Hindistan’dan merhaba
.
Üç gündür Yeni Delhi’deyim. Konferans programı yoğundu. Dış dünya ile ilgilenmeye zaman kalmadı. Döviz, faiz, istihdam, vs. Türkiye’de neler olduğunu bilmiyorum. Bir tür tatil sayılabilir.
Hindistan gerçek anlamı ile bir kıta. Nüfusu 1.2 milyar civarında ve artıyor. ABD, Kanada, Meksika, AB, Türkiye, Rusya, hepsini topladığınızda Hindistan’ın nüfusuna yetişemiyor. Bu ülkeler kadar çeşitliliği de içinde barındırıyor.
Kayıtsız kalmak zor
İnsanlar Hindistan’a kayıtsız kalamıyor. Gelen ya nefret ediyor ya çok seviyor. Ortası olmuyor. İlk grubu anlıyorum. Fakirlik, sefalet, pislik, hastalıklar, trafik kaosu, çirkin yapılaşma, say sayabildiğin kadar... Türkiye’den gelenleri bile rahatsız ediyor.
Ben ikinci gruptayım. Beni bizzat çeşitlilik cezbediyor. Etrafı gözlerken bizim ora insanlarının ne kadar birbirine benzediğini farkediyorum. Galiba Japon fıkrasıdır. “Siz birbirinizi nasıl tanıyorsunuz?” diye sormuş!
Hindistan ise bir ırklar cümbüşü; hepsinin ten rengi koyu; sarışın yok! Buna karşılık floresan morların, sarıların, yeşillerin kaynaştığı rengarenk giysiler, binlerce baharatın yarattığı özel lezzetler dünyası... Doğrusu Hindistan’ı seviyorum.
Modernliğin farklı yolları
Konferansta Hintli sosyal bilimcileri ve aydınları dinliyorum. Tartışmalar, bırakın Türkiye’yi, Avrupa’nın kültür merkezlerinde bile rastlanmayan içerikte ve incelikte gerçekleşiyor.
Bir fark hemen görülüyor. Hintli aydınların batı ile diyaloguna eşitlik hakim. Kendilerini batıya beğendirmeye, biz de sizdeniz demeye hiç çalışmıyorlar. Bazen insanda yukarıdan baktıkları duygusu bile oluşuyor.
Akla batı ve modernlik ilişkilerindeki çarpıcı zıtlık geliyor. Türkiye modernleşmek için batıya benzemeye çalıştı. Ünlü reformları yaptı. Hindistan ise tersini deniyor. Yani modernleşiyor ama doğulu kalıyor.
Batıya benzeme ve modernleşme aynı şey mi? İkincisi için ille ilki gerekli mi? Türkiye’yi anlamak için bu soruları doğru cevaplamak özellikle bugün önem kazanıyor. Hindistan’dan öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum.