Şampiy10
Magazin
Gündem

Bekârlık sultanlık değil mi?

Evlenme mevsimi açılıyor ya...

Haberler başladı...

Buyurun ilk haberimize...

“Evlenmek için 5 sağlıklı neden.”

5 neden de demiyor, 5 sağlıklı neden...

Gerisi sağlıksız yani!

1315 sağlıksız nedeni sonra ben yazarım...

Şimdi onlarınkine bakalım neymiş...

1- Evliler daha mutlu: Avustralya’daki bir araştırmaya göre evli erkekler bekârlardan daha mutlu.

(Mutlu derken? Ne o? Avustralya’da çok eşlilik serbest mi? Yoksa kocalar karılarından it gibi korktukları için “mutluyuz” mu diyorlar?)

2- Evlilik-Daha çok seks: Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre bekâr erkekler haftada iki, evli erkekler üç kez seks yapıyor.

(Hep derim ya, evliler bekârların, bekârlar da evlilerin daha çok seks yaptığını sanırmış! Hadi evlilerin daha çok yaptıkları varsaysak bile hep aynı kişiyle... Yani! Üç kere yapsan n’olacak?)

3- Depresyonu azaltıyor: Yeni Zelandalı uzmanlar evliliğin depresyonu azalttığını söylüyor.

(Bak bu doğru. Onun için pelte gibi oluyorlar ya! O’nu yap, ‘Hayır’, Bu’nu yap, “Hayır”. Evlenince istemedikleri hiçbir şeyi yapmıyorlar ki, tabii ki depresyon azalır.)

4- Tansiyonu düşürüyor: Bir araştırmaya göre yalnız erkek kötü, evli erkek sağlıklı besleniyor. Bu da yüksek tansiyonu engelliyor.

(Hadi len. Madem öyle niye evlenince bin kilo oluyorlar. Ha, tansiyon düşüyor ama kalp, şeker tavan yapmış, o ayrı!)

5- Ömrü uzatıyor: California Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada evli erkeklerin bekârlara göre daha uzun yaşadığı ortaya çıktı.

(Tabii... Onun için 60 üstü kadınlar dul ve mutlu... Evet. Bakın hastanelerde yaşlıların gittiği bölümlere... Nihayet kendi başına buyruk yaşayan ve artık kendi parasını rahatça harcayabilen, kimsenin hizmetçiliğini yapmayan rahatlamış kadınları görürsünüz. Erkek yaşlı hasta çok azdır.)

Ama yine de diyeceksiniz ki, bu araştırmaların hepsi yurt dışına ait. Yani bize hiiç uymuyor.

Bence de...

Ama elimizdeki verilerden bir şeyler çıkarabiliriz.

Buna göre, ben size en sağlıklısını söyleyeyim:

Bir Türk kadınla evlenip Avustralya’da oturup Yeni Zelanda’da tatil yapıp Amerika’da çalışırsan...

Evet, evlilik iyi olabilir...

Yazının devamı...

Rüyalar gerçek olsa...

Onu bunu yazmaktan esas konuya gelemedik bir türlü...

Esas konu neydi?

Uykuda seks hastalığı...

Uykuda sevişiyorlar ama uyanınca hiçbir şey hatırlamıyorlarmış ya...

Ne var?

Bazıları ayıkken yaptığını hatırlamıyor!

Almaza yatıyorlar ya...

Seksomanya...

Bir harfle yırtmış!

Yoksa seksomanyak olacak...

O olacak!

Ama zaten anlam olarak da küçük bir harf kadar birbirine yakın ikisi...

Fıkradaki gibi...

Geçenlerde yazmıştım galiba ama yeri geldi, bir daha yazayım n’olur...

Hani uçak düşmüş, iki adam soğukta donmamak için birbirimizle yapalım demişler. Birisi işi biraz fazla uzatınca öteki isyan etmiş:

“Bak, ısınmak içi yapıyorsan tamam da, şaapıyorsan yakarım seni!”

