Şampiy10
Magazin
Gündem

Kıvanç’ın mavi minübüs şifresi

Son günlerin en çok konuşulan çifti Kıvanç Tatlıtuğ ve Başak Dizer ile ilgili kulağıma yeni Amerika seyahati dedikodular geldi. Geçtiğimiz günlerde zaten bu yolculuk ile ilgili yazılmayan kalmadı. Uçakta içtiği şaraptan, selam vermek için ayağına çağırttığı ünlü basketbol oyuncusundan, çakır keyif olunca sesini yükselttiğinden, hostesi azarladığına kadar...

İnandırıcı gelmediği gibi, pek de ilgimi çekmedi. Tatlıtuğ o şımarık jönlerden değil kanımca. Hiçbir vakası ile karşılaşmadık ki. Esas hoşuma giden, hatta imrendiğin o sosyal medyada paylaştıkları... 60’ların hippilerinin kullandığı eski tip bir mavi Volkswagen minibüsle yaptıkları yolculuk karesine bayıldım. Hatta arabayla, kafa dengi bir arkadaş grubuyla, ABD’yi baştan sona gezmek hayalimi gerçekleştiren çifte imrendim. California’da başladıkları tatillerinde farklı şehirlere uğramayı planlayan Tatlıtuğ, toplam 3 hafta arabalarının üstlerine bağladıkları bavullarla seyahat etmiş. Amerika’yı keşfetmenin bir yöntemi var: “Road trip”

Özellikle de 1926 ile 1985 arasında ABD’nin otoyolları ağının bir parçası olan, ülke tarihinde önemli bir yer tutan, birçok filme, şarkıya da konu olan efsane U.S. Route 66 yolu seyahati. Bu yolun uzunluğu tam 4000 km... Anlaşılan o ki çift seyahatlerini bu yol üstün geçekleştirmiş. Tatlıtuğ bir kafede arkadaşları ile bu seyahati konuşurken, yan masada oturan bizimkiler kulak kesilmiş. Tatlıtuğ “Meksika’da yediğim fajita ve takolardan kilo aldım” diye dert yanmış. Seyahat sonrası Başak Dizer ise fena soğuk algınlığı kapmış. Halsiz evde dinlenen kız arkadaşına kendi elleriyle de şifalı otlar ile bitki çayları, hazırlıyormuş. Biz yan masada oturan, koyu hayranları olan kızların yalancısıyız. Unutmadan size o meşhur yol için yapılan birkaç şarkı önereyim: Nat King Cole-Get your Kicks on Route 66, RHCP-Road Tripping ve The Rolling Stones-Route 66...

Tom Ford’un yeni yüzü Schwarzenegger

Şaşırdınız değil mi? Durun düşündüğünüz gibi değil? 1980’li ve 1990’lı yıllarda, Cindy, Naomi, Linda, Christy ve Kate, sadece ilk isimlerini kullanıyorlardı. Hatta böyle ünlü olmuşlardı.

Ama bugün, ünlü soyadları modeller için bir gereklilik. Şimdi bu ünlü soyadı furyasına bir isim daha katıldı. Arnold Schwarzenegger ve Maria Shriver’dan doğan oğlu Patrick Schwarzenegger.

Genç Schwarzenegger, Alzheimer hastalığı, kanser ve muhtaç çocuklar gibi önemli küresel konularda toplumsal bilinç oluşturmak için “Project 360“ moda hattında çalıştı. Halen University of Southern California öğrencisi olan Patrick modelliğe soyundu. Tom Ford’un sonbahar reklam kampanyasında fotoğraflandı ve turnayı gözünden vurdu. 20 yaşındaki Patrick, gözlük koleksiyonu için kameranın karşısına geçti. Şu günlerde dev bilboardlar ve magazin dergilerinde boy boy fotoğrafları ile, kalıcı bir isim olma yolunda ilerliyor. Diğer yandan Tom Ford, son günlerde moda dünyasında sürekli güncel kalan “sneaker” modasına ayak uyarak, kendi yorumuyla, vintage görünümlü havuzlu tabanlı, nefis bir sneaker koleksiyonu da hazırladı.

