Yani haftanın en az bir günü yollarda... Ancak onun asıl mücadelesi bu yoğun temposunun içinde saklı. Arıkan, çok katı bir diyet gerektiren Çölyak ve ataklar halinde gelen Meniere hastası. İki hastalık stresle tetiklendiğinden onun için yazmanın bedeli de çok ağır. Hatta kulak zarını deldirip iğne olacak kadar.
Gün gelir, bedeniniz size itaat etmez. Aksine o ruhunuza hükmetmek ister. Der ki: “Artık senin istediğin gibi değil, benim istediğim gibi yaşayacağız ve bunun da kuralları var.” İşte bunun adı, hastalıktır. Bu nedenle zorlu bir hastalığa yakalandıysanız bedeninizle yeni bir kontrat imzalarsınız. Ama aslında bu kontratın diğer tarafı hayatın ta kendisidir ve o sizin bedeninizle somutlaşmıştır.
İşin tuhaf yanı böylesi kontratları imzalamak zorunda kalanlar genellikle tek bedene bile sığamayan, zorlanan, heyecanlı, coşkun, azimli ve yaratıcı kişilerdir. Bedenleri ruhlarına yetmeyen... Belki de bu nedenle onları yürümek yerine koştururken görürüz. Bence yazar Meltem Arıkan da onlardan biri. Kendisini “Umut Lanettir”, “Zaten Yoksunuz”, “Kadın Bedenini Soyarsa” başta olmak üzere, imza attığı dokuz kitapla tanıyorsunuz. Dahası Meltem Arıkan aynı zamanda bir işkadını. Kendisi, Batum’da, Türkî Cumhuriyetleri’nde, Avrupa’da projeleri ve inşaatları olan bir proje danışmanlığı ve mimarlık şirketinin sahibi. Bu nedenle haftanın yedi gününden birinde mutlaka yollarda. Ancak o bu koşturma içinde, bir başka mücadele daha veriyor. Ve bunu da kimseye çaktırmadan yapıyor. Arıkan, pek çok kişinin hayatını kabusa çeviren, yaşam biçimini alt üst eden iki hastalığa sahip; gluten zehirlenmesi olan Çölyak ve baş dönmesine neden olan Meniere’ye... Kendisiyle hastalıklarını, onlarla mücadele etme yöntemlerini ve yazarlığına olan etkilerini konuştuk.
Nedir bu Çölyak ve Meniere hastalıkları?
Çölyak bir ince bağırsak hastalığı. Bağışıklık sistemine bağlı oluşuyor. Gluten içeren besinler aldığında ince bağırsağın iç yüzeyinde iltihaplanma oluyor. Bu da ince bağırsağın minik ve ince uzantılarını yok ediyor. Böylece besin maddeleri emilip kana karışamadığı gibi zehirlenmeye başlıyorsunuz. Bunun tek çaresi glutenden uzak durulan bir diyet. Ancak gluten buğday, arpa, yulaf, çavdar gibi tahılların içinde bulunan bir tür protein olduğu gibi kıvam artırıcı ve koruyucu olarak da kullanılıyor. Yani bu bir kabus. Meniere ise iç kulakta bulunan ve dengeden sorumlu sıvılardaki basınç artışının neden olduğu bir hastalık. Ataklar geldiğinde baş dönmesi, kulak uğultuları, işitme kaybı, mide bulantısı baş gösterebiliyor. Kimi zaman o kadar yoğun oluyor ki yatakta yatmak bile bir mesele oluyor. Tavan neresi, yer neresi karışıyor.
BİR GECE YATAK DÖNMEYE BAŞLADI
Nasıl başladı bu hastalıklar?
Meniere, doğum sonrasında başladı. On dört senedir meniere hastasıyım. Zorlu bir loğusa dönemi geçirmiştim. Amipli dizanteri olmuştum. Uykusuzluk, yalnızlık, yorgunluk ve bir gece yatak dönmeye başladı. Ertesi gün meniere teşhisi kondu. Çölyak’la ise üç yıldır tanışıyorum. Teşhis konulana kadar çok zor zamanlar geçirdim. Sonunda doktorum Kemal Bahri Ateş teşhis koydu da derin bir nefes alabildim. O gün bugündür diyetteyim.
Hastalıklar, sağlıklı bireylerin farkında olmadıkları bir pencereden bakmamızı sağlayabilir. Sende böyle bir değişim oldu mu?
