Şampiy10
Magazin
Gündem

Kasım enflasyonu

Mali piyasalarda Fed kökenli gerginlik sürüyor. Döviz piyasası daha hareketli; döviz sepeti 2.41 TL’yi aştı. Daha da gidebilir. Gösterge tahvil faizi de etkileniyor; yüzde 9,2‘ye yükseldi.

İç hat uçak biletlerinde tavan fiyat uygulaması şaşırttı. Piyasa mantığı ile çelişir. Sanki rekabet yerine fiyat anlaşmasına gitme hazırlığı yapılıyor. Kartelleşmeye ilk adım mı? Bakanlık neden onayladı? Tüketici için hayırlı haber değildir.

OECD’nin orta eğitimin kalitesini ölçen PISA sıralaması açıklandı. Türkiye alt kattaki yerini koruyor. Eğitim reformunun aciliyetini kanıtlıyor. Son kavgalara bakınca doğrusu iyimser olmakta zorlanıyorum.

Gıdada düzeltme

Kasımda tüketici fiyatları sadece yüzde 0,01 (on binde bir) arttı. Sabit kaldı demektir. Piyasa yüzde 0,5 bekliyordu. Yüksek bulduğumu yazmıştım. Geçen yıl yüzde 0,4 artmıştı. Dolayısı ile yıllık tüketici enflasyonu yüzde 7,3’e geriledi.

Neden böyle oldu? Ekimde taze sebze-meyve fiyatları olağan dışı yükselmişti. Geçen ay “2010’a benziyor, mutlaka düzeltme gelir” dedim. Kasımda ilk aşama gerçekleşti. Aralıkta sürebilir. Not: Aralık 2010’da enflasyon eksiye dönmüştü.

Çekirdek enflasyona (ÖKTG-I) dönelim. Piyasa yüzde 0,9 öngörüyordu. Yüzde 0,6 çıktı. Mevsim etkisi arındırılınca yüzde 0,4’e iniyor. Son bir yılın en düşük çekirdek enflasyonudur.

Kur geçişkenliği

TL’nin değer kaybı enflasyona nasıl yansır? Literatürde kur geçişkenliği deniyor. Dalgalı kur öncesinde ilişki çok güçlü idi. Sonra gücünü kaybetmeye başladı. Ancak hâlâ güçlü olduğu düşüncesi epey yaygındır.

Döviz sepeti bazında TL’nin değer kaybı dört aydır yüzde 10’un üzerine çıktı. Kasımda yüzde 16,5’a tırmandı. Halbuki yıllık çekirdek enflasyon az da olsa düştü. Mevcut konjonktürde kur geçişkenliğinin zayıflaması normaldir.

Son olarak kiraya ve berberlere bakalım. Yıllık kira artışı nisanda yüzde 6,0’ya ulaşmıştı. Kasımda yüzde 6,3’e geldi. Yükseliyor ama çok yavaş. Yıllık berber enflasyonu ise kasımda yüzde 7,1’e geriledi. Ocak 2010’dan bu yana en düşük orandır.

Yazının devamı...

Döviz mevduatı eğilimleri

Para piyasaları eski güzel günlere bir türlü dönemiyor. Sepet kur dün 2.39 TL’yi aştı. Gösterge tahvil faizi fazla oynamadı. Son baktığımda yüzde 9,1 düzeyinde yatay seyrediyordu. En azından sakin bir gün sayılabilir.

Kasım enflasyonu bugün açıklanıyor. CNBC-e anketi TÜFE artışını yüzde 0,5 öngörüyor. Bana biraz yüksek geldi. İTO İstanbul ücretliler geçinme endeksi öncü göstergedir. Yüzde 0,3 arttı. Göreceğiz.

Mevduatın bileşimi

2003 öncesini hatırlayın. Kur tırmanınca vatandaş da dövize dönerdi. 2003’ten sonra bu gelenek yavaş yavaş bozuldu. Önce alım durdu. Sonra kur artışı döviz satışı getirmeye başladı. Son dönemde ne olduğunu merak ettim.

Kayıt dışını (yastık altı) bilmiyoruz. Banka sistemine giren bölüm izleniyor. Mevduat dört kategoriye ayrılıyor: İşçi hesapları, yerleşikler, yabancılar ve bankalar. Son ikisi bizi ilgilendirmiyor. İlk ikisine odaklanıyoruz.