Yazının devamı...

Sinemada kuralı Türkan bozdu

Beyazperdenin içinde en eskilerinden, dünya tatlısı bir kadınla yollarımız bir tatil kasabasında kesişti. Yıllar önce kaybettiği eşi sayesinde girdiği beyazperde dünyasını uzaktan hâlâ izliyor. Ağzından bal damlayan, sohbetine doyum olmayan bu kadınla hayatın cilvelerini konuşurken, yanımızdaki masaya son günlerin popüler bir dizisinde başrol oynayan ve evlilik hazırlıkları içinde olan bir çift oturuverdi.

Denizin iyot kokusu ve dalgaların sesi kulaklarımıza yer etsin de, İstanbul’a döndüğümüzde uzun süre bu stokları kullanalım diye biz sohbetin dibine vururken, yan masadan çifttin sesleri yükseldi. Kavga etmeye başladılar. Hatta, sert bir hareketle ellerini yakaladığı kız arkadaşına, “Sus!“ diyiverdi, genç uzun boylu yakışıklı.

Yanımdaki kadın, “Set aşkları böyle oluyor” dedi. “Kendileri bir süre sonra oynadıkları karakterlere aşık oluyor. Gerçek hayatta bulamadıklarını, senaristlerin, yönetmenlerin yarattıkları karakterlerde buluyorlar. Buna inanıyorlar. Kendilerini hayal ürünü karelere kaptırıyorlar. Çünkü onları birleştiren o ortamda, öyle bir hayal dünyasında yaşıyorlar ki... Rüya gibi mekanlar... O derin bakışlar ve o güzel sözler. Sonra, gerçeğe, evlerine döndüklerinde akılları karışıyor rüya ile gerçekler karma karışık oluyor. Aslında onları birleştiren, o bir hayal dünyası...”

Diziler bitince, o aşkta daha sonra demek ki bitebiliyordu. Daha sonra değindiği şeyler de özetle şöyleydi...

Eskiden yapımcılar, ilişkiler duyulmasın diye kıyametler koparırdı. Büyük bir titizlikle o ilişkiyi saklarlardı. Halka mal olmak diye bir deyim vardı. Oyuncunun oyuncuyla evli olması yasaklanırdı. Sinemalarda izledikleri yıldızın hayalini kuran seyirci, evli olmasını kabullenemez diye düşünülürdü. Sanatçının özeli büyük gizlilikle yaşardı. Sosyal medyada yok... Her taşın altından çıkan paparazzi de... Bu kuralı ilk bozan, Türkan Şoray ile

Cihan Ünal oldu.

Şimdi, reklam olsun, uzun uzun konuşulsun diye, oyuncuları birleştirme haberleri üretiliyor. PR’ın her türlüsü mübah. Dizi tutulsun diye, yalandan üretilen aşklar...

Reyting az gelirse çiftler, Cihangir’de, Bebek’te bir kafede diz dize yakalanabiliyor. Dizi de bir türlü kavuşamasalar da... Ya da sahilde el ele dolaşmalar... Ama, alan memnun, satan memnun...

İşte iyi kötü örnekler

Bu sohbettin sonunda masa da isimler hava da uçuşmaya başladı. Gerçekten ortaya çıkan liste enteresandı. Sadece iki örnek ile durumu özetlemek yeterli olacaktır.

“Yer Gök Aşk“ dizisinde tanışan Birce Akalay başroldeki Murat Ünalmış ile evlenmişti. Kısa süre sonra boşanıp yeni dizisi “Küçük Ağa”daki rol arkadaşı Sarp Levendoğlu ile evlilik hazırlıkları içine girdi. “Lale Devri” dizisinde başlayan Serenay Sarıkaya ve Tolgahan Sayışman aşkı dizi ara verince bitti. Sarıkaya yeni dizisindeki Çağatay Ulusoy ile beraberliğe başladı. Ardından o da son buldu. Sayışman’da devam eden dizinin başrol oyuncusu Selen Soyder ile uzun zamandır beraber.