Bu da öyle bir şey; hastaysan tamam da, uyanık uyanık yapıyorsan!!!

Dalga geçmeyelim arkadaşlar, yarın öbür gün herkesin başına gelebilir...

Ben şimdi size hastalığın nasıl seyrettiğini biraz anlatayım...

Uyursevişirler, cinsel içerikli rüyalar görüyorlarmış.

“Ne var? Biz de görüyoruz” demeyin.

Sizden farkı, (varsa tabii...) bunlar o sırada, rüyayı görürken yani, dalgın ve boş bakıyorlarmış.

Sanki uyanık olsa çok manalı bakacak! Hugh Grant sanki; çoban köpeği gibi bakacak!

Ha, bir de çığlık atma, bağırma, küfretme, şiddet uygulama ve hakaret etme hastalığın diğer belirtileriymiş.

Biz bunlara normal hayatta yani uyanıkken fantezi hareketleri diyoruz ama...

Bana, adam uyanıkken yapamıyor, işi hastalığa dayandırmış gibi geliyor ya, günahı boynuna artık!

Adam diyorum çünkü dünyada 180 kişide, Türkiye’de de 7-8 kişide bu hastalık varmış.

Hastaların erkek olmasını varsaymam sırf bu yüzden değil tabii ki...

Daha sıkı bir nedenim var:

Böyle bir kadın hastadan kim şikâyetçi olabilir ki?

Kimse...

Neyse, devam edelim:

Uyursevişirlik gecenin ikinci yarısında 03.00’ten sonra ortaya çıkıyormuş.

Hastalar sabahları yorgun kalkıyormuş.

E, gerçeği de öyle;

“Her yerim ağrıyor, et kesiği olmuşum!!!”

Heh heh hee...

Hastanın biri olayı anlatmış.

Eşine “iyi geceler” deyip yatıyormuş..

Sonrasını ise şöyle anlatıyor:

“Kalktığımda üzerimden TIR geçmiş gibi sürünerek kalkıyorum. Yatağımızın savaş alanı gibi darmadağın olduğunu, pijamamın üstünün bir yerde altının bir yerde olduğunu görüyorum.”

Ne dediğinizi duyar gibi oluyorum:

Bunu rüyasında görse inanmayacak olanlar var oğlum, daha ne istiyon...

Yazının devamı...

Hasta değil yastayım...

Hadi sorsanıza... “Dün gece rüyanda ne gördün?” diye...

Vallahi gördüm. Dün bahsettiğim rüyalardan birini gördüm.

Hani alakasız biriyle...

Kendi yazımdan mı etkilendim ne?

Bir de öyle tanıdık biri değildi ama şöyle bir ipucu verebilirim; ünlü biriydi...

Ama çok ileri gitmedim.

Gitmedik...

Gidemedik!

Çünkü “tam o sırada” kapı açıldı; iki adam, “Ergenekon kapsamında arama yapacağız!” diyor.

Benimki saatine baksa bu kadar olurdu!

Kapının önünde de Başbuğ Paşa...

“E, ne alaka?” diyorum...

Öyle kafa karışıklığıyla uyandım. Dün olanlar malum oldu herhalde!!

“Biz açılım konusunu irdeliyorduk” diyeceğim ama rüya bu, müdahale edemiyorsun...

Zaten var ya, hayatta en sinir olduğum şey, rüya anlatmak...

Sabah sabah gelirler “Ayy...Akşam tuhaf bir rüya gördüm” diye...

Hiç sormam.

Hatta “Aman n’olur anlatma” diye rica ederim...

Ne anlatacak ki?

Saçma sapan...

Ha Brad Pitt’le macerasını anlatsa neyse...

Yok bunu biliyorum ben:

“Dağın tepesine çıkmışım, dağ mavi!”

Aman ne ulvi!

Neyse bizim asıl konumuz, dün de yarım kalmıştı biliyorsunuz, şu haber:

“Uykuda hiç olmadığı gibi sevişiyor sabah hiçbir şey hatırlamıyorlar.”

