Şampiy10
Magazin
Gündem

Bağımlı mısınız?

Şimdi de bu moda oldu ya...

Seks bağımlılığı...

Yapıyor, yapıyor sonra da “N’apayım? Bağımlıyım..” deyip işin içinden çıkıyor.

Bir de ne var biliyor musunuz? Erkeklerin yüzde 90’ı kendisini seks bağımlısı sanır. Biraz da sapık!

Öyle zannediyorlar...

Tabii bunun iyi bir şey olduğu varsayımıyla yola çıkıyorlar...

“O kaddar güçlüyüm” demek istiyorlar. O kaddar da renkli!

Her şey gibi bunu da doğru ifade edemiyorlar yani...

Ama bilseler...

Bilebilirler aslında...

Bunun da testini çıkarmışlar...

“Seks bağımlısı mısınız?” testi...

Hadi yapalım...

Ben sizin yerinize cevap vereceğim, tamam mı?

- “Seks ve aşk hayatınızı insanlardan saklar mısınız?”

Yok, en ince ayrıntısına kadar anlatırım! Hatta sabah işe gelir gelmez, “Dün gece...” diye... E, heralde saklarız yahu!

- “Çevrenize nereye gittiğiniz ve kimlerle görüştüğünüz konusunda yalan söyler misiniz?”

Gittiğin yere bağlı! Paranoya testi mi bu be!

- “Cinsel ihtiyaçlarınız tercih etmeyeceğiniz kişilerle beraber olmanıza neden oldu mu?”

Şu memlekette kaç kişi gerçekten istediğiyle birlikte oluyor ki?

- “Kendinizi, seks isteğini artıran dergilere, porno film kanallarına bakarken buluyor musunuz?”

İstemsiz olarak mı? Aaa.. Bi bakmışım elimde bir dergi! Nereden gemiş bu?! Görürsen bakarsın tabii, ne var bunda?

- “Partnerinizle seks yaptıktan sonra birlikte vakit geçirmek yerine ondan uzaklaşıyor musunuz?”

Hemen sonra mı? Mümkünse “Evet.” Değilse, mecburen...

- “Kendinizi sanal sekse kaptırıp zamanın nasıl geçtiğini unutuyor musunuz?”

Yahu sanal manal, kendini kaptırdıysan saat mi tutacan?

- “Seks yapmak istemediğinizi düşünüyor ya da vücudunuzdan utanıyor musunuz?”

Sanki herkesin övünülecek vücudu var da!

- “Seks yapmak eskiden oduğu kadar heyecanlanmanıza ve rahatlamanıza neden oluyor mu?”

Yaparsa tabii!!! Kaç kişi kaldı şurada seks yapan!

- “Röntgencilik, teşhircilik, fuhuş, kendinizden küçüklerle seks ya da açık saçık telefon görüşmeleri yaptınız mı?”

Bir dakika! Hepsini aynı kefeye koymamak lazım.

- “Seks yaparken hastalık, hamile kalma, baskı ve şiddet riskini göze alıyor musunuz?”

Seks her şeyi göze almaktır!! Yoksa aşk mıydı o? Aman ne fark eder ki!



Şimdi gelelim sonuçlara...

Eğer sorulardan dördüne “Evet” yanıtını vermişseniz ve sonra da “evet” leriniz ne kadar artıyorsa, seks bağımlısı olma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor.

Hadi yaa....

Hadi canım!!!

Bu kadarını ben bile beklemiyordum.

Desenize hepimiz bağımlıyız...

Yazının devamı...

Seni evimin erkeği yapacağım

Hızımı alamadım...

Şu dün yazdığım erkek fahişe konusunda...

Mesela artık onların da bir adı olmalı artık değil mi?

“Erkek fahişe” yerine geçecek ve onları tanımlayacak bir ad...

Ne olabilir ki?

Hayat erkeği...

Yok, o olmaz.

Yurt dışından feyiz alsak, onlarda “male for sale” yani “satılık adam” diye bir şey var ama o olmaz.

Elindeki adamı satılığa çıkarmışsın efekti veriyor...

“Aman bunu kim alırsa alsın” gibisinden...

Hani “male for rent” olsa daha akla yakın olacak ama...

Neyse iyice yerleşirse belki kendiliğinden bir adı da olur.

Aman TDK koymasın da... Tahmin dahi edemiyorum; verdengeç gibi bir şey...

