Şampiy10
Magazin
Gündem

Kur ve faiz oynaklığı

TL’de değer kaybına karşı Merkez Bankası döviz satar ve likiditeyi sıkar demiştim. Öyle oldu. Dün döviz sepeti 2.45 TL’ye kadar geriledi. Ama eski bakanı Başbakan’ın istifasını isteyince yeniden kıpırdadı. Para piyasası kolay durulacağa benzemiyor.

Merkez Bankası’na çağrımı tekrarlıyorum. İran’a ambargo ve altın ihracatı ile net hata noksan fazlası arasında ilişki var mı? Ödemeler dengesinin muhasebe yöntemi mutlaka açıklanmalıdır. Bekliyorum.

Değişen ara hedef

2014 yılı para ve kur programı Başkan Başçı tarafından sunuldu. Kamuoyu Başçı’ya kur tahmini sorularına odaklandı. Halbuki programı beklediğimden ilginç buldum. Para politikası tavrını çok net yansıtıyor.

Kritik gelişmeye daha önce birkaç kez değindim. Para politikası ara hedeflerinde sıralama değişiyor. Uzun süre öncelik kur istikrarına tanındı. Şimdi yerini faiz istikrarı alıyor.

Yakın geçmişle ciddi kopuştur. İki yıl önce Merkez Bankası tercihini kur istikrarından yana kullandı. Yönetimin o deneyimden gerekli dersleri öğrendiği anlaşılıyor. Sevindiricidir. O dönemde çok eleştirdiğimi hatırlatırım.

Hangisi? Kim için?

Faiz ve kur oynaklığı arasındaki tercih iktisat politikasının tartışmalı alanıdır. Bir uçta sabit kur yer alır. Bedeli faizde sert dalgaların oluşmasıdır. Kuru dalgalanmaya bırakmak ise faizi sabitleme olanağını tanır. “Açık ekonomi üçlemi” denir.

Güçlü ekonomiler faiz istikrarını tercih eder. Nedeni gereğinde büyüme ve istihdam dostu politikaların uygulanmasına izin vermesidir. Bu açıdan faiz istikrarı reel ekonominin çıkarları ile uyumludur.

Kırılgan ekonomilerin ek açmazları vardır. Bir: Reel kesimin bir bölümü bilançosunda kur riski taşır. İki: Kurda istikrar mali kesim kârlılığını yükseltir. Böylece kur oynaklığına karşı direnç oluşur. “Sıcak paracılar” diyorum.

Bu önemli konuya mutlaka devam edeceğim.

Yazının devamı...

Bilmeceyi çözemedik

Para piyasasında heyecan sürüyor. Merkez Bankası kur baskısına TL likiditesini sıkarak tepki verdi. Döviz almak için önce TL bulmak gerektiğini hatırlatalım. Döviz sepeti 2.47 TL civarında dalgalandı. Gösterge faiz yüzde 9,7’ye tırmandı.

“2014 yılında para ve kur politikası” bugün Başkan Başçı tarafından açıklanıyor. Para politikasının ana metinlerinden biridir. Son iç ve dış gelişmeler Merkez Bankası’nın politika tavrını daha da hayati kılıyor.

Merkez Bankası açıklasın

İşi gücü bıraktık. İran’a ambargonun Türkiye’nin dış hesaplarına etkisi ile uğraşıyoruz. Ciddi karmaşa yarattığı açıktır. İran’la ticaret açığı ve net hata noksan fazlası arasındaki ilginç ilişkiyi geçen yazımda gösterdim.

Ege Cansen’e danışacağımı söylemiştim. Telefonda uzun konuştuk. Yetmedi, birkaç kez daha aradım. Benim aklımdaki açıklama Ege’yi tatmin etmedi. Muhasebe ilkeleri ile tutarlı bulmadı.

Özetleyelim. Türkiye yaptığı ithalatın parasını ödüyor. Döviz fiilen çıkmıyor. Ama İran lehine o tutarda yükümlülük oluşuyor. Kredili ithalata benziyor. Ödemeler dengesinde o şekilde kayda alınması gerekiyor.