Yerleşikler de ikiye bölünüyor: Gerçek ve tüzel kişiler. İlki hane halkıdır. Günlük dilde vatandaş diyoruz. Diğerine piyasa “kurumsal” diyor. Ana gövdesi şirketlerin mevduatıdır. Vakıf, dernek vs. diğer kuruluşları da kapsar.

Dövizi kim alıyor?

Kasım 2013’te vatandaş ve kurum mevduatı şöyle: 72 milyar dolar ve 52 milyar dolar. Küresel krizin hemen öncesi, Temmuz 2008’le karşılaştıralım. Beş buçuk yılda vatandaş mevduatını 0.4 milyar dolar azaltıyor. Kurumlar ise 19 milyar dolar artırıyor.

TCMB’de tutulan işçi hesaplarına dönelim. 10.8 milyar dolar düşüyor. Önemli; mevduat TCMB’den bankalara kayabilir. Yerleşik mi, yabancı mı? Bilmiyoruz. Ama bu dönemde yabancı mevduatı da 14 milyar dolar artışla 18 milyar dolara ulaşıyor.

Resim bence açıktır. Vatandaşın dövize yöneldiğine dair bir işaret görülmüyor. İşçi hesapları akla tersini bile getiriyor. Ama şirketler döviz alıyor. Normaldir. Açık döviz pozisyonu riskini azaltma arayışıdır. Kurumsal döviz talebi sürecektir.

Yazının devamı...

Yüzyıllık durgunluk

TÜİK tüketici güven endeksi Kasım sonuçlarını yayınladı. Hem geçen yıla hem Ekim’e kıyasla güvenin arttığı görülüyor. Büyüme için iyi ama dış açık için kötü haberdir. Hükümetin tüketimi kısacak tedbir arayışını açıklıyor.

Ekim dış ticareti açıklandı. Piyasa dış ticaret açığını 7.2 milyar dolar bekliyordu. 7.4 milyar dolar geldi. Geçen yıl 5.6 milyar dolardı. Bozulma altın ticaretinin artıdan eksiye dönmesinden kaynaklanıyor. Ayrıca Bayram tatile anlamını kısıtlıyor.

Summers’ın analizi

ABD eski Hazine bakanı, Fed eski başkan adayı, Harvard eski rektörü Larry Summers’ın IMF toplantısında yaptığı konuşma çok ses getirdi. Bu yazı dizisini de tetikledi. ABD (ve Euro Bölgesi) iktisat politikalarını değerlendirme fırsatını verdi.

Summers’ı manşetlere taşıyan gelişmiş dünyanın uzun sürecek bir durgunluğa girebileceğini gündeme getirmesidir. “Secular” sözcüğünü kullanıyor. Türkiyede bir anlamı (laik) bilinir. Diğeri “yüzyıl” sözcüğünden türemiştir. Çok uzun süreyi içerir.

Analizi ABD’ye odaklanıyor. Ancak Euro bölgesi için de aynen hatta daha da güçlü şekilde geçerlidir. Merkezinde kriz sonrasında iktisat politikasının koşulların gerektirdiği gibi gevşetil(e)memesi yatıyor. Son üç yazıda para politikası boyutunu anlattım.

Düzeltme biçimleri

2008 sonunda (25 Aralık) VATAN’da çıkan “Kuşbakışı Küresel Düzeltme” yazımı hatırladım. Küresel dengesizliğe dış fazla veren Çin ve dış açık veren ABD örneği ile bakmıştım. Bugün Kuzey ve Güney Avrupa daha net bir örnektir.

En kötü senaryo iki tarafından da küçülmesidir: Büyük Buhran. Beklediğim gibi, sert politika tepkisi bu felaketi engelledi. En iyi senaryo tarafların rol değiştirmesidir: Büyüyerek düzeltme. Düşük ihtimaldi; nitekim Çin ve Kuzey Avrupa yanaşmadı.

Üçüncüsü aradadır: Küresel durgunluk. Küçülme yok ama büyüme yetersiz kalıyor. Yani krizin hasarını kaldırmaya (işsizlik, gelir dağılımı) yetmiyor. Summers mevcut politikaların dünya ekonomisini bu tatsız konjonktüre taşıdığını söylüyor. Katılıyorum.

Yazının devamı...

Faizin ekonomi politiği

Mali piyasada İran anlaşmasının olumlu havası kısa sürdü. Döviz sepeti yeniden 2.38 TL’ye, gösterge tahvil faizi yüzde 9’un üzerine çıktı. Şaşırtıcı değildir. Uzun süredir bu düzeylere “yeni normal” diyorum.