Gerçekten de yerleşirmiş!!

Her şehirde erkek genelevleri falan...

Fikir olarak da benimsemişsiz!!!

Düşünsenize...

Kızlar ilk deneyimlerini anlatırken oralardan bahsederlermiş!

Ya da birkaç kız birleşip akşamları...

Sonra biri takılıp kalıyor adama mesela...

- Ya, aslında okumuş da... Öyle iyi ki! Bana hayat hikâyesini anlattı, içim burkuldu.

- Kızım saçmalama, öyle konuşmayacaksın, ne uzatıyorsun işini... Bak başın belaya girer.

- Yok yaa...Parasına verdim ama bir şey yapmadım.

- Hıh, bir de âşık ol bari... Kurtar onu bu hayattan. Evinin erkeği yap.

Yok canım olmaz!

Gerçi olmaz olmazmış ama...

İşin aslı bu fikir ilk bakışta kızlar için değil de erkekler için daha eğlenceli gibi görünüyor...

Değil mi?

İlk bakışta ama...

Yani biraz detaylı düşünecek olsalar!!!

Düşünmezler, biliyorum...

Onlar şimdi işin geyiğinde...

Fantezi yapıyorlar...

Bunlar erkek fahişe olunca sanki geneleve Penelope Cruz gelecek, onunla zabaga kadar...

Hem çalışıp hem eğlenecekler!!! Üzerine bir de para alacaklar.

Oldu!

Tabii genelevlere de David Beckham, George Clooney gibi adamlar gidiyor ya! Bir de bunların yani bizim danaların meşhur söylemleri vardır ya:

“Lan ben kadın olsam var ya, kesin fahişe olurdum” diye...

Bir de bunu övüne övüne söylerler...

Şuursuzlar!

Alın size fırsat.

Ama tabii biraz riskli, haberiniz olsun.

Çirkin kadınlardan bahsetmiyorum...

Hatta yapamayacağınızdan bile söz etmiyorum...

Ama...

Ya erkek müşteri gelirse...

Zenci.

Ya da Jamaikalı...

Yazının devamı...

Satılık erkek...

Birkaç hafta oldu olmadı, “Erkek Fahişe Aranıyor” diye bir haber çıktı.

* Nevada’daki The Shady Lady Ranch adlı genelev “erkek fahişe” aradığını duyurdu. Genelev, erkek fahişelerin iş başvurusunu internet üzerinden kabul ediyor.

Haberi okuyunca ben de başvuruda neler soruyorlar neye bakıyorlar acaba diye merak etmiştim.

De, üzerinde durmamıştım. Gerçi neye baktıkları belli ama...

Neler soruyor olabilirler?

Herhalde cevabı sayı olan sorular...

Ne kadar? Kaç defa?

Kaç santim?

E, başvuranın da atacak hali yok! Yarın öbür gün işe başlayınca mahcup olmak var!

Hani normal iş başvurularında herkesin İngilizcesi “iyi” dir ya...

Onun gibi olmasın!

“Anlıyorum da, pratiğim yok!” diye...

Tabii ilk merak edilenin bunlar olmaması gerekiyor değil mi?

Normal insan neyi merak eder?

Mesela...

“Nasıl yani? Günde kaç müşteri alabilir ki? Yok canım çok para kazanamaz bunlar!”

“Kim başvurur ki?”

“Kim erkek fahişeye gider ki?”

Bunlar merak edilir değil mi?

Hemen arkasından dün mü ne, bir haber daha...

* Kısa bir süreliğine porno filmlerde rol alan 25 yaşındaki “Markus”, “The Shady Lady Ranch” (namussuz leydi çiftliği) isimli genelevin ilk erkek fahişesi oldu. Markus aynı zamanda ABD’nin ilk “yasal jigolosu” unvanına da sahip oldu. Markus, genelevin “işletmecisi” Bobbi Davis tarafından 10 aday arasından seçildi. Genelevde 40 dakikalık hizmet için 200 dolar, bir saat içinse 300 dolar ücret alınıyor.

Haberi de öyle yazmışlar ki, “İlgililerin dikkatine” türünden...

“Bir saat için 300 dolar alınıyor” diyerekten.

SSK’sı da var mıymış?

Tabii adama otobüs kartı da veriyorlarmış!

