Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Korsan ürün alan herkes hırsızlık yaptığını bilmeli'

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Telif haklarını çiğneyen ve korsan ürünlere rağbet edenler öncelikle emek hırsızlığı yaptıklarını bilmeliler. Bu ürünleri satın alanlar hak yemekle kalmıyor, ileride o eserlerin devamını engeliyor” dedi.

Telif hakları temalı 2. Liseler Arası Kısa Film yarışması düzenlendi. TÜRSAK, Avrupa Birliği Bakanlığı ve İstanbul Valiliği tarafından organize edilen yarışmada gençler korsan ve telif hakları konusunda hazırladıkları kısa filmlerle yarıştı. Ödül töreni öncesinde Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile sohbet ettik, korsan ve telif hakları konusunda geldiğimiz noktayı konuştuk.

- Telif hakları konusunda Türkiye AB mevzuatına uygun düzenlemeler yaptı. Ancak ne yazık ki uygulamada sorunlar yaşıyoruz. Bu ne zaman değişecek?

Korsanla mücadele ne yazık ki kısa sürede sonuç alınabilecek bir konu değil. Ceza veya yaptırım ne kadar şiddetli olursa olsun suçun azalması için toplumsal bilinçlenmeye ihtiyaç var. Kültür bakanlığımızın ‘Toplumsal Duyarlılığa Katkı’ olarak seçilen bu yılki temayla ‘Telif Haklı Ödülleri’ ile fikri mülkiyet hakları konusunda farkındalık yaratmak için gerçekleştirdiği proje bu açıdan manidar. Vatandaşımız aldığı film veya müzik CD’sinin orijinal olduğunu bilmenin verdiği rahatlıkla izlemelidir.

- Herkes sizce böyle mi düşünüyor?

20 TL’ye 2 gün sonra atacağınız 4 tane korsan film almak yerine, seçerek bir güzel film alın, kutusunda ömür boyu saklayın. Emin olun daha mutlu olacaksınız.

- Zihniyetin değişmesi için neler yapılmalı? Sonuçta kime para kazandırdığını da bilmiyor korsan ürünleri alanlar...

Telif haklarını çiğneyen ve korsan ürünlere rağbet edenler öncelikle emek hırsızlığı yaptıklarını bilmeliler. Bu ürünleri satın alan kimseler sadece hak yemekle kalmıyor aynı zamanda ileride o eserlerin devam etmesini veya tekrar etmesini engellemiş oluyorlar. Yani aslında kendilerinin hoşlandığı şeyi, film, müzik, sanat vs. yine kendileri yok ediyorlar. Korsan sorunun tek bir çözümünden bahsetmek zordur. Caydırıcı cezalarının yanı sıra toplumsal bilinçlenmeyi tetiklemeli ve insanların empati yapma kapasitelerini geliştirme yoluna gitmeliyiz. Bir bütün olarak bu telif hakları saldırılarına karşı çıkmalıyız.



Ellerine, yüreklerine sağlık

- Lise seviyesindeki gençlere yönelik çalışma daha da yaygınlaşabilir mi?


Bu tarz proje ve organizasyonlara gayet açıktır yeter ki insiyatif göstersinler ve deyin ki ‘Biz zor olsa da doğru olanı yapacağız.’ Düzenlediğimiz bu kısa film yarışmasını da bu nedenle özellikle önemsiyoruz. Katılan arkadaşların elleri dert görmesin, ellerine, yüreklerine sağlık.

Birlik olmak zorundayız

- Sizle birlikte iki üç cadde gezsek eminim korsan ürün satana rastlarız. Hatta çoğu zaman yanı başlarında polislerin olduğunu da görüyoruz ve kimse buna ses çıkarmıyor. Ne zaman bitecek ve nasıl bitecek bu durum?


Eğer bahsettiğiniz tarzda polis memuru var ise ve görevini yerine getirmiyor ise onu şikâyet etmek sizin en doğal hakkınız. Yeni kurulan kamu denetçisi kurumu ile görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerini şikâyet etmek hakkınız ve göreviniz. Fakat bu görev sadece polisin değil. Başta vatandaşımız olmak üzere, güvenlik güçleri, belediyeler, meslek birlikleri ve esasen bütün vatandaşlarımız korsana karşı birlik olmalı ve bir bütün olarak hareket ettiklerini göstermeli.

2 bin 900 baskın yapıldı

- Elinizde korsan ürünler konusunda rakamlar var mı? Azaldığı söyleniyor doğru mu?


2009’da 2 bin 400 baskın sonucunda ele geçirilen korsan materyal sayısı 16 milyonken, bu rakam bir sonraki sene yani 2010’da gerçekleşen 3 bin 700 baskın sonucunda 24 milyon adet materyale tekabül etmiştir. 2011 yılında 2 bin 900 baskın sonucunda ele geçirilen korsan üretim miktarı 2.7 milyondur. Bu da operasyonların etkinliğini ve etkililiğini göstermek bakımından önemlidir diye düşünüyorum. Yalnız bu tek başına bir şey değildir, yani tamamen bitmedikçe, hak ve hukuk ihlalleri tamamen sona ermedikçe bu çalışmalar devam etmeli.

Artık fiyatlar daha makul

- Eser sahipleri ve sanatçıların mağduriyetlerinin önüne geçilmesi için neler yapıyorsunuz?


Kültür ve turizm bakanlığındaki arkadaşlarımız telif hakları ve ihlalleri konularında birçok çalışma yapıyor. Polis ekiplerimiz milyarlarca TL’lik korsan ürün depolarına defalarca baskın yaptı ve bu ürünler yok edildi. Üreticiler ile fiyatların uygunluğu konusunda da bazı çalışmalar yapıldı ve artık günümüzde fiyatların daha makul seviyelerde seyrettiğini görmek de sevindirici.

Yazının devamı...

Dönüşüm gecekondu yıkıp çok katlı bina yaparak olmaz

Timur Gayrimenkul’ün Yönetim Kurulu Üyesi Timur Erden, kentsel dönüşüm treninin kaçırılmaması gerektiğini belirterek, “Gecekonduyu yıkıp çok katlı binalar yaparak bu iş olmaz. Kentsel dönüşüm önemli. Herkes daha kaliteli yerde oturmayı hak ediyor” dedi.

Erden Timur çok genç bir patron. 30 yaşında. NEF markasıyla bilinen Timur Gayrimenkul’un Yönetim Kurulu Üyesi. Kendisiyle Levent’teki ofislerinde buluşuyoruz. Sohbet etmek için oturduğum koltuğa bayılıyorum. ‘Bizim mimarlarımız tasarladı’ diyor Erden Timur. NEF bir süredir adını şehir merkezinde gerçekleştirdiği farklı projelerle duyurdu. Fold-Home (katlanabilir ev ve ofis) fikri Timur ve ekibinden çıktı. Patenti de onlara ait. NEF dünyanın en tanınmış mimarları ve mimarlık ofisleriyle çalışıyor. Bu arada NEF ‘nefes’ten geliyor. Erden Timur, ‘Nefes şu hayatta ilk aldığımız ve son verdiğimiz şey. Biz de nefes alınacak mekanlar yaratıyoruz’ diyor.

- Üniversiteyi bitirmeden önce çalıştınız mı?

Çalışmaya çok meraklıydım. Babam da okul hayatıma etkisi olur diye beni işlerden uzak tutardı. İlkokulu bitirdiğim yaz boya üretiyorduk, ben orada kendimi işe aldırdım. O yaz Kayserili bir inşaat sahibine boya satarak para kazandım.

NEF bir Sosyoloji A.Ş.

- İşinizi geliştirmek için farklı şehirlere gidip incelemelerde bulunmuşsunuz. İddialı olmalıyım mı demiştiniz?

Öğrenmek için... Araştırmam şarttı. Aynı şeyleri yapamazdım. Londra, New York, Şanghay, Amsterdam, Milano ve Paris’i farklı bir gözle gezdim.

- Sonuçta hangi noktaya geldiniz de nefesten NEF doğdu? Mottonuz?

Aslında çok çiğnenen bir sakız, farklılık yaratmak. Bence NEF bir Sosyoloji A.Ş. , topluma değer katmak istiyoruz. Fark edemediğimiz sorunlara çözüm bulmak istiyoruz. Sosyoloji A.Ş.’nin altında aşk ve ideal A.Ş. var. O kadar şehri gezdim, orada bir şey bulmaya gitmedim. Dünyanın en iyileri ne yapıyor diye merak ettim. Mutlaka değer yaratmalıydım.

- Neydi etkileyen sizi?

Dünyada bu işin markası yok. Pandoranın kutusu bu oldu benim için. Dünyanın 45 farklı yerinde en az 5 projeniz olmalı marka olmak için. Şunu demek istiyorum. Hangi ürünü sipariş edip 2 yıl bekliyorsunuz? Bir uzay seyahati bekleniyor bir de konut.

- Siz de ‘tasarımın demokratikleşmesi’ diyorsunuz...

Evet. Dünyanın en ünlü mimarlarından biri olarak gösterilen Norman Foster’la çalışan ilk Türk firmayız. Bugüne kadar neden olmamış?

- Neden?

Çünkü konut temel ihtiyaç. Rekabet zorlamamış. Herkes önce başımı sokacak bir evim olsun sonra yazlığım filan diye bakıyor. Altın, gayrimenkul ve banka mevduatı. Başka yatırım aracı yok. En pahalı binalardan ev alıyorsunuz, kapı kolu İtalyan marka. Sonra o kapı kolunu 3 sokak ileride 300 dolara buluyorsunuz. Yani kapı kolunu alıp oraya takmak marifet değil.


Demokratikleştirmeli

- Marifet olan ne?

Tasarımı demokratikleştirmek, nefes almak herkesin hakkı. Her şey tasarlanıyor, neden ev tasarlanmasın? Biz seramik de kapı kolu da asansör tuşu da tasarlıyoruz. Dünyadaki büyük 20 endüstriyel tasarımcının 12’siyle çalışıyoruz. Londra Dizayn Haftası’na davet edilen dünyadaki ilk inşaat firması olduk. Bizim ürünümüz hayatta en fazla para verilerek alınan ve en fazla zaman geçirilen ürün.

- Kentsel dönüşüm başladı. Bu konuda da çok tartışma var. Rant getirecek yerlere odaklanıldı eleştirisine ne diyorsunuz?

İyi bir fırsat kentsel dönüşüm. Biz de 12.5 milyon bütçe ayırdık. Eski gecekonduların yerine yeni gecekondular yapılmasın, diyoruz. Türkiye bu treni kaçırmasın. Kentsel tasarımlar için ne yapabiliriz? Biz İstanbul için kentsel tasarım rehberleri yaptık NEF olarak. Kağıthane Belediyesi için bir proje yaptık. Farklı yerler için de projeler hazırladık. Ana yolları, meydanları, sokak lambalarını v.s her şeyi planlıyoruz. Biz yapabileceğimiz şeyi tüm kente uyarlamayı hayal ediyoruz. Gecekonduyu yıkıp çok katlı binalar yaparak bu işin olmayacağını bilmeliyiz. Herkes daha kaliteli yerlerde oturmayı hak ediyor.

- Rant konusuna ne diyorsunuz?

İstanbul’un yüzde 80-90’ı dönüşmeli. Esas olan bu işte patron kim? Patron ürünü alacak kişidir. İstanbul’un yüzde 90’nını dönüştürmek için iyi planlamalısınız. Metrekaresi 6 bin liraya, 7 bin liraya 50 bin ev dönüştürürsünüz, geri kalan ne olacak? O evin maliyeti uygun olmalı ki dönüşsün, kimse almıyorsa orası dönüşemez. Daha değerli yerler önce daha az değerli yerler sonra olabilir bir oranda. Devlet burada sosyal iş yapıyor, bu yüzden de devlet her yere yapmalı bunu. Bu bir süreç. İlk önce deprem, insanların canı korunmalı, yaşam en değerli hak.

İstanbul’un sesi olsaydı acı çektiğini anlar eziyet etmezdik

- İstanbul’da büyük bir değişim var. Her yerde inşaatlar, siteler... İstanbul’un bu şekilde büyümesinden memnun musunuz?

Dünyanın cazibesi noktasında ilk 5’te bence İstanbul. Ama dediğiniz konulardan ben de rahatsızım. Bence biziz kötü olan, kendimi de o bizin içine sokuyorum. Toprakla beşeri barıştırmalıyız. Biz emanetçiyiz bu topraklarda. Beşerle toprağı buluşturmak için kentli hakkı diye bir şey var. Bu arsa sizin olabilir ama ben bu yoldan geçiyorsam siz her istediğinizi yapamazsınız.

- İstanbul’a bakınca her şey yapılıyor. Tarihi mekanların önüne dev yapılar dikiliyor, ağaçlar kesiliyor, şehir nefes alamaz hale geliyor. Plazalar dikiliyor, yollar, altyapı yetersiz.

Kentli hakkı bir sonrakine saygıdır. Ne yazık ki bu yok. Eğer binalar ses çıkarsaydı ne ses çıkarırdı...

- İstanbul haykırırdı, çığlık atardı...

Metaforik olarak cansızların sesi var. İstanbul’un da sesi var. Keşke o sesi duyabilseydik, acı çektiğini anlar bu kadar eziyet etmezdik diye düşünüyorum.

Ofis satmak ev satmaktan zor

- NEF hep şehir merkezinde mi olacak?

Biz hep kent merkezindeyiz. Nef ‘şehir merkezinde ulaşılabilir lüks’ diyor. Bentley’in tasarımcısının kapı kolunu tasarladığı, metrekaresi 15 bin dolar olmayan metrekare fiyatları 6 bin dolar konutlardan bahsediyorum.

- Nasıl gidiyor satışlarınız?

NEF 163’ü 3 ay 10 günde sattık. 165 milyon dolarlık ciro yaptık Levent’te.

- Ofis satmak daha zor değil mi?

Doğru, ofis satmak ev satmaktan çok zor. İstanbul’da küçük ofis ihtiyacı çok. İşletmelerin yüzde 92’si 15 çalışan veya daha az çalışana sahip. Bu ofis ihtiyacının şu anda büyük oranda apartman daireleri karşılıyor. Fold Office dediğimiz patenti yine bize ait olan bir konsept var. Benim ofisim 60 metrekare olabilir yılda iki kere eğitim salonu kullanıyorsam v.s.

Brooklyn’e ‘tasarım’ bina

NEF’İN, inşaatı devam eden projelerinden ikisi Haliç’te, ikisi Kağıthane’de. Büyükdere’de ofis projesi var. Haliç projesini dünyanın önde gelen mimarlık firmalarından One World Trade Center ve dünyanın en yüksek binası olan Bruj el Khalifa’yı yapan SOM yapıyor. NEF’in ünitelerini Bentley, Alessi, Levi’s, Puma’ya da tasarımlar yapan Dror Benshetrit tasarlıyor. Ünlü tasarımcı Harry Allen de NEF fold home’larda business ve gusto odalarını tasarlamış.Yurtdışında da projeleri olacak. Dallas’ta 85 bin metrekarelik binayı NEF renove edecek. Brooklyn’de de bir arsa alındı. Erden Timur’un amacı, Brooklyn’e tasarımıyla dikkati çekecek bir bina yapmak.

Büyük görünmek için sakal bıraktım

- 22 yaşında mıydınız işe başladığınızda?

Evet babam rahatsızlanınca geçici olarak geldim. Aslında benim dedem de müteahhit, babam daha çok arazi geliştirme işleriyle ilgilenmiş. İlk işim de Mersin’de bir bina oldu.

- Zorluk çekmediniz mi?

Çekmez olur muyum? Çok genç olduğum için kimse kaale almadı. Ben de sakal bıraktım. Sakalı sevdim sonradan. Mersin’de iki proje yaptım. 3 yıl boyunca gece yarılarına kadar araştırma yaptım. Farklı bir dönemdi.

Yazının devamı...

Kadınların bilgisayara erişimi sağlanmalı

Ayşegül İldeniz, Intel Türkiye, Ortadoğu ve Afrika Bölge Başkanı. Türkiye’nin en güçlü kadınları listesinde üst sıralarda yer alan bir isim. Dünyanın farklı yerlerinde deneyimlere sahip. Geçtiğimiz günlerde bir grup kadın gazeteciyle bir araya gelip 2013’te yayınlanan ‘Women&Web’ raporunun sonuçlarını paylaştı. Kadınlar bu alanda da erkeklerin çok gerisinde kalıyor.

Dünyada 2.4 milyar insan internet kullanıyor. İldeniz, Women&Web raporuna göre kadınların bilgisayar kullanımının erkeklerin yüzde 15-20 gerisinde olduğunu aktarıyor. Bu oran gelişmiş ülkelerde böyle. Gelişmişlik seviyesi düştükçe kadınların bilgisayara erişimi de güçleşiyor.

Son dönemde Afrika ülkelerine odaklanan İldeniz, bu oranın Afrika ülkelerinde yüzde 45 olduğunu anlatıyor. Peki bunun nedeni ne? Kadınların bilgisayar kullanmama nedeninin başında maddi olanaksızlıklar geliyor. Hem bilgisayar hem de internet kadınlar için pahalı.

18 milyar dolar katkı

İkinci neden ise kadınların bu konuda bilgisiz olması. “Neden bilgisayar kullanayım?” diye düşünen kadınlar da çoğunlukta. Üçüncüsü ise ‘kültürel’ nedenler. Kadının bilgisayara ulaşımının engellenmesi. Ailelerde bilgisayarların babalar, erkek çocuklar için ‘uygun’ bulunup, kadınların ancak bilgisayarın tozunu alabileceğinin düşünülmesi.

Gelişmekte olan ülkelerde 600 milyon kadın, 800 milyon erkek internet kullanıyor. “3 yıl içinde internet kullanan erkek sayısı 1 milyon 600 bine yükselecek, kadınlar 900 milyona çıkacak. Aradaki makas açılacak” diyen İldeniz, Woman&Web raporuna göre, 3 yıl içinde internet kullanan kadın sayısı 2 katına çıkarsa, 900 değil 1.2 milyon kadın internet kullanırsa 144 gelişmekte olan ülkede gayri safi milli hasılaya 18 milyar dolar katkı sağlanacak.

Kız çocuklar maddi olanaksızlıklar nedeniyle bilgisayar ve İnternete ulaşamazken, internet cafelerden de ‘kültürel’ nedenlerle yararlanamıyor. Türkiye’de de özellikle genç kızların yaşıtları erkekler kadar bilgisayar kullanabilmelerini amaçlayan İntel, toplum örgütleriyle birlikte projeler yürütüyor. Amaç bilgisayar okur yazarlığını artırmak.

Yazının devamı...

Katar çöllerindeki güneşi enerjiye dönüştürecek

Greenway, Türkiye’de yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sisteminin ilk uygulayıcısı. Mersin’de 1.500 evin enerji ihtiyacına eşdeğer enerji üretiyor. Sistemi kuran Serdar Erturan, “Katar’dan teklif aldık, orada bir iş yapma noktasındayız” dedi.

Greenway, Türkiye’de yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sisteminin ilk uygulayıcısı. Mersin Toroslar’da kurulan tesis 1.500 evin enerji ihtiyacına eşdeğer olan 5 MW termal güç kapasiteli. Türkiye’de ilk kez uygulanan bu yöntem kule tipi santral olarak adlandırılıyor. Güneş enerjisini kule üzerine odaklıyor, yansıtıcı özel cam aynalar kullanılıyor. Sistemin çıktısı ise yüksek basınçlı buhar. Çevre dostu olan santralin Türkiye’de olması için yıllardır çalışan isim ise Serdar Erturan. Uzun süre Silikon Vadisi’nde çalışan, Almanya’da akıllı evler yapan Serdar Erturan, Türkiye’de bu sistemin yaygınlaşmasını istiyor. Serdar Erturan’ın kariyer öyküsünü ve santralin özelliklerini öğrenmek için buluştuk.

- Güneş enerjisi santrali kurmaya nasıl karar verdiniz?

Türkiye’de yıllardır istediğim işi yapamadım. Belli aralıklarla geldim. Hep krizlere denk geldim. Türkiye’de bir şey yapamayacağımı düşünürken çok eski bir arkadaşım enerji işine girdi. O çağırdı. 2003 yılıydı. 6 yıl çalıştık. O firma Türkiye’den 150 milyon dolar ihraç eder hale geldi. Yabancılara sattık. Münih’e gittiğimde yaptığım iş buydu.

- Almanya güneş enerjisi teknolojilerinin başkenti...

Aynen öyle. Biz Almanya’da çok güzel iş yaptık. Güneş olmayan Kuzey Avrupa ülkelerine fotovoltaik güneş enerjisi sistemleri kurduk.

Projeme inandılar

- Türkiye’de bu işi yapmaya nasıl karar verdiniz?

Yılsan Holding benim ortağım. Şirketin sahipleri Ertuğrul ve Talat Yıldırım kardeşler benim projeme inandı. Amacımız bu teknolojiyi Türkiye’ye kazandırmaktı.

- Almanya’da tam olarak neler yapmıştınız?

Kendi ısısını ve elektriğini üreten evler yaptık. Almanya’da binlerce akıllı ev yaptık. 1.500’ün üzerinde. Türkiye’de hükümet karar almalı. Almanya’da devlet bu işi destekliyor.


- Mersin’i seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Aslında Türkiye’de birçok yer uygun ama biz uygun yer bulmakta çok zorlandık. İlk Konya Karaman Organize Sanayi Bölgesi’ne gittik. Fiyatta anlaşamadık, çok yüksek paralar istediler. Isparta Organize Sanayi’ne gittik, havaalanına yakın olduğumuz için 10 kilometre bir soralım kuleye dedik. Kule yetkilileri anlamadılar. Ankara’dakilere Meydan Müdürlükleri’ne gittik, uçaklar etkilenir mi diye. 6 ay yanıt gelmedi. Oradan Burdur’a gittik. Teknokent var orada, dağlık arazi. Gece eksi 5 oluyor, orası da 3 yıllık kiralanabiliyormuş. Bizim milyon dolarlık proje için bu uygun değildi. Adana Üniversitesi’nin teknokentini gezdik. Orada da rektör de sorun çıktı. Mersin’de üniversitenin arazisini verdiler, o arazi de 3-4 tapulu çıktı. Tam umut kesiliyordu orada Toroslar Belediye Başkanı, ‘Boş arazim var yapın’ dedi. İhale yapıldı. 10 yıllığına kiraladık. Tam 1.5 yıl yer bulmak için uğraştık.

8 ayda yaptık tesisi

- Kaç yılda yaptınız işi?

8 ayda yaptık tüm tesisi. Yer ararken Türkiye’nin tüm üniversitelerini teknokentlerini gezdim. Pırıl pırıl genç mühendislerle tanıştım. Ekibimi de onlardan kurdum.

- Şimdi ne yapacaksınız?

Ürettiğimiz enerjiyi diğer enerji üreten arkadaşlarımızla birlikte çalışarak büyütmek istiyoruz. Doğalgaz çevrimcisi yatırımını yapmış, suyunu arıtıyor, tribününü kurmuş, kömürcü aynı şekilde... Güneşe elverişli yerlerde enerji tesisi olan şirketlerin yanında bu sistemi kurabilirsek buhar katkısı yaparız. Bizim maliyetlerimiz böylece düşer onların ki de çok düşer. Organize sanayi bölgelerinde 10’ar MW’lık işler yapılabilir.

- Siz bu işi yaptıktan sonra kimler ilgilendi?

Biz bunu yaptıktan sonra 3 dünya devi bizi Avusturalya’ya çağırdı. Şu an ekibimiz orada iş yapacak büyüklükte değil. Biraz daha pişmemiz gerekiyor. 2 yıl sonra dünyanın her yerinde iş yaparız. Yurtdışında Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan petrol gelirlerinin bir kısmını güneş enerjisine ayırmaya karar verdi. Bize de davet geldi. Türk olduğumuzu görünce sevindiler. Katar’da iş yapma noktasındayız.

- Ne yapacaksınız orada?

Çölde tarım için su ve elektriğe ihtiyaç var. Bizim proje bu işler için uygun. Şu an bir proje üzerine çalışıyoruz orada.


SİSTEM NASIL ÇALIŞIYOR?

Greenway’in Mersin’deki Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Ar-Ge tesisi 100 dönüm araziye kuruldu. 30 dönüm yansıtıcı aynalar kaplıyor.

Heliostat olarak adlandırılan 510 yansıtıcı, güneşi gün içerisinde uygun açılarla takip ediyor.

Güneş ışınları 50 metre yüksekliğindeki bir kule üzerinde bulunan alıcıya yansıtılarak yüksek sıcaklık ve basınçlarda kızgın buhar elde ediliyor.

Kızgın buhar, konvansiyonel türbinlerde elektrik enerjisine dönüştürülüyor.



İlk testleri yanımızdaki çay bahçesinde yaptık

- Mersin’i seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Aslında Türkiye’de birçok yer uygun ama biz uygun yer bulmakta çok zorlandık. Yıllardır yer bulamadığımız için de oyalandık. Hadımköy Organize Sanayi Sitesi’nde üretime başladık. Yaptıklarımızı açık havada test etmek istedik. Hadımköy’de yanımızda bir çay bahçesi vardı. Oranın bahçesinden 50 metrekarelik bir yer kiraladık. Yansıtıcı aynayı oraya yerleştirdik fakat onu da bir hedefe yönlendirmek ve oraya da kurulum gerekiyor. 150 metre ileride bir bina vardı onun çatısını da kiraladık. İlk testler o çay bahçesi ve binanın çatısı arasında oldu. Sonra Çatalca’da denemeler yaptık bir arazide. Orası çok fırtınalıydı zorlandık. 150 kilometre hıza dayanıklı yapmıştık, sonra 180 kilometre hıza yükselttik.

- Siz bu teknolojiyi daha önce uyguladınız?

Amerikan Hükümeti bu işle ilgileniyordu. Ben onlara proje yaptım. Türkiye’de teknolojiyi ürettirip Amerika’ya gönderdim 2000’li yılların başında. Tasarımın yanlış olduğunu söylediler. Ben projenin öyle olduğunu söyledim sonra bu işe kafa yordum. Tasarımı değiştirdik, çok uğraştık. Yıllarımı aldı. Amerika’ya çağırıp orada yapmamı istediler. Ben ise ‘neden Türkiye’de yapmayım?’ diye düşündüm.

Yüzerim, dalarım, hedefim 300 km pedal çevirmek

- Artık İstanbul’da mı yaşıyorsunuz?

Evet. Burada kalmayı ve bu işleri büyütmeyi amaçlıyorum.

- İş dışında ne yaparsınız? İstanbul’un keyfini çıkarıyor musunuz?

Ben hep sık sık gelirdim. Şimdi burada ailemle vakit geçiriyorum. Bir oğlum bir kızım var ve bir de abimin oğlu benim evladım artık. Ben her türlü topun peşinde koşmayı severim. Pinpon topundan basketbol topuna kadar...

Yüzerim, dalarım, motosikletlerim var, motocross severdim, şimdi daha çok bisiklete biniyorum. Mersin’den Kıbrıs’a gittim. 250 kilometre pedal çevirdik. Hedefim yakında 300 kilometre pedal çevirmek. Vaktimi sporla geçiriyorum.

Yazının devamı...

MEF iki ilde daha üniversite açacak

MEF Eğitim Kurumları’nın bu yıl 22’ncisi düzenlenen ‘Uluslararası Araştırma Projeleri Yarışması’ dün başladı. 26 farklı ülkeden ve Türkiye’nin farklı illerinden 90 proje MEF’in Ulus’taki kampüsünde sergilenmeye başladı. Türkiye genelinden 120, yurtdışından da 45 öğrenci projeleriyle yarışmaya katılıyor. Jüri üyeleri de alanında uzman isimler. Çin, Kanada, İspanya’dan bilim adamları dereceye girenleri belirlemek için Türkiye’ye geldi.

Projelerin sergisinin açılışından önce jüri üyeleri ve MEF Eğitim Kurumları Başkanı Dr. İbrahim Arıkan, yarışmayla ilgili bilgi aktardılar. Daha önceki yıllarda dereceye giren 7 projenin sanayide kullanıldığını anlattı Arıkan. Temel amaçlarının da Türkiye’de sanayisine yön verecek çalışmaları hazırlama konusunda öğrencileri desteklemek olduğunu anlattı. Son dönemde en çok sağlık, nano teknoloji ve alternatif enerji konusunda projeler hazırlıyormuş gençler.

Sagra’ya makina oldu

Dr. Arıkan da öğrencilerin öncelikli olarak neden, niçin ve nasıl sorusunu sorup sorgulamasını arzuladıklarını söyledi. “Gençlerin hayallerine ihtiyacımız var” diyen Arıkan, geçtiğimiz yıllarda bu yarışmada dereceye giren bir öğrencinin ürettiği fındık kırma makinesinin Sagra tarafından kullanıldığını söyledi.

İbrahim Arıkan, üniversitelerinin de 2014-2015 öğretim yılına yetişeceğini söyledi. Arıkan, ana kampüslerinin İstanbul-Silivri’de olduğunu, ek binalarının ise farklı semtlerde olacağını, son hazırlıkların yapıldığını anlattı.

MEF Üniversitesi yalnızca İstanbul’da kalmayacak, İzmir ve Eskişehir’de de üniversite kuracak. Üniversitede mühendislik bilimleri, sosyal bilimler, uluslar arası hukuk ve İngilizce Öğretmenliği bölümleri olacak.

Yazının devamı...

Mısır ve Rusya’da büyüdü rotayı Afrika’ya çevirdi

DYO’nun CEO’su Serdar Oran, 2009 yılından bu yana DYO’nun sektörün üzerinde büyüme gösterdiğini belirtiyor. 40 ülkeye ihracat yaptıklarını söyleyen Oran, “Sorunlu günlerde Mısır’da işleri büyüttük. Rusya’da da büyüdük. Artık hedefimiz Afrika” diyor.

DYO Türkiye’nin ilk yerli boya fabrikası. 1954 yılında kuruldu. Yaşar Topluluğu kurucusu Selçuk Yaşar’ın Türkiye’ye kazandırdığı markalardan biri. DYO hâlâ Türkiye’de boya sektöründe 5 altı sektörde üretim yapan tek marka. DYO şemsiyesi altında inşaat boyları ve yalıtım, sanayi, mobilya, otomotiv ve deniz boyaları üretiliyor. DYO’nun CEO’su Serdar Oran’la buluştuk. Oran’ın da çok ilginç bir kariyer öyküsü var. 40 yaşına geldiğinde ‘artık yeter’ demiş ve DYO’daki görevinden ayrılmış. Başka yere transfer filan olmak için değil, kendine zaman ayırmak için. Ve yıllar sonra Serdar Oran, Yaşar Topluluğu’nun üst yönetiminden gelen bir telefonla görevine dönmüş. DYO’yu ve Serdar Oran’ın kariyer öyküsünü konuştuk.



- Serdar Bey farklı bir kariyer öykünüz var. Önce onu dinlemek istiyorum.

1988 yılında girdim DYO’ya. Araştırma mühendisiydim.

- Kimya Mühendisisiniz değil mi?

Evet. Amerika’da yüksek lisans yaptım. Oradan Yaşar Grubu’na geldim. Yurtdışında okuyordum. O dönemde yurtdışında eğitim aldığınızda Ateşeliğe bildirirdiniz, askerlik döneminde aranmamak için. Ateşelikte de bir CV’niz olurdu. Beni Amerika’dayken bir gün Yaşar Grubu’ndan aradılar. Ve ‘Ülkeye dönmeyi düşünürseniz bize gelin bir görüşelim’ dediler.

- Okurken işi buldunuz...

Evet. Şanslıyım galiba.

Çim biçtim, boya yaptım

- Hayatınızda ilk parayı nasıl kazandınız?

O da ilginç aslında. Amerika’da çim biçiyordum. Daha sonra ev temizliği yapmaya başlamıştım. Amerika’da ev boyuyordum. İyi de para kazanıyordum.

- Boyanın kokusunu almışsınız...

Kader belki de. O dönemde bir duvarı boyayıp sonra diğer duvarı boyayınca iki duvar arasında fark olduğunu görüp bunun neden böyle olduğunu bir türlü anlamamıştım. Aynı boya neden farklı renkte duruyor merak ediyordum. Boya bidonu köşeye gelmeden değiştirilmezmiş, ona göre ayarlamak gerekirmiş. Yıllar sonra bunu boyacılarımıza söylediğimde, ‘Abi sen bunu nereden biliyorsun?’ dediler.

- Türkiye’ye dönüp hangi pozisyonda başladınız işe?

Araştırma mühendisi olarak başladım. İlk önce matbaa mürekkeplerinde başlayacaktım. Fakat o dönemde bir sorun oldu, işe başlama tarihim değişti. Tam o sırada Ar-Ge’de bir mühendis ayrılmıştı ve ben direkt Ar-Ge’de işe başladım.

- DYO 1954 yılında kurulmuş eski bir marka. İnişler çıkışlar da yaşadı. Siz de bunu yaşadınız DYO’da...

İzmir’de DYO’da çalışmak özel bir durumdu. İzmir’in en iyi şirketlerindendi. Hâlâ da öyle. Her 3 senede bir terfi ettim. 2000 yılında genel müdürdüm. Adım adım yükseldim ve sonra 2001 yılında ayrıldım.

- Neden?

Profesyonel olarak çalışmak istemedim. Çalışmama kararı alarak ayrıldım.

40 yaşında işi bıraktım

- Kaç yaşındaydınız?

40.

- Neden böyle bir karar aldınız?

O zaman büyük geliyordum kendime, şimdi genç derim ben de. O yıllarda para piyasalarında fırsatlar vardı. Ben de meraklıydım. İşten ayrıldım, bir laptop ve veri sağlayıcıyla evime çekildim. Ama kısa süre sonra hayat o kadar güzel olmadı. İnişler çıkışlar yaşamaya başladım. Sonra bu konuda da eğitim aldım. Türkiye dışında da bu işi yapmak için her sistemi kurdum. Amerika’yı çok iyi takip ettiğim için saat farkı nedeniyle uyumuyordum diyebilirim. Matematik modeller kurdum o dönemde. Ve işlerim rahatladı.

Yelkenliyle dolaştım

- Kaç yıl sürdü bu iş?

8 yıl. Ben bu süre içinde işler sistematik hale gelince hobilerimi hayata geçirdim.

- Erken emeklilik gibi...

Valla daha fazlası.Yelken yapıyordum. Hâlâ da yapıyorum. Yelken yarışlarına katılmaya başladım. Karayipler’e kadar gittim. Çevremdeki herkese yurtdışından tekne getirmeye filan başladım.

Hiç bırakmamış gibi

- Bu ortamda nasıl döndünüz işinize?

Doğrusu hiç aklımda yoktu. Bir gün bir telefon geldi. O dönemde de Yaşar Holding’te yönetim değişmişti. Ben de sanırım doymuştum. Mayıs 2009’da işe başladım.

- Uzun süre geçmiş aradan. Kravatlı, masa başı iş, fabrikalar v.s.. Nasıl uyum sağladınız? Sıfırdan başlamış gibi miydiniz?

İnanın sanki dün işi bırakmışım gibi hissettim. O yıllar nasıl geçti bilmiyorum. İyi enerji depolamıştım. Bunu da ekibe geçirdiğimi düşünüyorum. Bana ömür biçenler de oldu, 2 ay, 2 yıl filan diye... Çalışıyorum işte... Beynimi boşaltmam ve yeniden şarj olmam 8 yıl sürdü.

- Rekabet koşulları çok değişmişti? Nasıl bir ortamda buldunuz DYO’yu?

Değişmişti. Ama ben ekonomiyi hep yakından takip ettim. Uzak olmadım hiç. Sektörü de izlerdim. Ben göreve geldiğimde DYO sektörde 4’üncülüğe düşmüştü. Açık fark vardı. En yakın rakibinden aşağıdaydı. Ben hızlı ilerleyebileceğimiz alanı gördüm. Çünkü marka güçlü. Ben fırsatı gördüm. Marka hak ettiği yerde değildi.

- Hızla büyüdünüz sanırım daha sonrasında. Ne kadarlık bir büyüme oldu?

2009-2010 yılında yüzde 46 büyüdük. 2011’de yüzde 39. Marka da organizasyona hız kazandık, müşteri odaklı çalıştık. 2012 büyümemiz yüzde 19 oldu. Daha önceki büyümelerde pazar yüzde 16 büyüyordu. Şimdi pazar yüzde 6 büyüdü. Biz hızlı büyüyoruz. Pazar payımız da çok arttı. İnşaat, deniz boyaları, otomotiv diye bölerek bakmak lazım. Şu anda 5 alanda da ya birinciyiz ya da kıl payı ikinciyiz.

40 ülkeye ihracat yapıyoruz

- İnşaat sektöründeki hareketlilik sizin büyümeniz için çok önemli değil mi?

Bu projelere markalı boyalar giremiyor. Çok az projeye giriyor markalı boyalar. Kayıt dışı çok ciddi boyutta sektörde.

- Kaç fabrikanız var?

