Bayram sohbeti
.
Hafızama yerleşen ilk Ramazan 1949 yazıdır. Altı yaşındayım. Önceki sonbaharda aile Cebeci’den Beşiktaş’a taşınmıştı. Birinci günü oruç tutmaya kalkıştım. Uzun ve sıcak güne dayanamayıp bozduğumu sonradan çok anlattılar.
Ama ilk Şeker Bayramımı çok iyi hatırlıyorum. İnternette tam tarihini bulmaya niyetlendim. Sonra ne önemi var dedim. Altmış dört yıl geçmiş, temmuz ya da ağustos, ne fark eder! Sıcak yaz günleri idi...
Geçiş dönemi nesli
Kendi neslimi bir anlamda şanslı buluyorum. Artık bir daha geri gelmeyecek bir dünyaya doğduk. Gençlerin asla kavrayamayacakları bir medeniyetle yola çıktık. Ve onun gözlerimizin önünde yavaş yavaş eriyip yok olmasını izledik.
Bu anlamda büyük dönüşümün “geçiş dönemi nesli” olduk. Bizden öncekiler yeniyi doğru dürüst tanımadı. Bizden sonrakiler zaten eskiyi bilmiyordu. Biz arada bir yerde kaldık. Gelgitler arasında çok bocaladık.
O günler daha güzeldi demiyorum. Diyemem. İçerdiği sorunları en iyi bilenlerden biriyim. Ama yaşlandıkça insanın geçmiş nostaljisi artıyor. Gençliğine özlemi eskiyi aklamaya itiyor. Çirkini ve kötüyü unutturuyor.
Yalnız değiliz
İslam dünyası Şeker Bayramı’nı gergin ve üzücü bir ortamda kutluyor. İçeride ve dışarıda Müslüman toplumların modernliğe geçişte ve demokrasiyi tesiste yaşadıkları sorunlar tartışılıyor. Karamsar senaryolar yeniden güçleniyor.
Kindle sayesinde üç gündür Hintli düşünür Pankaj Mishra’nın çok önemli bir kitabını okuyorum: “İmparatorluğun Harabelerinden: Batıya İsyan ve Asya’nın Yeniden İnşası” (From the Ruins of Empire: the Revolt against the West and the Remaking of Asia; Picador, Ağustos 2013).
Bana yalnız olmadığımızı, Hintli, Çinli, Mısırlı, İranlı vs. diğer Asya toplumları ile müşterek deneyimlerimizi hatırlattı. Ufkum genişledi. En kısa sürede Türkçesi yayınlanmalıdır.
Okuyucularımın Şeker Bayramını kutluyorum.