Şampiy10
Magazin
Gündem

Dünyada yeni yıl partileri

Dünyanın dört bir köşesinde yeni yıl nasıl kutlanıyor? Ona bir bakalım. Önemli şehirler adeta birbirleriyle yarış halde...

Londra: Oxford Caddesi ve Trafalgar Meydanı görülmeye değer. Özellikle Trafalgar Meydanı Londra’nın en önemli merkezleri arasında. Gösteri ve kutlama için İngilizlerin en önemli durağı burası. Dünyanın her yanında binlerce kişi yeni yıla burada girmek için akın ediyor. Havai fişek gösterileri yapılıyor. 2005 yılından beri ışıklarla süslenen meydana, Norveç’ten her yıl getirilen dev çam ağacı kuruluyor. Görev başındaki polisleri öpmek, İngiliz kadınların kutlamalardaki en büyük eğlencesi.

New York: Times Meydanı tabii New York’un en gözde mekanlarından. Dünya resmen bu meydan etrafında dönüyor. Dünyada yılbaşı kutlamaları denince akla ilk gelen yer. 1904 yılından beri yılbaşı kutlamaları burada yapılıyor. Hayatınızda bir kere imkanınız varsa, yeni yıla burada girin. Yeni yılda bu meydanda olmak kadar güzeli yok. O meydan aslında yılın her günü görülmeye değer.

Amsterdam: Gelelim Türklerin en çok tercih ettiği şehir Amsterdam’a... Burada yılbaşı kutlamaları her yıl artan kalabalık yüzünden, Dam Meydanı’ndan Müze Meydanı’na taşındı. Konserler ve gösteriler artık burada düzenliyor. Dünyanın en ünlü sanatçıları yılın son günü bu meydanda konserler veriyor. Yeni yıla sabaha kadar eğlenerek girmek için, haftalar öncesinden rezervasyon yapmanız gerekli. Yeni yılı hatırlatan yöresel lezzetler, elmalı börek ve buzlu donutı tatmayı unutmayın.

Paris: En romantik şehirler arasında yer alan Paris’te iki gün boyunca sevgilinizle dolaşıp şehrin büyüsüne kendinizi bırakın. Champs Elysees’de yılbaşının simgelerinden biri de, bulvarın sonuna yerleştirilen dev dönme dolap. Romantizmin doruklarında... Champs Elysees’de Eiffel’in altında, sevgilinizle havai fişekler patlarken girmek harika olmaz mı?

Moskova: Kızıl Meydan’da yeni yıl kutlamaları haftalar öncesinden başlar. Rus halkının milli bir bayram gibi hazırlandığı gece için, tüm ülkenin her noktası ışıklarla süslenir. Çarlık Rusya’sı zamanından beri ülkenin en önemli toplanma merkezi olan Kızıl Meydan, II. Dünya Savaşının ardından, yılbaşı kutlamalarına da ev sahipliği yaptı. Kremlin Sarayı ve yanı başındaki Aziz Basil Katedrali, bu geceye renk katan önemli yapılar. Spassky Kulesindeki saat yeni yıl için çanlarını çaldığında, geri sayıma dahil olmak unutulmaz bir anı olacaktır.

Berlin: Almanya’da yılbaşı kutlamalarının adresi buram buram tarih kokan Brandenburg Kapısı’dır. 18. yüzyılın sonunda yapılan ve II. Dünya Savaşının ardından restore edilen kapı, aynı zamanda doğu ve batı Almanya’sının birleşmesinin simgesidir. Kutlamalar için sahneler, dev ekranlar, parti çadırları ve yiyecek içecek stantları kurulur. Caddeyi dolduranlar sabahın ilk ışıklarında bile DJ performansları, konserler ve lazer gösterileriyle eğlenir. Yeni yıla en büyük açık hava partisinde girmek için Berlin’i tercih edebilirsiniz.

Sidney: Sidney yani Avusturalya, yeni yıla lapa lapa yağan kar eşliğinde değil de, sıcak bir havada girmek isteyenlerin tercihi. Opera Binası ve özenle dizayn edilmiş binalarla göz kamaştırıcı bir siluete sahip olan Sidney Limanı, olağanüstü görsel şovlarla yeni yıla girer.

Yazının devamı...

Onlar prens ve prensesimizdi

Sesinde bir titreme... “Neredesin tatlım? Seni görmem lazım...” Gerildim. Hiç böyle bir ses tonuyla konuştuğunu duymamıştım. Nişantaşı’nda bir kafede soluğu aldım. Boş gözlerle bakıyordu. Sarıldık sıkı sıkı. Öyle sıkı sarıldı ki... Kulağıma fısıldadı; “Çok kırgınım, çok...” Bana ihtiyacı olduğu belliydi. “Bu ne hal?” dememi zaten bekliyordu. Birden çözüldü; “Aşk bu. Kızarsın, sinirlenirsin. Kalbimin sahibi olan adamla ilgili onca şey yaşamama rağmen kimseye bir kelime şikayet etmedim. Sevdiğin olduğundan içinde yaşarsın. Düşün, tanıştığımız yıl evlenseydik boyumca çocuğum olacaktı.” Malum yüzyıl yalnızlık ve aldatma üstüne kurulu bir serüven haline dönüşmüştü. Ama bizler onları hep örnek çift bilmiştik. İlişkilerindeki sorunlardan hiç haberdar olmadığımızdan, “Allah bize de böyle aşk nasip etsin” diye cümleler kurardık. Helal olsun, kimse fark etmemişti. Onlar bizim masallardaki prens ve prensesimizdi.

“Haberin yok. Son seyahatimizde onu tanımadığıma karar verdim. ‘Sen, sen değilsin artık. Yaşın geçtikçe başka bir adama dönüştün. Zevklerin bile değişti’ dedim. İşi batınca benim birikimim onu kurtardı. Onun da altında ezildi. Evde çalışmadan oturmaya başladı. Zor çıkardım hayata, zor kazandırdım. Tam işler yoluna girdi... Bu sefer de bana sanki onca yıldır hayatındaki sevgilisi değilmiş de, yeni tanıştığı biriymişim gibi davranmaya başladı. Ortadan kayboluyor, eve gelmiyordu. Para aldığı kadının altında ezilmişti. İlişkiyi bitirmeye karar verdim. Hırçınlaştı. Bunun nedenlerini bir gece baş başa akşam yemeğinde açıkladım. O erkek gururu bu kararımı kabullenemedi. Aylarca, etrafımıza çaktırmadan hayatımıza devam ettik. Barışmak istediğini, onu affetmemi söyledi. Özlemiştim ve barıştık. Ama, evli evine, köylü köyüne...

Fethiş heykelinin sırrı

Hasta olduğunu duyunca hemen evine koştum. Evde sehpa üstünde duran fethiş bir kadın heykeli gözüme ilişti. Zincirlere sarılmış, o çıplak figüre takıldı gözüm. Bu objeyi sevmediğimi söyledim. Gözlerini kaçırarak, ‘Atarız canım sevmediysen’ dedi, geçiştirdi.

Birkaç gün sonra, yakın bir arkadaşım, yeni açtığı hediyelik eşya dükkânına uğramadığım için ağır sitemler ediyordu. Gittim. Dolaşırken, aynı o kadın figürlü obje ile karşılaştım. Onca güzel şey içinde onu görünce irkildim. Dükkan sahibi arkadaşım, ‘Yahu, Funda bunu getiriyim diye uzun zamandır baskı yaptı. Birini o aldı. Diğeri elimde kaldı’ dediği zaman, şok geçirdim. Funda yan komşumdu. Evimin yedek anahtarı. Hayatı paylaştığım en yakın kız arkadaşımdı. Yeni boşanmıştı. Kafamdan kaynar sular döküldü. Doğruca sevgilimin evine gittim. ‘Funda ve bu hediye ne? Açıklama istiyorum’ dedim. ‘Bir hata yaptım, affet‘ dedi. Ayrı kaldığımız aylarda hedefi Funda olmuştu.

İntikam için benim en yakın arkadaşımı seçmişti. Nasıl bunu yaparsın bile demedim. Kızamadım. İhanetin faturası böyle kesilmemeliydi. En yakın arkadaşımla. Hazmedemediğim bu aslında. Evi değiştirmek zorundayım galiba...”

Yorumsuz bir aşk hikâyesi. Bakalım ilerleyen günlerde bu güçlü ama kalbi kırık kadını neler bekliyor? Prensesimi...

Yazının devamı...

DİVA’nın serüveni başladı

Uzun zaman oldu bir tiyatroya gitmeyeli. Rahmetli babaannem beni küçük yaşlarda koluna takar, o tiyatro senin, bu müzikal benim, her hafta sonu bir oyunu seyretmeye götürürdü. Yıllar geçti, tabii ergen dönemleri derken, ben başladım kaçmaya. Yıllar sonra, çok sevdiği, hayran olduğu Dormen Tiyatrosu’nda ona güzel bir yerden bilet aldım. Kardeşim ile ikimiz babaannemize sürpriz yaptık. Nasıl da sevinmişti. Torunlarıyla birlikte bir tiyatroya gitmek, sanki beklediği bir şey gibiydi. Ne zaman bir oyuna gitsem, onun o günkü o mutlu yüzünü hatırlarım. O yılları anlatmak? Haydi... Size “Diva” dan bahsedeyim..

Ayta’nın heyecanına dahil olmak

Yeni küçük sahnelerin açıldığı ve harika oyunların sergilendiği haberleri kulağıma geliyordu. Sosyalleşmek gece çalışan biri için zor oluyor. Yeni oyunları seyretmek için “normal” insan statüsünde olmak lazım. En büyük sıkıntım da bu. Ama sıkı takipteyim bu aralar. Neden mi?

Çok sosyalleşen, kod adı Barbiel (Yunan mitolojisinde Ekim meleği) olan sevgili arkadaşım, kolumdan tutup beni zorla oradan oraya sürüklüyor da ondan. Gittiğimiz birkaç film galası, konser, açılış derken... Bugünün sürprizi ise, ikimizin de çok sevdiği Ayta Sözeri’nin yeni heyecanı “Diva” oyununda yanında olmaktı. Onun için çıktık yola. Yol boyunca Ayta’nın kulaklarını çınlattık. Kayıp Şehir dizisindeki muhteşem oyunundan, Sezen Aksu’nun sahnesinde söylediği şarkılardan... Daha birçok şeyden bahsettik.

Cihangir’de 90 kişilik Tatavla Sahne’nin kapısında yerimizi aldık. Kapıda kuyruk. Yerler numaralı değil. Biletinizi gişeden alıp koltuklara kuruluyorsunuz. Ufak, sıcak bir yer. Sahnede genç hoş bir kadın resim yapıyor tuval üstüne. Farkında değiliz, oyun çoktan başlamış. Elifcan Onurlar rolü gereği, bir karış mutsuz suratı ile boyaları karıştırıyor, Ella & Louis’in albümünden bizlere caz şarkıları ayarlıyor. Oyunda entel, her şeyden kendini kaçırmış bir ressam. Ne bilelim oyunun başladığını? Salon hâlâ yerleşmeye çalışıyor. Onun da kapıda gözü, bizim de. Seviniyoruz. İlgi büyük, oturamayanlar ayakta kalanlar, yer arayanlar var. Oyun başladı anonsu ile içerde bir sessizlik. Bir bir sahnede Gülüm Baltacıgil Gacoin ve Ömer Fırat Köker de yerlerini alıyor. Ressam kızımız atölyesine yerleşen, rahat davranan “Diva”nın yardımcıları ile bol bol didişiyor. Ve işte Diva sahnede, alkış kıyamet bir giriş.

“Diva” çektiği filmlerle, söylediği şarkılarla, sansasyonlarıyla, yardım kampanyalarıyla gündemin en önemli magazin malzemesi olan bir kadın aslında. Oyun kısaca Diva’nın isimsiz bir sanatçıya yani ressama destek olmak için, onun atölyesi olan evine gitmesi ve evde yaşanan ilginç olayları anlatıyor.

Daha fazla detay vermeyeyim. Ama ekip bir harika. Ayta Sözeri yani Diva, gayet başarılı rahat oyunu ve profesyonel oyuncu arkadaşları ile bir nevi döktürüyor. Hele finalde gözleri dolu dolu bir repliği var ki... Herkes ayaklandı alkışlamak için. Diva’nın yönetmenliğini ve yazarlığını, tiyatronun kurucusu, oyuncu Başak Kıvılcım Ertanoğlu yapıyor. Oyun, Aralık ayında Pazartesi ve Perşembe, Ocak ayından itibaren de her Salı yine Tatavla Sahne’de... “Diva”ya ait biletler, gişe ve Biletix’ten temin edilebilir. Barbeil ile oyundan çıktığımızda, aklımızdan “Zuhal Olcay’ın ‘Küçük Bir Öykü’ oyununu Ayta Sözeri tekrar oynasa ne güzel olurdu o şarkılar ile...’ diye geçirmedik değil hani...

