Şampiy10
Magazin
Gündem

Arıza kadınlar

Zaten tatsız bir hafta...

Diyorum ki, bugün çuvaldızı kendimize batıralım. Aradan çıksın...

Sonra “hiç kadınları yazmıyorsun” diye çok ağlıyorlar...

Biliyorsunuz, kediyi köşeye sıkıştırmayacaksınız, küçük de olsa mutlaka kaçacak bir alan bırakacaksınız ona...

Öyle derler ya...

Yoksa?

Aman ne olacak? En fazla tırmıklar...

İşte mesele de burada zaten.

Tırmıklarsa...

Tırmıklayınca...

Yani tırmık alan kadın.

Onların deyimiyle, arıza kadın...

Yani biraz arıza hallerimizden bahsedelim...

Evet arızaya geçtiğimiz oluyor tabii...

Şimdi...

Kadınlar bu konuda ikiye ayrılır:

Aktif ve pasif olarak...

Yani aktif arızalar, pasif arızalar...

Tabii önce bir kadın arıza verdiğinde asıl amacı nedir, onu bilmek lazım.

Biliyor musunuz?

Ben söyleyeyim: İntikam almak.

Yok, aslında

intikam değil de hırsını almak diyelim...

Çünkü intikam bambaşka bir konu...

Ama ille de öğrenmek istiyorsanız, intikam konusunda da kadınları aynı kategorilere koyabiliriz.

Önce aktif olanlardan başlayalım...

Adı üstünde, arızaya geçtiğinde agresifleşir. Yani adama kızdığında, kırıldığında saldırıya geçer.

Konuyu çözene veya hırsını alana kadar adamın yakasından düşmez.

Arar, gider, taciz eder, bağırır hatta küfreder.

Mesela telefonu açar, konuşur konuşur sonunda “tir git” der. Adam gidince de yani telefonu kapatınca hatta kapar kapamaz tekrar arar:

- Nereye?

- E tir git dedin ya...

- Sanki şimdiye kadar her söylediğimi yaptın da! Ayrıca her dediğimi yapacaksan sana daha iyi tekliflerim vardiye bağırır...

Adam da şaşırıp, “nasıl bir teklif?”

diye sorar tabii. Kadın delirir:

- Ne olacak, Ahlaksız teklif!

- Hadi yaa... Ya sen gerçekten ahlaksızsın.

- Evet öyleyim. Gel beraber

ahlaksızlaşalım. Bir süreliğine en azından...

- Ya sen var ya...

Yani onların gazını almak kolaydır...

Ama...

Konu ciddiyse...

İntikam almaya kadar dayandıysa aktif arızalar, direkt aldatır. Üstelik sırf aldatmak için aldatır. O duysun diye...

Onun duyacağı şekilde...

Gelelim pasif arızalara...

Tahmin edeceğiniz gibi bunlar da küser.

Telefonu açmaz, açsa da maslahatgüzar seviyesinde konuşur.

Evet, biraz bayar.

Bunlar tabii biraz daha romantik oldukları için darıldığı konu ağırlığında jest beklerler.

Ya da o kadar özür...

Ne kadar olduğuna da o karar verir.

Yani mesela, şöyle diyaloglar yaşanır:

- Hayatım kaç kere özür diledim ya... Uzatma artık!

- Evet.

- Evet ne?

- Evet, özür diledin...

- Ne yapayım sana bilmiyorum ki...

- Evet.

- Evet ne?

- Bilmiyorsun...

Üfff...Benim bile içim daraldı.

Pasif arıza, detaycıdır...

Konu intikam almaya kadar gelirse önce pasif intikam denemelerinde bulunur. Bunları sonra anlatırım.

Ha, gerekirse o da aldatabilir.

Ama bir farkla...

Söylemez...

Yazının devamı...

Hiç beklenmedik bir anda...

Birbirimizi yenebilmenin sırrı, adeta birer silaha dönüştürdüğümüz bedenlerimizde saklıydı. Öfkeye hakim olamayan bilinçlerimiz çözümü saldırgan bir cinsellikte arıyordu. Romantizmi, tabuları, alışkanlıkları,duyarlıkları bir kenara atmış tenlerimizi kanırtırcasına sevişiyor, haz almanın ve vermenin son sınırında birbirimize meydan okuyorduk. Şeytanın tenimize sakladığı oyunlara gözü kara dalmış, sevişmenin daha karanlık ve ölümcül hallerini arıyorduk. Çatışmalara, ihanetlere rağmen vazgeçilmez olduğumuzu birbirimize kanıtlama, karşımızdakinin tutkusunu sonuna kadar kışkırtma çabası ikimizi de birer ifrite dönüştürmüştü. Soluk soluğaydık. Hiç beklenmedik bir anda kendimi çekerek sevişmenin seyrini bir anda değiştirdim.”

Handan Öztürk’ün, “Arumi’nin Rüzgargülü” adlı kitabının ilk sayfasından alıntıları okudunuz...

Kitap, Meryem’in sahip olduğu her şeyi arkasında bırakarak çıktığı uzun yolculuğunda yaşadıkları ve tanıklık ettiği ilginç kadın öyküleriyle devam ediyor.

Ama gelin biz ilk sayfanın son paragrafında biraz duralım...

“Hiç beklenmedik bir anda” diyor ya, orada...

Sonra ne oluyor?

Bir kadın neden böyle bir şey yapar?

Adam ne yapar?

Ne hisseder?

Ben de yeni okumaya yeni başladım, orada neler oluyor, bilmiyorum.

Herhalde özel bir durum vardır.

Bilmiyorum ama biraz yorum yapmak istiyorum...

Genelde ne olabileceğini düşünmek; daha doğrusu, yukarıda sorduğum sorulara, kendi kendime cevap vermek istiyorum...

İlkiyle başlayalım:

“Sonra ne oluyor?”la...

Yani tam o sırada kadın çekiliyor... Adam önce kendini kontrol eder diyorum ben, “bir terslik var mı?” diye...

Baktı ki yok, aklından ilk ne geçer?

“Ah-a! Yine arızaya geçti!”

Hem de kadın ne kadar derinken ve acı çekerken...

Şimdiii...

Gelelim ne yapacaklarına...

Böyle durumlarda erkekler ikiye ayrılır.

Birinci grup, “Hiiiç seninle uğraşamam şimdi, canın isterse” der. Giyinir, çeker gider.

“Hayır, bu işin ötekiyle ne alakası var. Hiç başlama o zaman” diyerekten hem de...

Belli ki arızadan gına gelmiştir.

İkinci grup bırakmaz.

Ne olursa olsun bu işin peşini bırakmaz.

Hangi işin?

Tabii ki kadının probleminin değil!

Öyle ya da böyle, bitirir. İşini yarım bırakmaz.

Ya biraz hoyratlığa vurur ki çoğunlukla öyle yapar ya da yalakalık frekansına geçer.

Yalnız, yalakalık frekansı biraz risklidir.

Yani her şeye “evet hayatım” havayı yumuşatır ve seksin yerini şefkat alabilir... Bu tüyoyu da unutmayın!

Peki bir kadın neden böyle bir şey yapar?

Muhtemelen aldatılmıştır. Hem de üçüncü kere...

Ne dersiniz?

İlkinde böyle bir şey yapar mı?

Olabilir mi?

Sıra son soruda...

Ne hisseder?

Kim, adam mı?

Yazının devamı...

Oraya kadar değil, çatala kadar...

“Victoria’yı tatmin etmek için gizili bir silahım var.”

Tahmin edeceğiniz gibi, bunlar David Beckham’ın sözleri...

Hem David hem de gizli silah ikisi bir arada...

Vay be!

“Some women have all the luck” yani...

Ama tabii bu sözleri ondan duyunca insan ister istemez şaşırıyor. Ne bileyim, sanki ikisinin de bir problemi olamazmış gibi!

