Şampiy10
Magazin
Gündem

Gerçekleri duymaya hazır mısın?

Gerçekleri...

Yalnızca gerçekleri...

Peki o zaman önce herkes içinde bulunduğun duruma bi baksın.

Tamam mı?

Arkadaşlar, kurbanımız bir Mrs. Smith.

Yani evli.

* “Kendi halinde yaşayıp giderken danalara hasbelkader bulaşmış olan zavallılar adına yazıyorum.

Örneğimizdeki dana, danaların en tehlikeli türünden, DELİ DANA...

Bu türün prensip olarak (onların da prensipleri var) ‘bayan hazır’ veya ‘motor’ arasında hızlı bir hayat sürmesi beklenir. Ancak dedim ya, bu deli danaların delirince ne yapacaklarını kestiremiyorsunuz. Bizim örnekte deliren dana, virüsünü Mrs. Smith’e bulaştırır. Tecrübesiz Mrs. Smith’in bu işlerdeki acemliği midir danayı etkileyen bilinmez ama bu işten öyle keyif alır ki ex-sevgili, motor ve bayan hazır artık aynı hazzı vermez olur.

Dana, karşısında eli ayağı dolaşan, yeni gelin tavırlı Mrs. Smith’den pek etkilenir. O kadar etkilenir ki bir tane daha bulur(!) Zira işini de bilen bir danadır. Uzunca bir süre iki Mrs.Smith’i pek de güzel idare ettiğini sanır.

Arada ex, motor ve bayan hazırı da ihmal etmez. Günler böyle geçer. Ta ki Mrs. Smith’lerden daha zekice olanı diğer Mrs. Smith’i çakana kadar...

Zeki Mrs. Smith danaya çakar, dana timsahtır da aynı zamanda... Ağlar, ağlar...

Dana bugünlerde daha az zeki Mrs. Smith’le beraber... Zeki Mrs. Smith onca zekâsına rağmen bu virüsü nasıl kaptığına kahrederken muadili Mrs. Smith çocuklar kadar şendir. Şimdi az zeki Mrs. Smith’in doğal seleksiyona uğraması mı beklenmelidir yoksa kader arkadaşı tarafından uyarılmalı mıdır? Ne dersiniz?”



Hııı...

“Bekleyeyim, nasıl olsa onu da bırakır mı”, “yoksa kocasına ihbar mı edeyim?” diye soruyorsun.

Yanlış anlamadım değil mi?

Şimdi sana duymak istediğini yazacağım...

Ne beklediğini... Ne istediğini...

Hiçbir şey yapmana gerek kalmayacak.

Senin Deli Dana, herkesle birlikte olsa da, bir anda senin en iyisi olduğunu anlayacak.

Nedense!

Hayatındaki bütün kadınları bırakacak. Sana tapacak.

Hatta boşanmanı, yalnızca onun olmanı istediğini söyleyecek.

Sen de, “Bilmem ki!” diyeceksin.

“Bilmem ki, ne yapsam?”

Bu değil mi?

İstediğin...

Ama gerçek bu değil.

Gerçek...

Hadi arkadaşlar ona gerçeği söyleyelim mi.

Gerçeği...

Yalnızca gerçeği...

Yazının devamı...

Boşanırken...

Ya da ayrılırken...

Fark etmez...

Aslında senin hakkında ne düşündüğü...

Hisleri...

O zaman mı ortaya çıkıyor acaba?

Tabii bu senin için de geçerli...

Senin ona karşı olan gerçek duyguların...

Ayrılırken ya da boşanırken hissettiklerin mi?

Turnusol kâğıdı gibi...

Pembeyken kırmızıya dönüşüyor...

Ya da kırmızıyken siyaha...

Hadi hisler bir tarafa...

Değişebilir.

Hatta değişir.

Asıl önemli olan senin değişip değişmediğin...

Onun değişip değişmediği...

Yani insanların gerçek kimliği o zaman mı ortaya çıkıyor?

Ayrılırken...

Evet kızabilirsin...

Kırılabilirsin...

Hatta yıkılabilirsin...

Asıl sen o zaman mı ortaya çıkar?

Kızgınlığın, kırgınlığın ve yıkılmışlığınla nasıl başa çıkabildiğinle mi bağlantılı?

Sen o musun?

Asıl sen...

Asıl o...

Çirkef...

Saldırgan...

İçine kapalı...

İntikamcı...

Kindar...

Soğukkanlı...

Saygılı...