Liste uzayacaktır. Örnek çift hiç mi yok diye masaya elimi vurdum. “Maşallah” dedirten bir çiftimizi bulduk. Bergüzel Korel ve Halit Ergenç...

Masamızın kraliçesi kadın son sözü espri ile şöyle söyledi. “Demek ki Binbir Gece dizisini yaratan senaristler ikilinin gerçeğine çok yakın karakterler, çok yakın roller yazmış.”

Yazının devamı...

Sezen Aksu ay tutulması gibi

Bir Sezen Aksu hayranlığım var. Manyaklık derecesinde denebilir. Çok uzun yıllardır verdiği konserlere gidememiş olmanın üzüntüsü hep içimde vardı. Her konserini hafta sonuna doğru verir, ama Pazar geceleri hiçbir konseri olmadığından seyredemezdim. Hatta bunu sıkça dile getirmişliğim, dost meclisinde çok yakınmışlığım vardır. Neden Pazarları çalışmıyor?

Geçtiğimiz günlerde, "Selamlar olsun" konserlerinin ilk gecesinde kendisini dinlemek kısmet oldu. Heyecan ve mutluluğumu dile getiremem. Ölmeden yapılması gereken 100 şey arasında yer alan Harbiye Açıkhava konseri böylesine önemli birçokları için... Özlemiştim. Sanki uzun zamandır göremediğim bir dostuma kavuşmanın heyecanı da diyebilirim. Konserin başlayıp bitimine kadar adete Sezen manyaklığımın neden bu noktaya geldiğini kendi kendime bir kez daha anlayabildim. O bir uzaylı. Olsa olsa ay tutulmasının olduğu atmosferde yaşayan bir uzaylı. Sanki aklımdan böyle bir şey geçti. Abarttığımı düşünmeyin. Bana göre öyle.

Konserde neler mi oldu?

Orkestranın tüm kadrosunun her biri zaten kendi ayaklarının üstünde durabilen birer star. İyi müzisyenler. Fahir Atakoğlu, Mustafa Ceceli, Erdem Yörük, Yankı kardeşler. Ya vokeller! Nurcan Eren, Ercüment Vural, Cihan Okan, Sibel Gürsoy, Derya... Kadroda bir tane boş eleman yok. Orhan Topçu vurmalı çalgılarda ilerleyen saatlerde yaptığı şovda da gösterdi ki, Aksu'nun da tabiri ile ‘Köyün delisi’ gibi.

Repartuarda onlarca beklediğimiz şarkılar olmadı değil. Ama bu istekleri bis yaptığı sırada çığlıklar atıp isteyen ön sıralarda ki kadın izliyicilere de Aksu'nun da söylediği gibi, "İmkanı var mı yüzlerce şarkımı burda okumaya? Size ders veriyorum eve gidip sebep sonuç ilişkisini çalışın..." Sahnenin kenarında, sol siyah perdelerin aralarında duran kulis ahalisini ve çalışanlarının seyirci tarafından görülmediklerini zannedip, orkestra elemanlarına işaretler çakıp, zaman zaman göbek attığını gördük. Güldük. Unuttukları bir şey var: Sezen Aksu da ordan girip çıkıyor. Bizim gibi hastalıklı gözler oralara da bakıyor.

Ya o dev ekranlara anında görüntü veren kameramanlar? Aksu fotoğraf bile vermiyor artık. O kadar yakına girip sanatçıyı görüntülemek niye? Zaten solo yapan müzisyeni siz yakalayana kadar solo bitiyor... Gecenin en keyiflisi kısmı ise, her konserinde süprizlerine alıştığımız konukları yerine beş delikanlının dansları idi. Hele Nurcan Eren'in sesiyle dinlediğimiz şarkıdaki dansları sıkmadan uzatmadan yerinde yapılmış bir hamle idi. Bir de o profesyonel dans ayakkabıları yerine, kostümlerine uyan kösele ayakkabıları giyselerdi...

