Şampiy10
Magazin
Gündem

Nejat İşler’in yeni hayatını anlamak

Nejat İşler, Bodrum Gümüşlük’te Tezgah adlı bir sahaf açarak oyunculuğa başlamadan önceki işine geri dönmüş.

Teşvikiye’de seyyar sahaf tezgahı olan, ünlendikten sonra da Galatasaray’da Tezgah adında bir sahaf dükkanı işleten oyuncu, 2004 yılında devrettiği dükkanını böylece tekrar açmış oldu. İstanbul’un göbeğinde Teşvikiye’de kitapla ilgisi olan olmayan özellikle kızların fena hayran olduğu sıkı takipte kaldıkları bir karakterdi. Öyle ki onunla konuşmaya çalışan çok kız arkadaşım vardı. Oda bunun farkına varıp mesafesini nazikçe öyle güzel koyardı ki... Hayranları uzaktan hayranlıkla seyretmek dışında bir şey yapamazlardı. Yere serili kitaplar arasında, kenara oturur müşterilerini beklerdi.

İşler, daha önceki açıklamasında milyarlar kazandığını ama hiç görmediğini belirtmiş ve şunları söylemişti: “Şu an çalışmıyorum, yaşıyorum. Evet, trilyonlar kazandım belki... Ama hiç görmedim. Hayatı çok sevdim, hep sevdim hayatı. Trilyonlar belki başkalarına gitti, pek de umursamıyorum. Hep hayatta kaldım, hayatta kalmaya devam edeceğim. Şimdi köydeyim. Benim hiç köyüm olmadı. Ben İstanbul’da büyüdüm. Şimdi bir köye sahip oldum. Vicdan ve empatinin kafada olduğunu düşünüyordum. Herkesin hakkı olduğunu düşünmek zorundayım.”

Bir süredir Bodrum Gümüşlük’te yaşamını sürdüren İşler, geçtiğimiz günlerde Bodrumspor yararına düzenlenen programa katılarak eğlenceli zaman geçirmişti. Haberleri, “Zirvede olduğu günlerde” gibi cümlelerle başlıyordu. Yaşadıkları hiçe sayılarak. İşler’in yaşam mücadelesi vererek hastalıkla uğraştığı günleri nasıl unuturuz ve nasıl onu anlamayız? Bence en doğru kararı vermiş. Yeni hayatında aldığı kararlara saygı duymalıyız. Demek ki hayattan ve yaşadıklarından o kadar bunalmış ki, yaşantısının ilk noktasına dönmek ona en doğru hareket olarak gelmiş. İstediği zaman, tekrar uzak durmak istediği hayata dönmek onun için zor olmasa gerek. Bu kadar hayranı ve bu kadar başarılı işlere imza attık sonra.

Durum o kadar ciddi

Survivor All Star heyecanı tüm hızıyla devam ediyor. Bu yıl 80 bölüm çekilecek Survivor All Star’ın toplam maliyetinin 17 milyon dolar olduğu ortaya çıktı. Sıkı bir takipçisiyim. Orası kötülerle iyilerin savaşına döndü. Güç kadar karakter savaşına da dönüştü. Her iki takımda da beklenen ayrılıklar ve gruplaşmalar başladı. Hayat ile ilgili bence çok güzel örnek ve karakter dersleri veriyorlar. Demek ki yaşam savaşında insanların içindeki fırtınalar böyle kopuyor. Baksanıza Survivor All Star yarışmacıları Ahmet Çakar’ı bile çileden çıkarmış. Attığı Twitter’da “Survivor’a bakıyorum da, Acun eline kırbaç almalı disiplini sağlamalı, ilginç olur” demiş. Durum o kadar ciddi yani...

Yazının devamı...

