 milyon dolar harcadı. Hatta oteli aldıktan hemen sonra eski dostu ünlü mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu’nu otele çağırdığını, Murat Tabanlıoğlu’nun da “Burası derya” diyerek otelin mimarisinden çok etkilendiğini anlatıyor. Tarabya Oteli’nin restorasyonu da Murat-Melkan Tabanlıoğlu tarafından gerçekleştirildi. Yenilenme sürecinde en yorucu bölüm ise otopark yapımı olmuş. Eski otelde otopark olmadığı için otelin arkasında kullanılmayan arazi yer altına da inilerek 500 araçlık bir otopark yapılmış.

İzzet Bayraktar, büyük otel zincirleriyle görüştüklerini ancak işletme koşullarında anlaşamadıklarını da anlatıyor. SPA’sı, restoranları da dahil olmak üzere tüm organizasyonu kendilerinin yapacağını öğreniyoruz.

The Grand Tarabya Oteli daha açılmadan Leading Hotels of The World (LHW) organizasyonuna da dahil olmuş. 800 ayrı kriterde otel incelenmiş. Dünyada 450 oteli şemsiyesi altında toplayan Leading Hotels’in üyesi olan Büyük Tarabya Oteli şimdiden dünyanın farklı yerlerinden müşterilerin dikkatini çekmiş durumda.

Şimdiki sanayicilerde kolay para hevesi var

İzzet Bayraktar’la sohbetimiz sırasında Türkiye’nin yerli otomobil macerasını da konuşuyoruz. Otomotiv sektöründe yatırımları olan Bayraktar, “Türkiye’nin mühendisleri, işçileri, sermayesi var. Türkiye’de dünya devlerine parça üretiyoruz. Far üretimimiz çok ilerledi. Her şeyi üretebiliriz ama yerli otomobil üretmek için bir süre zarar etmeyi göze almak gerekiyor. Öyle bir babayiğit de çıkmıyor. 50 yıl önce biz sanayiciler çok heyecanlıydık, hiçbir şey yoktu ama üretim heyecanı vardı. Şimdiki sanayicilerde kolay para hevesi var. Heyecan da kalmamış” diyor.

Yazının devamı...

Avrupa’ya Bodrum levreği ile çipura ihraç ediyor Araplar’a tavuk yedirecek

Türkiye’de dondurulmuş ürünlerini marketlerde tüketiciyle buluşturan Iglo, aynı zamanda Türkiye’den de yurtdışına balık ihracatı yapıyor. Ege çipurası, Akdeniz levreğini zeytinyağ, limon ve defne yaprağıyla paketleyip ihraç eden, İtalya’ya 1.200 ton balık satan Türkiye Iglo, Iglo merkez yönetimini de şaşırtmış durumda. Iglo Türkiye yakında Suudi Arabistan’a da tavuk ihraç edecek.

Dondurulmuş gıda alanda dünya lideri olan Amerikalı şirket Iglo 2008 yılından bu yana Türkiye’de. Iglo’nun Türkiye operasyonunun başında duayen bir isim Caner Tunaman var. Caner Tunaman’ın 18 yıllık Unilever kariyeri başarılarla dolu. Becel markasının mucidi deniliyor Caner Tunaman için. Unilever deneyiminden sonra Reckitt Benckiser şirketinin 6 kurucusundan biri olan Tunaman, Kosla markasının da mucidi. İDO’nun kurulmasında da rol oynamış. Bir zamanlar kendisine Türkiye’nin tanıtımı teklif edilmiş. “Ah keşke böyle biri yapsaydı” diyorum içimden. Gelelim Tunaman’ın son işine... Türkiye’de dondurulmuş ürünlerini marketlerde tüketiciyle buluşturan Iglo, aynı zamanda balık ihracatı yapıyor. Ege çipurası, Akdeniz levreğini ihraç eden, İtalya’ya 1.200 ton balık satan Türkiye Iglo, merkez yönetimini de şaşırtmış. Yakında Suudi Arabistan’a da tavuk ihraç edecek.

Ölmeden donduruluyor

- Uzun süre Unilever’de çalıştınız. Kopmak zor olmadı mı?


Orada farklı alanlarda çalıştım. Çok başarılı çalışmalar yaptık. Türkiye’de döviz sıkıntısı vardı. Ben çılgın gibi dolaşıyordum dünyayı. Unilever Türkiye Export’un başındaydım. O zaman Türkiye’nin ihracatı 400 milyon dolardı. Ben 2 milyon dolarlık ihracat yaptım, altın madalya aldım. Sonra Hollanda Unilever’e pazarlama müdürü oldum. O arada Şili ve Venezüella genel müdürlükleri teklif edildi. İstemedim. Beni Londra’ya çağırdılar, dünya başkanıyla görüştürdüler ve Malezya’nın başına geçtim. Türkiye’ye dönmemi Unilever istemedi. “İtalya, Kenya yoksa Brezilya mı?” dediler, istemedim. “Algida’yı Türkiye’de kur” dediler. Algida’yı kurmadan Benckiser’e geçtim.



- Reckitt Benckiser’ın kurucularındansınız değil mi?

Evet. 6 arkadaşımla kurduk. Çok başarılı olduk. Kosla’yı biz yarattık. Calgon, Calgonit gibi markaları biliyorsunuz. Şu an 135 ülkede var Benckiser. Hâlâ yönetim kurulu başkanıyım, 9 ülke bana bağlı. Çin, Japonya, Malezya var aralarında. Artık stratejimiz oturdu, eskiden çok gezerdim, şimdi öyle değil.

- Bu işleri yaparken Iglo nereden çıktı?

Benckiser’i kurduğumuz 6 arkadaştan biri olan Erhard Schöwel beni Iglo işine soktu. Iglo’nun yönetimine girdi, bana da “Türkiye’de kur” dedi. Ben “Dondurulmuş gıda işi Türkiye’de zor” filan dedim ama beni ikna etti. Bana Belçika’da şov yaptılar her şey çok lezzetliydi. Ben “Ne katıyorsunuz” dedim. “Hiçbir şey. Marketten aldığından daha taze” dediler.

- Nasıl oluyor bu?

Sebzeler dalından koptuktan sonra 2-3 saat içinde donduruluyor. Bezelyenin ömrü dalından koptuktan sonra 2.5 saatmiş, ıspanağın ömrü 12 saatmiş. Iglo ölmeden donduruyor. O yüzden de besi değerleri korunuyor.

- Ya balıklar? Balıklardaki kirlilikle ilgili haberler çıktı. Yapılan ölçümler var...

Iglo çok farklı noktada. Balıklar taze. Gemide donduruluyor hepsi. Açık denizde balıklar tutuluyor. Atlantik, Alaska gibi yerlerde radarlar denizde balık sürülerini görüyor. Hemen tutma hakkına sahip değil kaptan. Iglo balığın devamlılığının BM’de bir komitesi var, o komitenin de başında. Iglo balığın sürdürülebilir olmasını çok önemsiyor. Gemi kaptanı balık sürüsünü görünce merkeze bildiriyor, deniz suyundan örnek alınıyor, bunlar için gemilerde özel cihazlar var. Deniz suyu tetkik ediliyor. Gemi Alaska’da ama Almanya merkez “Tamam” demezse kaptan balıkları tutamaz. Balıklar orada ayıklanıyor ve donduruluyor. Bu 90 dakikalık süreç. En fazla 30 dakika gecikme hakkı var. Eğer bu kurallara uymazsa kaptan işinden oluyor. Dünyada sorun var, balık bitiyor. Her yıl yüzde 8-9 balık azalıyor. 10-15 yıl sonra çok daha az balık olacak. Iglo’da ben balık kategorisinde başkan yardımcısı oldum. Biliyorsunuz Türkiye’de çok balık çiftliği var. Ben tetkik ettim. Çoğu dökme satılıyor balıklarını.

- Türkiye çiftlik balıklarında büyük bir üretim merkezi oldu...

Doğru. 0 derecede buzlu kutularla gidiyor Türkiye’den balıklar. Ben çipura ve levrek üzerine çok çalıştım. İngiltere ve Almanya’da en taze balık 5-6 günlük. “Türkiye’den Iglo olarak balık ihraç edelim” dedim. “Olmaz, levrek pahalı” dediler. İnsanlar parasına göre balık yiyor. Batı’da Türkiye’ye karşı önyargı var. “Türkiye’dekiler bilmez” havasındalar. Biz denedik. Ben levrek ve çipurayı Türkiye’den alıyorum. Bodrum’da Marenestro adlı bir şirketle anlaştım. Türkiye’yle çalışmıyorlardı. Onlar da ihraç ediyorlardı ama bizim koşullarımızda değillerdi. Kalite için yem önemli. Biz kaliteyi artırmak için bunun önemli olduğunu biliyoruz.