Yeni yürütmeliğe göre, sigara içmek yasak. Kabul, efkarlanıp her şarkısında anılarımızla yüzleştiğimiz Aksu için o sigaraları tüttüremiyoruz. Yasaklara alıştık. Haklılar da.

Peki o çekirdek satışı neyin nesi? Ki benim gibi sabit ses takıntısı olan biri için kabus gibiydi. Bırakın Sezen’ime doyayım dostlar! Gidin evinizde "çıtlayın."

Telefonunuzla konseri çekin, çekin, hepsini çekin! Kime ne? Ama açı ayarlayacağım diye yukarıya kaldırdığınızda o kolunuzu, telefon ile benim görme alanımda kirlilik yaratmayın. Aaa, tabii bir de yarışınız var. Aman anında çektiğiniz fotorafları konseri seyretmeyi bırakıp hemen sosyal medyaya ilk siz yükleyin, sonra da gelen yorumlara gene o karanlık noktada sonuna kadar açtığınız ışıklı ekranlar da yorum yazın. Pes!

Konserde o kadar çok mesaj verdi ki Minik Serçe. Tabii anlayana. Bir tepki alamayınca da, lafını esirgemedi. Finele doğru dedi ki "Ben sizlerlen çok konuşmak istiyorum. Anlatmak istiyorum uzun uzun -ki biz Sezen Aksu'nun bu yönüne de bayılıyoruz- Ama Mustafa Oğuz az konuş diye günlerdir başımın etini yiyor. Az konuşup çok şarkı söyleyecekmişim."

Olmaz Most Production Sayın Oğuz. Sevgili Aksu'nun özelliği o ve biz öyle alıştık, öyle büyüdük. Bırak da genç kuşak onun şarkıları dışında, ne tatlı ve zekice yaptığı espirileri ile de tanısın. Zaten artık sahenede o eski müzikaller kalmadı. Bırak da Sezen iki kelamı ile bizi mutlu etsin...

Arkadaşlarımla tüm bunları dertleşirken, konserin altından girip üstünden çıkarken, birinden bir ses yükseldi: “Onna Tunç ve Aysel Gürel bağımlılığı hâlâ devam ediyor. Fark ettiniz mi? Her konserinde onları anmadan edemiyor." Grup arasında konuşulan efsanelere göre, Sezen Aksu sevdiklerini paylaşmayı sevmezmiş. Onno Tunç’un evine geceleri kıskançlık baskınları düzenler, Aysel Gürel’i de kendi evine kilitlermiş. “Otur, bir yere gitme! Söz yazalım” diye. Çayla çörekle günlerce kandırırmış.

Zaten Sezen Aksu’nun ev hikayeleri hep konuşulup duruyor. Sıcağı da hiç sevmez, eksi derecelerde otururmuş. Konserlerde kadın seyircilerine, “Bu vantilatörler bana az geliyor. Ne geldiyse başıma bu sıcak günlerde geldi. Başka sıcaklar da hayatıma girdi. Gülmeyin! Hepinizin başına bir gün gelecek. Aranızda doktor var mı?” dedi.

Yazının devamı...

Murathan Mungan’ın evinin hikayesi...

Tatil dönüşlerinde uzun yol, canınızı çok sıkar. O yollar, indiler, bindiler bitmez. Okursunuz, dinlersiniz, gözünüzü kapar hayaller bile kurarsınız, pencereden etrafı seyredersiniz. Ama yetmez, konuşmak istersiniz. Benimle aynı duyguları meğersem yanımdaki yolcu da hissedermiş. Ne güzel. Başladık konuşmaya. Konu konuyu açtı. Hatta konu nasıl buraya geldi, ben de şaşırdım. Bir arkadaşından duyduklarını bana anlatmaya başladı. Tesadüfün böylesi. Bakın, uzun yoldan dedikodunun dibine nasıl vurduk. Tabii bir iki Google araştırmasından sonra dedikodunun içi aşağıdaki gibi nasıl çıktı...