“E, sen nereden biliyorsun” değil mi?

Benim bildiğim kadarıyla rüyaları kayda alan bir makine keşfedilmedi.

Zaten onu da keşfetseler mı.tık!

Düşünsenize, savcılar bütün paşaların rüyalarını kayda alıyorlar...

Sonra da...

“Nedir bu? Bu işler insanın rüyasına öyle kolay kolay girmeeez!”

Konu yine kaydı. Ben habere dönüyorum. İyice okuyayım bakayım neymiş...

Seksomanya diye bir hastalıktan söz ediyorlarmış.

“Hasta, gecenin bir saatinde kontrol edilemez bir cinsel istekle kalkıyor. Uykuda partnerinin istekli olup olmadığına bakmaksızın seks yapıyor. Bazen şiddet de uyguluyor ama olup bitenlerden hiçbir şey hatırlamıyor.”

Sabah kalkmış, kadın perişan.

Adam hasta ya...

“Aaa.. Aşkıım... Valla hiç farkında değilim. Neee? Onu da mı yaptım? Hastalık işte!”

Hııı... Oldu. Biz de yedik!

Kadın da halinden memnun herhalde, yoksa uyandırıversin...

Fıkradaki gibi; hani âmâ genç kız mantar toplarken eline iri bir mantar gelmiş ve mantar olmuş(!) da ertesi gün tekrar çıktığında onu arıyormuş:

“Dünkü mantaaar, dünkü mantaaar...”

Onun gibi...

Ama tabii bu ciddi bir durum herhalde...

Belli ki adamın elinde değil, kadın da bıkmış artık ki doktorluk oluyorlar.

- Neyiniz var?

- Hastayım.

- Siz hanımefendi?

- Ben hasta değil, yastayım...

Yazının devamı...

Uyurken bile...

Hem de bizim yatağımızda!

Heh heh hee...

Kimin yatağında olacak?

Uyurken olmuş!

Rüyasında!!!

Hani bazen rüyanda olur...

Rüyanda biriyle öpüşür, hatta bazen daha da ileri gider, sevişirsin...

Olabilir.

Bunda bir şey yok.

‘Bir şey’ne zaman olur biliyor musunuz?

Öpüştüğün, seviştiğin adam ya da kadın alakasız biri olduğunda...

Alakasız derken...

Yani meşhur biri ya da bir artistten falan bahsetmiyorum; o normal bir durum.

Hatta mümkünse şöyle iyisinden biri olsun!!

Ama işte her zaman onlar düşmüyor...

Rüya bu, kendin seçemiyorsun ki...

Keşke seçebilsen değil mi?

Akşam ben David Beckham’ı ya da erkekler için de hadi yabancı olmasın, Victoria’yı görsem diyebilsen...

Şanş...

Ha, yani onlara bir diyeceğimiz yok.

Yok da...

Bazen de gerçekten alakasız birini görürsün.

Üstelik de bu kişi öyle gizliden gizliye beğendiğin biri de değildir.

Gerçekten değildir...

Ama akşam, o-hooo...

Ayıp, ayıp!

Sabah kalkarsın, rüyan aklına gelince kendinden şüphelenirsin..

“Acaba için için bu adamdan/kadından bilinçaltı hoşlanıyorum da haberim mi yok?” diye kendine sinir olursun...

Bir daha tartarsın kendini; yok, hayır kesinlikle hoşlanmıyorsun da...

O halde onun rüyanda işi ne?

Hem de o vaziyette!

Hem de kendi yatağında!!!

Kimseye de anlatamazsın...

Çünkü anlatırsan herkes senin ondan hoşlandığını sanır. Aslında hiç hoşlanmadığına kimseyi inandıramazsın.

Sonuç olarak rüya aklına takılır ve sende sıkıntı yaratır.

Hele bir de ertesi gün onu görmüşsen...