- Ne yaptınız bunun için?

“Çiftlik balığına balık yedirirseniz deniz levreğinden lezzetli olur” dedik. Biz 6 ay çalıştık. Oturduk çiftlik levreği, deniz levreği hepsini kör tadım yaptık. Herkese lezzetli gelen özel yemlerle beslenen çiftlik levrekleri oldu. Sağlığa uygun naylon torbaya levrek fileto zeytinyağı, limon, defne yaprağıyla koyuyorsunuz. Donuyor. Koku yok, kılçık yok, is yok. Fırında harika pişiyor. Bunu piyasaya çıkardık, çok tuttu. Avrupa bize ilk zamanlarda yan çiziyordu, şimdi daha fazla istiyorlar. Çünkü Batı fileto balık yemeye yeni başladı. Avrupa’da Iglo’nun en büyük donmuş gıda markası Findus. Çipurayı Alman, levreği İngiliz yiyor. Bizim levrek ilk İtalya’ya ihraç edildi. Şimdi 1.200 ton levrek ihraç ediyoruz. İtalya’da Findus markası levreklerinde made in Bodrum-Turkey yazıyor.

- Balık dışında Iglo’nun Türkiye’de üretip ihraç ettiği bir ürünü var mı?

Suudi Arabistan’a tavuk satacağız. Iglo Türkiye’de Banvit’le çalışıyor. Yakında Suudi Arabistan pazarına tavuklarımızla giriyoruz. Yine Türkiye’de üreteceğiz.

Marketler için motorize birlik kurduk

-Iglo’nun sebzeleri de Türkiye’de yetişiyor mu?


İngiltere’de bezelye tarlalarına bizzat girdim. Biçerdöverler giriyor tarlaya, saat tutuluyor, bezelyeler fabrikaya girerken saat belli, fotoğraflar çekiliyor. Her şey 2.5 saat içinde bitiyor. Türkiye’de bezelye var ama İngiltere’den geliyor. Türkiye’de halk daha çok nişastalı bezelye çıkarıyor. Biraz iri. Garnitürlük bezelye çıkardık Türkiye’de de. Türkiye’nin en iyi bezelyesini çıkardık. Yemeklik ve bahçe bezelyesi dediğimiz iki tür oldu. Patatesimiz de var. Türkiye’de yaptık. Yüzde 15 az yağ çekiyor. Patatesimiz özel cins. Afyon’da bir fabrikada yapılıyor. Bizim patatesler çok kaliteli, siyah nokta yok denecek kadar az. Makine siyah noktayı görünce kesip atıyor. Patateslerin boyları farklı değil. Piyasadakilerden de bu yüzden pahalı. Havuçlarımız var. Ispanak ve fasulye de çıkardık. Ispanak Türkiye’de yapılıyor. Brokoli bizde 1.5 ay yetişiyor. Burada yapsak bir yıl stokta tutacağız. Kolombiya’da 12 ay yetişiyor. Her zaman taze brokoli var orada. Bamya da yapıyoruz. Bu arada bizim için ürünlerin ilaçsız olması önemli. Bunun bir seviyesi var. Türkiye’de tarımda ne yazık ki bilinçsiz ilaç kullanımı var. Bizim ürünlerimizde bu olamaz.

- Marketlerde size özel dolaplar var. O dolapların iyi çalışıp çalışmadığını nasıl kontrol ediyorsunuz? Hâlâ bazen elektrik kesintileri oluyor...

Motorize ekiplerimiz var. Her gün geziyorlar, direkt o bölüme gidiyorlar dolabın ölçümünü yapıyor, ürünleri kontrol ediyorlar.

- Marketlerde dondurulmuş ürünleri alırken neye dikkat etmeli?

Biz kendi ürünlerimizi kontrol ediyoruz. Ne yazık ki Türkiye’de marketlerin soğuk deposu yok. Arabadan dolaba giriyor. Bazen rakiplerin satılmayan ürünleriyle yan yana kalıyoruz. Avrupa’daki marketlerde dondurulmuş ürün deposu var. Bu çok yavaş gelişiyor Türkiye’de.