Nur topu gibi bir uygulamamız oldu

Sosyal medyanın içine düştük, çıkarabilene aşk olsun. Jeton ile telefon etmek için uzun kuyruklar beklediğimiz günler daha dün gibi. Cep telefonu çıktıktan sonra hayatımız bir renklendi, bir renklendi ki, önüne geçemiyoruz artık. Facebook, Twitter, Vine, Instagram derken, hepsinin kıyasıya çarpışmalarının içinde sıkışıp kaldık. Bu akımlara ayak uydurmamak ayıp bile sayıldı. Onsuz adım atamaz olduk. Aşklardan tutun, evliliklerde, iş başvurularında bile önemli bir yer edindi. Neredeyse, nerede okuduğunuz, diplomanız değil, sosyal medyayı nasıl kullandığımıza bakar oldu işverenler… Onlar bu yarışın içinde bizi sürüklerken, yepyeni bir çocuğumuz daha hayata geçti. Sosyal medyanın bize yaşattığı heyecanlardan bir yenisi daha hayatımıza “merhaba” dedi. Birkaç gündür bu yeni uygulamanın heyecanını yaşıyoruz...

Twitter tarafından 100 milyon dolara (262 milyon TL) satın alınan mobil uygulama Periscope 26 Mart itibarıyla kullanıma açıldı. Mobil cihazlar üzerinden canlı vidyo yayını yapmaya sağlayan uygulama, şimdilik IOS işletim sisteminde çalışıyor. Android versiyonu için de çalışmalar sürüyor. Twitter hesabı ile giriş yapılan uygulama Twitter’daki profil bilgilerini, takipçileri ve Periscope hesabı bulunan kişileri de sisteme otomatik olarak kaydediyor. Aslında uzun zamandır var olan bu uygulama, dedikodulara göre Arap gençler tarafından yazılmış. Twitter da kaybettiği popülaritesini bu program sayesinde tekrar kazandı, tekrar gündeme geldi. Oysa Instagram öyle ya da böyle açık farkla ipi göğüslemiş gidiyordu. Gelelim programın nasıl çalıştığına...

Periscope nedir?

Periscope’u oluşturan takım adına açıklamalarda bulunulan blogda şu şekilde: “Bir yılı aşkın bir süre önce başkasının gözünden dünyayı keşfetme fikrine hayran olduk. Ukrayna’yı bir protestocunun gözüyle görmek nasıl olurdu? Ya da Kapadokya’da sıcak hava balonundan gün doğumunu izlemek? Bu çılgınca gelebilir, ama biz ışınlanmaya yakın bir şey yaratmak istedik. Olayları ve yerleri keşfetmenin birçok yolu varken, biz bir yeri o anda canlı video aracılığıyla yaşamaktan daha iyi bir yol olmadığına inandık. Bir resim bin kelimeye değer olabilir, ancak canlı bir video seni alıp anında o yere götürüp çevreyi gösterebilir. Yayınlarınızı adlandırabildiğiniz gibi, onları kimin izleyebileceğine de karar verebilirsiniz. Bir tuşa basıyorsunuz ve takipçileriniz sizin hayatta olduğunuzu anlıyor. Biz Periscope’u her zaman şu an olan bir şeyin kalp atışı görseli olarak hayal ettik. Twitter’daki arkadaşlarımız da aynı şeyi hissetmiş olacak ki, Twitter sizi anında, sohbet içeren ve özgür bir deneyimle insanların, mekanların ve etkinliklerin daha yakınına getiriyor. Biz Periscope’un bu misyonu, insanlara yakınlarındaki ve uzaklarındaki dünyayı deneyimleme ve paylaşma yolu temin ederek, daha da iyi bir şekilde gerçekleştireceğine inanıyoruz.” Yayınları adlandırma imkanı veren Periscope, bu yayınları kimin izleyeceğini de seçme imkanı sunmuş. Böylece canlı yayını herkese açık yapmayıp, belirli kişilerle de sınılandırabilirsiniz. Ek olarak izleyiciler yayıncılara mesaj atabiliyor, ekrana dokunarak sevgilerini kalp ile ifade edebiliyor. Bu arada yayınınızı telefonunuza da kaydedebiliyorsunuz. Yayınınızı izleyen kişi sayısı, beğenen kişi sayısı ve yayın süresini görmeniz mümkün. Hadi hayırlısı… Yakında kimse kimsenin yüzüne bakmayacak sanki. Sadece sosyal medya ayağıyla sanal dostluklar kurarak hayatını sürdürecek gibi gözüküyor…

Yazının devamı...

Belgesellerde yaşayacaklar

Kulislerde söylentiler hiç bitmez. Müslüm Gürses’in hayatını çekmek için tekrar hummalı bir çalışma başladığı haberleri kulağıma geldi. Gürses hayatta olduğu günlerde birçok yönetmen peşinden koşmuş, tam çalışmalar başladığı dönemde de annesini kaybettiğinden, film çalışmalarına ara verilmesini istemişti. “Hangimiz Sevmedik” şarkısı ile şu günlerde bomba gibi tekrar gündeme düşen Müslüm Gürses’in hayatını konu alan film için çalışmalar yine hızlanmış. Oyuncu kadrosu ve senaryo çalışmaları büyük gizlilik içinde yapılıyormuş. Müslüm Gürses’in hayatı, ağır bir aile dramıymış. Hayat arkadaşı Muhterem Nur’a, filme çekilmemesi için vasiyet ettiği haberleri 2013’da yayınlanmıştı. Google’da karşıma bu haberi doğrulayan linkler çıktı. Bakalım gelişmeler ne yönde olacak?

Freddie Mercury büyük bir isme emenat

Uzun zamandır basında Freddie Mercury’nin biyografik hayatının çekileceği haberleri yer alıyor ama, proje yılan hikayesine dönüştü. Grup üyeleri yazılan senaryodaki hikayelere fazlasıyla müdahale ettiler. Bu nedenle rafa kaldırıldı. Proje bu sefer Sacha Baron Cohen tarafından hayata geçiriliyor. Geçen yıl Queen grubunun hayatta kalan üyeleri ve Sacha Baron Cohen arasında yaşanan tartışmalar sonucunda, Cohen projeden ayrılmıştı. Queen’in menajeri Jim Beach,

“Hollywood’da Freddie Mercury’nin biyografik filmi hakkında birçok efsane konuşuluyor. Bu sefer Sasha Baron Cohen’i senaryoyu yazması, filmi yönetmesi ve oynaması için ikna etmeyi planlıyoruz” diye bir açıklama yaptı. Bu büyük bir ilerleme.

Amy Winehouse süprizine hazır mısınız?

Dünyada da birçok hayatını kaybetmiş ünlü simanın hayatı belgesel olmaya başladı. En son Amy Winehouse’un belgeseli çekildi. Ailesinden alınan video görüntüleri belgeselde yer alıyor. Çocukluğundan başlayarak, hayatının son günlerine kadar olan görüntüleri… Belgeseli heyecan ile bekliyoruz. Şimdilerde kısa tanıtım videosu dönmeye başladı. Bakalım bizi ne gibi sürprizler bekliyor?

Bir de rock starımız var

1994’te hayatını kaybeden, Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in hayatı da belgesel haline geliyor. Müzik dünyasında açtığı çığır dışında, kıyafetlerinden yaşam sloganına kadar halen büyük fan’ları olan Cobain’in hayatının, sıradan bir proje ile çekilme şansı yok. Bu yüzden birçok kere girişimlerde bulunulmuş, fakat sanatçının ailesi bu duruma uzun süre “hayır” diyerek, çalışmaları durdurmuştu. Sonunda kızı Frances Bean işbirliği ile yapıldı. Belgeselin yapımcılığını da üstlenecek. Belgeselin adı ‘Kurt Cobain: Eğlencesine Yapılmış Montaj’ olacak.

Mr. Spock’u unutmadılar

83 yaşında hayata veda eden, ünlü karakter Mr. Spock ile efsane olan Leonard Nimoy’un oğlundan güzel bir haber var. Adam Nimoy, babasının anısına kendisinin yöneteceği ve yapımcısı olacağı bir belgesel çekmeyi planladığını duyurdu. Belgesele “For The Love of Spock” adını vereceği söylenen Nimoy, belgeseli Star Trek’in 50. yılına kadar bitirmeyi hedefliyor. Babası ölmeden bir süre önce bu proje hakkında konuşmaya başlamışlar. Nimoy, televizyon dizilerini de yönetmişti.

Yazının devamı...

Festival havaları geliyor

İlkbahar yaklaşıyor. Papatyaların açtığını, ağaçların çiçeklendiğini görmeye başladık. Güneş bizi sık sık aldatsa da, baharın sarhoşluğu başladı. Mevsim değişikliklerinin şoklarını, sarsıntılarını yaşasak da, ilkbahar seyahat havalarının da başlaması demek. Festival hareketlerinin de… Erken rezervasyonların faydalarını hatırlamakta yarar var. Onun için, sezon boyunca bizi bekleyen festivallere bir bakalım... Her yıl en azından bir festivale gitsek mi acaba?

Kraliçe Günü ve Çılgın Amsterdam

En yakın tarihteki festivalimiz Hollanda’da yapılıyor. Hollandalılar bugüne “Koninginnedag” diyor, yani Kraliçe Günü. Tüm Hollanda’da Nisan ayının sonunda kraliçenin doğum günü kutlanır. Kraliçe Günü özellikle Amsterdam’da büyük, çılgın bir açık hava festivaline daha çok partisine dönüşür. Dünya starlarının konserleri, DJ performansları, şovlar…

Özellikle Avrupa’nın dört bir yanından yüz binlerce genç Amsterdam’a akın eder. Şehirde, her yer, her şey o günlerde turuncuya bürünür. Çok Türk genci de bu festivali yakından takip eder. Amsterdam meydanında lunapark kurulur.

Songkran Su Festivali-Tayland

Tayland’ta yeni yıl, senenin en sıcak günlerine rastlayınca Taylandlılar çareyi bu ıslak festivalde bulmuş. 13-15 Nisan arasına denk gelen günü Taylandlılar su tabancaları, kovalar, hatta hortumların kullanıldığı dev bir su savaşı ile kutluyor. Merak etmeyin, nem yok. Hemencecik kuruyorsunuz.

Paris Müzik Festivali-Fransa

Fete de la Musique, 21 Haziran’da başlıyor. Amatör ve profosyonel müzisyenlerin katılımı tamamen serbest. Şehrin büyük meydanlarında tanınmış ünlü sanatçılar konser verirken, ara sokaklarda, her yerde, dünyanın birçok yerinden gelmiş şarkıcıların performanslarını duyabilirsiniz.

Glastonbury Festival-İngiltere

Haziran ayının son haftasında düzenlenen Glastonbury Festival, yeryüzünün en büyük müzik ve performans festivali. Her müzikseverin hayalini süsleyen bir festival.

San Fermin Pamplona-İspanya

San Fermin Festivali Kuzey İspanya’da, Pamplona şehrinde her yıl 6 ile 14 Temmuz arasında düzenlenen, geçmişi eskilere dayanan bir kutlama. Bu kutlamada en önemli aktivite encierro, yani boğaların koşması olmakla beraber, festival hafta boyunca süren bir sürü diğer geleneksel etkinlikleri de kapsar.

Holi Festivali-Hindistan

Renklerin festivali olarak da bilinen Holi Festivali, adını Şeytanların Kralı Hiranyakaşipu’nun kızı Holika’dan alıyor. Holika, iyinin kötüye karşı zaferini temsil ediyor. Hindistan’ın Khajuraho kasabasındaki festival, Mart dolunayı hangi güne denk gelirse o gün başlıyor, beş gün sürüyor. İlk gece yakılan festival ateşiyle kutlamalar başlıyor, sonra gelsin boyalar. Herkes hem kendi hem de başkasının yüzüne, üstüne başına toz boya atıyor.