Olgun...

O sırada neysen o’sundur...

Çünkü orada, o sırada numara yapamazsın.

Kendini tutamazsın.

Gerçek kimliğin senin önüne geçer.

Yani çirkefsen soğukkanlı davranamazsın. Durur durur bir yerden fire verirsin...

Olgunsan kin tutamazsın. Bunun aslında seni yapratacağını çoktan öğrenmişsindir.

O, saldırgansa saygılı davranamaz; içi durmaz.

İntikamcıysa durduramazsın, düşmez yakandan...

Hani bir söz vardır ya bir insanı üç yerde tanırsın diye...

Neydi?

Kumarda, içki masasında ve yolculukta...

Nasıl da tutar değil mi?

Bazı insanlar o durumlarda nasıl da değişir!

Şaşarsın!

O halde artık buna bir de ’ayrılırken’i de eklemek lazım.

Her türü ayrılık hem de...

Bir arkadaşınla küslüğünü de buna katabiliriz.

Ne var?

O da bir ayrılık değil mi?

Evet ayrılığın da bir raconu vardır, hem de ağır bir yükü...

Çünkü seni sana...

Seni ona...

Seni herkese anlatır.

O sırada tanırsın kendini ve onu...

Ne kadar haklı olsan, ne kadar haksızlığa uğramış olsan da yaptıklarının mazereti olmaz.

“Ama...” deyip durursun...

Ama bütün ’ama’ların boşta kalır...

“E n’apalım yani tanımak için boşanalım mı?” diyeceksiniz şimdi siz!

Fena fikir değil!

Al sana bahane!

Daha iyisi var mı?

Hem dostça olur!

Yazının devamı...

Hem de en yakın arkadaşımla...

Eski sevgilin ya da eski kocan...

Ve en yakın arkadaşın.

Yok canım!

Olacak iş değil!

Olmaz!

Ama olmaz olmazmış biliyorsunuz...

Dün okudum; Demet Akalın diyor ki,

“En yakın arkadaşım, eski kocama âşık.”

Buyrun buradan yakın, işte olmuş bile...

Ama biliyorsunuz Demet Akalın, en yakın arkadaşı ve eski kocası bizi ilgilendirmiyor.

Biz her zamanki gibi olayın geneline bakıyoruz.

Niye?

Çünkü bu sadece onların başına gelen bir olay değil.

Ne yazık ki!

Yok mu?

Aranızda en yakın arkadaşı ex eşi veya ex sevgilisiyle birlikte olan kimse yok mu?

Çoook...

Peki en yakın arkadaşının ex’iyle birlikte olan?

O da çoook...

O halde bir bakalım...

Bu nasıl oluyor da oluyor?

En yakın arkadaşınla ex’in nasıl bir araya geliyor?

Nasıl olacak?

Her şey bir telefon görüşmesiyle başlar.

Hem de konu ayrılıktır...

“Ya, ne oldu hay Allah! Niye böyle oldunuz?” diyerek...

Sonra iş, “bir kahve içip konuşalım” a döner.

Kahve için buluşulur.

Adam yani dana anlatmaya başlar, “ya aslında onunla kişiliklerimiz uymuyordu zaten.”

Ve o kilit cümleyle devam eder:

“Bak, mesela sen olsan...”

İşte tam o sırada kadın tarihi rolünü oynamaya başlar: şefkat!

İhtiyacı olana şefkat göstermek...

Arkadaşlar, ister kadın ister erkek olsun, doğru zamanda doğru kişiye şefkat gösteren her zaman kazanır.

Ha, ne kazanır, o ayrı...

En azından bir kere yatar yani...

Neyse biz konumuza dönelim.

Burada erkeğin rolü ise sadece içgüdülerine uymaktır.

Zaten kadını yani sevgilisinin arkadaşını tatilde falan mayolu görmüştür o.

Ya da mini etekli, dekolteli falan.

Beğenmiştir.

Bir-iki dokunmuştur.

Öyle taciz değil, temas diyelim...

Aklına takılmıştır onun...

Artık neresi takılmıştır bilemem ama üzerinde düşünmüşlüğü vardır yani.

O da bunu anlayıp belli belirsiz sinyaller yollamıştır.

İşte bu sinyallerle bu düşünmüşlük de o kahve buluşmasına gelir.

Şefkat gördükçe erkeğin şehveti artar.

Yani onların şefkatten anladığı budur.

Bir kadın ona şefkat gösteriyorsa, onu... Onunla yatmalıdır. Genetik şifreleri bunu emreder.

Neyse kahve biraz sonra şaraba dönüşür.

İyice rahatlanır...

Erkek artık cesaretine göre ya orada ya kızı eve bırakırken falan hamlesini yapar.

Kız direnir...

“Ama saçmalıyorsun... Nasıl olur?”

Ama olan olmuştur.

Ya da olacaktır.

O gün ya da birkaç gün sonra iş biter.

İşte o sırada kadın kendisini arkadaşının ex’ine âşık sanır. Belki de âşık olur.

Adam mı?

Tabii ki onunla da olmaz.

Üzerinden biraz zaman geçip de bir arkadaşına anlatırken o kızdan şöyle bahseder:

“Kaltak! İyiydi ama o da âşık mâşık olmuştu. Ya bu kadınlar var ya, korkulur bunlardan. Yok abi, kadın kadının kurdudur, kesin! Dur bi arayayım n’apıyor?”

Yazının devamı...

3G sendromu

Kaç gündür danaların portföylerini, stratejilerini yazıp duruyorum ya...

Yakalanmamak için neler yaptıklarını falan...

Sanki biz bilmiyoruz!

Üstelik bildiklerimiz bununla da sınırlı değil.

Şimdi asıl sorun bunlar değil.

Cep telefonu, isim karıştırma cart curt, bunlara alışıldı...

Asıl şimdi önümüzde kocaman bir sendrom var:

3G sendromu...

Asıl bu nasıl aşılacak?

“Görüntülü telefon çıktı, çapkınlık sona mı erdi?” meselesi...

Hayır tabii ki...

Nasıl mı?

Anlatayım...

Şimdi bunların ilk hareketi, 3G telefon almamak için ellerinden geleni yapmak olacaktır.

Ha, ellerinden ne gelir?

Bir kere, inandırıcı olmak için ideolojik gerekçeler bulmaları gerekir.

Bu da, adamına göre değişir tabii...

Mesela adam Marksistse;

“Üç G, Müç G bunların hepsi kapitalizmin oyunları...”

Yok eğer kapitalistse;

“Teknoloji manyağı olacağız ya...”

Hafif septikse;

“Artık görüntülerimizi de kayda alırlar...”

Yok iyice komplo teorisyeniyse;

“Bizi uzaydan izliyorlar!”

Delikanlıysa;

“Ulen buna bu kadar para vereceğime, itiraf ederim daha iyi...”

Cimriyse;

“Lan ben bunu bizim mahalledeki telefoncu Recep Usta’ya yaptırırm be! Yarı fiyatına...”

Nostaljikse;

“Nerdee o ankesörlü telefonlar? Onun cızırtısı bile başkaydı.”

Romantikse;

“Seni mekanik bir cihazın ekranında değil, kanımda canımda hissetmek istiyorum...”

Belki de adam panik ataktır;

“Beyin kanseri yapmadığı kanıtlansın, öyle alırım. Ayrıca çarpıntı yapıyormuş...”

Muhafazakâr da olabilir tabii...

“İffetli ve hayâ sahibi olarak yaşamanın anahtarı mahremiyetin düşmanı...”

İkinci Cumhuriyetçiyse;

“Ben görüntülerin kaydedilmesine karşıyım ama elime geçerse yayınlarım.”

Milliyetçidir belki;

“3G teknolojisi karşılığında kimbilir kaç karış toprağımızı verecekler?”

Laikse;

“3G, kullananların özellikle kamusal alanda kılık kıyafetlerine laik formlara uygun olacak mı? Bunu kim denetleyecek?”

Ergenekoncu da olabilir;

“Sahte görüntüler yaratacaklar. Montaj bunlar, montaj!”

Askerse;

“Asimetrik, psikolojik savaşın bir parçası bu. Hatta bir metal parçası...”

Ulusalcı;

“Bu 3G’ciler Sabetayist.”

Kürtçüyse;

“Sürece katkı koyma noktasında açılıma ters. İnsanların hassasiyetini anlamak lazım...”



Bulurlar yani...

3G almamak için mutlaka bir bahane bulurlar...

Ha, bütün bu itirazlara çabalara rağmen almak zorunda mı kaldı?

Olabilir...

Biliyorsunuz demokrasilerde çare tükenmez.

Ama bu sefer de beceremeyecek...

Telefon kapanacak, ses gelmeyecek, görüntü bozulacak falan...