Hani ne gerek var gizli silaha falan...

Daha açık seçik yazacak olursak:

“O mu yetersiz yoksa Victoria mı tatminsiz?”

Hiç öyle bir halleri yok da!

İlk akla gelen Victoria’nın tatminsiz olacağı değil mi? Ya da bu cevap daha cazip diyelim....

Ama ben öyle peşin hükümlü olmayın derim.

Ayrıca, “gizli silah” derken?

İşin aslı bir ilaç reklamıymış...

Böyle bir ilacın reklamı için seçtikleri çifte bakar mısınız?

Nemlendirici reklamlarında da 20 yaşında genç kızları oynatıyorlar ya onun gibi...

“Pırıl pırıl taze bir cilt için” diye...

Olsun, bu çifti seçmeleri bu bizim sorumuzu değiştirmez. Tam tersine, güçlendirir.

Ya bir de, “öldürmeyen düşman, güçlendirir” insanları vardır ya, bir gün de onları yazmak istiyorum. Nasıl bir ruh halidir o öyle?

Neyse konumuza dönelim.

Hani az önce “hiç öyle bir halleri yok” dedim ya, oraya...

Yani acaba gerçekten de görünüşe aldanmamak mı gerekiyor?

Çok seksi giyinen kadınların...

Çok ‘kuvvetli’ görünen adamların...

Aslında hiç de göründükleri gibi olmadıklarından söz edilir ya...

Hatta aslında seksten hiç hoşlanmadıkları için bir dışavurum olarak böyle görünmeyi tercih ettikleri falan...

Bazı kadınlar vardır ya her hallerinden seks akar... Ya kıyafeti seksidir ya da hareketleri...

Onları slayt çeken şuursuz sürücülere benzetirim. Önünden hızla geçer, el frenine sarılır, caaartt araba döner.

Aman ne marifet!

Nedir yani?

Biz bunu yapmayı bilmiyor muyuz?

Biliyoruz.

E, niye yapmıyoruz?

Daha doğrusu sen niye yapıyorsun?

İşte bu tür kadınlar aynı hissiyatı yaratır bende.

Aman ha, yanlış anlaşılsın istemem; her zaman bir kadının kadın gibi olmasından yanayım.

Dişi olmasından da...

O halde bunun sınırı nedir?

Hemen söyleyeyim.

Geçenlerde bir TV programında bir psikolog bu sınırı gayet net çizdi:

Çatala kadar...

Göğüs çatalına kadar...

Oraya kadar açanlar normal de, biraz daha aşağıya inenlere şüpheyle yaklaşabilirmişiz...

Yani kadınların ne olduğu bir bakışta anlaşılıyor.

İyi de...

Peki ya erkeklerinki...

Onlarınki nereden anlaşılır?


Yazının devamı...

Vatan için yapıyorsan iyi de...

Şimdi bu yatma meselesi var ya...

Vatan için olanı...

Hani dün yazdığım, “Vatan için yatar mısın?” konusu...

Kesmedi beni.

Daha söyleyeceklerim var, tutamıyorum kendimi.

Bugün de kadınların cevaplarına bakalım.

Kadınlar bu konuda üçe ayrılıyor:

“Evet” diyenler, “hayır” diyenler ve türbanlılar...

Önce türbanlılardan başlayalım mı? Sonra da biraz eğleniriz...


Türbanlı yazarlara da sormuşlar, “vatan için yatar mısın” diye, görüş vermek istememişler...

Haklılar...

Onlar için soruyu biraz mutasyona sokmaları gerekiyordu:

“Saçının ucunu gösterir misin” diye...

Ya da başını örtüp kıçını açan bir grup var ya, onlara da sorulabilirdi:

“Kıçını örtüp başını açar mısın” diye...

Vatanın için değil ha, dinin için!

Neyse şimdilik onları kendi hallerine bırakalım...