Ünlü yazarımız Murathan Mungan’ın Cihangir’deki evine günün birinde bir falcı gelir, adım attığı anda da ‘Siz gidiyorsunuz bir buçuk sene içinde bu evden. Anadolu yakasında, bahçe içinde tek katlı bir evin bahçesinde gezerken görüyorum sizi‘ der. Yazar, ‘Vallahi beş kuruş param yok, hayalimi okumuş olmalısınız’ diye cevap verir. Falcı ‘Ben gördüğümü söylüyorum, sizi orada bekleyen var’ der. Mungan, falcının söylediği gibi uzunca bir süre sonra Anadoluhisarı’ndaki evi satın alır.

Çıkmaz sokaktaki bu evi 2010 yılında satın aldıktan sonra, renovasyon yapmaya karar verir. 1960 tarihinde inşaa edilmiş bu müstakil ev, bahçesinde ağaçları olan ve ormandan gelen esinti ile sakın ve huzurludur. Evi alırken en çok bahçesinden etkilenir. Özellikle uzun ceviz ağacından. Bir de mahalleliden duyduğu hikayeden.

Vejetaryen olunca bahçesinde kendi sebzelerini yetiştirir

Mungan viran haldeki betonarme yığma binayı satın aldığında, eski sahibi merhume Hatice Hanım’ın edebiyat öğretmeni olduğunu, mahalledeki çocuklarla ve gençlerle kitaplarını paylaşarak onları okumaya teşvik ettiğini de öğrenir. Bu ilginç tesadüfle satın aldığı eve daha da bağlanan Mungan, yapının renovasyonu için ortak arkadaşları vasıtasıyla sağa sola haber verir. Uzatmayalım, ev için anlaşmalar yapılır.

Çıkmaz sokakta olan evin içine ve bahçeye girmek, inşaat için gerekli olan malzemeleri yığmak ve araç gereçleri sokmak o kadar zordur ki, bahçedeki ağaçları tek tek kesmeye başlarlar. Neredeyse hiçbir ağaç kalmayacak şekilde resmen talan edildiğini gören komşular Mungan’a ulaşır. “Bahçenizde tek bir ceviz ağacı kaldı” derler. Bunu duyan Mungan çılgına döner. Hemen inşaatı durdurur. Tabii ekibi de gönderir...

Ardından yeni anlaştığı profesyonel bir mimarlık ekibi ile bahçeye yeni ağaçlar dikilir. Portakal, mandelina, limon, ayva, erik, manolya, nar, kiraz, zeytin, çam, ıhlamur, hurma, elma, kamelya, açelya, defne ağaçları özenle güneş ışının yönü hesaplanarak yerleştirilir.

Ev nerdeyse özünü koruyarak baştan yaratılır. Yazarın tek başına yaşayacağı ev için, duvar bölüntüsüz açık plan sistemini uygulamak, bodrum katı işler hale getirmek ve minimum bakım maliyetine sahip bir kullanım alanı yaratmak, tasarım kararlarını yönlendiren temel unsurlar olarak belirlenir. Mungan, tam bir yıl süren inşaattan sonra, 2011’de yeni evine yerleşir.

Bahçesinde, vejetaryen olan Murathan Mungan’ın kendi sebzelerini yetiştirebileceği bir alan bile kurgulanır. Yazarın bahçesinde, ormandan gelen esintileri hissederek ve ceviz ağacının gölgesinde en güzel eserlerini yazıyor. İşte, dünya küçük derler ya, o misal... Biz de yol arkadaşımızın yalancısıyız...

Yazının devamı...

Tatillerin en güzeli programsız yapılanı

Ani bir kararla bavulumu hazırladım. Şans bu ya! Uçak biletimi almaya hazırlanırken, telefona mesajlar gelmeye başladı. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarım, “Güney’de toparlanıyoruz. Hadi bize katıl” diye üsteliyordu. Oysa, bu yıl asosyalliğin dibine vurmak, kıyı köşede sadece deniz güneş faslı yapmak istiyordum. Program güzeldi: Fethiye Ölüdeniz. Ardında Patara, Kalkan, Kaş ve hayran olduğum Yunan adası Meis... Bilet alındı. Dalaman’da görüşmek üzere sözleşildi.