Sonunda fırlatıp atacak telefonu, söylenerek:

“Daha da kullanmam ben bunu...”

Yazının devamı...

Çekirge hamleleri...

Eveeet...

Nerede kalmıştık?

Çok eşli danaların stratejilerinden bahsediyorduk.

Onlarla yaşamak ...

Hırsız-polis ilişkisine benzer. Polis yakalar, hırsız yeni bir yöntem bulur ya...

Polis yakaladıkça hırsız yaratıcılığını artırır.

Ama hırsız daha önde gider...

Hep derim ya onların da işi zor diye...

Riskli diye...

O halde şimdi de Risk Gruplarına bakalım...

Mesela:

* Kendi doğum günü

* Sevgililer Günü

* Yılbaşı

Bu üçü tehlikeli günlerdir.

Dana bu üç günde de ortadan kaybolur.

Biriyle dahi olmaz.

Çünkü bu üç günde de telefonu hiç susmaz. İdare edilecek gibi değildir.

Ya iş seyahatinde ya da ailesiyle birliktedir!

* İsim karıştırma...

En büyük risklerden biridir.

Bu konuyu başlı başına işlemiştik hatırlarsanız...

Hele sevişirken olursa...

S))

Kadınlar da bu durumlarda tuhaf soruları vardır ya, sinir içinde:

“Bu çarşaflarda o da yattı mı?”

Ne desin dana?

“Yıkandı ama! Temiz yani!!!”

“Yok onu kırmızı çarşaflarda...”

mı diyecek?

Neyse...

* Mekân ve olay karıştırmaca...

Bu da çok olur. Bir lokantaya gidersiniz mesela, “Geçen geldiğimizde...” diye başlandın mı söze, yandın!

Her an şu soruyla kaşılaşabilirsin:

“Geldiğimizde derken?”

S)) Onunla gelmemiş miydin?

Karıştırmayacaksın.

Ama karışır, kiminle nereye gittiğin hep karışır.

Bunların taktiklerinden biri de şudur:

Mümkün olduğu kadar kendi çevresiyle tanıştırmazlar.

Çünkü etrafında mutlaka pot kıran bir salak vardır.

Kadınlar onun çevresinden birinin bakışından, “Merhaba” deyişinden bile işin içinde bir tuhaflık olduğunu sezerler...

Bir de nadir de olsa hastalık kapma durumları vardır.

Onun da çözümünü bulmuş bunlar...

“Regl gününe yakın ilişkiden kapılırmış!”

Hepsi aynı tıbbi açıklamayla doktora götürülür.

Ama...

Ne kadar hesap kitap yapsan da..

Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar...

Hep derim ya, nasıl olsa yakalanılar diye...

Ne kadar hesap yapsa, planlasa, stratejiler üretse de...

Yakalanırlar...

Çok eşli dana her sene portföyünden bir ikisini kaybeder...

Bir süreliğine...

Ha kaybeder de ne olur?

Kadınlar anlar da ne olur?

Ne olur söyleyeyim...

Hiiiç...

Yakalanmanın dana için çok da önemi yoktur.

Çünkü bilir ki:

Bu kadınlar en fazla 1-2 ay sonra olayı hazmedip geri dönerler...

Evet.

Dönüyorlar...

Onlar da şaşırıyor ama dönüyorlar...

Yazının devamı...

Yeni stratejiler...

Kaç gündür çok eşli danaları yazıyorum ya... Devam...

Kim tutar beni..

Bugün de stratejileri üzerinde duralım diyorum...

E, kolay değil 2, 3, 4 kadını birden idare etmek!

Zor zanaat!

Üstelik hem teknolojiye hem de sosyal değişimlere ayak uydurmaları lazım.

Bilgilerini sürekli yenilemeleri gerekiyor...

Zira deşifre oldukları bir sürü alan var.

Nereleri?

En fazla neden korkuyor, neye dikkat ediyorlar?

En riskli durumlar hangileri?

En kritik günler ve o günlerde ne yaptıkları...

Hepsi burada...

Az sonra!

Şimdi bunlar, işten çıkmadan önce saat 16.30 gibi akşamı planlamaya başlarlar.

Bu bir proje gibidir. Stratejik hata yapmamaları gerekir.

Nereye, kiminle gideceğini planlar ve herkesi de o planla yönetir.

Kiminle nereye gideceği, kime ne söyleyeceği hep o plan dahilindedir.

Ama ne kadar iyi planlarsa planlasın olay hep risklidir.