Bizimkilerden, “hayır” diyenlere dönelim...

Şimdi bu “hayır” diyenler var ya...

Bir dakika...

Önce kim “hayır” der önce onu tespit edelim.

“Ay haayııırrr... Ben yapmaaaammm...”

İyi yapma!

Bunlarınki çok kıymetlidir çünkü değer biçerler!

Çok mu ağır oldu?

Peki o zaman başka türlü bakalım olaya, niye “hayır” derler diye...

Üstelik de nitelikli olsun cevabımız:

“Çünkü istemedikleri biriyle yatmazlar...”

Amaaannn... Sanki her yattıklarıyla Nirvana’ya eriyorlar!!!

Bir de sanki onlara zevk alma şartı konuyor... “Bak, orgazm olmadan gelme” denecek de!

Ya da, “kızım olmadı, taklit yaparsın” diyen var!

“Aaa... Haayıır, yapamam been...”

Bu, “hayır” diyenlerin cinsel hayatlarının bombk olduğuna kalıbımı basarım.


Şimdi de gelelim “evet” diyenlere...

Zaten hiçbir kadın direkt, “evet yatarım” demez. “Eğer .....ysa” ile başlayan hafifletici bir ön cümleyle başlayıp sonucu evete getirirler...

E, doğal olarak!

Evet, genellikle kendisiyle barışık kadınlardır.

Yalnız aradaki farkı kaçırmayalım arkadaşlar...

Bu...

“Kendisiyle barışık kadınlar yatarlar” anlamına gelmesin yani...

Konumuz vatan...

Ha, tabii bu arada kiminle yatılacak o da belli değil. Adam da George Clooney gibi biriymiş meğer!!!

O zaman fıkradaki gibi bir durum ortaya çıkabilir tabii:

“Bak vatanın için yapıyorsan iyi ama gerçekten şaapıyorsan...”

Ne o?

İşin şekli değişti mi?

Vatan için yatınca kahraman oluyorsun da...

Ne tuhaf değil mi?

Zevkin için yapınca...

Yazının devamı...

Bir kadının veribiletesi...

“Vatan için biriyle yatar mısın?” Yahu bu nasıl bir yatış olacak ki, vatanı kurtaracak!

Düşünsene adamla yatmaya gidiyorsun ve vatanın için, çok iyi bir performans göstermen lazım.

Yoksa?

Yoksa vatan gidecek elden!

Öyle çuval gibi de yatamazsın hani, “Ne yaparsan yap sonra defol git!” manasında...

Değil mi?

Yani adam da onun için sana koskoca vatanı vermez herhalde!

Yarısını verirmiş!

“Valla, başta iyiydi ama sonu beklediğim gibi olmadı. O yüzden ülkenin sadece kuzeyini veriyorum” diye...

“Aman efendim Süheyla’yı yollayalım onun sonu iyidir!”

“Olmaazzz! Başı sonu belli olsun kardeşim! Çocuk oyuncağı mı bu!”

E ama bu soru da çocuk oyuncağı değil.

N’oluyor yahu?

Vatanı korumak ne zamandan beri yatak işi oldu?

İyi o zaman, asker yerine ‘iyi’ yetişmiş kızlarımızı sınırlara yollayalım.

Sınırlarda bilmemnehaneler falan!!!

Top tüfek yerine parfüm, iç çamaşırı ve topuklu ayakkabılar...

Kimse sevinmesin, savunma bütçesinin düşmeyeceği kesin!

Bu mudur soru?

Böyle soru olur mu yahu?

Böyle soru olursa, cevapları sorudan daha beter olur tabii...

Ha bir de, benim bildiğim, eskiden yani, “Vatan için canını verir misin?” diye sorulurdu...

Şimdi “canını” kısmını atmışlar...

Direkt, “verir misin?” diye soruyorlar...

Bu soru değil arkadaşlar...

Bu, oynaş!

Kadının veribilitesi ölçülüyor.

Bir nevi veri tabanı yani...

Bugün vatana veren...

Ben size bir şey söyleyeyim mi? Bu ne biliyor musunuz?

Bu:

“Üzerinde ne var?” gibi bir soru...

Bu var ya, mastürbasyondan başka hiçbir işe yaramaz.

“Vatanın için yatar mısın?”

“Yatarım tabii...”

Danalardaki tezahürü şudur:

“Ah-a karı yatıyor...”

Vatan matan hikâye... Zaten sorunun oyun olduğunu biliyor ya, önemli olan kadının ağzından o lafı duymak.

“Yatarım!”

Yalan mı?

Sanki seninle yatacak!

Ama laf, o efekti yaratır bunlarda...

Ya, buraya kadar yazmadım ama anladınız herhalde; hani İsrail Dışişleri Bakanı’na “İsrail için biriyle yatar mısın?” diye sormuşlar ya, geyik bu...

Cevaplara geçmeden ben bir de bu soruyu soranın üzerinde durmak istiyorum.

Adama bak!

Yani neden burada vatanı için biriyle yatacak olan kadın konuşuluyor da, bir kadın için vatanı satacak adam konuşulmuyor?

Öyle değil mi?

Kadına böyle bir teklif geldiğine göre...

Yani adam bir kadınla yatacak diye vatanını satıyor, ona bir şey sorulmuyor da kadının sınırı merak ediliyor.

Sorun bakalım:

“Bir kadın için vatanını satar mısın?” diye...

Yazının devamı...

Adına şarkılar yazılan kadın

Senin orada ne işin var?

Onun arkadaşı olsaydım hiç düşünmeden bunu sorardım:

“Senin o partide ne işin var?”

Onu İstanbul sokaklarında elinde kırmızı karanfillerle gördüm. Kalabalığın arasında Kadir Topbaş’ın arkasında yürüyordu.

Oysa biz onun ellerinde sarı laleler var sanıyorduk.

Öyle hayal etmiştik.

Ve çok da yakıştırmıştık.

Uğruna şarkılar yazılan çağdaş bir Türk kadını... Biricik Suden.

Şimdi AKP’den Beyoğlu Belediye Meclisi üyeliği için aday olmuş.

O yüzden Kadir Topbaş’ın arkasında elinde kırmızı karanfillerle yürüyormuş.

“Politik söylemlerim olmayacak” demiş.

“Ah!” dedim, “Ahh...”

Keşke onun arkadaşı olsaydım.

“E ama...” derdim, “Bu bir politika. Farkında mısın, senin aday olduğun yer de siyasi bir parti. Sen yani, siyasi bir partinin adayısın. Onu temsil ediyorsun. Üstelik de, ülkemizi dini motiflerle yönetmek isteyen bir partiyi. ”

“İnandığım insanlarla birlikteyim” demiş.

Kime?

Kadir Topbaş’a mı inanıyorsun diye sorardım doğrusu...

Türk kadınını başı kapalı kabul eden bir adama mı?

Daha geçen gün gençliğinde çektiği bir filmde bile küçücük kızını din dersine gitmeye teşvik ediyordu.

O gençliğinde deme sakın, şimdi AKP’de ve eşinin başı kapalı.

Bu sana bir şey ifade ediyor mu?

Kazanırsa belediyenin tasarım danışmanı olacakmış.

Ha, işte orada biraz sinirlenirdim:

“Ne tasarımı biriciğim. Ne tasarımı... Bunlar ülkeyi başka türlü tasarlamaya çalışıyorlar.”

Farkında mısın bilmiyorum ama bu ülkedeki bütün çağdaş kadınlar rejim kaygısı içinde... Bütün çağdaş insanlar onların tasarladığı rejimin farkında.

Bize, “siz” diyorlar daha ne olsun?

Onlar başka şeyler tasarlıyorlar, başka...

Sen?

Sen niye oradasın?

“Eleştirilere kulağım tıkalı” demiş.

Gerçekten de AKP’li olmuş galiba...

Bu partide olmayı, bu partiyi savunmayı hiçbir kadına yakıştıramıyorum ama ona hiç hiç yakıştıramadım.

Hiç!

Onu gördüm.

Elinde kırmızı karanfiller vardı.

Ben de onun ellerinde sarı laleler var sanıyordum.

Yazının devamı...

7+1 yapıyormuş!





Heh heh hee...

Aklıma geldikçe gülüyorum...

Hani Mehmet Öz’ün babası, “oğlum Mehmet 4 kez yapamaz” demiş ya, ona... Heh heh hee gülüyorum.

Koskoca Mehmet Öz’ün bilmem kaç yılık kariyeri bir cümleyle gitti ya...

Kariyeri gitmedi tabii de...

Ne acayip değil mi bu erkekler?

Ömürleri boyunca çalışırlar, didinirler, önemli bir yere gelirler. Ne bileyim, kitaplar yazar, buluşlar yapar ya da müthiş bir iş adamı olur falan sonra mesela bir kadın çıkar, “Ehhh yani... Ne bileyim biraz bamya” der.

Tamam, bitmiştir adamın işi! O artık ömür boyu hatta ölümünden sonra bile ne buluşuyla ne kitabıyla ne yaptığı işlerle anılır...

Ondan bahsedilecekken şöyle denir:

“Ya hani bir edebiyatçı vardı ya, bamya deniyordu, neydi adı?”

Ne fena. Ama kendilerinin suçu.

Bize ne? E, ama o da kaşındı, hadi fındık, fıstık, kızartma cart curt iyi de... Sağlık için haftada 4 kez seks öneriyordu...

4 kez!

Haftada!

Oldu.

Kemikli mi kemiksiz mi olsun?

Tam mı yarım mı?

Yani, “4 kez derken?”

Biz genellikle böylelerine, “Ya saymayı bilmiyor ya da ne saydığını...” deriz!

Ne zamandan beri hem de, anlatayım...

Gayet mazbut ve yeni bir ilişkinin başlangıcında olan bir arkadaşımız, bir gün konuyu şöyle açtığından beri...

- Ya bir şey söyleyeceğim ama acaba tuhaf mı?

- Ne söyleyeceksin?

- Ya biz...

- Eeee?

- Biz dün, onunla...

- Hııı...

- Nasıl söylesem??

- E ama uzatma, zaten söyleyeceğin ne olabilir ki?

- 7+1.

- NE? 7+1 ne yani?

- Yani o kadar yaptık.

- 7+1???

- Evet.

- Gerçekten de tuhafmış! 7’yi anladık. Aklımıza pek yatmadı ama en azından anladık. Peki şekerim bu +1 ne oluyor? Yeni bir trend falan mı?

- Yok yaa... O da sabah!

- Nedir yani, altın vuruş gibi mi ki ayrıca anılıyor...

Düşünsene tam toparlanmış kalkıyor, gidecek artık, adam enseden tutmuş...

“Duuur... Nereyeee? Daha karpuz keseceğdik!!!”

Tabii “+1”in derdine düşmekten 7’yle dalga geçecek vakit olmamıştı.

Olacak şey mi?

7’ymiş...

Bir gecede!

Mehmet Bey’in hesabına göre onlar 1 gece yapsalar ohhh... 2 hafta rahatlar yani...

Belli ki Mehmet Bey’in babası çok tatlı biri... Ama...

O da diyor ki:

“Bunun bir yaşı var. Mesela benim karım, artık kardeşim oldu! Şimdi haftada 4 kez cinsi münasebet nasıl olacak? Bunu Mehmet’in de yaptığına pek inanmıyorum. Çetin Altan da bir yazısında, ’Bulduk da yapmadık mı?’ diye yazmış. İşin bir de bu tarafını düşünmek lazım.”

Ahh erkekler ahhh...

Bulsanız yapacak mısınız yani...