Yazının devamı...

İkon kızımızın erkek tipleri analizi

Klasik bir Pazar bruchı havasında arkadaşlarla bir araya geldik. Birkaç haftadır yılbaşı telaşı yüzünden, koşuşturmaca içersinde atlamıştık bu serenomiyi. Kızlar yine hazırlıklı gelmişler. Çoktan ellerindeki gazetelerin magazin ve Pazar eklerini masaya yatırmışlardı. Uzun zamandır bizim brunchlara eşlik etmek isteyen bir kız arkadaşımız da ısrarlar sonucu davet edilmiş, masada en baş köşeyi almıştı. Oysa, sıkı dedikodu kaynattığımız için pek dışarıya açılmıyorduk.

Bu tatlı genç kadın da, aslında hepinizin basında gördüğü yeni ikonlardan biri. Bu aralar yalnız ve pek ortalıklarda görülmüyor. Kalbi kırık. Ne kadar çevresine belli etmek istemese de... Kızlar, bizimle olduğu için, bu Pazar biraz toparlanacağını düşünüyor. Kalp kırıklığından olsa gerek, ilişki uzmanı olmuş. Gazete sayfalarını karıştırırken nelerin analizini yapmadı ki...

Magazin ekinde gördüğü yakışıklı jönün sahilde koşan fotoğrafına bakarak, iddialı bir ses tonu ile “Bu yakışıklı jönden sevgili filan olmaz” dedi. Gözler üzerinde... Başladı nedenini anlatmaya; “Baksanıza, tek başına koşuyor. Tek başına yapılan sporları tercih edenler özgürlüklerine düşkün olur.

Rekabeti severler. İlişkilerinde ise meydan okuyan, dediği dedik tiplerdir...” Gülmeye başladık. O devam etti. “İnanın bana, onlar sahip oldukları sporcu vücutları ile aynada kendilerini severler. Spora ilgi duymayanlar ise... Aşkta çevrelerinden zor etkilenen tiplerdir.” Onu susturmak zordu. Dinlemeye devam ettik...

Kredi kartıyla mı yoksa nakit mi?

“Sevgiliniz telefonunuza bol bol mesaj atıyorsa, her an onun için müsait olmanızı bekleyen ve yoğun ilgi isteyen biri olabilir. Sizi aramak yerine, e-posta’yı tercih ediyorsa, içine kapanık biridir. Size gerçek yüzünü göstermekten çekinen biridir. Sizi her an arayan, elinden telefonunu düşürmeyen sevgili de biraz eski moda kişidir; ikili ilişkilerde asla samimiyet kurmaktan korkmazlar. Baş başa yemeğe çıktınız diyelim. Erkek kredi kartıyla ödemeleri yapıyorsa, o kişiler için statü çok önemlidir. O, maddi hedeflerinin peşinde koşup, onları yakalamayı bilen biridir. Her zaman peşin ödemeyi sevenler de, kendi kendilerine yetebilen, maddi özgürlüğe sahip kişilerdir. Cüzdanı hep boş olanlar? Bu tip erkekler başkalarına bağımlıdır.

Gösterişli gece kıyafetleri yerine, jean tişört ile sizi görmeyi tercih ediyorsa, sevgiliniz yere sağlam basan, dış görünüşe aldanmayan bir tiptir. O dengeli, alçak gönüllü kişileri tercih eder. Kadının dış görünüşüne ve gösterişli kıyafetlere önem veriyorsa, prestij meraklısıdır. Paranın hayatındaki önemi çok fazladır.”

Neyse, uzun uzun daha çok analiz yaptı. Kadın dergilerindeki test sorularına ilgisi fazlaca olan partnerinizi tanıyor musunuz? Daha devam ediyordu ki, “Neden bu konuda kitap yazmıyorsun?” diye ikon kızımıza sorduk. Gülen gözleri ile, “İşte o zaman kimse ama kimse beni almaz” yanıtını verdi...

Yazının devamı...