Mesela:

Dışarı çıkacaksa....

Bu bir risktir.

O zaman ne yapar?

Ötekine veya ötekilere iş yemeğine gideceğini söyler. Gittiği yeri de söyler ama oraya gitmez.

Dana eğer evliyse, gideceğini söylediği yere önce veya sonra mutlaka uğrar, kendinden bir iz bırakır, oradan bir iz alır, sonra ne yapacaksa yapar...

Ama riski böylece atlatmış sayılmaz tabii...

O yemeğe mutlaka telefon gelir.

Biri veya birinden biri arar değil mi?

Yoook, hayır...

Artık öyle eskisi gibi telefonu açmama, meşgule düşürme, sesize getirmeler “out.”

Gayet sakin telefon açılır ve konuşulur...

Uzatırsa, “Yemekteyim, sonra arayayım mı seni”yle kapatılır.

Karşısındaki “Kimdi?” diye sorunca aynı sakinlikle,

Ali, Veli, Mehmet... Adam mı kalmadı bir arkadaşın ismi söylenir.

İyice kaşarlandılar yani...

Ama...

Burada da dikkat ettikleri önemli bir nokta var.

Telefonun sesi.

Hani bazılarının sesi karşıdan bile duyulur ya, böyle bir olasılığa karşı önlem almalı, telefonun ses ayarı yapılmalıdır.

Gecenin sonunda...

Gecenin sonu ikiye ayrılır...

Eğer sadece yemek yediyse ötekiyle mutlaka bir kahve içilir...

Nasıl yani?

Şöyle anlatayım.

Bir yatırım yemeğidir, geceyi yemeğe çıktığı kadınla bitirmeyebilir.

Bu durumda dana mutlaka ötekini arar ve “yemek şimdi bitti, sana kahveye geleyim mi?” diye sorar.

Daha büyük bir bonus var mı?

Yok. Eğer geceyi yemeğe çıktığı kadınla tamamlamışsa, o zaman da sabah arar.

“Ya çok geç olmuştu, uyandırmayayım seni diye arayamadım.”

Yalandan kim ölmüş?

Sonra... Devamı yarına...

Az sonra!

Yazının devamı...

Çok eşli dananın portföyü...

“Bunlar birini bulmadan ötekini bırakmazlar” dedim ya...

Korkudan veya başka bir nedenle...

Hatta 2-3 kadını birden idare etmeye çalışmaları da, ki bu hiç kolay değil, o yüzden diye de üstelemiştim...

Diyorum ki şu çok eşli danaları biraz inceleyelim...

5N1K’larını çıkaralım...

Yol haritalarına bakalım.

O da yetmezse bir dana açılımını gündeme alalım...

Gerekirse yapalım...

Ama oralara gelmeden önce diyorum ki, gelin şu çok eşli danaların portföyüne bir göz atalım...

Kimler var, kimler yok acaba?

Önce “kimler var” ona bakalım...

Ben bir liste çıkardım:

1- Sevgili (varsa)

2- Ex sevgili

3- Bayan hazır

4- Mrs. Smith (evli biri)

5- Motor

Şimdi bunların kullanıldıkları alanları anlatmak, daha iyi anlatabilmek için bir senaryo yazalım.

Adı da ne olsun?

Buldum:

Bir Dananın Cuma Günlüğü...

Yok, cuma olmaz.

Cuma ve cumartesi legal günler olduğu için mecburi sevgiliyle birlikte olunur.

Ama hafta içi, bir dana için illegal emperyalist içgüdülerin serbest hareket alanıdır...

Şimdi bunları pazartesi günleri bir kaşıntı tutar.

Hafta sonu görevlerini de yerine getirdiler ya, içleri rahattır.

Bir kaçamağı hak etmişlerdir!

De kiminle?

Dana cep telefonunu eline alır ve bakar. Ama telefona değil, tavana doğru bakar.

Bir ayağını da sallamaktadır.

İşte o sırada, hangisini arasam diye düşünüyordur.

Ex’i mi?

Bayan Hazır’ı mı?

Mrs. Smith’i mi?

Genellikle önce ‘Bayan Hazır’ı arar.

Hazırsa onunla bir program yapar. Yok trip yapıyorsa hiiç uğraşmaz.

“Bu da havaya girdi” deyip telefonu kapatır.

Ex’e geçer...

Ama ona da efor gerekir. Çünkü yeniden başlamayacağını da hissettirmesi var, bir iki güzel laf etmek şart falan... Bir de geçen seferden zılgıtı yemiş!