Üfff....

Ne alaka yahu!!!

Bununla ben?

Ne alaka?

Tabii erkeklerin bunu pek dert edeceklerini sanmıyorum.

Alakasız birini rüyalarında gördükleri zaman sıkıntıya girmezler.

Hatta alakalı-alakasız kimi rüyasında görse...

Arsızlaşabilirler.

Akşam beraberdi ya...

Sanki sahiden beraber oldu dana!

Hani bazen telefon açar ya da seni gördüğünde pat diye söylerler ya:

“Ya dün gece seni rüyamda gördüm!”

Haydaa.....

“Hayırdır inşallah” diyemezsin...

Hayır olmadığı kesin çünkü!

Burada diyeceğin şey belli:

“Nasıldı? İyi miydi bari?”

Şimdi siz de bana,

“Hayırdır akşam sıkı bir rüya mı gördün?” diyebilirsiniz.

Durup dururken rüya konusu falan...

Nerdeee???

Hayır, görmedim.

Sadece dün bir haber okudum; “uykuda hiç olmadığı gibi sevişiyor sabah hiçbir şey hatırlamıyorlar” diye...

Ona da bakarız...

Yazının devamı...

Eve gitmeyen adam...

Adam dediysem dana değil, kişi anlamında...

Yani eve gitmeyen bir kadın da olabilir...

Hayır, öyle gece hayatına dadananlardan ya da sorumsuzluk edenlerden de bahsetmiyorum...

Aslında benim söylemek istediğim eve gitmek istemeyenler...

Evinden sıkılanlar...

Az buz değil ha sayıları... Hatta buradan iddia ediyorum ki, çalışanların yüzde 80’i...

Evet yüzde 80’i eve gitmek istemiyor...

Peki niye?

Niyesini sonra yazarım...

Şimdi bu eve gitmek istemeyenleri yazayım...

Bunlar işe giderken iyi giyinip eve dönünce pespaye görünmekten hiç çekinmeyenlerdir.

Oysa ne saçma değil mi? Aslında özel hayatı evi! Orada özen kendine!!

Erkekler hafta sonu evdeyse traş olmaz mesela...

Dinlendiriyorlarmış!

Sanki sakalı taş taşıyor!!

Kadınlar da evdeyse kuaföre gitmez mesela...

Ne gerek var ki!

Özel zevklerini iş yerine taşıyanlar...

CD’lerini, resimlerini, kupalarını vb.

Onlar da eve gitmek istemeyenlerdir...

Bunların en büyük kâbusları uzun tatillerdir...

Hafta sonlarına kendilerini alıştırmışlardır, bir düzen kurmuşlardır. Ne bileyim, özellikle pazar günleri onlar için bir günah keçisi gibidir.

O gün istemedikleri her şeyi yapıp vicdanlarını rahatlatırlar. Ki bütün hafta yine rahatça eve gitmek istemesin...

Ama uzun tatiller...

Bayramlar ve yaz tatilleri...

Offf... Of!

Daha 10 gün öncesinden içlerine sıkıntı basar bunların...

O günler de geçmek bilmez, gün sayarlar...

İş yeri aktiviteleri düzenleyenler ve sevenler de...

Onlar da...

Çünkü esas hayatları iştedir, evde değil...

Ha, bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?

Evdekiler için kötü tabii...

Ama bir patron için...

Hani bazı firmalar vardır ya, aile hayatına dikkat ederler. Düzenli, mutlu olsun isterler...

Ben hiç rastlamadım ama filmlerde falan görürüz ya, ansızın eve denetlemeye falan gelirler...

Hani genç adam da yalan söylemiştir, birilerinden rica eder sonra olaylar karışır falan filan...

Bu işin gerçeği var mı bilmiyorum.

Ama şunu biliyorum...

Yükselmek isteyen adamlar (bu sefer “dana” anlamında) böyle olduğunu sanırlar. Bu yüzden de öyleymiş gibi davranırlar...

Margarin reklamındaki aileler gibi bir imaj çizerler...

Ama niyeyse(!) bu adamlar aynı zamanda çok ama çok çalışırlar!!!

Gelin görün ki aynı yapmacıklığı yükselen kadınlarda göremezsiniz. Onlar öyle imajlar peşinde değildir.

Belki başka dertleri var, daha o aşamaya gelmediler de ondan!

Ben patron olsam var ya...

Kesin evinde mutsuz insanı işe alırım.

Ki çalışsın...

Yoksa aklı evde birinden bana (patronum ya) hayır gelmez.

Yaratıcı da olamaz ki bunlar...

Düşünsene, işini bir an önce bitirip eve gitmek isteyen biri...

Hadiii..

Yazının devamı...

Kim çok çalışır?

Baştan söyleyeyim, ben “çok işim var” diyene inanmam.

Ha, herkesin yoğun dönemleri vardır, onun dışında yani...

Bazılarına ne zaman rastlasınız ne zaman konuşsanız hep çok işi vardır ya! Onları kastediyorum...

Sanki Koç’un CEO’su...

Onun bile böyle konuşacağını sanmam...

Koymuştur sıraya işlerini, yapıyordur. Bana da bakar mısınız? Bir kalemde harcadım CEO’yu...

Ama biz kendi işimize bakacak olursak...

Bir insan ne kadar yoğun olabilir ki?

Hele hele ofis işi yapanlar...

İşin ortasında oyun oynamıyorsa neyim...

Ha bu kötü bir şey demiyorum ama öyle yoğunum ayakları falan...

Sanki öyle deyince daha önemli oluyor!!

Ama benim asıl yazacağım konu bu değil.

Geçenlerde yine bir araştırma okudum; “iş yerinde en beğenilmeyen haller” diye...

Yani çalışanların hoşuna gitmeyen haller..

Bakın şimdi...

(Ama tabii parantez içindekiler benim yorumlarım...)

“Dedikoducu, kasvetli vıdı vıdı konuşmaları.”

(Kendisi yapmıyorsa tabii...)

“Bilgisayarların ağır çalışması, bozulması.”

(Ne yani? ‘Hadi len işine de sana da...’ deyip gidecek halin yok ya.. Bekli düzelir...)

“İş yerinde alçak sesle konuşarak dedikodu yapmak.”

(Tabii duyulmuyor da ondan! Sen de duysan sorun olmayacak...)

“Her gün ‘incir çekirdeğini doldurmayan’ sıradan konulardan, nesnelerden bahsetmek.”

(Nietzsche’den ya da ne bileyim Mevlânâ’dan mı bahsedecek? Hiçlik falan anlatıyor... ‘Yemeğe geliyor musun?’ ‘Geel, kim olursan ol gel’ falan... Üfff...)

“Telefonda aşırı yüksek sesle konuşmak.”

(Gider, ‘yavaş’ dersin. Söyleyemeyip dedikodusunu yapıyorsun değil mi?)

“Bürolarda sağlık, emniyet tedbirleri üzerinde aşırı durulması.”

(Üzerinde durulmasa, ‘durulmuyor’ dersin sen.)

“Tuvalet adabında eksiklik.”

(Bak bu önemli. Takip edip yüzüne vuracaksın. O utanmıyorsa sen de utanmayacaksın.)

“Vaktinde toplantıya gelmemek.”

(Sana ne be! Patron düşünsün onu... Ha patronsan o başka...)

“Havanın durumuna göre klimaların soğuk-aşırı soğuk çalıştırılması.”

(Yaşlılar gibi değil mi? Arkamdan geliyor!!! Sanki arkasından ayı geliyor.)

Şimdi siz “İşi buldu da, şeyli dedikodusuzunu arıyor” diyeceksiniz...

Haklısınız.

Bence de...

Ama İngiltere’de ankete katılanlardan bir kısmı “Bu haller yüzünden işi terk etmek” zorunda dahi kalmış.