Sonunda şu karara vardık. Bu konuda fikir jimnastiği beyhudedir. Neyi nasıl kaydettiğini sadece hesabı tutan Merkez Bankası biliyor. Dolayısı ile onun açıklık getirmesi, İran’a ödemelerin nasıl muhasebeleştirildiğini açıklaması gerekiyor.

İktisat ve Toplum

İktisat ve Toplum dergisini daha önce de ekonomiye ilgi duyan okuyucularıma önerdim. 38’inci sayısı dağıtıma girdi (www.iktisatvetoplum.com/iktisat-ve-toplum-dergisi-sayi-38.html). Örneğin D&R’da bulunuyor.

Kapak konusu çok cazip: Fed Kime Çalışıyor? İçi dolarla dolu bir çanta resmi var. Baskıya 17 Aralık’tan önce verildiği anlaşılıyor. Yazık; birkaç gün ile ayakkabı kutusu koyma fırsatı kaçmış. Fed’le doğrudan ilgisi yok ama çok yakışırdı.

Yazının devamı...

Nerede bu dövizler?

Artan siyasi istikrarsızlık riski öncelikle para piyasalarını gerdi. Cuma günü döviz sepeti 2.48 TL’yi aşınca Merkez Bankası 0.5 milyar dolara satış yaptı. Etkisi sınırlı kaldı. Gösterge tahvil faiz de yüzde 9.6’ya tırmandı.

Kısa dönemde gerginlik sürer. Dövize içeriden kurumsal talebe yabancı talebi eklendi. Yurt dışında siyasi kaygıların derinleştiğini gözlüyorum. Ancak Merkez Bankası müdahale edecektir. İlk aşamada döviz satışını arttırmasını bekliyorum.

Mekanizmayı anlamadım

Son yolsuzluk olayında medyaya yansıyan sayılar dudak uçuklatıyor. Ne kadar doğru, bilmiyorum. Beş yılda bile olsa, 85 milyar doları verilere yedirmek bana zor geliyor. Bu arada yapılan işin niteliğini kestirdiğimi söyleyemem.

Türkiye’den hayali ihracat yapıldığına dair bilgi yok. Uyuşturucu işi amatörlük kaldırmaz. İran devleti alacak tahsili için neden bu yolu seçsin? Aklıma sadece İran’dan sermaye kaçağı ihtimali geliyor. 1970’lerin Türkiye’sini biraz hatırlatıyor.

İranlı zengin servetini korumak için kayıt-dışı altın istiyor. Nasıl bulacak? Sistem önce dandik ithalatla dışarı döviz yolluyor. Sonra onunla aldığı altını İran’a kaçırıyor. Türkiye bu zincirde yer alıyor. Bilmece: neden bu kadar çok rüşvet gerekiyor?

Net hata noksan

Bu hafta iki konuşmam vardı. İkisinde de altın kaçakçılığı ile net hata noksan (NHN) fazlası arasındaki ilişki soruldu. Zaten benim de kafamı kurcalıyordu. Dün zaman ayırdım. Verilere baktım.

Son üç yılda İran’la dış ticaret açığı ile NHM fazlası arasındaki ilişki şaşırtıcı derecede yakın çıktı. 2011’de açık 9 milyar dolar, NHN fazlası 9.4 milyar dolar. 2012’de açık 2 milyar dolar, NHN fazlası 1.2 milyar dolar. Ocak-Ekim 2013 açık 5.1 milyar dolar, NHN fazlası 3.8 milyar dolar.

Dikkat: korelasyon nedensellik değildir. İlişkiyi muhasebe kuralları içinde kurabilmek gerekir. Bir açıklamam var. Ama ustam Ege Cansen’in onayını alma fırsatım olmadı. Herhalde bugün konuşuruz. Sonuçtan haberdar ederim.

Yazının devamı...

Verilere devam

Mayıstan bu yana süren belirsizliğin nihayet sonuna gelindi. Fed’in kararı çarşamba gecesi açıklandı. Ocaktan itibaren ilave likidite 75 milyar dolara indi. Yani 10 milyar dolar azaldı. İlginç: Karar tahvil faizini çok az oynattı. Mali piyasalar sevindi.

Ama dışarıdaki iyimser hava içeriye yansımadı. Borsa tekrar çakıldı. Dolar 2.07 TL’yi, döviz sepeti 2.45 TL’yi, gösterge tahvil faizi yüzde 9,4’ü aştı. Mali piyasaların sertleşen siyasi çatışmanın yarattığı belirsizliğe tepkisini yansıtıyor.