Yazının devamı...

Kaçıncı bahar?

Madonna geçtiğimiz günlerde Out Dergisi ile yaptığı söyleyişide, sık sık gündeme gelen bir konuya parmak bastı. İlişkilerde yaş farkı konusundaki düşüncelerini açıkladı. Genç erkeklerle beraberlikleri, zaman zaman eleştiriliyordu. Sağlam yanıtlarıyla ise yine gündeme oturdu. Madonna, “Mick Jagger’ın 25 yaşında bir kızla çıkması sorun olmuyor, ama ben 25 yaşında bir erkekle birlikte olursam nasıl tepki geleceğini biliyorsunuz... Bu gülünç bir durum. Haksızlık. Anlamıyorum. İster bir bakire olun, ister seks işçisi, fark etmiyor. Her koşulda kategorize ediliyorsunuz. Eğer belli bir yaşın üstündeyseniz, cinselliğinizi ifade etmeye, bekar olmaya ya da bir erkekle birlikte olmaya hakkınız yok” dedi.

Medyatik insanların çoğu, bu konu ile göz önünde olduklarında, normal olarak daha çok eleştiri alıyor. Örneğin, orta yaşın üstündeki erkeklerin, kendinden küçük kadınlarla sokaklarda el ele dolaşmaları da biraz garipseniyor. Bu beraberlik kalıcı olabilir mi? Sonbaharına yaklaşan bir erkek, ilkbaharını yaşayan bir kadın… Arkadaş çevreleri, kültürleri, sosyal zevkleri, hayattan beklentileri ve hayata bakış açıları çok farklı. Belli bir statüye ulaşan erkek ile beraber olmak, tabii bir kadın için cazip. Yaşıtlarında bulamadıkları olgunluk ve tecrübeyi, görmüş geçirmiş erkeklerde bulmak da var. Böyle algılanıyor.

Aynı konu, Madonna’nın sözünü ettiği açıdan da söz konusu değil mi? Genç bir erkek ve yaşını başını almış bir kadın beraberliği için! Baharını yeni yaşayanlarla, yeni yeni baharlar yaşamak isteyenler için… Bizde de böyle gündeme oturanlar olmadı mı? Allah nazardan saklasın, mulu evlilikleri yıllardır süren Pınar Altuğ-Yağmur Atacan, Meltem Cumbul-Ali Özbaş’ın uzun sürmeyen olaylı evliliği, Yeşim Salkım-Hakan Eratik çifti… Hollywood bu durama da birçok kere el at. Benim unutamadığım 80’lerede video kaset kiralayıp defalarca seyredip güldüğümüz okuldaki oda arkadaşının annesiyle aşk yaşayan bir gencin hikayesi olan “Class” filmiydi. Başrollerini Jacqueline Bisset, Rob Lowe ve Andrew McCarthy paylaşıyordu. Saydıklarıma bakıyorum da… Bahar yaşa başa bakmaz diyorum. Belki hepsi daha ilkbaharında. Nice baharlara…

Merakla beklediklerim

Yazının devamı...

Hayatın vazgeçilmez kaynakları

Geçtiğimiz günlerde bir Pazar kahvaltısında, hemen yan masadaki seslere kulak kabarttım. Yanımda birkaç arkadaşım da vardı. Aslında kendi konularımıza o kadar dalmışken, birden onların masasına dahil olduğumuzu fark ettim. Bu güzel kadınlar yüksek enerjiler, reiki, ruhsal ve bedensel temizlik gibi konuları konuşuyorlardı. İlgilenmemiz onların da hoşuna gitti. Giderek aynı masa gibi olduk. Kahvelerimizi yudumlarken, üstümüzdeki kötü enerjilerden, nazardan, gözden nasıl kurtuluruz kısmı gündeme geldi. Herkesin ağız birliği yaptığı sirke ile duş almak kısmı tartışırken, ortaya atılan “Su içiyor musunuz? Himeleya tuzu ile yıkanıyor musunuz?” gibi bir soru ortaya atıldı. “Esas su ile tuzun ilişkisinden haberiniz var mı?” kısmı ise bir sessizliğe gömülmemize neden oldu. Kafaya takmıştım ya... Google’da ve birkaç yerde araştırmam gerekti. Aldığım notları sizlerle paylaşıyorum. Bakın su ile tuzun aşkı neymiş...