Minneapolis Fed rasyonel beklentiler ekolünü fena vurdu. İki temsilcisi aniden işten çıkarıldı. Özellikle Patrick Kehoe gevşek para politikasına karşı tezleri ile tanınıyor. Nobel’li E. Prescott kararı ağır dille eleştirdi. Keynes’çiler ise sevindi.

Kim borçlu, kim alacaklı?

Negatif reel faiz tartışmasına devam ediyorum. Salı ekonomi politik boyutuna değindim. Faizin etkisi sadece makro dengelerle sınırlı değildir. Aynı zamanda kaynak ve gelir dağılımını belirler.

Faiz nedir? Borçlu ile tasarrufçu arasında gelir transferidir. Yani her hareketi ile biri kazanır, diğeri kaybeder. Doğal olarak alacaklılar faizi yüksek, borçlular düşük sever. İkisi de çıkarını gözeten faiz politikası ister.

Kim bunlar? Genel çizgileri bellidir. Zenginler net alacaklıdır. Orta sınıf emeklilik sigortası sayesinde tapi kalkar. Fakirler net borçludur. Başka yönden bakalım. Üreticiler net borçludur. Net alacaklılara rantiye denebilir.

Tasarruf paradoksu

Kaynak dağılımına dönelim. Dengede kaynakların üzerinde harcama varsa tasarruf yetersizdir. Toplumun tasarrufa ihtiyacı vardır. Tasarrufçuya mükafat, borçlanarak tasarruf kullanana ceza gerekir. Pozitif reel faiz bunu sağlar.

Diğerine Keynes “tasarruf paradoksu” demişti. Dengede kaynakların altında harcama varsa tasarruf fazladır. Toplumun harcamaya ihtiyacı vardır. Borçlanarak tasarruf kullanana mükafat, tasarrufçuya ceza gerekir. Negatif reel faiz bunu sağlar.

Negatif reel faize muhalefetin kökeni ortaya çıkıyor. Bir: Krizin bedelini zenginlerin ödemesidir. Topluma yararlı olan onlara zararlıdır. İki: Ağustos böceği-karınca misali anlamını yitirir. Borçluya mükafat toplumun değerleri ile zor uyuşur.

Euro bölgesinde kuzey-güney ve ABD’de tutucu-Keynes’çi kavgaları tipik örnekleridir.

Yazının devamı...

Negatif reel faiz

İran’la anlaşma bölgede önemli bir gerginliği hafifletiyor. Türkiye’ye siyasi ve ekonomik etkisi olumlu olur. Nitekim dün döviz sepeti 2.35 TL’nin (dolar 2 TL’nin) altına indi. Gösterge faiz yüzde 9’un altına gevşedi.

Kasım kapasite kullanımı ve reel kesim güven endeksi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. İkisi de 2012’nin üzerinde çıktı. Ama mevsimlik etki arındırılınca geçen aya göre cüzi geriledi. Ilımlı toparlanma senaryosu ile uyumludur.

Sıfır faiz yüksek kalınca

Pazar yazımda likidite tuzağına ve para politikası açısından yarattığı açmaza değindim. Konu özellikle ABD’de iktisat politikası tartışmalarında öne çıkıyor. Süreç biliniyor. Fed yıllardır faizi sıfırda tutuyor. Ama ekonomi bir türlü canlanmıyor.

Belli ki sıfır faiz bile ekonominin gereklerine kıyasla yüksek kalıyor. Ama faiz sıfırın altına indirilemiyor. Yani “sıfır alt sınır” para politikasının etkinliğini azaltıyor. Resesyonla mücadelede kullanılmasını kısıtlıyor.

Geri planda enflasyonun da sıfıra yaklaşması yatıyor. Bu ise reel faizin negatife dönmesini engelliyor. Üstelik kredi faizleri enflasyonun üzerinde kalıyor. Reel kesimin pozitif faiz ödemesi ise talebi baskılıyor. Toparlanmayı geciktiriyor.

Negatif faiz dengesi

Makro iktisadın ünlü IS eğrisi ile düşünelim. Dikey eksende reel faiz, yatay eksende harcama-gelir yer alır. Farklı harcama-gelir düzeylerine tekabül eden reel faiz aranır. Model düşük işsizlik dengesine hep pozitif reel faizde gelir.

Şart mıdır? Hayır. Örneğin mali kriz bilançoları bozar. Herkes tasarruf için harcamasını kısar. Bu durumda ekonomi normal işsizlik oranına ancak reel faizini ciddi şekilde negatife dönmesi hâlinde ulaşabilir. Yoksa yüksek işsizlik sürer.