Yurtiçinde 2. Dilovası’ndaki fabrikada yılda 150 bin ton, Çiğli’de 94 bin ton boya üretiliyor. Fabrikalarımızda 1.052 kişi çalışıyor. DYO’nun 15 bin satış noktası var

- Yurtdışında kaç fabrikanız var?

Rusya, Mısır, Romanya’da fabrikalarımız var. Bu yatırımlar 2000’li yılların başında yapıldı. Yenileniyor bu yatırımlar. Rusya’daki üretim tesisimiz yenilendi. Rusya’da katlanarak büyümeyi amaçlıyoruz.

- Mısır’daki fabrikanız Arap Baharı’ndan etkilendi mi?

Mısır’da Arap Baharı döneminden çok etkilenmedik. Hatta o dönemde tam aksine iş oldu. İnsanlar boşluk ortamından yaralandılar, ev yaptılar.

- Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz?

Şu anda 40. Biz Mısır’daki fabrikadan Afrika’ya daha çok ihracat yapmayı amaçlıyoruz.


Ar-Ge merkezi olan 72 şirketten biriyiz

- DYO Ar-Ge’ye önem veriyor? Ne tür yenilikler var son dönemde?

Çok yenilikçi bir marka DYO. En inovatif boya markası olarak da biliniyor. Nano boyalar bizde. Hibrit teknolojiyle bir boya çıkardık. Kesinlikle leke tutmuyor, leke itici bir boya. Tüm boyalar silinir ama bu boya çok farklı. Ancak bunu denediğinizde anlayabilirsiniz. Teknoplast ürünümüz uzun zamandır farklılığıyla biliniyor.

- Toplam Ar-Ge’ye ne kadar pay ayırıyorsunuz?

Yüzde 2’lik pay ayırıyoruz. Dünyada bize benzer markalara bakınca bu oran yüzde 1 ya da yüzde 0.8. Ar-Ge merkeziyiz biz. Türkiye’de Ar-Ge merkezi olan ilk 75 şirketten biriyiz.

Sarı zihin açar mavi acıktırır

- 60 bin farklı renk seçeneğiniz var...

Eskiden bir şampanya ve bej vardı. Şimdi öyle değil.

- Peki aman şuraya bu renk olmaz gibi önerileriniz var mı?

Sarı zihin açar. Sınava girecek bir çocuğunuz varsa odasını sarı boyayın. Mavi rengi mutfakta kullanmayın. Mavi iştah açar. Yatak odasında kırmızı renk kullanmayın. Kırmızı agresifliği artırabilir. Rahat uyumanız için uygun değil. Boya işi artık külfetli değil. Bir odanızın bir duvarının rengini değiştirdiğinizde büyük değişiklik yapmış olabiliyorsunuz. Evi sık sık boyarsanız bakıma da ihtiyaç olmaz.

Spor yapıyorum bazen yarışlara katılıyorum

- Yelkene zaman ayırabiliyor musunuz?

Yarışlara gidiyorum. Artık daha kısa süreler için katılabiliyorum.

- Başka hobiniz var mı?

Kayak yaparım. Oğlum da iyi bir kayakçı. Ben spor yaparım. Tenis oynarım. Teniste de turnuvalara katılırdım, artık katılmıyorum. Karşıyaka Tenis Kulübü’nün Asbaşkanlığını da yaptım.

Yazının devamı...

F1 sponsorluğu Pirelli’nin değerini yüzde 15 arttırdı

Pirelli Türkiye’nin ilk Türk Genel Müdürü Mete Ekin, Formula 1’de kullanılan tüm lastiklerin İzmit’teki fabrikalarında üretildiğini belirterek, “Formula 1’in sponsoruyuz. Formula 1, markamıza 300 milyon euroluk bir katkı sağladı” dedi.

Mete Ekin, Pirelli’nin Türkiye’de atadığı ilk genel müdür. Bundan 2.5 yıl önce göreve geldi. 50 yılı aşkın süredir Türkiye’de olan Pirelli yönetici olarak hep İtalyanları tercih ederken, bu gelenek Mete Ekin’le birlikte değişmiş oldu.

Mete Ekin, gözünü Pirelli’de açmış. Eğitimini tamamladıktan sonra Pirelli’ye girmiş, 1995 yılından bu yana Pirelli’de kariyer yapıyor.

Pirelli’nin İzmit’teki fabrikası motor sporları uzmanı lastiklerin üretildiği dünyadaki sayılı tesislerden biri. Pirelli ailesi içinde önemli bir yeri var.

- Profesyonel iş hayatına Pirelli’de başlamışsınız...

Limon sattım gibi bir özgeçmişim yok. Ticaretin içinde olmayan bir aileden geldim. Babam profesör. Avusturya Lisesi’ni daha sonra da İTÜ Kimya Mühendisliği’ni bitirdim. Amerika’da master yaptım. Hayatımda ilk parayı da Amerika’da asistanlık yaptığım dönemde kazandım. Profesyonel olarak da ilk işe Pirelli’de başladım. O günden bu yana da Pirelli’de çalışıyorum.

Avrupa krizi etkiledi

- Türkiye’deki ilk lastik fabrikasını kurmuş Pirelli...

Evet. Türkiye’deki ilk lastik fabrikasını Pirelli kurdu. Her yıl bir önceki yıldan daha zor geçmiş baktığımızda. İş hiçbir zaman kolay olmadı. Bence olmayacak da. Ben son 5-10 yıldır tüm bayilere ‘Bir sonraki yıl, bir önceki yıldan kolay olmayacak, siz hep daha zoruna göre ayarlayın kendinizi’ diyorum.

- Türkiye’deki üretimin ne kadar ihraç ediliyor?

Yüzde 60’ı. Avrupa krizinden çok etkilendik. Fabrikamızın Türkiye’deki üretiminin yüzde 40’ı iç pazar. İhracat rakamının yüzde 90 kadarı da Avrupa pazarlarına gidiyor.

- 2008’den bu yana Avrupa ülkelerine yapılan ihracat ne kadar etkilendi?

Bazı Avrupa ülkelerinde lastik pazarında yüzde 20’lere varan küçülme var. İtalya, İspanya, Yunanistan hattında küçülme var. Almanya ekonomisi biraz orta Avrupa’yı kurtarıyor. Güney Avrupa’da Yunanistan diğer ülkelere göre daha da geride.

- Bu sizin üretiminizi ne kadar etkiledi? İhracata dayalı bir üretim söz konusu...

Bu dengeler içinde yalnızca Avrupa’ya bağlı olsak çok büyük kayıplar olurdu. Bunlara rağmen Türkiye’de küçülmeye geçmedik. Ancak yüzde 100 kapasiteyle çalışan fabrikamız kimi zaman yüzde 85-90 kapasiteyle çalışmak durumunda kaldı. Avrupa pazarına karşılık Türkiye hâlâ dengeyi sağlamak açısından önemli. Avrupa krizinin uzaması işi zorlaştırıyor. Pirelli kurulduğundan beri fabrika hiç durmadı. Ama kapasite de ciddi eksiklikler var. Çok zor bir dönem geçiyor.

- Şirketin hedefleri neler?

Her yıl 35 milyon euroluk teknoloji yatırımı yapıyoruz. Bu sayede de sürekli yenilikler gerçekleştiriyoruz. Pirelli Türkiye’de lüks segmentte lider marka. Amacımız dünyada da Pirelli’yi 2015 yılında bu alanda lider marka yapmak.

Şampiyonlar Fabrikası

- F1’in sponsorusunuz...