Uykusuz bir sabah yolculuğu ile Dalaman Havaalanı’na vardığımda, daha önce rahatsız olduğum bir şeyin aynen devam ettiğini, değişmediğini gördüm.

Tüm çevre tatil merkezlerine 10 TL’ye ulaşım sağlanırken, neden hâlâ Kaş civarına bu servislerin konmadığını anlayabilmiş değilim. Taksiciler bu yola 260 lira fiyat biçiyor. Bu pek de yabana atılır bir para değil.

Bir saat sonra Fethiye merkeze, ardından Ölüdeniz’e varışımız 20 dakika sürdü. Fethiye’de uzun zaman önce bulunmuştum. Ama gözle görülür bir şehirleşme söz konusuydu. Hatta birkaç alışveriş merkezi de gözümüzden kaçmadı. Otelimiz merkezde... Küçük, sevimli, daha çok yerli turistlerin kaldığı, özellikle ailelerin tercih ettiği bir yer.

Ölüdeniz, sanırım kıyı şeridinin, plajlarının sığ olamasından, belki de deniz sıcaklığının yüksekliği yüzünden, çocuklu aileler tarafından tercih ediliyor. Özellikle İngiliz ve kuzey ülke turistlerinin

yoğunluğu fark ediliyor.

Fazla “action” seven arkadaşımız, “Buraya kadar gelmişken, Babadağ’da yamaç paraşütü yapmadan dönmeyelim” diye tutturdu. Organizasyon dışında kaldım ve izlerken bile ürktüm. Yükseklik korkum var. 200 lira verip, 2000 metre yüksekten, profesyonel ekiple, dağdan aşağı süzülüyorlar. Havada sabah akşam rengarenk onlarca paraşüt... Çektikleri fotoğrafları hemen sosyal medyada paylaşıp, havalarına da hava katıyorlar.

Dolunayda beyaz partiler ünlü

Gece hayatının bize önerilen yeri Hisarönü’ydü. 15 dakika uzaklıkta olan, biraz Bodrum Gümbet’i andıran barlar sokağında kısa bir tur attık. Burada popüler ne olduğunu da böylece öğrendik. Barda dans eden garsonlar hatta aşçılar ve Latin Amerikan şarkılarla, oryantal kostümü giyip dans eden, yabancı kızlar... Dikkatimizi çeken bir başka şey ise, Ölüdeniz ve Hisarönün’deki India ve Chianas restauranların şaşırtıcı derecede fazlalığı oldu... Meşhur kebapçılarımızın yerini onlar almış gibi. Ölüdeniz’deki Help Clup’ın ise pizza ve hamburgerleri ise bir harika. Orijinal dekoru ile yaptıkları cazdan, rock’a canlı müzik geceleri de keyifli. Karaoke barlar ve enteresan hatta çözemediğimiz eğlence anlayışının içinde Buzz Beach Bar bir numaraya yerleşiyor. Harika mönüsü ve muhteşem tatlıları dışında Ölüdeniz’in kumsallarının manzarası eşliğinde üst bölümdeki kulüp kısmı ise güneydeki birçok yere taş çıkartırcasına alkışı hak ediyor. Her dolunay zamanı beyaz partisi ile de Fethiye ve Ölüdeniz civarından gelenlerle dolup taşıyor.

Bir gün sonra, saat 17.00 gibi, sahilde güneşlenirken, bir görevli yanımıza geldi ve “Saat 18.00’de kapatıyoruz” dedi. Güneş bizi neredeyse 20.00’den önce bırakmıyor. Nedenini sorduk. Sabah erken açtıkları için, akşam erken kapattıklarını söyledi. Hadi bize neyse de... Ya o turistler?