Berlin ve Paris maceraları

Telefonum çaldı; “Burak, yazın gelmedi.” Yılbaşı üzeri. Nefes alacak halim yok. Acayip bir koşturmaca içindeyim... Ben de, “Kolay yerden sorun öğretmenim” dercesine, biraz eskilere gidip, başımdan geçen şeyleri sizlerle paylaşmak istedim. Hayatımı yazsam roman olur havalarında, yani...

Zeki Müren hayatımı kurtardı

Berlin’de küçük bir kabere restoran açılmış. Yılını hatırlamıyorum. Gidip görmek lazım. Yurt dışında hiç yanımdan ayırmadığım minik fotoğraf makinem ve bir arkadaşım, attık kendimizi. Nasıl soğuk, donuyoruz. Kapıda yaşı hayli geçkin belki 60 yaşından da fazla bir ‘dragqueen’ (kadın kılığına giren şovcu) görevli karşıladı. Nereden geldiğimizi sorunca, ‘İstanbul’ dedim. Türklere, İstanbul’a hayran olduğunu söyleyen halkla ilişkiler uzmanı bize en güzel masayı verdi. Masaya geçtikten sonra yanımıza gelerek, “Zeki Müren hayranıyım. İstanbul’a geldiğimde plaklarını almıştım. Bir sonraki seyahatinizde gelirken albümlerinden getirirseniz çok sevinirim” dedi. Ben de, “Hay hay, tabii... Zaten Berlin’e çok sık geliyoruz. Getiririz” diye yanıt verdim.

Küçücük bu kaberede, toplasanız 80 kişi oturabiliyor. Şovlar başlayınca çaktırmadan makinemi ortaya çıkardım. Kazağımın altına doğru tutarak, şu şovları kameraya alıyım dedim. Ben makineyi çıkartıp elime almam ile başıma güvenlikler geldi. Hayli iri yarı beyler kollarıma girerek beni bir odaya almaya çalıştı. Çalıştı diyorum, çünkü kapıdaki o Zeki Müren hayranı tatlı kadın “Ne yapıyorsunuz!” diyerek müdahale etti. Elimden makineyi alıp masama götürdü. Titreyen kalbim, arkadaşım ve halkla ilişkilerdeki o ismini hatırlayamadığım kadın, beraber geçirdik masada geceyi. Makinede yer alan görüntüleri silmek koşuluyla, dışarıya bir süre sonra zor attık kendimizi. Sonra mı ne oldu? Kulübe tabii 5 tane Zeki Müren CD’si yolladım. Kimin aklına gelirdi ki bu ufacık yerde böylesine sert bir tepki alacağımız... Her gittiğiniz yerde sohbet ile dost edinmek böyle zamanlarda nasıl da işe yarıyor. Bir kelam bir selamın her daim faydası vardır.

“Bu yüzük size şans getirecek”

Birkaç yıl önce Paris’teyiz. Yolda koştura koştura yürüyoruz. Yine bir taksi krizi yaşanıyor. Otele uğrayıp, elimizdeki poşetlerden kurtulup giyinmemiz lazım. Rezervasyonumuzu kaçırırsak günler öncesinden ayırdığımız restorandaki yeri kaybedeceğiz korkusuyla adeta koşturuyoruz. Karşıdan karşıya geçerken, arkadaşım çığlığı bastı; “Aaa bak bir yüzük buldum yerde...” Israrla elindeki poşetlerin bir kısmını yere bırakıp zar zor yüzüğü aldı eline. Tenekeden ucuz bir düz yüzük. Tam o sırada yanımızda beliren, üstü başı pek de düzgün olmayan bir kadın, “O yüzük benim. Eğer senin ayağının dibine geldiyse, bizim Çingene geleneklerine göre uğur getirecek anlamına gelir. Gel sana bunu ufak bir para karşılığı satayım” dedi. Şaşkın arkadaşım şans, uğur laflarını duyunca, “Aşk kapını çalacak” sözü de arkasından gelince, elini cebine attı. “Dur” dememe kalmadan, euroları bastırıp alıverdi yüzüğü. Caddenin kenarında taksi beklemeye devam ettik. Ne görelim? Aynı kadın yine aynı noktada yüzüğünü bir çiftin önüne atıverdi. Ve aynı cümlelerin farklı vaad eden versiyonlarını saydırmaya başladı. Çift de yüzüğü satın aldı. Arkadaşımın yüzü bembeyaz. Sinirli de... “Gerimi versem, paramı mı alsam?” diye mırıldanırken, kadın başka bir hedefe doğru ilerliyordu.