Olayın iki farklı boyutu var. Biri teknik: Reel faiz nasıl daha negatife döner? Ya enflasyon artacak ya da nominal faiz eksiye çekilecek. İkisi de zordur. Diğeri ekonomi politik: Siyaseten mümkün mü? İpucu: Tasarrufçuya ceza, borçluya mükafat demektir.

Konu ilginç ve güncel; devam edeceğim.

Yazının devamı...

IMF ezber bozuyor

Başbakan Yardımcısı Babacan, ekonomi yazarları ile geleneksel toplantısını Cuma günü yaptı. Yönetimin konjonktüre bakışını birinci elden dinledik. Merkez Bankası Başkanı Başçı ve Hazine Müsteşarı Çanakçı’nın sunumı internette var.

Sağlıklı veri üretimi TÜİK anketlerine yüksek katılım gerektiriyor. Kanun zorunlu tutuyor. Katılmayan ceza ödüyor. Halk sessiz katlanıyordu. Örneklemede medyatik vatandaşa çıkınca olay oldu. TÜİK ayıp etmiş; vatandaş rahatsız edilir mi!

Kalenin duvarları

IMF’nin aybaşında düzenlediği “Krizler: Dün, Bugün, Yarın” konferansına değinmiştim. Beni en çok Krugman ve Summers’ın konuşmaları etkiledi. Internette izleniyor. Krugman tartışmayı blog’una da taşıdı.

IMF Başiktisatçısı Blanchard’ın değerlendirmesi geçen hafta yayınlandı. Yazının başlığı içeriğini fevkalade iyi yansıtıyor: “Para politikası artık hiç bir zaman eskisi gibi olmayacak.”

Ortodoks (sağ) para politikası anlayışına büyük darbedir. Çünkü IMF onların hep kalesi oldu. Ama küresel kriz önce duvarı çatlattı. Kriz uzayınca çatlak büyüdü. Sonunda duvar yıkıldı. Blanchard, yanlış teorinin çöküşünü tescil ediyor.

Enflasyona methiye

Temel neden gelişmiş ülkelerin Keynes’in ünlü “likidite tuzağına” düşmeleridir. Özü basittir. Para piyasasında nominal faiz eksi olamıyor. “Sıfır alt sınır” deniyor. Bu da reel faizin konjonktürün gerektirdiği yere gerilemesine izin vermiyor.

Nasıl önlenebilirdi? Enflasyon baştan daha yüksek tutulabilirdi. Blanchard’ın kendi sözleri ile:

“Gelişmiş ülkelerde daha yüksek enflasyonun bugün yararı konusunda fikir birliği var. Herhalde (presumably) kriz öncesinde daha yüksek olsa şimdi de daha yüksek olurdu. Somutlaştıralım. Krizden önce 2 puan daha yüksek enflasyon en iyi tahminle bugün de 2 puan daha yüksek enflasyon, yani 2 puan daha düşük reel faiz demekti. Bu ise ABD’yi bugün “sıfır alt sınır” tahdidinden büyük ihtimalle çıkartırdı.”

Çok nettir. IMF’nin en yetkilisi açıkça kriz öncesinde enflasyonu yüzde 2’ye indirmek yanlıştı, yüzde 4 daha iyi olurdu diyor. Devamı var; yerim kalmadı. Yeni tavır Türkiye’ye yansır mı? Sanmam. “Sıcak paracı” kanat IMF’den vazgeçer, ezberine dokundurmaz.

Yazının devamı...

Çarşı-pazar enflasyonu

Para Politikası Kurulu salı günü faizlere dokunmadı. Ama bankalara verdiği likiditeyi kıstı. Kur oynaklığının fiyatlama davranışlarına olumsuz etkisini engellemeyi amaçlıyor. “Temkinli duruş” diyor. Ayrıntıları rapor yayınlanınca öğreneceğiz.

Döviz sepeti 2.36 TL’ye doğru gevşedi. Gösterge tahvil faizi ise yüzde 9’a yöneldi. Normaldir. Kuru baskılayınca faiz oynaklığı artar. Büyüme ve işsizlik için iyi haber değildir. Mevcut koşullarda para politikasının sıkılmasını desteklemiyorum.

“Ayşe teyzenin” filesi

Vatandaş enflasyonun kesinlikle düşük ölçüldüğüne inanır. Fiyatı yükselen mallara odaklanır. Düşenleri görmez. Çok örnek verebilirim. Gelişmiş ülkelerde de böyledir. Türkiye’nin farkı benzer görüşlere iktisatçılar arasında rastlanmasıdır.