BİR GECEDE BAKAN MAAŞI KADAR PARA KAZANIRDIM

- İstanbullusunuz... Müzik hayatınızın bir parçası. Nasıl bir ortamda büyüdünüz?


Fenerbahçe’de büyüdüm. İngiliz Erkek Lisesi, yani High School mezunuyum. ODTÜ İşletme Bölümü’nde okudum daha sonra. Ben o yıllarda ‘pazarlama okuyacağım’ dediğimde herkes şaşırmıştı. Müzikle uğraştım uzun yıllar. Siz de biliyorsunuz. Hatta annem bir dönem çocuk çalgıcı olacak diye korktu. Anneme ‘Korkma pazarlama okuyacağım’ dediğimde, ‘Çalgıcılık bitti pazarcılık mı başladı?’ demişti.

- Hayatınızda ilk parayı müzisyenlikle mi kazandınız?

Evet. İlk parayı müzisyen olarak kazandım. Çok başarılıydık. O dönemde bakanların kazandığı parayı bir gecede kazanırdık. Durul Gence, Atilla Özdemiroğlu, Yurdaer Doğulu, Murat Sungar, Erkut Taçkın, Lale Akat, Burak Gürsel ve 4 Amerikalı zencimiz vardı grubumuzda. Müzisyen olarak Beyrut’a gidecektim ODTÜ’yü kazanmasaydım. Ama okumak istiyordum. Askerlik de bittikten sonra hemen Unilever’e girdim. 18 yıl Unilever’de çalıştım.

- Müzik dışında hobileriniz neler?

Yılda 100 gün teknede yatarım. Yaz aylarında genelde teknedeyim. Misafiri çok severiz ailece. İşleri de tekneden yönetiyorum. Bir kızım var adı Serra. Eşim Müjde de hep destekçimdir. Biz insan severiz. Teknemiz de otel gibidir.

Yazının devamı...

Liv Hospital Türkiye’nin değil, dünyanın en iyisi olmayı hedefliyor

Ulus’ta yeni bir hastane açıldı. Adı Liv Hospital. Medical Park’ın kurucusu Muharrem Usta’nın yeni hastane zinciri. Kısa bir süre sonra Ankara-Çankaya ve İstanbul- Bahçeşehir’de de Liv Hospital hizmete girecek. Önceki gün Muharrem Usta, Liv Hospital Genel Müdürü Meri İstiroti, Liv Hospital Medikal Direktörü Prof. Dr. Oktar Asoğlu’yla bir araya geldik. Hastaneyi de gezdiğimiz bu görüşme sırasında Muharrem Usta, sağlık sektöründeki hedeflerini anlattı. Sağlık sektörü ve sağlık turizmiyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Liv Hospital, 30 bin metrekarelik alanda 120 milyon dolarlık yatırımla kuruldu. 154 yatak, 8 ameliyathane, 48 kliniği var. Hastanenin hedefi 2013 yılında 95 bin ayakta tedavi, 3500 de ameliyat gerçekleştirmek.

Öncelikle şunu söylemeliyim. Son dönemde açılan birçok özel hastanede olduğu gibi Liv Hospital’da da her şey düşünülmüş. Konfor mükemmel, lüks bir otel gibi. Hastane, apartmandan ya da herhangi bir binanın yenilenmesiyle yapılmış değil. En başından itibaren bir hastanede olması gereken her şey planlanmış. Usta’nın da altını çizdiği gibi tüm cihazlar son teknoloji ürünü. Ama tüm bunlar bir hastane için ilk söylenmesi gerekenler değil kuşkusuz. Hastaneyi iyi yapan sağlık alanındaki başarısı olmalı.

Çıtayı yüksek tutuyor

Bu açıdan bakarsak Muharrem Usta, çok iddialı konuşuyor, “Türkiye’nin değil, dünyanın en iyi hastanelerinden biri olacağız” diyor. Çıtayı yüksek tutuyor. Hatta geçen hafta Cleveland’tan gelen bir uzman kadronun Liv Hospital’ı gezdiğini ve “Bundan iyisi olamaz” dediğini anlatıyor.