Oldu. Kabullenmeyi özümsedim. Bir de ortada bir sorun varsa kendine acımanın yararsız olduğunu. Bunları içselleştirince yaşama yönelik tepkilerin de farklılaşıyor. Özellikle meniere krizlerim çok şeyi değiştirdi. Çünkü ataklar kimi zaman hastaneye kaldırılacak kadar ağır olabiliyor. Yaşama yaklaşımını belirleyen şey ölümü yorumlayışınmış...
Hastalıklar hayatını nasıl etkiliyor? Bir formülün var mı?
Tedbir amaçlı, yanımda sürekli glutensiz ürünler taşıyorum. Zira sürekli seyahat eden biriyim. Ne yazık ki ülkemizde Çölyak hastalarına da sahip çıkılmıyor. Avrupa ülkelerinde glutensiz ürünlerin çoğunu devlet karşılıyor. Eczanelerde satılan bu ürünler ithal ve çok pahalı.
Edebiyat tarihine baktığımızda yazarların belli hastalıkları olduğunu görürüz. Hastalık edebiyatı, sanatçı ruhu besler mi?
Sanatçılar sorgulayan, karşı çıkan, sevgilerinden daha yoğun öfkeleri ve nefretleri olan kişiler. Bu duyguları kendi içlerinde yoğun olarak yaşamak da onları yoruyor ve hastalıklar da bundan besleniyor olamaz mı? Sonra da bir döngü başlıyordur.
Sabahları poğaça yemeyi en çok da simidi özledim
“Çölyak’la baş edebilmek için öncelikle bu diyetin çok sağlıklı olduğuna kendimi ikna ettim ki bu doğru. Yanımda sürekli glutensiz krakerler taşıyorum. Bol bol kuru meyve yiyorum. Ama bir otelde, çay saatindeki keklere, pastalara bakarken ağzım sulanmıyor da değil. Sonra sabahları poğaça yemeyi özledim. Ama en çok simidi özlüyorum. Oğlumun pizzasına eşlik edebilmeyi... Pastanelere ve marketlere tokken gitmeye çalışıyorum. Buralar benim için zor yerler.“
Bütün bunların beni bulmasına şaşırmıyorum
“Binde bir gerçekleşen bir şeyin beni bulmasına şaşırmadım. Hayatım boyunca hep böyle oldu. Mesela küçükken bademciklerim durduk yere kanardı. İnsan loğusa döneminde, evin içinde kanlı dizanteri olur mu? Ben oldum. Ama tabii iki hastalıkta da yorgunluğun, stresin, acıların, kırgınlıkların ve öfkelerin çok etkisi var. Sanırım bu hastalıklar da içime attıklarımın bir aynası oldu.”
Keşke acımak yerine anlamaya yönelseler
“Acıma duygusundan oldum olası nefret ederim. Nitekim yıllarca kimseye de bu hastalıklarımdan bahsetmemişimdir. Bu röportajı da sen olduğun için veriyorum. Çünkü sen de bir hastalık sürecinden geçtin. Bana acımayacağını, korkmayacağını, aksine anlayacağını biliyorum. Mesele de bu zaten; acıma karşımızdakilerin korkusundan başka bir şey değil. “Ya benim başıma gelirse” diye düşünüp sonra “Gelmediğini fark edip” bize acımalarıdır. Keşke acıma gibi sahtekârca bir duygu yerine anlamaya yönelseler.”
Romanımı yazarken o kadar gerildim ki kulak zarımı delip kortizon verdiler
Katı bir disiplinle yaşamak, mahrumiyetlerinin çoğalması, yataktan çıkamamak, muhtaç olmak ya da insanların hatta bazen kendinin görmek istemediğin yüzleriyle karşılaşmak... Tüm bunlar bakış açımı kesinlikle etkiliyor. Ben yazarım. Yazmak gerilimli bir süreçtir. Romanın yarattığı o ruh hali, aşırı yorgunluk, uykusuz geçirilen geceler de meniere ataklarımı tetikliyor ya da artırıyor. Şöyle anlatayım; yazmakta olduğum “Seçim Yapmak Zorundasın” isimli romanımı yazarken ataklar o kadar arttı ki, doktorlar kulak zarımı delip üç gün süreyle kortizon vermek zorunda kaldılar. Ama ben yine romanımı yazmaya devam ediyorum ve çok güzel oluyor.