Londra’dan notlar...
.
Geçen hafta Frieze Sanat Fuarı için gittiğim Londra’da adeta bonus niteliğinde, birbirinden farklı ve aynı zamanda başarılı iki önemli sergiyi görme fırsatı yakaladım. 12 Ekim’de Victoria Miro Galeri’de açılış kokteyline katıldığım “Self Portrait” isimli serginin başarılı sanatçıları ise son yıllarda gerçekleştirdikleri, dikkat çekici projeleri ile Michael Elmgreen ve Ingar Dragset.
Elmgreen ve Dragset, 1995’ten beri birlikte üretim yapan, hayatlarını adeta yeni sanatsal ifade biçimlerinin yaradılışına adamış bir çift. Danimarka ve Norveç doğumlu olan sanatçıların Vicroria Miro Galeri’deki üçüncü kişisel sergilerinde yer alan eserleri, ikilinin parlak zekasını izleyiciye ilginç bir mizah duygusu ile aktarmayı başarıyor. Elmgreen ve Dragset’in yeni serilerinden biri olan “etiket” çalışmaları sanırım sergideki en dikkat çekici eserlerdendi. Onların sanatsal perspektiflerini etkilemiş olan sanatçı arkadaşlarının önemli müzelerde yer alan eserlerine göndermede bulunan yeni yapıtları David Hockney, Keith Haring, Ross Bleckner, Roni Horn, Martin Kippenberger, Cindy Sherman ve Nicole Eisenmann gibi isimlerin eslerinin künyelerini mercek altına alıyor. Normalde eserin bir parçası olmayan, genelde karton üzerine baskı şeklinde yapıtın bulunduğu duvarda yer alan ve izleyiciyi işin tekniği, boyutu veya sanatçısı hakkında bilgilendiren bu künyeleri başlı başına ayrı bir sanat eseri gibi sunan bu kavramsal çalışmalar; mermer veya tuval üzerine boya, kağıt üzerine kara kalem gibi sanatsal tekniklerle birebir boyutlarından büyütülerek galeri duvarlarına yerleştirilmişlerdi. Keith Haring’in “Silence=Death” isimli eserinin künyesi başlığı itibari ile oldukça ilginçti. Haring’in 89 yılında ürettiği bu üçgen biçimli eseri, orada bir anda gözümde canlanıverdi. 1990 yılında henüz 31 yaşındayken AIDS sebebiyle aramızdan ayrılan başarılı sanatçıyı da burada anmadan geçemeyeceğim.
İkilinin, tanıştıkları ilk gün birbirlerinden habersizce giydikleri aynı ayakkabıya atıfta bulunan bir çift bronz spor ayakkabısı heykeli de sergide yüzümü gülümseten başka bir eser oldu. 2005’te Kopenhag’daki ilk tanışmalarının ardından 2007’de taşındıkları Berlin’de yaşamaya ve üretmeye devam eden çifti sergi açılışından bir sonraki gün verdikleri özel davette daha yakından tanıma ve eserleri üzerine sohbet etme fırsatı yakalayabilmiş olmam benim için oldukça büyük bir şanstı. Günümüzde eşcinsellerin buluşma noktası olarak kabul edilen Berlin’deki Tiergarten Parkı’nda 2007’de gerçekleştirdikleri anıt heykelleri sanırım sanatçıların en değerli eserlerinden bir tanesi. Nazi rejiminde zulüm görmüş eşcinsel insanların anısına yaptıkları bu kulübenin minicik camından her iki senede bir değişen ve farklı sanatçılar tarafından hazırlanmış bir filmi görmek mümkün. Sergi 7 Kasım’a dek görülebilir.
Gülay Semercioğlu sürprizi
“Self Portrait” sergisinden sonra ise önemli kadın sanatçılarımızdan Gülay Semercioğlu’nun “The Woman On The Wire” isimli sergisini Pi ArtWorks’ün Londra’daki şubesinde görmek benim için duygulandırıcı bir sürpriz oldu diyebilirim. Geleneksel Anadolu motiflerini, Türk kültürünü ve ataerkil toplumda kadının yerini sorgulayan sanatçının yeni eserleri ince işçilikleri ve parlak dokuları ile eşsiz görünüyorlardı. Semercioğlu’nun sergisi ise 21 Kasım’a dek izlenebilir.