Öğle yemeği de...

Toplasan iyi para! Yattığın yerden!

Yatabilirse tabii!!!

Heh heh hee... Bir dakika yaa...

Dikkat ettiniz mi? Haberde diyor ki, “Markus 10 aday arasından seçilmiş.”

Yani 10 kişi başvurmuş bir kişi mi almışlar?

Diğer dokuzu nasıldı acaba?

Kimbilir nasıldı da elendiler?

“O ne lan? Bununla mı çalışacaksın? Lan kim ister seni lan?”

“Abi ihtiyacım var, belki isteyen çıkar...”

Onu da 50 dolarlıklar arasına alsalar bari!!!

Yok be! 25 dolar...

O da zabaha kadar...

Ne yapacaksa artık!

Yazının devamı...

Evlilik kursu...

Evlilik öncesi eğitim başlıyormuş.

Türkiye’de...

Zaten bence hayatta bazı şeyler kursla, ehliyetle falan olmalı...

Çocuk mesela...

Herkese çocuk yaptırmayacaksın.

Maddi manevi hazır olmalı.

Akıl ve ruh sağlığı ile maddi durumu iyi olacak...

Evlilik de bu durumlardan biri...

“Bak!” diyeceksin, “Evleneceksin ama şunlar şunlar başına gelecek. Hazır mısın? Hâlâ istiyor musun?”

De ki, “Evet” dedi, o zaman da kursa göndereceksin. Sonra sınavı da geçerse, “ben daha buna ne anlatayım ki?” deyip evlendireceksin.

Gerçi dedim ya, kurs koymuşlar.

Benim söylediğim anlamda değil ama olsun.

Bu da bir başlangıç...

Bakalım bu kurs neyin nesiymiş...

Bizim Pazar ekinde, Beril Özcan’ın haberine göre, “Sağlıklı Evlilik” eğitimini ilk olarak İstanbul Gaziosmanpaşa Belediyesi başlatmış.

Zorunlu değilmiş ama amaçları bir gün o hale gelmesi..

Size bir şey söyleyeyim mi, bizim danalar sırf bu yüzden evlenmez.

Kursa gidecekler ha!

Kursta ilişki, evlilik falan öğrenecekler ha!

Ne diyeceklerini şimdiden kestiriyorum:

“Ben ilişkinin kitabını yazarım, kitabını...”

Doğru, kitabını yazar.

Yazar da...

Kitabın adı ne olur?

Adını bilemem adamın siyasi görüşüne, hayattaki duruşuna göre değişir ama meali hep aynı olur:

“Ben kadın olsam, bana verirdim kalbimi...”

Başka ne yazacaklar ki?

Onun için zorla da olsa bunları kursa göndermeli...

Önce bu evlilik kursundaki ders başlıklarına bakalım.

“Evlilik nedir?”

“Evlilikten ne bekliyoruz?”

“Aldatılma, aldatılma karşısında ne yapacağız?”

“Aldatılmamak için neler yapmamız lazım?”

“Sağlıklı iletişim nasıl kurulur?”

“Ekonomik krizde neler yapmalı?”

“Cinsel hayatları nasıl olmalı?”

gibi...

Onları dersi dinlerken düşünemiyorum bile..

Pardon, biliyorum biliyorum...

Kurs boyunca son dersi bekler dururlar...

Hatta onun hatırına “sağlıklı iletişim” i bile dinleler...

Ha anlarlar mı?

Anlarlar.

Da...

Uygulamazlar....

Sizin de dikkatinizi çekti mi?

Aldatılmayla ilgili dersler...

“Aldatılma karşısında ne yapacağız?”, “Aldatılmamak için neler yapacağız?”...

Yani aldatılmak kesin de!

Peki acaba neden “Aldatmayın” la ilgili bir ders yok?

Kimse gitmez de ondan herhalde!

Yazının devamı...

Tarla fareliğinden tek eşliliğe

Bilim adamları çapkınlığa yol açan hormonu bulmuş...

Eee?

Yıllardır bunu söyleyip dururlar ya zaten, “suç benim değil, hormonlarımın” diye...

Biz de ha bire, “iyi de, senin aklın fikrin, eğitimin falan ne işe yarıyor?” deriz ya...

Şimdi yeni gelişme şu:

Ömrünü tek bir kişiye adamış birisiyle, ilişkilerde bir türlü aradığını bulamaktan yakınanlar arasındaki temel fark bulunmuş.

