Kraliyet Sanat Akademisi yaz sergisi
.
İngiliz sanat tarihine olan önemli katkıları ile Royal Academy Of Arts, sanatın altın yılları olarak kabul edilen 1768’de hizmet vermeye başlamış, oldukça eski bir bilim ve sanat akademisi. Eğitim sistemi, geniş içerikli kütüphanesi ve kültürel katkılarının yanı sıra tarihi binanın önünde bulunan bahçesi de yıllardır, yaşlısından gencine herkesin sosyalleştiği bir alan. Şu günlerde bu bahçede yer alan Conrad Shawcross’un, anıtsal, altı bacaklı çelik heykeli de burada vakit geçirmek isteyen herkesin ilgi odağı haline dönüşmüş durumda.
Ben de her sene ziyaret etmeye çalıştığım gibi bu sene de gerçekleşen geleneksel yaz sergisini görmek üzere Royal Academy Of Arts’da bulunan izleyicilerden biriydim. Herkes gibi içeriye girmeden bir kahve molası verdim zira yaklaşık 1.100 eseri bir günde görmek hiç kolay olmayacaktı.
Dünyanın en eski açık çağrı sistemi ile gerçekleştirilen sergisine bu yılki ilgi yine oldukça yoğun olmuş. Jasper Johns, Anish Kapoor, Antony Gormley, Julian Opie, Tracey Emin ve Clancy Gebler Davies gibi dünyaca ünlü isimlerin yanı sıra pek çok amatör sanatçının eserleri de bu sergide yerlerini bulmuşlar. Baş küratörlüğünü Craig-Martin’in üstendiği etkinlikten aldığım notlar ise şöyle; Binanın girişinde yer alan mermer merdivenler 1964 doğumlu İskoç asıllı sanatçı Jim Lambie’nin sihirli dokunuşu ile adeta yeni bir boyut ve mekan kazanmış. Zemine uyguladığı enstalasyonları ile tanınan sanatçının göz kamaştıran bu rengarenk müdahalesi ziyaretçilerin sıklıkla fotoğrafladığı bölümlerden biriydi. Lambie “Zobop” isimli bu eseri ile adeta izleyicinin mekansal algısı ile oynuyor.
Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge’in litografi baskıları ve kolaj eserleri ise izleyicide büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Resimleri dışında, tiyatro, film yönetmenliği yapımcılığı ve oyuncu olarak pek çok farklı alanda eserler vermiş değerli sanatçının sergide yer alan çalışmaları Güney Afrika'nın sosyal durumu ve tarihi üzerineydi. Sosyo-politik eserler veren Kentridge’in babası da zamanında Nelson Mandela’nın davasına bakan avukatlardan birisiymiş. Güney Afrikalı sanatçının hassasiyetinin ne denli içten olduğunu buradan da anlamamız mümkün. B askı ve kolaj tekniğini birleştirerek ürettiği, bir ağacı tasvir eden “Remembering the Treason Trial” isimli işi sergide beni en çok etkileyen eserler arasındaydı.
Geçtiğim başka bir bölümde Tim Shaw’ın “Man On Fire” isimli heykeli ile karşı karşıya kalmak ise tüyler ürpertici oldu. Savaşı protesto eden sanatçının neredeyse dört metrelik anıtsal heykeli dumanlar ve alevler içinde kalmış bir figürü betimliyordu. Tamamen siyah olan heykel eritilmiş plastik ve metallerden oluşuyordu.
1962 Londra doğumlu, Nijerya asıllı Yinka Shonibare de sergide etnik işleri ile yer alan önemli sanatçılardan bir diğeriydi. Dünyanın önemli galeri ve müzelerinde eserleri sergilenen şahsı 2010'da Traf algar'daki meşhur 4'üncü kaide üzerine gerçekleştirdiği devasa cam şişe içindeki gemi yerleştirmesi ile hatırlayacaksınızdır. Shonibare’nin kağıt işlerinden sonra son olarak Antony Gormley’nin adeta pikselleri andıran minik heykelcikleri dikkatimi çeken eserler arasında oldu.