Şampiy10
Magazin
Gündem

Ne seviyor ne de...

Bazı adamlar vardır...

Bazı kadınlar... Ama daha çok adamlar... Daha doğrusu danalar... Ne zamandır danaları unutmuştuk! Aslında unutmadık da, onlar da danalık yapacak ortam bulamıyorlar, ortada yoklar, ondan yani...

Yoksa... Yoksa hazırda bekliyorlar! Hiç şüpheniz olmasın.

İnanmayacaksınız ama hâlâ danalıktan medet umanlar bile var!

Geçen gün biri aynen şöyle yazmış:

- “Hanımefendi, en iyisi ıssız adam olmak. Hayat bunu gerektiriyor. Selamlar.”

Bak, bak, bak...

Kesin bunda ıssız adam potansiyeli var. Hâlâ ortada kalmış birkaç şuursuz kadından ekmek çıkarmaya çalışıyor! Onu kâr biliyor.

Oysa biz onun geleceği noktayı biliyoruz değil mi?

Çok değil; eli kulağında, yattığı hiçbir kadından keyif almamaya... Bırak kadını, olaydan zevk almamaya başlayacak.

Olay derken?

Sahi neydi o? Yoksa adı “olay” değil miydi? Yok yok, değildi; ‘s’ ile başlıyordu galiba...

Heh hee...

Bak, aklıma ne geldi: Adam, sevgilisine sürpriz bir hediye aldığını söylüyor. (Gerçek hikâye ha!) Sonra konuşma şöyle devam ediyor:

- Aaa... Ne hoş! Ne aldın peki?

- Söylemem. Dedim ya, sürpriz.

- Ama o zaman aldığını da söylemeseydin... Meraktan çatlarım ben şimdi!

- Eee, biraz merak et.

- Baş harfini söyle...

- “S.”

- S, s, s... A-aa... Bir sürü şey olabilir; son harfini de söyle bari...

- “K.”

- Toplam kaç harf???

Heh hee...

Adam “sigaralık” almış!

Şimdi ne alaka?

Yok bir alakası...

Hele yazacağım konuyla hiç ilgisi yok! Ne anlatıyordum?

Evet...

Bazı adamlar...

Danalar...

Hani bir laf vardır ya, “Ne seviyor, ne sırtımdan iniyor!” diye...

Aynen öyledir.

Daha iyi anlatamazsın durumu...

Yani “Git” dersin gitmez, “Gel” dersin gelmez...

“E, o zaman yeni bir şey kuralım dersin” kurmaz.

“Arkadaş olalım” dersin, olmaz.

“Sevgili olalım?”, yok onu da gözü yemez.

“E, n’apıyon sen?” diye sorsan, öyle mal mal bakar.

Böyle durmadan da uğraşır seninle. Çıkmaz hayatından, bir işe de yaramaz. Üstüne bir de kendisiyle uğraştırır. Tam, “Ne sever(!), ne sırtından iner!”

Bazen bu bir adam olmayabilir...

Nadiren de olsa bir kadın da bunu yapabilir. Bir arkadaş da...

Bir...

Bir başkası da...

Yazının devamı...

Sıradanlığın hafifliği...

Eski duygular - yeni durumlar ve duygulardan nereye kadar geldik. Nereye kadar? Sıradanlaşmanın dayanılmaz hafifliğine kadar!

“Yani sıradanlaşmak da bazen iyi gelir insana... Aslında her zaman iyi gelir de! Boşluğa düşmek an meselesidir, dikkatli olmak lazım!” diye yazdım ya, konuya gelişimiz bu yüzden...

Sözümün arkasındayım: Sıradanlaşmak insana her zaman iyi gelir. Nasıl iyi gelir? Nasıl iyi geldiğini anlatmak için önce sonuçlarına bakalım.

Şöyle:

Eskisi gibi/kadar üzülmezsin...

Eskisi gibi/kadar acı çekmezsin...

Eskisi gibi/kadar kapris yapmazsın...

Eskisi gibi/kadar kıskanmazsın...

Eskisi gibi/kadar güzelliğinle bozmazsın...

Eskisi gibi/kadar yaşlandığına takmazsın...

Bütün bunlara karşılık:

Daha keyifli...

Daha neşeli...

Ve daha huzurlu olursun...

İyiymiş değil mi?