TÜİK hem mal fiyatlarını hem bütçede ağırlıklarını yayınlıyor. Tüketici bütçesinin yüzde 24’ü “gıda ve alkolsüz içeceklere” gidiyor. İçinde 120 farklı mal var. Ama 20 temel ürün harcamanın yüzde 60’ını oluşturuyor.

Ben de “Ayşe teyzem” için bunları bir fileye doldurdum: Ayda 30 ekmek, birer kilo dana ve koyun eti ve balık, 3 kilo tavuk eti, 12 kilo domates, 1 kilo çay, 10 kilo süt, 2 kilo beyaz peynir, 4 kilo ayçiçeği yağı, 4 kilo yoğurt, 50 yumurta vs.

Enflasyon hesabı

Sepeti TÜİK’in ekim 2013 mal fiyatları ile çarpıyoruz. 427 TL tutuyor. TÜİK ağırlıklarını uygularsak, Ayşe teyzemin gıda ve alkolsüz içecek harcaması 700 TL, toplam aylık harcaması 2.920 TL ediyor. Ortalamalarla uyumludur.

Aynı sepeti ekim 2012 fiyatları ile çarpıyoruz. 392 TL tutuyor. Yani Ayşe teyzemin filesi yüzde 9 daha pahalıya doluyor. Dikkat: File mutfak masrafının yüzde 60’ını kapsıyor. Nitekim TÜİK yıllık “gıda ve alkolsüz içecek” fiyat artışını yüzde 11,1 hesaplıyor.

Gerisinde bütçede payı küçük ama yıllık değişimi çok dalgalı taze sebze ve meyveler vardır. Filede sadece domates (yüzde 48) yer alıyor. Çarliston biber (yüzde 92), salatalık (yüzde 63), karnabahar (yüzde 57) vs. yok. 2 puan farkı onlar yaratıyor. Bilginize...

Yazının devamı...

Üçüncü çeyrekte istihdam

Para piyasaları gerginliği üzerinden atmaya çalışıyor. Nitekim dün sepet kur 2.37 TL’ye, gösterge tahvil faizi yüzde 8,5’a yöneldi. Piyasanın ruh hâli ne kadar ilginç! İki ay önce bu sayılar panik yaratırdı. Şimdi sevindiriyor.

Ekim bütçe gerçekleşmesi yayınlandı. On aylık bütçe açığı 7.7 milyar TL çıktı. Geçen yılın 11 milyar TL altındadır. Geri planda TL’nin yüzde 15 değer kaybı yatıyor. İthalde alınan KDV ve ÖTV gelirleri hızla yükseliyor. Daha önce yazmıştım.

İstihdam artıyor

İlk çeyrek göstergeleri tamamlanıyor. Enflasyon, dış denge ve sanayi üretiminden sonra ağustos istihdam ve işsizlik verileri çıktı. Temmuz-eylül dönemini kapsıyor. Geriye üçüncü çeyrek milli geliri kaldı. 10 Aralık’ta yayınlanıyor.

Ağustosta istihdam 26 milyon kişiye yükseldi. Geçen yıla göre artış 590 bin kişidir (yüzde 2,3). Öte yandan işsiz sayısı 2.8 milyon kişiye tırmandı. Geçen yıla göre 360 bin kişi (yüzde 14,8) arttı. İki çalışana bir işsiz demektir.

Ana sektörlere bakalım. İstihdam tarımda geçen yıla göre 82 bin kişi azaldı. Sanayide 281 bin kişi arttı. İkisi de olumludur. İnşaat istihdamı ise 34 bin kişi düştü. İnşaat kesiminde yavaşlamanın göstergesidir.

İşsizlik yükseliyor

Yaşanan büyük sosyolojik değişim emek piyasasına hızla yansıyor. İş gücü (çalışan artı işsiz) 15+ yaş nüfustan hızlı artıyor. Bir yılda iş gücüne 964 bin kişi katıldı. Böylece işsizlik oranı geçen yıla göre 1 puan artışla yüzde 9,8’e yükseldi.

Mevsim etkisinden arındırılmış verilere dönelim. İşsizlik oranı geçen aya göre değişmedi: Yüzde 10,1. İki yıl aradan sonra çift hanededir. Yakın gelecekte düşme ihtimali yoktur. Eğilim yavaş ama yukarı yönlüdür. Seçim öncesinde hükümet için tatsız haberdir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.