Erken kapanan beachlere çözümü halk plajları getirmiş. Orada size karışan yok... Sanki “erken kalkan yol alır“ lafı burası için söylenmiş gibi, hayat gece bir gibi burada bitiyor. Yarın; Fethiye ve civarında bizi neler bekliyor!

Yazının devamı...

Gayler Murat Boz’u ürküttü mü?

Murat Boz davası, bir zamanlar Türk sinemasına damga vuran Şalvar davasına döndü. Orada da kadınlar, üzerlerindeki baskıyı yok etmek için, evlerini kocalarına kapamışlardı.

Medyada yer alan habere göre, Türkiye’nin ilk gay dergisi Gay Mag’in ilk sayısında Boz’un kapak olacağı ve özel bir röportaj vereceği yazılmıştı. Ardından yapılan açıklamada karardan vazgeçildiği ve böyle bir röportajın olmayacağı söylendi.

Mevzu gay dergisine kapak olmak değil, bunu kötü bir şeymiş gibi algılayan insanların su yüzüne çıkmasını sağlamaktır. Mesele belki de ilk olmak ve kendi çapında da olsa, bir tarih yazmaktı.

Tarzı ve tavrı olan, yüz binlere hitap edip peşinden sürükleyen isimlerin, orijinal fikir ve projelere destek vermesi; insanların akıllarını ve bakış açılarını genişletir. Çağdaş ve modern toplumlarda bu tür hareketler köstek değil desteklenen işlerdir. Bunun şöhret isimlere geri dönüşümü negatif değil aslında pozitif oldurduğu bir gerçektir. Aynı zamanda ilk olmak ve o kapıyı açmak, kendi için de ayrı bir önem taşır. Peki, Boz’un aklını çelen fikir babaları ve de acabaları neler? Ah be Eliz! Keşke telefonumu açsaydın da, bizi bu acabalardan kurtarsaydın...

Acun Medya’nın gücü devreye mi girdi? Boz hâli hazırda O Ses Çocuklar yarışmasında jüride. Bekli de çocuklarla ilgili bir iş yaptığından, böylesi iddialı bir projede, üstü çıplak bir karede yer almamak istememiştir. Sanatçının ekibi her şeydir. Kendi kararlarını alırken, ekibine de muhakkak danışır. Boz’un her röportajında üstüne basa basa söylediği, “Sevgilim Eliz her şeyim ile ilgileniyor. Kıyafetimden, konserlerime kadar” lafı... Ve hatta, “Geri Dönüş Olsa” klipinde, sevgilisinin baskısıyla öpüştüğünü bile söylemesi... Peki, bu konudaki “U” dönüşünün arkasında da mı bu güç var acaba?

Tarkan yapar mıydı?

Boz ile röportaj yapılmadan, daha ortada bir şey yokken, erkenden medyada kendi üstünden reklam yapılmasından rahatsızlık duymuş olabilir. Haksız da sayılmaz değil mi? Aslında Boz yakalandığı o kilolu halinden sonra, hemen her fırsatta vücudunu yeni düzgün haliyle sergilemeye çalışmıştı. Dünya starları her fırsatta özellikle erkek sanatçılar bir şekilde vücutlarını sergileyip hayran kitlesini arttırmayı başarıyor. Burada amaç belli: Dünyada büyük bir çoğunluğu olan gay kitlesini ele geçirmek. Boz bunu nasıl düşünemedi diyeceğim ama... Bir şekilde dünyaca biraz tanınan Tarkan da aynı şeyi yapar mıydı acaba? Ben de açtığım whatsapp grubunda arkadaşlara sordum; “Bu derginin kapağında siz kimi görmek istersiniz?” diye. İşte yanıtlar...

Dergi kapağı listesi

- Kıvanç Tatlıtuğ n Okan Bayülgen

- Kerem Bürsin n Tarkan n Gökhan Özen n Engin Öztürk n Mehmet Günsür

- Kaan Yıldırım n Sarp Levendoğlu

- Murat Dalkılıç

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.