Sonuçlar iyi de... Şimdi başa dönelim. Yani nasıl sıradanlaşacağına:

Bir kere kendinle ilgili vardığın bütün kanıları sıfırlayacaksın.

Mesela:
Kendini çok iyi biri mi sanıyorsun?

Yalan söylemediğini...

Genç gösterdiğini mi sanıyorsun?

Etkileyici baktığını...

Çok akıllı olduğunu...

Her şeye layık olduğunu mu düşünüyorsun?

Güzel sevdiğini...

Fedakâr olduğunu...

Güzel popolu olduğunu falan...

Herkese layık olduğunu...

Pardon, bazılarının sana layık olduğunu...

Kusura bakma ama;

Hiiç öyle değilsin.

Gerçekten de sandığın gibi değilsin.

Hepsinden birazsın...

Biraz ağır kaçacak ama;

Kendine atfettiğin her özellikte, işine geldiği zaman işine geldiği kadarsın.

Ortalamasın yani. Sıradan!

Gerçek bu!

İşte bunları, gerçek kendini teşhis edebilirsen ve bunu kabul edebilirsen... Ve tabii işi, “O zaman ben bir hiçim”e götürmezsen... Boşluğa düşmezsen...

Sıradanlığın tadına varırsın. Üzerindeki bütün yükler kalkar. Doğal hâline dönersin.

Ne mesela?

Mesela sandığın kadar fedakâr olmadığını idrak edersen, insanlara bunun bedelini ödetmeye kalkışıp kendini de başkalarını da germezsin.

Mesela sandığın kadar güzel sevmediğini idrak edersen, karşındakine de kapris yapmazsın.

Mesela sandığın kadar masum olmadığını idrak edersen, başkalarını eleştireceğine, ders çıkarırsın. Çirkinleşmezsin...

Falan filan...

Tabii bütün bunlar için burnunun sürtülmüş olması lazım.

E, yeteri kadar sürtüldü herhâlde!

Yazının devamı...

Ne olmuş olabilir ki?

Bazen...

Bu kelimeyi de çok severim; insanı rahatlatır. Çok zor bir duruma düştüğünde biri, “Olur canım bazen böyle şeyler...” der, derin bir nefes alırsın, yüzün güler, rahatlarsın...

Yani sıradanlaşmak da bazen iyi gelir insana...

Aslında her zaman iyi gelir de! Boşluğa düşmek an meselesidir, dikkatli olmak lazım!

Zaten konumuzun bunlarla hiç ilgisi yok!

Esas konumuz, geçen haftanın devamı. Eski duygular-yeni duygular meselesi..

İşte bazen ikisi çatışır.

Eski duygularınla, yenileri...

Mesela “ertesi gün arama/aranma” meselesinde olduğu gibi...

Eski sen, bir telefon, bir mesaj bekler, gelmeyince hırs yapar. Yeni sen de bir telefon ya da bir mesaj bekler ama gelmeyince hırs yapmaz. Ya da beklemez, gelirse değerlendirir.

Ama çok da merak ediyorsa, kendisinin arayıp aramaması konusunda...

İşte tam orada, eski duygularıyla kavga etmeye başlar.

“Ararsam kaybeder miyim?”

Peki gerçekten de kaybeder mi?

O konuya sonra girelim.

‘Kumdan kaleler!..’

Bazen de kavga bir tarafa, tartışmazlar bile...

Bir taraf kararını vermiştir; yumruğunu masaya vurur:

“Bu iş olmaz!”

Çünkü artık bu işin başını, ortasını, sonunu biliyordur. Adı kadar emindir hem de! Ve kafadan vazgeçer.

Tıpkı onun başına gelen gibi:
n “Öyle bir şey yaşadım ki; anlatması zor, paylaşması zor. Zor yani. Hem eskilerden hem yenilerden. Hem çıta öyle bir yükseldi ki, bundan sonra ne yaparım bilemiyorum. Eskilerin romantizmi yenilerin gerçekçiliği; ara ki bulasın bundan sonra böyle bir şey. E şimdi, ‘Madem o kadar güzel, neden bitmiş gibi konuşuyorsun’ dersiniz. Eski ben bunun bitirmez, ama yeni ben bunun bitmesi gerektiğini biliyor.”

Vay... Vay... Vay!..

Tam da biz kimse bir şey yaşamıyor derken...