O sırada aklına Mrs. Smith gelir.

Gülümser.

Artık aklına ne geldiyse!!!

“Dur lan, bi arayayım, belki rahattır” der...

Bu üçü arasında çarşambaya kadar bir sonuca ulaşamazsa...

Son çare ‘Motor’u arar.

“N’apoysun kız? Nerelerdesin?”

Sonra yine hafta sonu gelir...

Çok eşli danaların portföyleri banka fonları gibidir...

Biraz ondan biraz bundan vardır ya,

Harmanlanmış...

Ex ağırlıklı...

Veya dövize endeksli!

Banka fonu gibi...

Ne çok kazanırsın ne de batarsın.

Bunların yaşantısı da böyle geçer...

Vasat!

Yazının devamı...

İş işteyken, eş eşteyken...

Böyle atasözleri vardır ya...

Hani hep de doğru çıkar.

Onlar için her zaman aynı yorumu yaparım:

“Yüzyıllardır değişmemiş de şimdi bugün senin için mi değişecek!”

Bazıları en kötü günümüzde yardıma koşar:

“Her şerde bir hayır vardır.”

Ne de güzel teselli eder insanı değil mi?

Gerçekten de vardır; mutlaka iyi bir şeyler olur.

Ama bazılarını da dinlemeyiz, dinlemek istemeyiz, işimize gelmez.

Mesela:

“7’sinde neyse 70’inde de odur.”

Sevmeyiz tabii, değişeceğini sanırız...

Yani bence herkes değişmeli, gelişmeli ama nerdeee...

Ben hep bu sözlerin nasıl oluştuğunu merak ederim. Yani düşünsene aynı şey ne kadar çok olmuş ki, artık sabitlenmiş.

“Şimdi mi değişecek?” deyişim ondan...

Ama bu...

Bu söz...

İş İşteyken, eş eşteyken...

Nedense cümle, ’bulunur’diye tamamlanmaz.

İyi ki de tamamlanmıyor. Böyle daha güzel. Öteki türlü biraz avamlaşıyor...

Atasözünün “iş işteyken” kısmı doğru.

Değil mi?

Ne zaman bir arkadaşının tepesi atsa, “Yok abi, dayanamayacağım, istifamı vereceğim” diye salladığında...

“Oğlum/kızım, iş işteyken eş eşteyken” diye sakinleştirirsin ya...

Yüzü değişir hemen.

İşi mişi unutur, “eş eşteyken” kısmına takılır hemen..

Gülümsemesi ondandır...

Sanki o andaki konu eş!

Bulacağından, aradığından falan değil ha, o ihtimal bile yüzünü aydınlatır...

Niyeyse?

Öyle ya da böyle sakinleşir. İstifa mistifa etmez.

Gelelim sözün, eş eşteyken kısmına...

Nedir yani?

Neden eş eşteyken bulunur?

İnsan daha mı arsız olur? Arsız ve atak...

Hani kaybedeceği bir şey olmaması bakımından...

Yoksa eşliler daha mı kısmetlidir?

Nedir?

Ne olduğunu çıkaramadım ama bu konuda bildiğim başka bir şey var.

O da şu:

Bu söz erkekler için geçerli.

Bunlar öyle yapar.

Yapıyor.

Taktın yine bize demeden önce bir durun.

Tabii ki eşteyken eş bulan kadınlar var ama..

Aması şu:

Bir kadın eş bulmadan ayrılabilir ama bir erkek bunu yapmaz.

Bir erkek yenisini bulmadan eskisini bı-rak-maz.

Ne kadar sevmese, ne kadar istemese ne kadar sıkılsa da onu bırakmaz.

Yani yeni birini bulmadan...

Sadece evliler için söylemiyorum bunu...

Sevgililer için de geçerli bu.

Hatta daha fazla geçerli...

Hatta ve hatta şunu da iddia ediyorum ki:

Bunların ikisini üçünü bir arada idare etmelerinin nedeni de bu.

’Biri giderse öteki kalsın’mantığı...

Ne mantığıysa...

Korkaklığı diyelim...

Diyelim mi?

Diyelim diyelim...

Başka neden olabilir ki?

“O giderse bu kaslın, bu da giderse öteki var” deyip rahatlıyorlar.

Kendi kendilerine tabii...

Aslında her şeyi kendi kendilerine yapsalar...

Yapsalar da biz de rahatlasak!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.