Her şey bir tarafa, sanki bunların hepsi tam olsa işini çok sevecek!

Kim işini çok sever söyleyeyim mi?

Sevmek demeyelim de buna, sarılmak diyelim...

Kim işinde gereğinden fazla sarılır?

Evinde, özel hayatında mutsuz olanlar...

Gerisi boş...

Yazının devamı...

“Ne olacağım?” diyeceksin...

İyi ki hayatımıza Warren Beatty girdi de neşemizi bulduk biraz...

Size bir şey itiraf edeyim mi?

Bana bu aralar kimse sevişmiyor gibi geliyor...

“Nereden çıkardın şimdi bunu?” derseniz cevabım şu:

His...

Sadece bir his...

Hayır yani sevişse de iş olsun diyedir gibime geliyor...

Ne bileyim, şöyle güzel tutkulu bir hikâye, sıkı bir aşk, komik bir yakalanma bile yok.

Herkes hamile, doğuruyor falan...

Ya millet aklını yemekle, sağlıklı beslenmekle, otlarla falan bozdu ya, içim sıkılıyor bunlardan...

Meyan kökü sevsin bunları İnşallah!

Aaa...

Onun için Warren Beatty’yi konu alan kitap hoşuma gitti ya...

Hayata döndüm.

Gelin ona biraz daha takılalım.

1964’te tanıştıklarında ünlü yıldız Leslie Caron evliymiş ama bu birbirlerine âşık olmalarına engel olmamış.

İki yıl hiç ayrılmamışlar.

(İki yıl hiç ayrılmadan günde 7 kere... Hesaplayın artık!)

Ne var ki 1960’ların sonrasında bu aşk kâbusa dönüşmüş.

Çünkü...

Çünküye bakın şimdi:

Çünkü Beatty asansörde ya da herhangi bir yerde rastladığı her kadının üzerindeymiş.

Haa...

Pardon ya, ben de “gözü” yü okumamışım da...

Her kadının üzerindeydi deyince...

Zannettim ki...

Aman zaten zannettiğim de olmuştur...

Warren, Britt Ekland’la da birlikte olmuş. O da, Beatty’nin kadınlara nasıl davranacağını çok iyi bildiğini söylemiş:

“Hiçbir erkek beni onun kadar mutlu etmedi.”

Bakın şimdi, bir kadın yıllaaar sonra bile bir erkeğin hem de ayrıldığı bir erkeğin arkasından böyle konuşuyorsa...

Ya adam hakkı yenmeyecek kadar süperdir ya da kadın süper komplekssizdir...

Bence ikincisi...

Yani bence Britt de belli ki ondan ne alabileceğini biliyormuş. Devamını istemeyecek kadar da akıllıymış.

Zaten böyle olduğu sözlerinden belli:

“Onun için bu iş asansörü çalıştırmak kadar basitti. Bizi göğe çıkarmak için tam da hangi düğmeye basması gerektiğini biliyordu.”

“Bizi” derken?

Asansör derken...

Beatty’nin Julie Christie’yi kendine âşık etmesi öteki kadınlardan zor olmuş. Çünkü başka dünyaların insanlarıymışlar.

Nasıl yani? Biri sosyal demokrat diğeri muhafazakâr laik mi?

Christie, Hollywood’ta bir akşam yemeğinde saçma sapan sohbetlerde bulunmaktansa çiftlikte inek sağmayı tercih edecek türden bir kadınmış. Beatty ise altın zincir kolyeli, bronz tenli bir amatör playboy izlenimi veriyormuş...

Düşünsene o kıyafetle Warren inek sağıyor... Kadını kafalayacak ya!

Yok, öyle yapmamış.

Bir akşam birlikte yemek yemişler ve Beatty zekâsıyla Christie’yi etkilemeyi başarmış.

Gördüğünüz gibi beyler, her şey para şöhret falan değil!!!

Asansör kullanmayı da bilmek lazım!!!