Utanmadan:)) devam ediyor:

n “Aslına bakarsanız, ölüyorum; ve hatta içim çoktan öldü; ruhumun her bir parçası lime lime oldu, dağıldı.. Ezber bozuldu, var idiyse kumdan olan kaleler alaşağı oldu. Yıkıldı, aktı gitti.

Yine de iyiyim... Bu bedenden, bu kafadan eski ‘ben‘’i bulduğum yeni biri çıktı..”

İyi de...

Herkesin nabzının sadece politik demeçlerde yükseldiği şu aralar...

Bu kadar büyük bir kalp atışını sonlandıracak kadar...

Ne olmuş olabilir ki?

Yazının devamı...

Neden aramıyor?

Çok güzel bir akşam geçirdiniz... Yemek, ortam, sohbet harikaydı. Hayır ortada, “İstediğini aldı, aramaz tabii” diyecek bir durum da yok; ayrılırken sadece dudağının kenarından öpmüştü...

Tamam, aramazsa aramasın, biz de mesele yapıp uzatmadık, salladık gitti.

De...

Niye aramadı acaba?

Niye aramaz ki?

Tuhaf değil mi?

Belki de değil! Bakalım niye aramıyor... Zaten çok fazla seçeneğimiz yok.

Önce iyi niyetli yaklaşalım:

Belki aynı şeyi yaşamamışsınızdır...

Yani o akşam sen ondan ve kendinden çok zevk almış olabilirsin ama o aynı tadı almamıştır! Böyle bir durum olabilir mi?

Olabilir.

Mesela hep sen konuştuysan... Kendini anlatıp durduysan... Gece sana güzel gelmiştir tabii... Ve ona sıkıcı...

İnsan kendini anlatmaya başlayınca böyle olur! Oysa o anlatsaydı. Kendini hem de! İnan ertesi sabah arardı ama sen telefonu açar mıydın? Sanmıyorum...

Bu sefer de o kara kara düşünüyor olurdu; “Niye açmıyor ki?”

Bu birinci neden...

İkincisi...

Vermeyeceğini anlamıştır (kalbini...). Ve üşenmiştir. Baktı ki durum ağır, “ne uğraşacağım?” demiştir. E belli ki, bir enteresanlık da bulmadı, sonra aranacaklar listesine atmıştır seni. Sonra da arar ha! Hiçbir şey olmamış gibi! Gerçi haklı, gerçekten de bir şey olmamıştır! Hani kızsan, kızamazsın...

Vereceğini anlamıştır (evet, hâlâ kalbini)... Şimdi öyle hevesleri kaçıyor ya bunların! Hevesi kaçmıştır bir anda! Nasıl kaçar? Olayın sonunu görür, kaçar. mesela sen bi tuvalete gidip gelirsin; o sırada onun aklından şunlar geçiyordur: “Eve çıkacağız, o istemiyor gibi yapacak, ben uğraşacağım, sonra yatcaz-kalkcaz, gözümün içine bakacak, ben yalan söyleyecem...”

E, kırmak da istemez; dudağının ucuna bir öpücük kondurur, gider... Onu da, belki bir gün ararım diye...

Ya da adam evlidir...

Fazla içli-dışlı olmamak için böyle fren yapar.

Bence sen de kontağı kapat, el frenini çek!

Son ihtimal de, adamın bir yarası vardır. Artık o yarayı sen mi yaptın, başka bir kadın mı, bilemem... Büyük ihtimalle seninle ilgilidir.

Onu da sen bilirsin zaten.

Bilirsin bilirsin...

Yazının devamı...

Uygulamalı olarak...

Kaç gündür, “Eski duyguları salla gitsin” diye yazıp duruyorum ya...

Onlar eskidi...

Yeni kafaya uymaz falan...

İyi de...

Yani teoride iyi, kulağa çok hoş geliyor da, pratikte nasıl olacak?

Nasıl olacak da, olacak?

Onu da anlatacağım...

Aslında çok kolay. Eski duyguları zorlamasan, o bile yeter.

Mesela?

Mesela diyelim ki, yemeğe çıktınız... Akşam yemeğine...

İkiniz... Özel bir durum yani.

Ortam iyi, sohbet keyifli; sıkılmıyorsunuz yani.. Hatta güzel bir akşam geçiriyorsunuz.