Yazının devamı...

Gece yaşamının olmazları

Uzun zamandır gece hayatı ile ilgili, eğlencenin dikkat edilmesi gereken püf noktalarını yazmak istiyordum. Geceleri şahit olduğum, eğlenirken en dikkat etmememiz gereken şeylerin listesinin en başında, “partnerimiz” olduğuna karar verdim. Kısaca, gece hayatında, yanınızda yer alan arkadaşlarımızın ne kadar önemli olduğundan bahsedelim.

İstanbul gece hayatında çok uzun zamandır varlığını sürdürenlerdenim. Underground kulüpler döneminden beri... Gençlik günlerimizde çok popüler olan gündüz matinelerine de dadanmıştım tabii. 90’lar da Airport, Studio 54 gibi hafta sonları gündüz matinelerinden sonra, o döneme damgasını vuran 20&19, 7th house, High and, Magma, Godet gibi bir çağı sıkı takip ederdim. Bu dönemi ne zaman hatırlasam, uzun uzun anlatasım geliyor. Arkadaş, eş dostla bir araya geldiğimizde o geceleri ve yaşadıklarımızı konuşup bolca iç geçirip hasretle anıyoruz. Hani büyüklerimiz hep söyler ya, “Nerede o eski günler” diye... O bile ağzımızdan çıkıveriyor gerçekten... Yaşlandık mı ne? Ama o günlerin keyfi de gerçekten başkaydı! Yaşanan bir daha yaşanmıyor.

Gelelim gece hayatında eğlenmeye çıktığınızda, nasıl tipler keyfinizi kaçırabilir? Partneriniz sizinle adım attığı mekanlarda uyum içinde olmalı. Kıyafeti, saçı, konuşması, çevresiyle göz teması, her şeyi ile sizden ne bir adım önde, ne bir adım arkada kalmalı. Hatta sizinle yarışmamalı. Gece hayatında, paylaşım içinde olacağınız kişi ile uyum içinde olmanız gerekir. Zevkleriniz, eğlence anlayışınız bir olmalı. Oturup kalkmasını bilmeyen kişi ile sokağa adım atmayın. Konuşmaktan çekinen, etrafına korku ile bakan kişiler de sizin sosyalleşmenizi engelleyecektir. Tüm iş başa düşer sonra. Aynı statüye yakın dostluklar uzun süreli olur. Hele ki dans etmesini bilmiyorsa, Ankara havası ile piste fırlıyorsa, garip danslar sergiliyorsa, aman haa...

Güç artık kadınlarda

En iyi gece partneri kılık kıyafetiyle, saçı, makyajı, en önemlisi içki içmesiyle dikkat çeken kişidir. Onun artıları eksileri sizin hanenize de kaydedilir. Gece yaşamının çalışanları, gelenleri, gidenleri, olayları unutmazlar. Partneriniz sizinle yarışmasın. O yarışa sizi de sürüklenmesin, “Abi ne yavaş içiyorsun! Hadi hadi bir shut atalım” sıkça rastladığımız baskılar. Bir de efelenenler! İki duble sonra içinden bir “Karadayı” çıkanlar. Garsona, “Kardeşim, birader, baksana oğlum” diyen, el kol edenler. Anlatırken bile fena oldum. Durun, aklıma geldi; “Kızlar bize bakıyor. Kaldıralım” derken WC yolu gözleyenler, kapısında bekleyenler. İşte bu da en bombasıdır. Ellerindeki telefonla sürekli oynayıp, etrafı iplemiyorum ben burada sosyalleşiyorum havaları ise en sıkıcı olanı. Devamlı selfie çekip, sosyal medyanın her köşesinde fotoğrafını paylaşıp, “Çok eğleniyorum” havası verenler... İşte en yalnız olanlar da sanki onlar. İlk defa buluşuyorsanız, tanımadığınız biri ile gece dışarıya çıkmayı tercih etmeyin. İki bardaktan sonra içinden bir başka kişi çıkan çoktur.

Bir de şu var; aslında erkekler ne kadar hava atsa da, gece yaşamında güç artık kadınlarda... Yazılacak çok şey var. Bu konunun devamı önümüzdeki günlerde.

