Londra’dan sergiler
.
Saatchi Gallery 30’uncu yaşını kutlarken yedisinden yetmişine 14 güçlü kadın sanatçının eserlerini ‘Chamagne Life’ isimli sergiyle bir araya getiriyor.
Sergide doldurulmuş hayvanlardan, nakış gibi işlenmiş devasa portrelere, bir duvar dolusu tencereden, soyut heykellere her türde işi görmek mümkün. Galeri’nin CEO’su Nigel Hurst işleri herhangi bir konsept altında toplamadıklarını, sadece kadın çağdaş sanatçıların kendi özgün eserleri ile yıl dönümlerini kutladıklarını belirtse da pek çok eserde yılardır maruz kalınmış ayrımcılığı izlemek mümkündü. Özellikle Alice Anderson’ın ‘Bound’ isimli eseri serginin en çarpıcı parçasıydı. Ahşap ve bakır ipten oluşan anıtsal nitelikteki bu iki ayrı heykel göz alıcı parlaklıkları ile izleyicilerin odak noktası olmuştu adeta. Yıllar yılı kadına uygun objelermiş gibi algılanan dikiş nakış malzemelerinin bu denli büyük boyutlarda birer sanat yapıtı olarak karşımıza çıkması izleyene ister istemez ters köşe yapan sorular sordurmayı başarıyordu.
1976 doğumlu Afrika kökenli sanatçı Mequitta Ahuja’nın akrilik, yağlı boya ve çeşitli kağıtlar ile yaptığı tabloları da oldukça dikkat çekiciydi. İlk bakışta Paul Gauguin’in eserlerini andıran bu eserler Asya, Afrika ve Hint kültüründen etnik öğeler barındırıyordu. Stephanie Quayle’in gerçekçi boyutlarda, kilden yapılmış inek heykelleri ise tasvire dayalı en güzel eserlerden biriydi kanımca. Quayle 2013 tarihli bu işinde; çiftliklerde yaşayan hayvanların insanlar tarafından ne evcil ne de vahşi olarak algılanmasına ve insanların onlarla sevimli ama çıkar üzerine kurduğu ilişkisine dikkat çekmek istiyordu.
Geçtiğimiz ay sonu Kraliyet Sanat Akademisi Londra’da açılan ‘Monet’den Matisse’e: Modern Bahçeyi Resmetmek’ isimli sergi son günlerde en çok görmek istediğim etkinliklerden biriydi. Çünkü bu sergi Monet şaheserlerinin yanı sıra 1860’lardan 1920’lere tarzları her ne kadar farklı da olsa ondan etkilenmiş; Paul Klee, Emil Nolde, Vincent van Gogh, Henri Matisse, Gustav Klimt ve Wassily Kandinsky gibi pek çok önemli sanatçının belki de hiç bilinmeyen bahçe temalı eserlerini ilk kez gün yüzüne çıkartıyordu. Çeşitli koleksiyonlardan toplanan tam 125 eserin yanı sıra Monet’in bahçe tutkusu belgeleyen mektuplarına da yer verilmişti. Bu mektuplar arasında gözüme Monet’in şu cümlesi dikkatimi çekti: “Ressam olmamı belki de çiçeklere borçluyum.” Bazen olayları yaratan kişiler bazen de olayların yarattığı kişiler oluyoruz. Neden böylesi güzel bir çiçek hayatımıza yön vermesin ki? Sergi 17, 18 ve 19’uncu yüzyıldan bahçe ile peyzaj kültürüne dair ipuçları veriyordu. Sergi salonunun ortasında yer alan dik oturma koltukları ve yeşil duvarlar arasında kendimi adeta bahçede dolaşıyormuş gibi hissetim. Monet’nin ‘Lady in the Garden’ isimli çalışması önünde dakikalarca vakit geçirdikten sonra ise bu huzur dolu mekandan ayrılmak bir hayli zor oldu.Son olarak Tate Modern’deki Alexander Calder sergisi ve bu sergiye eş zamanlı olarak açılan Calder Ödülleri’nin gösterimi oldukça önemli etkinliklerdendi. Pace Galeri’de görme fırsatını yakaladığım ödüllü sanatçılardan Tara Donovan’ın küçük çelik toplardan oluşan heykeli şüphesiz ki en dikkat çeken işlerdendi.