Bilim adamları tek eşli beş memeli türünü araştırmış ve tek eşlilik ile çok eşlilikle ilgili farklılıkların vasopressin adlı bir hormonla alakalı olduğu belirlemişler.

Asıl gelişme ise bundan sonra başlıyor...

Bu hormonu çok eşli tarla farelerine vermişler...

Sonuç?

Genetiğiyle oynanan fareler tek eşli olmuş...

Heh heh hee...

Düşünsenize tarla farelerini...

Oturmuşlar bir köşeye:

- Lan oğlum, bi boşluk içindeyim...

- Ha lan. Sanki bir şey yapacakmışım da, unutmuşum gibi!!!

- Evet yaa... Sanki böyle hareketli bir şeyler falan...

- Hayal meyal bir şeyler hatırlıyorum; giyiniliyor muydu, soyunuluyor muydu, neydi lan? Ama kıyafetlerle ilgiliydi sanki!!

- Neyse ne oğlum! Zaten kolumu kaldıracak halim yok.

- Kol muydu lan o?

Şimdi sıkı durun:

Sıra insanlardaymış.

Evet, insanlara da uygulayacaklarmış.

Hadi bakalım, madem tek suçlu hormonlarınız, var mısınız hormonlarınızla oynatmaya???

Ben bilmiyor muyum sizi yaa...

Hâlâ prezervatif kullanmaktan bile imtina eden siz, hormonunuzla oynatacaksınız!!!

Siz oynatmazsınız da...

Bu iş mecburi olacak aslında!

Evlenirken özellikle!

Hani kan tahlili falan var ya, bir de gidip neydi hormonun adı, vasopressin aşısı olacak mesela...

Mesela...

- Aşkım niye yine erken geldin?

- E, işim bitti, geldim. Ne oyalanacağım!!!

- Sen çok sıkıldın, akşam seninkilerle bi çık istersen...

- Aman ne çıkacam, bir sürü adamla...

Ya da..

- Aşkım evlenmeden önce senin iş seyahatlerin olurdu... Niye artık yok?

- Canım istemiyor!

- Nasıl yani? Can istemeyle mi oluyordu ki?

- Ne bileyim nasıl oluyordu! İyi oluyordu ama!!!

- Ne diyorsunn be! Aaa...

Hayatta aşı maşı olmaz bunlar.

Bu yüzden bu hormon işi bizde tutmaz.

Daha zararsız bir şeyler olmalı...

Format attıracaksın mesela...

Hıh! Bu olur işte...

Nasıl bilgisayarın sapıtınca gidip format attırıyorsun, aynı öyle...

Baktın adamın kıçı başı oynamaya başlıyor...

Zaten artık herkes başlangıç safhalarını biliyor, işte tam o zaman.

Götürecen format attıracan...

Yazının devamı...

Doğruyu bulma ihtimali...

285 binde 1

Aslında bütün ihtimaller gerçeğinden daha zevkli ama...

Gel de bunu duygularına anlat!

Aklına anlatabilirsin, üstelik o anlar da...

Ama gel de uygula!

Mümkün değil!

Onun seni sevmesi ihtimali...

Birlikte seyahat ihtimali...

Onunla yatma ihtimali...

Ne bileyim sayamayacağım kadar çok şey yapma ihtimali...

Yani yapsan bu kadar güzel olmaz.

Bunu hayalle karıştırmayalım arkadaşlar...

Hayal daha gerçeklerden uzak, laylaylom, şuursuz bir oyun.

Yani işin hayale kaldıysa geri zekâlı gibi evrene mesajlar gönderip durursun.

Evren de sana cevap olarak bir işaret yapar.

Anladın sen o işareti...

Oysa ihtimal, daha gerçek, hesaplanabilir, hatta planlanabilir bir şey...

İşin içinde hem felsefe hem de matematik var.

Heyecanlı...

Canlı...

Tabii asıl iş, onu bulma ihtimalinde...

Birini bulacaksın ki, sonra sıra onunla bir şeyler yapma ihtimaline gelsin...

İşte bu ihtimali biri hesaplamış.

Doğru insanı bulma olasılığını...

Bu işler erkek işidir.

Hesap kitap işi...

Biliyorsunuz, kızlar liste yapma konusunda uzmandır, erkekler de bu işte...

İngiltere’de matematik öğretmenliği yapan Peter Backus insanların neden yalnız kaldığını bilimle bulmaya çalışmış. Üç yıllık yalnızlığı sonrasında “Neden Bir Kız Arkadaşım Yok” adlı tezi yazan Backus’a göre doğru insanı bulma şansınız 285 binde 1’e denk geliyor.

285 binde 1...

30 yaşındaki Backus, İngiltere’de yaşayan 30 milyon kadından sadece 26’sının kendisine uygun olduğu sonucuna varmış.

Bize de uyuyor aslında...

Hem erkeklere hem de kadınlara...

Denklem, 24 - 34 yaşlarında, Londra’da yaşayan bekâr kadınları baz almış.

Draki Denklemi diye bir denklemi bu iş için uyarlamış.

Sonuç?

“Muhteşem bir ilişki yaşama olasılığı olan kadın sayısı sadece 26.”

Bitmedi...

Daha da beter bir sonuç daha var:

“Bir gece dışarı çıktığında onlardan biriyle tanışma şansı yüzde 0.0000034. Bu da 285 binde 1’e denk geliyor”

Ha, ondan olmuyoorrr...

Gece bulunanlar tutmuyor.

Çıkacaksın da, 285 binde 1’ine rastlayacaksın!!!

Galiba ona rastlama ihtimali de onu bulmaktan daha zevkli...

Yazının devamı...

Hediye verirken...

Hediye meselesine devam ediyoruz.

Dün kime, ne hediye vereceğinizi anlattım biliyorsunuz...

Şimdi sıra, nasıl vereceğinizde...

Ezberiniz dağılmasın yine!

Hediye vermekten bahsediyoruz ha!

Ya ondan önce bu danalar nasıl hediye alır, onu anlatayım mı?

Hediye vakti geldiğinde bunları bir telaş alır.

Huzursuzlaşırlar...

Tatları kaçar...

Kafaları şöyle işler:

“Ya iyiydik, şimdi hediye mediye... Öfff...”

Bir ara, “Almasam ne olur?” u akıllarından geçirirler ama olmayacağını da bilirler.

Vee...

Bir gün öncesine kadar direnir, almazlar.

Bir gün önce ise...

İşte bir gün öncesine göre danalar ikiye ayrılırlar...

* Kız arkadaşından yardım isteyenler...

* Sormadan alanlar...

Sigara molasında sıkıntılı sıkıntılı gelir:

- Ya hediye almam lazım.

- Kime? Nesrin’e mi?

- E heralde! Başka kime alacam? (Sinirli ya!)

- Ne biliim, olur olur...

- Bırak yaa espriyi... Ne alsam ki?

- Yüzük al, geçen gün bir tane gördüm, çok hoştu.

- Yanlış anlamasın!!

- Ha, doğru söylüyorsun. O zaman kolye al.

- Kaç lira kolyeler?

- 400-500 vardır...

- O-ha! Ne lan o öyle?

- Ne o-ha’sı... Kaşkol mu alacan yani!!!

- Kaşkoller ne kadar???



Yok eğer evliyse (yeni evli yani... 5-6 seneye kadar)

- Ne alsam ki?

- Cep telefonu al.

- Geçen sene almıştım.

- Blgisayarını yenile.

- Onu da doğum gününde yapmıştım.

- Takı al.

- Uff... Geçen yılbaşında aldım.

- E o zaman seksi bir iç çamaşırı al.

- Yok yaa...

- Hı-ıı...

- Nasıl alacam, nereden alacam?

- Git şu mağazaya orada çok şık takımlar var.

- Ben nasıl gideyim alayım yahu.

- Kusura bakma, ben gelemem!

Yani bir kız arkadaşına soranlar nispeten iyi bir hediye alır.

Ama danışmayanlar...

Çok fenadır, çook....

Bunlar ya ihtiyaç alırlar; ütü, bulaşık makinesi ya da eve televizyon gibi...

Evli olanlar tabii...

Yok sevgililerse...

Daha fena!

Kadının tarzıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir şey!

Ne bileyim abuk sabuk bir kazak ya da saat mesela...

Mecbur çok güzel dersin ama...

Değiştiremezsin de...

Bela olur sana...

Neyse iyi-kötü bir şey aldılar ya...