Fed’in bilançosu

Sayıları hatırlatalım. 2008 başında Fed’in bilanço toplamı 0.9 trilyon dolardı. 1913’de kurulduğuna göre, 95 yılda bu kadar para basılmıştı. Mali kriz Fed’in bilançosunu da vurdu. Birkaç ay içinde 2 trilyon doları geçti. Ve sonrasında da artmaya devam etti.

Nasıl oldu? Merkez Bankası para basıp tahvil satın aldı. Aralık başında Fed’in kasasındaki tahvil stoğu 3.7 trilyon dolara ulaşmıştı. Bunun 2.2 trilyon doları ABD Hazine tahvilleri, geri kalan 1.5 trilyon doları ise özel kesimin mortgage tahvilleridir.

Hesap ortada: Beş buçuk yılda basılan para 2.8 trilyon dolardır. Önceki 95 yılın üç katından fazladır. Kısa sürede ortaya saçılan bu likiditenin yönetimi tedirgin etmesi normaldir. İlk aşamada artışı durdurmak, bilahare geri çekmek gerektiğini biliyorlar.

Politika açmazları

Fırsat buldukça Amerikan iktisat politikası tartışmalarına giriyorum. Summers’ın “yüzyıllık durgunluk” temasına yeni değindim (1/12/13). Negatif reel faizi savunuyor. Bu hafta tezlerini Financial Times’a yazarak tekrarladı.

Demokratlar (Keynes’çiler) işsizlikle mücadele için gevşek maliye politikası istiyor. Ama Cumhuriyetçiler (tutucular) izin vermiyor. Geriye gevşek para politikası kalıyor. Fed o nedenle parayı sıkmakta bu kadar çekingen davranıyor.

Ancak bu politikanın ciddi mahzurları var. Bir: Etkinliği şüpheli; basılan paraya rağmen işsizlik yüksek seyrediyor. İki: Varlık fiyatları şişti; balonun patlaması yeni çalkantı demektir. Üç: Gelir dağılımı bozuldu; bol likidite sadece zenginlerin ceplerini dolduruyor.

Yazının devamı...

Verilere devam

Piyasalar dün Fed toplantısını bekledi. Fed’in piyasaya her ay verdiği ek likiditeyi eninde sonunda kısacağı biliniyor. Zor olan ne zaman başlayacağını kestirmek; ama giderek yaklaştığı kesin. Heyecanlı günler...

İçeride para piyasasında gerginlik sürüyor. Döviz sepeti 2.42 TL’nin altına inmiyor. Gösterge tahvil faizi yüzde 9’un biraz üzerinde salınıyor. Merkez Bankası’nın faiz yerine kur oynaklığını tercih ettiğini yazmıştım.

Para Politikası Kurulu dün beklendiği gibi faizleri değiştirmedi. Karar “mevcut politika duruşunun enflasyona ilişkin riskleri sınırlamak için yeterli olduğu değerlendirmesini” yapıyor. Katılıyorum.

İşsizlikte artış

Eylül istihdam ve işsizlik sayıları TÜİK tarafından yayınlandı. Ağustos-ekim dönemini kapsıyor. Son iki yılda yavaşlayan büyümenin işsizliğe olumsuz etkileri belirginlik kazanıyor. Yumuşak inişin maliyetidir.

Eylül itibariyle istihdam geçen yıla göre 330 bin artışla 25.8 milyona yükseldi. Aynı anda işgücü geçen yıla göre 630 bin artışla 28.6 milyona tırmandı. Dolayısı ile işsiz sayısı 300 bin artarak 2.8 milyon kişiye ulaştı. Böylece işsizlik oranı da 0.8 puan yükseldi. Yüzde 9,9’u gördü.

Ne demek? Ekonomi çalışmak isteyenlerin takriben yarısına iş yaratabiliyor.

Diğer yarısı iş arıyor ama bulamıyor. Bu eğilimi yakından izlemek gerektiğini düşünüyorum.

