Kötü Kedi Şerafettin’in aşkı
.
Aslında yüksek sesle konuşan yan masalardan oldum olası rahatsız olmuşumdur. Sanki çevrelerinde kimse yokmuşçasına bas bas bağıran insanların, bencil egolarını hiç ama hiç sevmem. Birçok kere de uyarmışlığım vardır. Ama bu sefer, ne yalan söyleyeyim, işime geldi. Az sonra okuyacağınız satırlar,
aslında kavga noktasına bile geldiğim
“yüksek sesli konuşan” masalardan birinden duyduklarımdan ibaret...
Hikaye şöyle başladı... Uzun zamandır
görmediğim arkadaşlarımla yoğun iş temposu arasında bir öğle yemeğinde buluştuk. Popüler kafelerden birinde yemekler sipariş edildiği sırada, yüksek sesle konuşan bir kadının sesinden rahatsız oldum, arkamı döndüm.
Karşımda Yalan Dünyan’ın Vasfiye teyzesi, Gonca Vuslateri’yi gördüm.
İki köpeği ve erkek arkadaşıyla oturuyor.
O ses de kendisine ait. Pür dikkat dinlemeye başladım tabii. Masamdan o anda öyle kopmuşum ki, bizimkilerin anlattıklarını asla dinlemediğim gibi, dinliyormuşçasına arada evetler hayırlar ile yanıt veriyordum. Kendilerini dilemediğimi anlayan dostlarım da bir müddet sonra arka masadaki bu çifte dikkat kesildi. Telefonda dert yandığı aşk meşk değildi. Kalp hastası olan köpeğinden bahsediyordu. O sıra gelen telefon ile masadan kalkmak zorunda kaldım. Masadaki arkadaşlarımdan biri, “Hadi sen git, biz senin için kulak kabartırız. Zaten istemesek de, duyuyoruz”demesiyle, kahkahalar koptu. Az sonra attıkları mesajda da, yan masada konuşulanlar geldi. İçimden o anda, “Umarım Vuslateri masalarda bundan sonra daha yavaş sesle sohbet eder” diye geçirdim.
Vuslateri’nin masada konuştukları...
“Kötü Kedi Şerafettin filminde seslendirme yaptım. Çok yakında vizyona girecek filmde Şerafettin’in aşık olduğu İran kedisini seslendirdim. Harika bir işti. Önceleri yapamam, seslendirme zor iş diye kabul etmek istemedim. Beni, ‘Sen bildiğin gibi seslendir. Gerisini bize bırak. Biz sana göre çizeriz’ diyerek ikna ettiler. Çok keyifliydi. Aslında çok seslendirme teklifi alıyorum ama bu iş bana göre değil. Yakında Yalan Dünya başlıyor. O başladığında oyunculuğa öyle kaptırıyorum ki kendimi ayak başparmaklarıma kadar o karektere bürünüyorum. Çevremde drama yapmam konusunda da baskı var. Oyunculuk gücümü kontrol etmem lazım. Aslında çok yazmak istiyorum. Elimde harika hikâyeler var. Yazdıklarımı toparlayıp bir kitap çıkarmak istiyorum.”
Bana gelen notları toparladıktan sonra kısa bir Google araştırması yaptım. Önüme bir blog çıktı. “öyle de oldu” adlı Vuslateri imzalı yazılar. Haziran 2013 tarihinde “kapılarınızı açın” blogta yayınlanan son yazısı:
“Grisomon karışımı bir otel odası... Biraz huzur biraz el yordamı.
Yeniye gebe bir başlangıcın dirayete coşkuyu fısıldadığı sessiz bir anlama hali.
Azıcık tozlansa ellerim dakikalarca bakıyorum çizgilerine.
Çizgiler arasında bir yol... Yolun içinden bağırarak parmak uçlarıma koşan bir ses:
KAPILARINIZI AÇIN!”