Formula 1’de bu yıl 3’üncü sezonumuz. Formula 1’de lastik teknolojisinin gelebileceği en üst nokta. Araçlar 350 kilometre saat hızla gidiyor, 130 derece ısıya kadar çıkıyor lastik ısıları. Ve 1 saniyede Formula 1 lastiği 50 kere dönüyor. Bu inanılmaz bir şey. Bu lastikler Türkiye’de üretiliyor. Bu bizim için gurur. Formula 1 sponsorluğunun markaya katkısı da büyük.

- Rakam verir misiniz?

Formula 1’deki varlığımızla birlikte 300 milyon euro ek marka değerimiz oldu. Bağımsız kuruluşların verilerine göre Pirelli’nin marka değeri de 2.3 milyar euro seviyesinde. 2 yılda 300 milyon euro katkı önemli. Formula 1’i dünyada 2 milyar kişi izliyor. Lastikler de bu yarışlarda konuşturuyor. Servis alanları, lastik değiştirmeler mücadele alanı. Lastikler fark yaratıyor. Formula 1’in tüm lastikleri İzmit’te üretiliyor. Bu yüzden bu fabrikaya ‘Şampiyonlar Fabrikası’ deniliyor

TOSCANA VE NAPA’YI SEVİYORUM

- İş dışında ne yaparsınız? Hobileriniz nelerdir?

Çok seyahat ediyorum iş nedeniyle. Dolayısıyla seyahatlerin arkasına bazen uzatma alıyorum, en keyifli olduğum zamanlar da bunlar oluyor. 13 yaşında oğlum var. Ailece tenis oynuyoruz. En son Kuzey Amerika’ya gittim. Napa ve Toscana iyi şarap güzel yemek için en sevdiğim adresler. Yeni tatlar keşfetmek hoşuma gidiyor.


Yeni yatırımlar yüzünden kapasite artmıyor

- Pirelli’nin üretim kapasitesi ne kadar?

Yılda 8 milyon lastik üretme kapasitesi var. Pirelli’nin dünyadaki en büyük lastik fabrikası. Son dönemde artış olmuyor kapasitede. Bunun nedenlerinden biri Pirelli farklı ülkelerdeki yeni yatırımları.

- Hangi ülkelerdeki yatırımlar etkiledi Türkiye’yi?

Rusya pazarına girdi Pirelli ve orada bir Rus ortakla birlikte 2 fabrika çalıştırılıyor. Rusya’da yüzde 25 pazar payına sahip oldu kısa sürede. Diğer önemli yatırım Romanya’da oldu. Devlet desteğiyle hayata geçti. Düşük işçilik maliyetleri var. Türkiye’ye göre çok düşük maliyetleri. Güney Amerika’da da yatırımlar var. Son dönemde de Kuzey Amerika’ya da daha çok lastik ihraç etmek için Arjantin ve Meksika’da da yeni yatırımlar yapıyor. Çin’de de yatırım var. Çin’de üretip dünyaya satmak, Çin’de üretip Çin’e satmak hepsi var. Şu anda Hindistan’da yok Pirelli. O pazarı inceliyor. Pirelli genelde yüksek segment araçları hedefliyor. Ancak bir yandan da Hindistan çok hızlı büyüyor. Orası için de doğru zaman, doğru ortak arayışları var. Güney Amerika’da da çok kuvvetli Pirelli.

Takvimi ve güzelleriyle ünlü marka!

- Ana işi lastik ama kendini en çok takvimleriyle konuşturuyor Pirelli...

Inter futbol kulübünün sponsorluğu da var. Pirelli, futbol sponsorluğuna da çok önem veriyor. Başka işler de var.

- Ne gibi?

PZero Moda isimli teksitil markası var. Moda ve kıyafetlerle ilgili önemli marka yarattılar. Çok prestijli bir butik açıldı.

- Pirelli takvimleri de kendini her yıl konuşturuyor.

Sosyal sorumluluk haline geldi artık. Pirelli fotoğrafçıyı seçiyor. Her yıl farklı biri. Bu yıl Afgan kızı fotoğrafıyla tanınan Steve Mccurry çekti. Sıfır çıplaklıkla çıktı takvim. Afgan kızı fotoğrafını çeken birinin nasıl bir Pirelli takvimi çıkaracağı merak konusuydu. Rio de Janerio’da yapıldı çekimler. Çok ünlü mankenler poz verdi. Rio’nun gecekonduları, zor yaşamı yansıdı fotoğraflara.

3 milyon adet lastiği satıldı

- Kış lastiklerinde ne kadarlık bir artış oldu?

Yılda 1.5 milyon kış lastiği satılırken, bu yıl bu rakam 3 milyonu aştı.

- Son dönemde kış lastikleri konusunda bilinç arttı. Nasıl satışlar?

Son dönemde kış lastikleri uygulamasıyla ilgili bilinçlendik. Yaz lastiğiniz ne kadar iyi olursa olsun lastik yaz kış farklı olmalı.

- Kar yağmasa da mı farklı olmalı lastikler?

Evet farklı olmalı. Hava 7 derecenin altına indiğinde lastiğin kimyasal özellikleri yetersiz kalabiliyor. Kar lastiği farklı. Onlar çivili lastikler... Aslında Türkiye’de hiçbir ortamda çok ihtiyaç yok bu kar lastiklerine.

Ama Türkye’de kış lastiklerine çok ihtiyaç var. 90 kilometre hızla giderken 0 derece sıcaklıkta bir yaz lastiği ile kış lastiği arasında 5 metrelik fark var fren anında. 120-130 kilometre hızla gittiğinizde bu rakam çok daha farklı olabiliyor.

Yazının devamı...

Big Chef’s yurtdışına New York’tan açılacak

Big Chef’s markasının kurucusu Gamze Cizreli, yurtdışına açılmayı planlıyor. New York’ta yer bakan Cizreli, “Katar ve Dubai’den de teklifler var, oraları da inceliyoruz” dedi. Cizreli, Türkiye’de de Saruhan Tan’la çoğunluk hissesini aldığı Obika’yı büyütecek

Gamze Cizreli, Big Chef’s Cafe&Brasserie’nin kurucusu. 20 yılı aşkın bir süredir yeme-içme sektöründe. 2 yıl önce Türkiye’nin Kadın Girişimci yarışmasında birinci oldu. Kısa süre önce Kanyon’da bir restoran açan, Tokyo, New York gibi yerlerde şubeleri olan Obika’nın çoğunluk hissesini aldı. Biraz geçmişe dönersek; uzun süre Ankara sınırları içinde kalmıştı Cizreli. İlk markası Cafemiz’di. Sonra Kuki ve QuickChina geldi. Şimdilerde Gamze Cizreli ortağı Saruhan Tan ile birlikte markasını büyütme yolunda emin adımlarla ilerliyor.



Ankara müşterisi zor

- Big Chef’s nasıl doğdu?

Özel hayatımızda dalgalanmalar oldu, eşimle yolları ayırdık ve ben 2007 yılında Big Chef’s markasını kurdum. Yoluma devam ettim.

- Sizi uzun yıllar Ankaralılar biliyordu. İstanbul’a geçmeniz sizin için çok önemli bir adım oldu. Bu kararı nasıl aldınız?

Ankara’dan çıkmak önemli karardı. Dönüm noktası oldu benim için. Ankara’da herkes beni tanıyordu. Belli bir güven ortamı vardır Ankara’da. Kendimi huzurlu güvende hissederken markamı büyütme isteğiyle İstanbul’a gelmek kaçınılmazdı. Aslına bakarsanız daha markayı kurarken İstanbul’u ve yurtdışını hayal ettim. Kısa, orta ve uzun vadeli planlar yaptım. Ve tahminimden de hızlı oldu.