Bütçede disiplin

Kasım bütçe gerçekleşmesi Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. Bütçe disiplini şu anda ekonominin temel çıpasıdır. Fed’in para musluklarını sıkmasının yaratacağı mali kırılganlığa karşı özellikle kritiktir.

Kurun yükselmesi bütçeyi olumlu etkiliyor. Ocak-kasım dönemi bütçe açığı 1.2 milyar TL, faiz-dışı fazla 46.8 milyar TL çıktı. Yıl sonu açığı 20 milyar TL’de, yani milli gelire oranı yüzde 1,2’de kalır. Çok iyi haberdir.

Yazının devamı...

Son verilerin özeti

Üç gün internete giremedim. Fena alışmışım; insan kendimi boşlukta hissediyor. Büyüme kaç çıktı? Piyasalar ne oldu? Neyse, sonunda interneti çalışan bir otele geldik. Doğru bilgisayarın başına geçtim.

Üç günün heyecanlı geçtiğini gördüm. Yokluğumda en azından para piyasasının sakin durmasını beklerdim. Tersine, çarşamba günü döviz sepeti 2.43 TL’ye kadar tırmandı. Son baktığımda ancak 1 krş. gevşemişti.

Büyümeye devam

Üçüncü çeyrek büyüme yüzde 4,4 çıktı. Piyasa biraz altında bekliyordu. Salı günü yüzde 5’i aşabileceğini yazmıştım. İmalat sanayisi üretiminde güçlü artışa aldandım. Yoksa yazın yaptığım revizyonda tam tutturmuşum.

Ekonomi gene iç taleple büyüyor. Büyümeye kamunun katkısında bir gerileme, özel kesimin katkısında ise artış var. Özel yatırımlar bir yıl aradan sonra tekrar artışa geçiyor. Mal-hizmet ihracatı 2010 sonrasında ilk kez düşüyor.

Doğrusu ayrıntıları hazmetme fırsatım olmadı. Yeni bilgi göremedim. 2012’de duraklayan ekonomi bu yıl ağır ağır toparlanıyor. Ancak makro dengesizlikler de aynı ölçüde yavaş düzeliyor. Neticede bu veriler 2013’te yüzde 3,8 büyüme ile tutarlı duruyor.

Dış açığa selam

Ekim cari işlemler açığı 2.9 milyar dolar çıktı. Ben biraz daha yüksek bekliyordum. On aylık açık 53 milyar dolara tırmandı. Geçen yıl 40 milyar dolardı. Bir yılda artış 12 milyar dolardır. Yüzde 4 büyüyen bir ekonomi için yüksektir.

Maalesef hesapları altın ticaretindeki büyük dalgalama karıştırıyor. On aylık bakalım. Geçen yılın 5.5 milyar dolar fazlası bu yıl 9 milyar dolar açığa dönüştü. Buradan altın hariç dış açığın 2.5 milyar dolar gerilediği hesaplanıyor.

Verilerin döviz kurunda son yükseliş öncesine ait olduğunu hatırlatalım. Mevcut kur düzeyinin korunması ve Euro bölgesinde ithalatın tekrar artmaya başlaması hâlinde dış açıkta düzelme hızlanacaktır. Ekonomi için iyi haberdir.

Yazının devamı...

Kapitalizmin geleceği

Üçüncü çeyrek milli geliri bugün yayınlanıyor. İmalat sanayisi üretimine bakarak yüzde 5’i aşabileceğini yazmıştım. Ancak SETA’nın iktisatçılar arasında yaptığı anketten yüzde 4,2 çıktı. Merakla bekliyorum.

Konferans programı ve Hindistan’la üç buçuk saat fark gündemi izlemeyi zorlaştırıyor. Yazımı ekim sanayi üretimini görmeden yollayacağım. Büyüme açıklandığında ise trende olacağım. Neyse, arayı dönünce kapatırım.

Krize rağmen

Delhi’de ilginç sunumlardan birini Craig Calhoun yaptı. Geçen yıl eski okulum LSE’ye direktör (rektör) seçildi. Dünyanın önde gelen sosyal bilimcileri arasındadır. Başlığı: “Kapitalizmin geleceği var mı?”

İktisat-sosyal bilimler diyaloğunun mutlaka güçlenmesi gerektiğini hep savundum. Mevcut bölünmüşlük ikisini de zayıflatıyor. Birbirinden öğrenecekleri çok şey var. Kanalı açacak tüm çabaları destekliyorum.