Pardon soruyu değiştiriyorum:

“Bulsanız yapabilecek misiniz yani?”

Yazının devamı...

Bıyıklı mı bıyıksız mı?



“Bulduk da, bıyıksızını mı arayacağız?” der gibisiniz...

Öyle demeyin!

Çok fark eder...

Brad Pitt bıyık bıraktıktan sonra hafiften, “bıyık yeniden moda olur mu?”, “bıyıklı mı, bıyıksız mı?” geyiği başladı ya...

Hatta tek tük de olsa bıyık bırakanlar falan...

Bunlar şımarmadan müdahale etmek istedim; belki erkeklerin estetik gelişiminde benim de bir katkım olur diye...

Ama tabii benim bahsettiğim vasat Türk erkeği bıyığı değil. Yani oldum olalı bıyıklı aile babası prototipi...

Size asla neye benzediğini yazamayacağım, yazmayı bırak ima dahi edemeyeceğim AKP bıyığı da değil...

Anlatacağım sonradan bıyıklı olanlar...

Keçi sakallılardan başlayalım...

Bıyık dedik sakaldan başladık ama onlar bir bütün biliyorsunuz....

Keçi sakalla bıyık yani... Bakın, bunların yüzde 90’ı kısa boyludur.

Kısa boylu ve sinirli olurlar.

Asabi bir halleri vardır.

Ya aşırı alıngan ve içine kapanık ya da aşırı neşelidirler.

Normal değillerdir yani...

Ve yüzlerinin şeklini değiştirmeyi akıllarından bile geçirmezler. Kesmezler o sakalı bıyığı... Keserlerse boyları daha da kısalacakmış gibi gelir.

Oysa boyun ne önemi var?

Ama gel de bunu onlara anlat!

Kalan yüzde 10 ise, geyiğine ara sırada keçi sakal bırakanlardır ki bunlardan korkmak lazım.

Niye mi?

Açık konuşayım;

Bir kere adam ayna karşısında o kadar detaylı kendiyle uğraşıyorsa onun kıçı başı oynuyor demektir.

Ya bunalımdadır ya da ortada flörtsel bir durum vardır. Bu ille de biriyle kırıştırıyor demek değil ama...

Ama belli ki, en azından o potansiyel var adamda. Yoksa saatlerce aynanın karşında ince ince uğraşacak yok simetriyi tutturacam yok ince oldu yok kalın oldu diye ne uğraşacak?

Yaptığı da keçi sakal ha!

Adı üstünde: Keçi.

Onun gibi yapıyor yani... Sanki keçi yakışıklı bir hayvanmış gibi!

Hiç güzel bir keçi gördünüz mü hayatınızda ki buna özeniyorsunuz?

Neyse...

Bir de pala bıyıklılar vardır.

Az da olsa vardır...

Onlar da genellikle, hanı “nevi şahsına münhasır” denir ya öyledirler.

Genellikle, sıcak ve esprili adamlardır.

Mesela onlar çok fazla aldatmaz.

Aldatsalar da tatlı tatlı aldatırlar...

Ne demekse?

Yani onlardan hissiz adam çıkmaz mesela... Severse, hoşlanırsa en fazla sarhoşsa aldatır.

Yani sırf seks için yapmazlar.

Onlar da kolay kolay kesmez bıyıklarını. Bütünleşmişlerdir...

Çoğunlukla yakışır da...

Ama adam bir bırakıp bir kesiyorsa ve bu bıyık pala dahi olsa yukarıdaki kategoriye girer, ona göre...

Başka?

Nasıl bıyık var?

Ya, bunların dışındakileri tek tek anlatacağıma şöyle toparlasam daha iyi olacak:

Bıyığın uzadığı yer önemli arkadaşlar.

Aşağıya doğru uzuyorsa adam muhafazarkârlaşır.

Yok eğer bıyık yukarı doğru uzuyorsa...

Hovardalaşır...

Neyle bağlantılı acaba!!!


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.