Yazının devamı...

Hafta sonu kaçamakları / 2 Amsterdam

İşte sizlere hafta sonları kaçamak yapabileceğiniz kısa ve öz bir tatil rehberi. Paris’ten sonra sırada Amsterdam var. Bir sırt çantanız, pasaportunuzla, atıverin bir iki gün de olsa başka bir şehre kendinizi. Uzun uzun planlar yapmayın. Hatta, anı yaşayın. Böylesi daha güzel olacak. Seyahatlerde plansız, programsız, bir an bile boş kalmayı sevmiyorsanız, sizin için de bu belki zor olabilir... Bu tarz seyahatlerde en önemlisi otel rezervasyonları. İnternet üzerinden bunu hallettikten sonra, gerisini akışına bırakın.

Hadi Amsterdam’a uzanalım.

Amsterdam, en çok ziyaret edilen 5’inci Avrupa şehri. Artık Türklerin kapı komşusu neredeyse. Çünkü bilet fiyatları uygun, hem alışveriş için sayısız tercih var, hem de özgür bir şehir. 3 saatlik bir uçuş ile yakın bir mesafede olması da tercih sebebi. Gitmeden hava durumunu muhakkak kontrol edin.

Amsterdam bisiklet dostu bir şehir. Öyle ki, bisiklet yolları ve alanlarıyla “bisiklet kültürü”nün zirvede olduğu yer. Şehri bu bisikletlere verdiğiniz cüzi paralarla alt üst edebilirsiniz.

Muhakkak şehrin gezisine Dom meydanından başlayın. Şehrin merkezi burası. Burası her daim sizi bir başka maceraya götürür.

Dom Meydanı’ndan yürüyerek, 10 dakika uzaklıktaki efsanevi Red Light District’e ulaşırsınız. Amsterdam’ın Amsterdam yapan en meşhur sokaklardan biridir. Şehrin açık ve hoşgörü kültürünün bir sembolü olan bu yerde, genel evler ve erotik şovlar bulunuyor. Ayrıca meşhur “coffee shop” tecrübenizi de burada edinebilirsiniz. Hayat kadınları özel odalarda profesyonel anlamda, yasal olarak, çalışırlar. Camdan vitrinlerin içindeki odalarında, gece şehre adını veren kırmızı ışıklar eşliğinde yer alırlar. Fotoğraf çekmeyin! Yasal yollardan makinenize el koyma hakkına sahipler, tabelaları zaten görürsünüz.

Bekârlığa veda eden birçok Türk erkek, kısa süreliğine, buradaki striptiz kulüplerini tercih ediyor. İnanın çok eğlenceli. Dünyanın her köşesinden insanları, hatta aileleriyle bu sokakta ya erotik şov seyrederken ya da sanki ders çalışıyormuşçasına dolanırken göreceksiniz. Aman şaşırmayın. Ben Alman gençler arasında dünyayı saran çekik gözlü aileler ile aynı ortamda bulundum.

Kuzeyin Venedik’i olarak adlandırılan Amsterdam’ın kanallarına bir gezinti yapın. Turistler içinde harika seferler var.

Şehirde birçok müze bulunuyor. Bunların en önemlileri Rjiks Museum, diğeri ise Van Gogh Museum.

Dünyanın bir çok şehrinde karşınıza çıkan, aslında en ünlüsü Londra’da olan, bal mumu müzesi Madame Tussauds’yu da görmeden dönmeyin. Birçok ünlünün heykeli değişik konseptlerle fotoğraf çektirebileceğiniz şekilde tasarlanmış. Spiu Meydanı’ndaki kafelere pan kek’inizive kahve sipariş edin. Yemek kültürü için çok fazla söylenecek bir şey yok aslında. Küçücük dükkânlarda satılan patateslere dayanamıyorum. Bu patates kızartmasının tadı niye başka ülkede yok!

Amsterdam’ın gece hayatına el atmadan olmaz. Gece yarılarında başlayıp ertesi gün öğlene kadar süren çılgın partiler, Leidseplein, Paradiso ve Melkweg ve daha bir çok irili ufaklı yer, gece hayatının vazgeçilmez yerlerinden biridir. Dönüşte havaalanında dolaşmak için muhakkak zaman ayırın kendinize. Bu havaalanı, Avrupa’da dördüncü, dünyada onuncu sırada. Yılda 44 milyon kişiyle dünyanın en kalabalık üçüncü havalimanı. Alışveriş yapacağınız birçok mağaza var.