Heh heh hee...

Veee Madonna....

Evet onunla da...

Madonna Beatty’ye “ihtiyar adam” diye hitap ediyormuş.

Hatta kendisini orgazma eriştiremediğini, Sean Penn’in yatakta daha iyi olduğunu söylüyormuş.

İşte... Nerede duracağını bileceksin!

Karşındaki Madonna...

Sen gelmişin kaç yaşına...

Eee, hayat böyle.

Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin.

Yazının devamı...

Tam 12 bin 775 kadınla...

Hollywood’un “gelmiş geçmiş en büyük çapkını” olarak kabul edilen 72 yaşındaki oyuncu ve yönetmen Warren Beatty’nin birlikte olduğu kadınları konu alan bir kitap fırtına koparmış.

Fransız Paris-Match dergisi de, “Yıldız: Warren Beatty Amerika’yı Nasıl Baştan Çıkardı?” adlı biyografik kitaptan ilginç pasajlar yayımlamış.

Haberde Warren Beatty’nin, 12 bin 775 kadınla birlikte olduğu da yazıyor.

12 bin 775...

Doğru okudunuz...

Danalar şimdi hesap yapmaya başlamıştır; “Abi bu işi layıkıyla 30 sene yapsan, 12 bin 775 bölü 30, eşittir 426. Böl abi onu da 365’e... Günde 1,5 kadın... Ne var abi! Ben Warrer Beatty olsam ohoo...”

Ama öyle çabuk sevinmeyin!

Kitapta Warren Beatty’nin birlikte olduğu kadınlarla ilgi bazı pasajlar da var...

Ufak detaylar!!!

Mesela, Joan Collins...

Beatty, 1959’da Jane Fonda ile öğle yemeği yerken yandaki masada oturan Collins dikkatini çekmiş.

(Bakar mısınız? Jane Fonda’ylayken Collins’e bakıyor adam... Bizimkiler anca sevgilisinin arkadaşına bakar!))

Collins, kendisine dikkatle bakan genç adamın henüz ehliyet alma yaşına bile gelmemiş olduğunu düşünmüş.

Ama sonunda bir buçuk yıllık bir aşk yaşamışlar..

Alın size ufak bir detay: O sıralarda Beatty ve Collins’in günde yedi kez seviştikleri söylentisi yayılmış...

Warren Beatty, “Nee? Ehliyet mi dedin? Geelll...” diye herhalde...

“Sen verirsin artık ehliyeti!!” diyerekten...

Heh heh he...

Kadının burnundan getirmiş.

Getirmiş çünkü bu iddianın gerçek olup olmadığını soran tanıdıklarına Collins şu cevabı vermiş:

“Belki o yapıyordur, ben yatakta yatmaktan başka bir şey yapmıyorum.”

O da, “Hay ehliyet diyen ağzımı...” diyordur herhalde...

Hatta hâlâ nerede bir ehliyet görse, ne zaman biri ehliyet dese kaçıyordur...

“Nee??? Ehliyet mi? Hayır, hayır, olamaz... Gitmem lazım. Gidiyorum..”

Herkes şaşkın ama kadın haklı!

Onu, Jane Fonda’ya da sormuşlar...

Hayır, “Sizinle kaç kere?” diye değil; “Warren Beatty’yi nasıl bilirsin?” diye...

O da ilk karşılaşmalarında Beatty’nin eşcinsel olduğunu düşünmüş.

Büyük hata!

Korkarım Collins’in başına gelenler önceden onun da başına gelmiş!

Fonda, “O kadar da yakışıklıydı ki. Tüm arkadaşları eşcinsel ve parlak insanlardı. Bir piyano barda, piyano çalmaya bayılıyordu” demiş.

Şifreli mi konuşmuş acaba?

Eyvahhh...

Eşcinsel sanmış, arkadaşları eşcinselmiş, piyano çalarmış...

Hadi bakalım...

Şifreyi çözene...

Çözene...

Ne?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.