Tuzun yerini tuzdan başkası tutamaz. Damak tadı olarak algılanan tuz, aslında doğal bir vücut ihtiyacı. Vücudumuzu oluşturan hücrelerin içi ve hücreler arası ortam tuzlu su. Bebekler anne karnında tuzlu su ortamında gelişimini tamamlar. Yapılan deneylerde ortaya çıkmış ki, saf su elektriği iletmez; tuzlu su ise vücuttaki elektiriğin üretilmesinden ve iletilmesinden sorumlu. Hücrenin içi ile dışı arasındaki farklı tuz konsantrasyonundan oluşan ozmotik basınç farkı ile de, madde alışverişi sağlanıyor. Rafine edilmiş, içindeki doğanın malı ve vücudun ihtiyacı olan minerallerden arındırılmış sofra-sanayi tuzu, sözde saf tuz, vücut için çok faydalı değildir; kurumanın başlıca sebeplerinden biri.

Hiçbir şey de suyun yerini tutamaz. İçtiğimiz kahve, çay, meşrubatlar asla suyun yerini alamaz. Aksine büyük zararları var. Enerji dönüşümü ve atıklarının uzaklaştırılması sırasında, vücuttaki suyu tüketir. Bu sıvılar, su yerine kullanılırsa, beynin su ihtiyacını bildirme şekli olan susama duygusu engellenir. Zamanla enerji ihtiyacını bildirme güdüsü olan acıkma hissi ile susama hissi birbirine karışır ve susadıkça da yemek yeme arzusu doğar. Vücut su eksikliği bildirilemeyince, kendine zarar veren başka yönteme başvurur. Bu yöntem, acımasızca, diğer hayati organlardan suyun tedarik edilmesidir. Vücut su kıtlığı çektiğinde, kandaki suyu kullanırsa yüksek tansiyon, omurlardakini kullanırsa bel ve boyun fıtıkları, kemiklerdekini kullanırsa gut, artrit, romatizma, akciğerlerdekini kullanırsa astım, pankreastakini kullanırsa şeker, midedekini kullanırsa ülser hastalıklarını yaratır.

Su ve tuzun birleşimi

Kadim bilgelere göre, doğayı oluşturan dört ana unsur: Toprak, su, ateş ve hava. Tuz ise bu dört unsurun hepsini içerdiği için, eskiden beri kutsal bir sembol sayılmış. Doğanın kendi bünyesinde, milyonlarca yıllık özümsenme yolu ile oluşturduğu tuz, şehir hayatında kullanılan işlenmiş sofra tuzu ile karşılaştırılamaz. Denizin ortasında kalan bir kişinin onca suya rağmen susuzluktan ölmesi çarpıcı bir örnek. Yani okyanusun suyu içilirse, susuzluğun giderilmesi bir yana, vücutdaki suyu da emerek uzaklaştırdığı için, zamanından önce susuzluktan ölüme sebebiyet verir. Şehirlerde yaşayanlar, çeşitli boyalı meşrubatları, çayları, kahveleri içerek vücuda suyun sahte girişi ile, benzer bir susuzluk ortamı şeklinde aynı durumu yaşayabilir. Tuz ile suyun birleşmesi; hayatın kaynakları olan su ve tuzu birbirine kavuştururken, ‘iki’yi ‘bir’ yapma süreci ile onları onurlandırma işlemi. Bir başka deyişle, kristal tuzdaki saklı ateşi (enerjiyi) suyun evrenine teslim töreni.