Nihayet sıra geldi vermeye...

Açıkça yazmak gerekirse...

Biraz abartırlar...

Biraz değil, epeyce abartırlar...

Yani sanki Boğaz’da yalı aldı! Öyle bir havaya girerler...

Kasılırlar falan.

Ulen ne var kasılacak, alt tarafı bir hediye almışsın.

Hediyeyi veriyor ya, sanırsın ki, Kaşıkçı elmasını almış, sana onu layık görmüş!!

Ha, bir de sonrası var.

Hediyeyi verdi ya, tepki bekler.

Öyle, “teşekkür ederim”le yetinmez.

Sen de ona aşırı tepki vereceksin!

Bunlar var ya, çiçek bile alsalar, kasım kasım kasılırlar...

Kasılmayın kardeşim!

Ha tabii bir de almayan ve vermeyenler vardır...


Yazının devamı...

Hediye meselesi...

Sevgililer Günü yaklaşıyor ya, ondan mı nedir, biri mail atmış.

Diyor ki:

“Genellikle biz erkekler sevdiklerine hediye verme veya göndermeden önce ne tür hediye alacağımız konusunda tereddüt ederiz. Bayanların hediye konusunda ne kadar hassas olduklarını ve duygulandıklarını çok kez gözlemişimdir. Yaşantım boyunca çok hediye vermişimdir. Ama hediye vermenin raconu nedir derseniz çok iyi bildiğimi söyleyemem. Bazen pot kırdığım olmuştur. Bu nedenle kime, hangi yaşlarda nasıl bir hediyenin hangi ortamda verileceği konusunda derin araştırmalarınızdan faydalanarak biz danaları aydınlatmanızı isteyeceğim.”

Belki de sevgilisinin doğum günü yaklaşıyor, kim bilir?

Yoksa niye hediye alsın ki?

Olsun, yine de iyi niyet belirtisi gördüğüm için cevaplayacağım...

Ayrıca bilmeyenler de öğrensin diye...

Hediye almayı, hadi aldı, vermeyi...

Çoğu bilmez.

Bakın anlatıyorum; iyice okuyun, bu dersi size kimse vermez ona göre...

Önce “Hangi yaştaki kadına ne alınır,” bunu öğrenelim...

Gruplara ayırayım:

20-30 Yaş: Ne alırsan al ama yeter ki al! Bu yaştaki kadınlar çabuk sevinir. Sevinmese de, sevinmediğini belli edemez, utanır. Zaten ne istediğini de bilmediği için her şey alabilirsin. Takı, kıyafet, CD vs...

30-40 Yaş: Ne alırsan al ama yeter ki pahalı olsun! 30’una kadar yeteri kadar manasız ve ıvır zıvır hediye almaktan bunalmış kadını artık pahalı bir hediye paklar. Aldığınız ucuz bir hediye sonunuz olur, haberiniz olsun. Çok bunalmıştır çünkü! Katlanamaz! Altınlar, cep telefonları, marka giysi vs... (Victoria’s Secret iç çamaşırı da olur)

40-50 Yaş: Ne alırsan al ama yeter ki manalı olsun! En zor kadın! Hem ıvır zıvıra hem de pahalı hediyeye doymuştur. Doymasa bile onlar artık fazla bir şey ifade etmez. Manalı bir hediye olmalı. Mesela, sıkı bir konser bileti... Hande Yener konseri değil tabii... Yurt dışı olacak. İleriki bir tarih de olabilir. O kadar paran yoksa, tamam yurt içi seyahati olsun. Hafta sonu kaçamağı... O da mı yok! Vardır, vardır; kıyacaksın paraya...

50-60 Yaş: Ne alırsan al ama yeter ki, kaliteli olsun! Yani hem pahalı hem manalı... Korktunuz mu? Korkmayın, korkmayın. Mesela resim, heykel, (öyle reprodüksyon falan değil ha! Orijinal) Paran yoksa da hiç olmazsa el yapımı ama meşhur birinin olmasın.

Eee?

Buraya kadar okuduklarınızdan ne anladınız?

Biliyorum ben ne anladığınızı...

Hiçbir şey...

Hatta içiniz sıkıldı, değil mi?

Hâlâ ne alacağınızı bilmiyorsunuz..

Peki o zaman nasıl vereceğinizi anlatayım...

Hediyeyi...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.