2005 yılından bu yana sağlık turizminin Türkiye’de de artığına dikkat çeken Usta, “Dünyada Japon teknolojisinin kabul görmesi gibi Türkiye’de sağlıktaki başarısıyla kabul görebilir. Türkiye’deki sağlık sektörü marka olabilir” diyor. Sağlık sektörünün Türkiye’deki büyüklüğü

1 milyar dolar civarında. Usta Türkiye’nin 10 yılda bu rakamı 5 milyar Dolar’a çıkarabileceğini hesaplıyor. Bunu için de yurtdışında tanıtımın önemine dikkat çekiyor. Eğitim, bilim-teknoloji, sinema ve sağlık sektörü ihracatına Bakan Zafer Çağlayan’ın teşvik verdiğini de anlatan Usta, özellikle onkoloji alanında Liv Hospital’in çok iddialı olduğunun altını çiziyor.

Saç ektirmeye talep çok

Bu sohbet sırasında şaşırtıcı bilgiler de veriyor Usta. Örneğin yabancılar en çok saç ekimi için Türkiye’yi tercih ediyormuş. Katar, Dubai, Bahreyn gibi yerlerden genelde saç ekimi için geliniyormuş. Ciddi hastalıklar için bu ülkelerin vatandaşlarının halen ilk adreslerinin Londra ve Amerika olduğunun altını çizen Usta, “Biz bu ülkelerde çok cılızız” da diyor.

Liv Hospital’in kadrosuna dönersek; Liv Hospital yüzde 60’ı özel sektörden, yüzde 40’ı üniversite hastanelerinden gelen doktorlarla kadrosunu oluşturdu. Usta, doktorlara transfer parası ödemediklerini, bunun prensiplerine aykırı olduğunu da vurguluyor.

Liv Hospital’da kadro kurulurken yaş unsuruna dikkat edilmiş. Medikal Direktör Prof. Dr. Oktar Asoğlu 46 yaşında. Doktorların da yaş ortalaması 45.

Muharrem Usta, “Bir doktorun kendini kanıtlaması için en az 15 yıla ihtiyacı var. O yaşlara gelmiş, kendini kanıtlamış ve bir 10-15 yıl daha kendini geliştirerek hizmet verecek doktorlara ihtiyacımız vardı. Kadroyu da ona göre kurduk” diyor.

Peki Liv yurtdışındaki başarılı Türk doktorları Türkiye’ye çekecek mi? Prof. Dr. Oktar Asoğlu, “Buna ihtiyaç var mı? Burası doktorların adının öne çıktığı bir hastane olmayacak, ekip önemli. Burada iyi ekipler kurduk” diye anlatıyor.

Sohbetimiz sırasında Usta, sağlık sektörüyle ilgili verileri aktarıyor: “Deloitte verilerine göre dünyada sağlık alanında son 3 yılda yıllık ortalama 6 trilyon dolara yakın harcama yapılıyor. Bu rakam Türkiye’de yılda 53 milyar dolar kadar. Yine Deloitte’nin 2012 tahminlerine göre sağlık turizmi 100 milyar dolarlık bir pazara ulaştı. Türkiye’deki rakam ise 1 milyar dolar civarında.”

Sağlık, fazla veriyor

Muharrem Usta, TÜİK verilerine göre normal bir turistin 2011 yılında Türkiye’ye 637 dolar bıraktığını, aynı dönemde sağlık turizmi amacıyla gelenlerin bıraktığı tutarın 6 bin 800 dolar olduğunu hatırlatarak, “Sağlık turizmi için gelenler 10 kat fazla döviz bırakıyor. Bunun daha ileri seviyeye gelmesi şart” diyor.

Usta Amerika’da sağlık sektörünün yüzde 10-15 yabancı hastaya hizmet verdiğini, sağlık sektöründeki kârın yüzde 50’sinin de bu orandan kaynaklandığını anlatıyor. Türkiye’nin en önemli sorunlarından birinin cari açık olduğunu hatırlatarak da, “Sağlık sektörü cari fazla veriyor. Mutlaka özendirilmeli” diyor.

Liv Hospital nereden geliyor?

- Liv Hospital adını (Leading International Vission) Uluslararası Vizyonda Lider prensiplerinin baş harflerinden alıyor. Hastanenin mimarisiyle ilgili bilgi de veriyor.

-Hastane insan vücudunun kendini iyileştirme yeteneğinden ilham alınarak yapılmış. Hücreler ve yeşilin tonları göze çarpıyor.

-Çocuk kliniğinde çocuklar için minik uzay mekikleri var. Çocuklar klinik içinde bu mekiklerde geziyor. Oyun alanları var.


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.