Yazının devamı...

Büyüklere ‘kaçış oyunları’

Telefon Pazar günü, sabahın köründe bu kadar ısrarla çalar mı? Baktım, arayan Barbiel. Yoksa kalayı basacaktım. Yine de galiba biraz hiddetle yanıtlamış olacağım ki, “Tamam ya! Sinirlenme. Hazırlan, seni almaya geliyoruz. Karşıya, Caddebostan’a gideceğiz. Sana bir sürprizim var” dedi. Hadi bakalım. İşin içinde Barbiel varsa, bu keyifli bir şeydir. Toparlanıp, kapıya gelen ekiple karşının yolunu tuttuk. Ekip ser veriyor sır vermiyor. Güle eğlene yolculuğun ardından, “İşte geldik” dediler. Bir “evden kaçış oyunu” mekanının karşısında buldum kendimi. Uzun zamandır Türkiye’de özelikle İstanbul’da sayıları gün ve gün artan bu oyun evlerine gitmek istiyordum. Meğer Barbiel bana sürpriz yapıp çok önceden rezervasyonu yaptırmış bile. Çok önceden diyorum, çünkü ünlülerin sayesinde neredeyse her gün bir haberi çıkıyor bu “evlerin”. Özellikle Cem Yılmaz’ın bu sektöre fazlaca kıyağı var. Basına yakalandıktan sonra.

Yoksa siz bu sene hızla yayılan bu oyun evi çılgınlığını hâlâ duymadınız mı? O zaman çok şey kaçırmışsınız demektir. Yurt dışında oldukça popüler olan Evden Kaçış Oyun’ları İstanbul’u ele geçirdi. Eskiden beri lunaparkların korku tünellerine bayılırdım. Daha sonra Evden Kaçış Oyunları’nı bilgisayarda oynamaya başladık. Bir odanın veya evin içine kilitlisinizdir. Etraftaki ipuçlarını toplayarak, bulmacaları çözerek sizi evden, odadan kurtaracak anahtara ulaşırsınız ve oyun biter. Bir süredir de bu oyunlar, sanal dünyadan gerçek dünyaya uyarlandı. Zekanızı kullandığınız, teknolojinin de zaman zaman kullanıldığı, sorulu, cevaplı, kimi üç odalı, kimi iki odalı yerlerin alıp başını gitmesi de hiç şaşırtıcı değil. Türkiye’de durum bu. Bir oluşum popüler olmaya görsün, ard arda benzerleri açılıveriyor. Hatırlayın atari ve bowling salonları nasıl her yerimizi sarmıştı bir dönem?

Temel mantığı zekanı kullanarak evlerde bulunan kilitli odaları açmak. Burada tek yapmanız gereken, odalar içinde sizler için konulan ipuçlarını bulmanız. Yapımcılar nasıl kaçırdı da bir televizyon programı haline getirmediler? Ben de buna şaşırdım. Amerika’da “Eyes Wild Shut” filminden esinlenerek, yüzünüze taktığınız maske ile tiyatro oyuncularının canlandırdığı sahnelerle çok popüler. Ardından Avrupa’yı sarıp savurdu bu evler. Her biri ayrı konseptte ve daha çok turistler akın ediyor. İstanbul’da bir yılda Taksim civarında 12, Kadiköy tarafında 6-7 adet olarak çoğalmaya başladı. Istrapped, evden firar, tuzak, escape, odadan kaçış, senin maceran, bunlardan en öne çıkanları… Katili aradığınız, ajan oyunları, terk edilmiş evin ip uçlarını çözmek, akıl hastanesi, otel odaları... Kısaca bolca zevkinize göre konseptler var. Şimdilerde Ortaköy’de bir yenisi daha hazırlanıyor. Bu İstanbul’da ilk defa üç katlı olarak hizmet verecek bir korku evi olacakmış. Mirror korku evi olarak bir iki haftaya açılacak mekan, bugüne kadar açılanların en iddialısı olacakmış. Üç boyutlu teknolojik efektlerin dışında, ilk defa denenen ip ucu isteme sistemi geliştirmişler. Oyunun içinden çıkamadığınızda telefonunuza iki adet ipucu şifresi istiyorsunuz, size gönderiliyor. 1 saat süren maceralarda rezervasyon şart. Genelde fiyatlar 2 ile 5 kişi arası 150 TL civarında. Çok heyecanlı bir macera. Hadi hepiniz rezervasyonlarınızı yaptırın. Bakınız: Google…