Kapitalizm tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Gelişmiş ekonomilerde büyüme durdu. Aynı anda gelir dağılımı hızla daha da bozuluyor. Ona rağmen ortada bir alternatif de görünmüyor. “Dokuz canlı” olduğu çok açıktır.

İki büyük tehlike

Özel mülkiyet-piyasa ikilisi geçmişte değişen koşullara bir şekilde uyum sağlamayı becerdi. Özünü kaybetmeden bugüne ulaştı. Aynı performansı gelecekte gösterebilir mi? İç içe iki tehlike cevabı belirleyecektir.

Biri küresel ısınmadır. Sermaye birikimi (büyüme) modelinin kaçınılmaz sonucudur. İnsanlığı hızla büyük bir felakete taşıyor. Diğeri gelir/servet dağılımı adaletsizliğidir. Yol açtığı toplumsal kutuplaşma siyaseti kilitliyor.

Felaket senaryosu iki mekanizmanın birbirini beslemesinden kaynaklanıyor. Kilitlenen siyasetin küresel ısınmaya çözümü engellemesi bir kısır döngüyü tetikliyor. Yani sistem geçmiş başarısını mümkün kılan uyum esnekliğini kaybediyor. İnsanlığı uçurumun kenarına taşıyarak çöküyor. Neden olmasın!

Yazının devamı...

Hindistan’dan merhaba

Üç gündür Yeni Delhi’deyim. Konferans programı yoğundu. Dış dünya ile ilgilenmeye zaman kalmadı. Döviz, faiz, istihdam, vs. Türkiye’de neler olduğunu bilmiyorum. Bir tür tatil sayılabilir.

Hindistan gerçek anlamı ile bir kıta. Nüfusu 1.2 milyar civarında ve artıyor. ABD, Kanada, Meksika, AB, Türkiye, Rusya, hepsini topladığınızda Hindistan’ın nüfusuna yetişemiyor. Bu ülkeler kadar çeşitliliği de içinde barındırıyor.

Kayıtsız kalmak zor

İnsanlar Hindistan’a kayıtsız kalamıyor. Gelen ya nefret ediyor ya çok seviyor. Ortası olmuyor. İlk grubu anlıyorum. Fakirlik, sefalet, pislik, hastalıklar, trafik kaosu, çirkin yapılaşma, say sayabildiğin kadar... Türkiye’den gelenleri bile rahatsız ediyor.

Ben ikinci gruptayım. Beni bizzat çeşitlilik cezbediyor. Etrafı gözlerken bizim ora insanlarının ne kadar birbirine benzediğini farkediyorum. Galiba Japon fıkrasıdır. “Siz birbirinizi nasıl tanıyorsunuz?” diye sormuş!

Hindistan ise bir ırklar cümbüşü; hepsinin ten rengi koyu; sarışın yok! Buna karşılık floresan morların, sarıların, yeşillerin kaynaştığı rengarenk giysiler, binlerce baharatın yarattığı özel lezzetler dünyası... Doğrusu Hindistan’ı seviyorum.

Modernliğin farklı yolları

Konferansta Hintli sosyal bilimcileri ve aydınları dinliyorum. Tartışmalar, bırakın Türkiye’yi, Avrupa’nın kültür merkezlerinde bile rastlanmayan içerikte ve incelikte gerçekleşiyor.

Bir fark hemen görülüyor. Hintli aydınların batı ile diyaloguna eşitlik hakim. Kendilerini batıya beğendirmeye, biz de sizdeniz demeye hiç çalışmıyorlar. Bazen insanda yukarıdan baktıkları duygusu bile oluşuyor.

Akla batı ve modernlik ilişkilerindeki çarpıcı zıtlık geliyor. Türkiye modernleşmek için batıya benzemeye çalıştı. Ünlü reformları yaptı. Hindistan ise tersini deniyor. Yani modernleşiyor ama doğulu kalıyor.

Batıya benzeme ve modernleşme aynı şey mi? İkincisi için ille ilki gerekli mi? Türkiye’yi anlamak için bu soruları doğru cevaplamak özellikle bugün önem kazanıyor. Hindistan’dan öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.