En son, kapının önünde seni dudaklarından değil, dudağının hemen yanından öpüyor.

Hiiç abartmıyor.

Öyle “Yukarı geleyim”, “Bana gidelim”ler falan da yok. (Kötü bir şey olduğundan değil ha! Sadece gece öyle değil.)

Gözlerinin içine bakıyor, sen de onun gözlerinin içine bakıyorsun.

“İyi geceler” diyor.

Sen de ona, “İyi geceler” diyorsun. Ve gidiyor... Sen suratında aptal sayılabilecek bir gülümsemeyle eve giriyorsun. Aklına takılan hiçbir şey yok. Sadece mutlusun... Makyajını temizlemeye üşenmiyorsun bile...

Yatıyorsun...

Hayal kurarak gerçeği bozmak bile istemiyorsun. Hemen uyuyorsun... Ertesi gün gayet mutlu ve kendinden emin bir şekilde uyanıyorsun.

Aslında ilk tepkin telefonuna bakmak oluyor; kısa bir mesaj beklentin var çünkü. Ama yok... Bir mesaj falan yok.

“Olabilir” deyip üzerinde durmuyorsun.

İşe gidiyorsun ve hâlâ mutlusun. Öğle oluyor, hâlâ tık yok.

Akşamüstü, akşam, gece oluyor... Arayan, soran yok!

Ertesi gün, bir sonraki gün...

Yok! Eveeet...

Durumumuz bu.

Şimdiii... Eski ve yeni hâlimize bir bakalım mı? Tamam.

Eskisinden başlayalım...

Eskiden olsa, iki dakika bir çalmayan telefon kontrolü, tuvalete bile telefonla gitmeler, sanal âlemde kontroller, ortak arkadaşlardan sağlamalar, dedikodular, “Ben mi arasam? Yoksa beklesem mi?” ikilemleri, kendini suçlamalar, onu gömmeler falan filan...

O gece, aylarca sürer...

Bir de, tüm danalar âlemine atılacak goller hanesine girer.

Yalan mı?

Peki şimdi ne olacak?

Ne olmalı?

Kafanı değiştirmeye daha o geceki “İyi geceler” öpücüğünden hemen sonra başlayacaksın.

Evet, o gecenin hayalini kurmadan uyuman çok güzel.

Ama sabah...

Ve sonrası... Hayır!

Tamam, insan ister istemez “arar” diye bekler ama bunu abartmanın manası yok. Beklemenin de... Beklersen gerilirsin.

Baktın geriliyorsun, “Sen ara”

Bundan sonrası artık onun günahı... Ha, açmıyorsa, geri dönmüyorsa, tatsız konuşuyorsa...

Anla ki, o eskilerden...

Hani outletten aldığın kendi kendine küçülen tişörtlerden...

Salla gitsin...

Yazının devamı...

Hepsini salla gitsin!

Hani kaç gündür, eskilerden kurtulmaktan bahsedip duruyoruz ya...

Yeni bir şeyler bulalım diyerekten...

Bir nevi bahar temizliği...

Evet aynen öyle!

Hani giyinme dolabını bi elden geçirmen gerekir de bir türlü gözün yemez ya...

Bir kaç kere dolabının karşısına geçersin, şöyle bir bakıp hemen vazgeçersin; daha doğrusu ertelersin. “Haftaya...” dersin. Haftaya da, bir sonraki haftaya...

Küçülenler, modası geçenler, eskiyenler...Hepsinin ayrılıp verilmesi ya da atılması gerekmektedir.

Hıh işte!

Aynen böyle yapacağız!

Küçülen, modası geçen ve eskiyen duyguları atacağız...

Ama kıyamamazlık yok!

Yani bin yıl önce iyi para verip aldığın, hâlâ çok sevdiğin ama giyilmesi artık imkânsız bütün isteklerine pardon kıyafetlerine de kıyacaksın.

Dolapta yer kaplamaktan başka bir işe yaramıyor çünkü!

Outletten aldıklarını da...

Salla gitsin!

Hani hep özenip yapamadığın, “Bir tane alacaksın, iyisini alacaksın” stratejisine geçmenin zamanı geldi herhalde!

Şimdi dolaptan yani aklından hangi duyguları ve durumları sallayıp atacağına bakalım...

“Sırf biri olsun diye biriyle takılmayı”

“Ex’lerden medet ummayı...”