Yazının devamı...

Yves’siz bir Saint Laurent iyi mi oldu?

Fransa’nın efsane moda evi Yves Saint Laurent, kreatif direktör olarak işe aldığı Hedi Slimane (46) ile yenilendi. Hem de ne yenilenme? Moda dünyası böylesi bir çıkışa şaşırdı. Onun böylesine uçuk halleri büyük sürpriz olarak karşılandı. Kimi moda otoritelerince yerden yere vurulan “Los Angeles grunge” ve “Brit Punk” koleksiyonlar artık kabul görmeye başladı. Tıpkı Givenchy’nin kreatif direktörü Ricardo Tisci gibi, Hedi Slimane da Yves Saint Laurent’i adam edeceğe benziyor. Slimane ilk önce büyük bir reform yaparak Yves başlığını tarihe gömdü. Bu durum otoriterleri şaşkınlığa uğrattı. İlk büyük tepki, Amerikan Vogue editörü Anna Wintour’dan geldi.

Wintour, Hedi Slimane’nın markadaki Yves’in kullanılmaması konusundaki kararıyla ilgili olarak, Saint Laurent için hazırladığı ilk koleksiyonda, front row’daki sandalyesini boş bırakarak tavrını gösterdi. Koleksiyonun beklenenden çok daha büyük alkış almasından sonra oda buna tepkisiz kalmayarak, sonraki koleksiyonları beğenmiş olacak ki, defilelerde daima yerini aldı. Boş koltuk uzun süre öksüz kalmadı. Slimane, Paris’teki stüdyosunu, zevksiz Fransız sokak giyiminden uzak kalmak adına Los Angeles’a taşıyarak, fotoğrafçılık mesleğini de sergilemekte. Hem Saint Laurent web sitesinde ve hem de Saint Laurent’in reklam kampanyalarında Slimane’ın fotoğrafladığı kareler kullanılmakta. Bu durum moda dünyası için sürpriz değil. Daha önce Karl Lagerfeld de hazırlanan stüdyo ve mankenleri, sadece bir tuşa basarak koleksiyonunu görüntülemiş ve büyük sükse yapmıştı.

Aynı zamanda çeşitli rock gruplarıyla da arkadaş olan Slimane, onları desteklemek adına, müziklerini defilelerde ve Saint Laurent web sitesindeki slideshow’larda kullanıyor. 2014-15’teki rock ve grunge temalı koleksiyon, yerini glam rock’a bırakmış durumda. Son 2015/16 Kış koleksiyonuna muhteşem. Tabii erkek botları hariç. Bir erkeğe 15 pont ayakkabı giydiremezsiniz. En azından Türkiye’de bu pek de mümkün olmaz. Koleksiyon parçaları uzaktan ucuz, hatta ikinci el gibi görünse de, yakından incelediğinizde veya dokunduğunuzda detaylardaki zarifliği, kalitedeki titizliği görmeniz mümkün. Über-süper skinny jean’ler ve kaşmir kumaşlardan dikilmiş enfes uzun ceketler aklımda kalanlar… Moda evleri müşteriler için tasarım yapar, kritize eden otoriteler için değil… Anlaşılan Hedi Slimane’nin tarzı biraz moda otoriteleri için ağır geldi.

Empire dizisinden “Money for Nothing”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.