Yazının devamı...

Pucca’nın Pekmez’i

Sabahları kendi kendime karar verdim. Uyanır uyanmaz sosyal medyanın hiçbir mecrasına göz ucuyla bile bakmayacağım. Sonra yatakta geçirdiğim o uzun dakikalar saatlere dönüşüyor ve işe geç kalıyorum. Evde kedinin mamasını koy, suyunu değiştir... Bak yine hiçbirini yapamadın. Kaptırdın kendini akıllı telefondaki o sayfalara. Anlayacağınız, bir kavga halindeyim kendimle. Yine olmadı, elime aldım telefonu. Twitter özelde bir mesaj: Büşra Pekin’den. “Canım, akşam galaya geliyorsun değil mi?”“Ne galası! Benim dünyadan haberim yok.” “Akşam Kanyon’da Hadi İnşallah’ın galası var. İsmin kapıda. Davetiyen eline ulaşmamış demek ki. Seni bekliyorum...”

Adettim değildir, gala filan kovalamam. Ama bu sefer emir büyük yerden. Büşra çağırıyor. Ne yapıp edip kat peşine birini, gir o kalabalığın içine. Yaptım da. Soluğu Kanyon’da aldım. Kırmızı halıdan içeriye şöyle usul usul giriş yaptım. Çok gezen arkadaşıma, “Tüm galalar böyle kalabalık mı oluyor?” diye sordum. O da, “Yok. Bu bir garip kalabalık. Herkes burada” dedi. Helal olsun.

Detone Murat cuk oturmuş

Heyecanla o kalabalıkta hangi salonda seyredelim, diye şaşkın bakarken, filmin dev afişinin arkasında Buşra Pekin’i gördüm. Elimden çekti. Çok heyecanlıydı. Kalabalıktan arkamızda duran Murat Boz’u bile kaybettik. Kulağıma, “Salon 5’te seyret” tüyosu geldi.

Tüm kadro güzelce yerini aldı ama, kitaplarıyla senaryoya can veren sevgili Pucca film kadrosunun olduğu sırada orada değildi. Sonradan öğrendiğime göre, Pucca - Selen Işık filmin afişinde ve fragmanında eser sahibi olarak adının geçmemesi ve son olarak Pucca’nın yapılan filmin galasına çağrılmaması, Twitter’da tepkilere neden olmuş. Hatta Pucca, Twitter’ında “Neyse ben bir şey demiyorum kararı TÜRK HALKINA BIRAKIYORUM. 70 MILYON KİŞİYE...” diye açıklama yapmış. Dün vizyona giren filmde Büşra Pekin muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Zaten başka bir şey de beklenemezdi. Geçen zaman içinde imza attığı her projenin fazlasıyla üstesinden geldi. Demet Akbağ oynadığı Lütfiye karakterini yıllarca üstünden silememişti. Oysa Pekin, Havuç Anne karakterinden güzelce sıyrılabildi.

Asıl çok yakında, Ocak 2015’de, tam ters köşe bir rol ile, Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Mucize’sin de görücü ulusu evlenen köylü kızı canlandıracak.

Neyse, biz gelelim Pekmez -Murat Boz’a... Açıkçası, belli ki Boz’a tüm kadro çok sıkı yardımcı olmuş. Hiç de rahatsız etmiyor oyunculuğu. Sanki rol baştan sona o düşünülerek yazılmış. Bu arada bir de detone şarkı söylemesi, “cuk” oturmuş filme.

Son dönem birçok filmde finaller hep düğün sahnesindeki kargaşa, kavga ve esprilerle bitiyor, bir tek bunu anlayamıyorum. Filmde hiçbir karakter sırıtmıyor. Hepsi tek tek hakkını veriyor.

Film başkan sona zekice espriler, diyaloglar ve tabii ki muhteşem bir kadro ile nasıl başladı, nasıl bitti, anlamadık. Kahkahalarımızda tüm salon inledi desem yeridir. Finalde devamının olacağının müjdesi de verildi. Hadi, havalar da müsait. Çıkın çıkın gidin, “Hadi İnşallah”ı seyredin. Vakit ayırdığınıza yüzde yüz değecektir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.