“Görmemezlikten gelmeyi...”

“Aradı-aramadı çıkmazına düşmeyi...”

“Telefonu kapalı diye şüphelenmeyi...”

“Şüpheleniyorsan sürdürmeyi...”

“Hangi gün yatacağını hesaplamayı...”

“Yatınca heyecanının kaçacağını...”

“Gerçekten kaçıyorsa onunla oyalanmayı...”

“Sırf düzgün biri diye âşık olmadığın biriyle denemeleri...”

“Birinin seni eğlendirmesini beklemeyi...”

“Birini eğlemeyi...”

“Bütün kaprisleri...”

“Kaprislileri...”

“Yalnızlık sendromunu...”

“Sanal ilişkileri...”

“İntikam denemelerini...”

“Başkalarının aşk tariflerini...”

“Hayatı aşkta sanmayı...”

“Her şeye layık olmayı...”

“Siyasetin hayatını kaplamasını...”

“Aforizmaları...”

Salla gitsin...

Gelirse senindir!

Yazının devamı...

Yeni kafayla eskileri aramak...

Bugüne kadar;

Çok yıprandık...

Çok ağladık...

Çok bozguna uğradık...

Çok aldandık...

Çok yenildik...

Ama;

Çok büyük heyecanlar da yaşadık...

Çok âşık olduk...

Çok seviştik...

Çok güldük...

Başka?

Bu kadar mı?

Çok kilitlendik...

Çok dik durduk...

Ruh ikizimizi bulamadık ama olsun!! Bulmuş kadar olduk:))

Yani;

Geliştik ve değiştik...

Öğrendik ve sindirdik...

Yani aslında ne biliyor musun?

Yenilendik!

Aynılarını bir daha yaşayamayız. Yaşasak da o eski tadı almayız.

Düşünsene bir daha birisi için o kadar üzülebilir misin?

Ben sana söyleyeyim: Hayır.

Bir daha aynı heveslerle heyecanlanabilir misin?

Onu da söyleyeyim: Hayır.

Hatta bir daha aynı saflıkta sevişemezsin bile! Ha, ama bütün bunlar bir daha hayattan zevk alamazsın anlamına da gelmiyor! Hemen içinizi daraltmayın.

Sadece şunun idrakına varmak gerekiyor: Onların hepsi zaman aşımına uğradı. Geçersiz!

Yani o duyguların peşinden ayrılma zamanı... Sıra yenilerde...

Yeni duygularda...

Yeni zevklerde...

Dün, “Eski neşemizi arayacağımıza, yeni sevinçler yaratalım. Yeni kafayla eskileri aramak, eskilerden zevk almaya çalışmak saçma değil mi?” diye yazarken aklıma geldi:

Şimdi oturmuş, geçmişteki kötü anıları ayırıp aralarından iyilerini seçerek onları istiyoruz. Onları özlüyoruz.

Biraz aptalca değil mi?

Hatta biraz da arsızca...

Sen olmuşsun artık, feleğin çemberinden geçmişsin, saf-temiz bir ilişki istiyorsun mesela...

Olur mu?

Olmaz.

Olmasın da zaten! İlişkiye, karşındakine yazık! Sen en olmayacak şeylerin altından kalkmışsın, basit bir jestten artık zevk alabilir misin? Hayır.

Ne büyük yalanlarla dolanlarla başetmişsin, karşındakinin bakkal hesabını mı görmemezlikten geleceksin? Eee?

O zaman neyin peşindesin?

Bırak! Geçmişin zevklerini geçmişte bırak!

“Eee? Yani n’apacaz şimdi?” diye mi soruyorsunuz?

Heh hee... Ben de aynı soruyu soruyorum.

Yatcaz şimdi! Napcaz!

Bulursan!!!

Bulursun da... İşte olay orada zaten! Yeni sen’le yeni zevkler alabileceğin, yeni heyecanlar yaşayabileceğin biri... Yoksa eskisi gibi...

Tıh!

Bu saatten sonra yok aradı da aramadı da, telefonu kapalı da, açık da...

Yok! Olmaz değil mi?

E ne olur?

Önce ne olmayacağına bakalım... Sonra, elimizde kalanları değerlendirelim.

Belki kalanlardan zevk alırız.

Yeni zevkler yaratırız.

Neden olmasın?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.