- İstanbul’da hızlı büyüdünüz. Ankara’dan sonra İstanbul’da iş yapmanın zorlukları oldu mu?

Doğru. İstanbul hiç kolay değil. Kendinizi kabul ettirmeniz lazım. Ama ben Ankara’da başarılı olmuş birinin İstanbul’da çok daha kolay başarılı olabileceğini düşünüyorum. Bir de Türkiye bu zaman içinde çok değişti.

- Çok daha fazla kişi ev dışında yemek yemeye başladı...

Dışarıda yeme içme alışkanlığı çok arttı. İstanbul’a tam zamanında doğru marka doğru stratejiyle girdiğimi sonradan fark ettim. Ankara’da ne yaparsanız yapın İstanbul’da sıfır, bunu da burada iş yaptıktan sonra anladım ama yine de Ankara’da çalışmak çok büyük avantaj.

İyi teklif gelirse bakarız

- Nedir bu avantajlar?

Ankara müşterisi çok daha zor, parası daha kıymetli. Genelde de eğitim düzeyleri İstanbullulara göre daha yüksek. Daha donanımlılar. Onun için de farklı beklentileri oluyor.

- İstanbul da son 5 yılda çok yol aldı. Siz İstanbul’un geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Yeme içme sektörü geçen sene 7 milyar dolarlık büyüklüğe ulaştı Türkiye’de. NY’de bu 21 milyar dolar. Arada çok fark var. Biz Barcelona’nın da altındayız. İstanbul’un gideceği çok yer var daha. Ama umutluyum. Yeni yetişen işletmeciler, aşçılar beni umutlandırıyor. Bu iş biliyorsunuz kültür meselesi aynı zamanda. Bizim en büyük avantajımız Türkiye’nin değişime çok açık olması.

- Kaç Big Chef’s oldu? Bir süredir Saruhan Tan ile ortaksınız.

Çok güzel bir ortaklık oldu. Saruhan Bey ile markamızı büyütüyoruz. 16 yerimiz var. 8’i İstanbul’da. 4’ü Ankara. Biri Gazinatep, Antalya, Mersin, Samsun. Yakında İzmir’de bir yer açacağız. Bursa, Adana, Bodrum’da da 2013 yılında yerlerimiz açılacak.

- Sizi satın almak isteyen fonlar var mı?

Bize de ilgi oldu. Şu an kendimiz devam ediyoruz. Büyümek amacıyla iyi bir teklif olursa bakarız.

- Yurtdışına açılmayı hedefliyor musunuz?

New York’a girmek istiyorum. Orada Big Chef’s açmak istiyorum. Ben markamın orada başarılı olacağına inanıyorum. New York’ta yer bakıyoruz. Geçen yaz orada ev kiralayıp baktım. Oğullarımı yaz okuluna verdim orada sabahtan akşama kadar gezdim. Ben orada başarılı olacağımızı düşünüyorum.

- Avrupa’ya açılmayı düşündünüz mü?

Avrupa’ya da baktım. Orada zorlanabiliriz ama New York ve Boston bizim için iyi. Katar ve Dubai’den de teklifler var, oraları da inceliyoruz.

Tahin Kayseri’den sirke Balıkesir’den geliyor

BIG Chef’s’de 1.013 kişi çalışıyor, bunların 372’si aşçı. Big Chef’s’in organik reçelleri Davutlar’dan, tahinli katmer ve köy eriştesi Kayseri’den, zeytinyağı Ayvalık’tan, sirke, tatlı ve biber salçası ise Balıkesir’den geliyor.

Big Chef’s’de aylık toplam 7.8 ton dana eti, 602 kilogram elma, 1.7 ton levrek, 4.5 ton domates, 3.6 ton yeşillik, 4500 litre zeytinyağı tüketiliyor.

LEZZET PEŞİNDE DÜNYAYI GEZİYORUM

- Siz lezzet turları yapıyorsunuz. Hatta trüf mantarı peşine İtalya’ya gittiniz değil mi?


Ben çok seyahat ediyorum. Türkiye’deki ve dünyadaki festivallere, tadım turlarına gidiyorum. Bazı gastronomi merkezlerini belli aralıklarla ziyaret ediyorum. Şeflerin mönülerini tadıyorum. Ben böyle farklılık yaratıldığına inanıyorum. Çok farklı lezzetler var. İşimiz keyifle huzurla yapmamızı da sağlıyor bunlar. Söke’de nar reçeli yapan bir hanımı keşfetmek büyük haz veriyor bana. İşinizi huzurla keyifle yaptığınızda başarı geliyor.

- Yeni lezzetler keşfetmek için dünyayı geziyorsunuz. En çok nereden etkilendiniz?

Vietnam’dan etkilendim.

Uzakdoğu mutfağını çok beğenirim. Çin ile Thai mutfağı karışımı diyebilirim Vietnam mutfağı için.

- Trüf avına katıldınız değil mi?

Evet. Alba’ya gittik. Köpeklerle trüf mantarı avına çıktık. Alba çok iyi bölge. Bu işin meraklıları buraya akın ediyor. Çok iyi restoranlar var.

- Yılda kaç kez lezzet yolculuklarına katılıyor musunuz?

Her yıl en az 3-4 kere lezzet turları yapıyorum.

- İş dışında ne yaparsınız?

Çok seyahat ediyorum. Çocuklarım çok zamanımı alıyor. İyi bir sinema izleyicisiyim. Ankara’ya çok gidiyorum. Çocuklarımın okulu Ankara’da. Onların düzenini bozmak istemedim. Bu yıl onları buraya taşıyorum. Büyük oğlan Amerika’ya gidiyor, küçüğü de İstanbul’a alıyorum. Büyük oğlum dede mesleğini seçti Amerika’da moleküler biyoloji okuyacak.

OBİKA’YI BÜYÜTECEĞİZ

- Obika’ya da ortak oldunuz. Obika’nın da yeni şubeleri açılacak mı?


Obika’nın New York, Tokyo, Toronto, Roma, Londra, Los Angeles, Milano’da toplam 15 şubesi var. Obika’nın çoğunluk hissesini aldık. Öncelikle Bodrum ve Ankara’da şube açacağız. Big Chef’s ‘in daha küçük bir konseptini yapmak istiyoruz. Daha küçük yerler ve AVM’lerde hızlı, küçük, makul fiyatlı bir konsept üzerine de çalışıyoruz.

Her açtığımız yer kârlı

- Big Chef’s lokasyon seçiminde şaşırtıyor. Suadiye’de çok da kalabalığın olmadığı bir yerdesiniz, Tarabya’daki noktanız da o bölgedeki ilk yer olma özelliğini taşıyor...


Tarabya’ya gelmek çok iyi geldi bize. Doğru Tarabya’da kimse yok. Daha doğrusu bizim işimize benzer iş yapan bir işletme yok. Biz Ataşehir’e de gittiğimizde de kimse yoktu. Saruhan Tan bu anlamda çok iyi koku alıyor. Suadiye’de de biraz gerideyiz ama geliyor müşteriler. Günün sonunda işletmenin kârlılığı önemli. Her açtığımız yer kârlı.

- Cafelerde çok büyük sorun oluyor. Özellikle öğle saatlerinde bir kahve içip saatlerce masalarda oturan genç ve kadın gruplar oluştu. Siz de aynı şeyden şikayetçi misiniz?

Bizde öyle sorun yok. Bizim mutfağımız çok ön planda. Bize yemek yemeğe geliyorlar.

- Ortalama ne kadar harcıyorlar?

Kişi başı ortalamalarımız lokasyona göre değişmekle birlikte 40-45 lira arası. Akşam yemeği yiyen de var öğle arası kahve için de.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.