EY AŞK! Geldiysen mesaj kutuma düş
.
Telefon çaldı. “Nasılsın?” demeden, sesindeki o titremeyi sezdim. Buluşma teklifimi hemen kabul etti. Masaya oturur oturmaz da, içini dökmeye başladı. Kasımda aşk başkadır. Bense, Kasımda yalnızlığın, hatta sevdiğini kaybetmenin doruklarında, sessiz bekleyişler içindeydim. Hiç geçmeyeceğini düşündüğüm günler çok hızlı geçip, gidiyordu. Yalnızlığımdan çok irkiliyordum ve o sıkıntıları içimden atmak için, akıl almaz yollara başvuruyordum. Kendimi sokaklara atıp duruyordum ama sonra da kendimi evde otururken, öyle yalnız başıma buluyordum; Kasımda.
Sonra kahrolası sosyal medyanın hükmü altında bekleyişimin ilk sinyali, beni tekrar arkadaş olarak ekleme talebi ile geldi. Ayrılığımızın ilk darbesini, onun arkadaş listesinden silinmek ile yemiştim. Talebi görünce, tüm Kasım ayı boyunca mızmızlandığım arkadaşımı arayarak, ne yapmam gerektiğini sordum. “Hemen eklemeyi kabul etme” dedi. Kim dinler? Hemen kabul ettim. Sonrasında, hem telefon hem bilgisayar karşısında geçen, yine o saçma bekleyişler vardı. İç sesler ve kafada uçuşan soru işaretleri... Bırak ilk o yazsın... Ama, ilk adımı o attı... Olsun, beklemen lazım. Tıpkı filmlerdeki sağ omuz ve sol omuzdaki melek ve şeytanın, kulağınıza fısıldadığı o sahne var ya, işte ben de o fısıltılar içinde gidip gidip geldim.
“Online olduğu saatler, fotoğraflarını beğenenler kimler, nerelerde foursquare’de check in yapmış, o gittiği yerleri beğenenler kim” gibi detayları inceliyor ve “Acaba bununla mı beraber, yoksa beni bu kişiyle mi aldattı?” gibi saçma yorumlara, saatlerce dalıyordum.
Sosyal medyada her yazılanı yorumlamak
İşte o gün geldi. Sayfasına aşk ile ilgili harika bir yorum koydu. Altındaki beğen kısmını hemen işaretledim. Belli ki bunu bilerek yapmış. İrem Derici-Düşler Ülkesinin Gelgit Akıllısı videosunu sayfama koyayım da, gör sen! 5 dakika geçmeden, “Selam” dedi. “Selam... Nasılsın?”, “İyiyim”, “Nasıl gidiyor hayat?”, “Bomba gibi” dedim. Yalana bak.
Söylemelisin işte, çok özledim seni. Beni tekrar ekledikten sonra havalara uçtum. Nerelerdeydim Kasım boyunca. Ya biz niye kavga ettik? Gelsene, nerdesin? Hemen telefondan sırdaşına, dert babası ve psikolog arkadaşa durum raporu verilir ve yelkenler suya inmesin direktifi alınır. Ama şimdi ne demeliyim? Bir şey deme, dur. Onu bekle.
Sonraki iş saatleri içinde bekleyiş ve Komiser Kolombo gibi sosyal medya takipleri ile devam etti. Hemen eş dostla çekilen fotoğrafları paylaşmaya başladım. Samimi, içten kareler. Yok dostumun tavsiyesi o. Benim aklım bir karış havada, kandırdı beni, kıskanır filan diye. Etkili oldu galiba. “Kim o? Nerede çekildi?” gibi sorularla konuşmamıza renk de geldi. Benim de kendime güvenim...
Ne bitmez çile... İlişki için, Facebook ve Twitter’da yazılanları irdelemek, her noktasının ne anlamına geldiğini, sanki tez hazırlar gibi, her açıdan sorgulamak... Her yazılanı kendin için yorumlamak... Ya da ilişkinize kattığı etki?
İlişkinin bu hal alması, dünyanın en sıkıcı, bir o kadar Da Vinci’nin şifresini çözmek kadar zor gerçekten. Kahveler bitti. Merakla sonunu bekliyorum.
Twitter’ında yazdığı, “Özledim. Özlediğimin yanına gitsem mi? O da özlemiş midir acaba?” gibi ortaya yazdığı bu cümleyi üstüme alarak ben de ortaya, “Özledim diyen, özleyen özlediğinin yanında olmalı. O da özleyeni özlemiştir” yazsam mı?