Şampiy10
Magazin
Gündem

Mega havaalanı gerçekçi mi?

Döviz kurunda heyecan sürüyor. “Dolar 2 TL olur mu?” sorusunu Merkez Bankası cevapladı. Piyasaya müdahale ederek döviz sepetini 2.22 TL’de tuttu. Buna karşılık gösterge tahvil faizi tekrar yüzde 8,3’ye tırmandı.

Mayıs sanayi üretimi açıklandı. Piyasa toplam endeksin yüzde 4 artmasını öngörüyordu. Gerçekleşme yüzde 2’de kaldı. Hazirandan itibaren devreye Gezi olaylarının etkisi de giriyor. Büyüme için kötü haberdir.

BETAM’ın araştırması

İstanbul’a yeni bir havaalanı gerekli miydi? İhalesini büyük tantana ile gerçekleştiren hükümet doğal olarak evet diyor. İktisatçılar arasında Yeşilköy’de kapasite artırımına gidilmesini daha akılcı bulanlar var.

Bu konuda BETAM’ın önemli bir araştırması yayınlandı (betam.bahcesehir.edu.tr). Seyfettin Gürsel ve Tuba Doru-Delibaşı hazırlamış. Başlığı şöyle: “Mega Havalimanının Kaderi Büyümeye Bağlı”.

Kullandıkları modelin belirleyicilerinden biri Türkiye’nin ortalama büyüme hızı. İyimser büyüme varsayımları altında hedeflenen kapasiteye ulaşılıyor. Böylece proje sahipleri kâr ediyor. Aksi hâlde kapasite boş kalıyor. Proje zarar ediyor.

Bu kadar arazi...

Araştırma çok yararlı bilgiler içeriyor. Karşılaştırmayı yolcu trafiği açısından dünyanın en büyük havaalanı Atlanta Hartfield Johnson ile yapıyor. İşletme gelir ve giderlerini de ayrıntılı şekilde hesaplıyor.

Bir nokta ilgimi çekti. Atatürk Havaalanı 45 milyon yolcuya 1.178 hektar alanda, Atlanta 100 milyon yolcuya 1.900 hektar alanda hizmet veriyor. Yenisinin hedefi 150 milyon yolcu; yani azami 3.500 hektar yeterli duruyor.

Halbuki yeni havaalanı 7.400 hektar üzerinde planlanıyor. Arada 3.900 hektar fark var. Araştırma şu ifade ile bitiyor: “Aradaki 3900 hektarın neden tahsis edildiğinin ayrıca açıklanması yararlı olur.” Sanırım cevabını sizin hayal gücünüze bırakabilirim.

Yazının devamı...

Mısır’da tragedya

Büyük toplumsal dönüşümler daima çok sancılı olur. Gramsci’nin iyi bilinen bir tanımı vardır. Eski kendisini yeniden üretemez. Ama yeni de bir türlü ortaya çıkamaz. Ortalığı bir sürü marazi belirti kaplar.

Mısır’da yaşananları nefesimizi tutarak izliyoruz. Diktatörlük kolay yıkıldı. Ama demokratik rejim tesis edilemedi. Ülke kanlı bir iç savaşa doğru gidiyor. Üstelik ekonomi de her an çökebilir. Tragedya sözcüğü tam uyuyor.

Her darbe kötüdür

Dikkatinizi çekmiştir. Türkiye Mısır’ı kendi iç politika süzgecinden geçiriyor. Yani askeri darbe karşısındaki tavırları iç politika belirliyor. Normaldir. Geride biri örtük dört başarılı ve sayısı bilinmeyen başarısız darbeler yatıyor.

Bu açıdan tüm siyasi ve toplumsal aktörlerin darbeye kayıtsız şartsız karşı çıkmaları çok sevindiricidir. Demokratikleşme sürecinde önemli bir aşamanın geçildiğine işarettir. Geleceğe umutla bakma nedenidir.

ResetDoc ve Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği İstanbul Seminerleri’ne daha önce değindim. 2012’de yaptığım konuşma Philosophy&Social Criticism dergisinde yayınlandı (vol. 39, 4/5, May 2013). Son paragrafı aşağıdadır.

Türkiye dersleri

“Türkiye deneyiminden başka müslüman toplumlar için ne gibi dersler çıkartabiliriz? Modernliğin uzun süren doğum sancılarını birinci elden izlemiş biri olarak, kısa dönemde pek iyimser değilim. Türkiye’den biri iyi diğeri kötü iki sonuç çıkartıyorum.

İyi olan, İslam ve modernlik arasında bir uyum umudunu yeşertmesidir. Kötü olan bu süreçte geri dönüşlerin yaşanması, yani ancak çok sayıda neslin sabırla mücadelesi sonucunda gerçekleşmesidir.

Çünkü, otoriter milli-devlet kalıplarını kırmak pek çok kişinin zannettiğinden çok daha zordur. Uzun dönem açısından geçici olsalar bile, değişime dirençleri yüksektir. Arap Baharı bu acılı sürecin sadece bir başlangıcıdır. Onlara iyi şanslar dilemeliyiz.”

Yazının devamı...

İlk yarıda enflasyon

Çarşamba yazlığa yollandık. O arada haziran enflasyonunu (ve yazı günümü) kaçırdım. Ayrıntıların bir bölümü dün medyaya yansıdı. Ben de verileri ancak indirdim ve excel dosyalarıma yerleştirdim.

Tüketici fiyatları (TÜFE) haziranda kötü sürpriz yaptı. Haziran fiyatların düştüğü aydır. Bu yıl küçük bir artış bekleniyordu. Yüzde 0.76 geldi. Son on yılın en yüksek haziran enflasyonudur. Yıllık enflasyon da yüzde 8.3’e fırladı. Mayıs 2012’ye geri döndü.

Gıda fiyatları şaşırtıyor

Sürpriz gene gıda fiyatlarından kaynaklandı. Aşırı dalgalanmasının yarattığı sorunları geçmişte çok yazdım. Tekrarlamak istemiyorum. Geçen yıl haziranda yüzde 3.4 gerilemişti. Bu yıl yüzde 1.8 yükseldi. Tek başına TÜFE’deki tırmanışı açıklıyor.

Vatandaş gıda fiyatlarına özellikle duyarlıdır. Haklı olarak morali bozulur. Ayrıca bütçede payı yüksektir. Hayat pahalılığı anlamına geliyor. Güngör Uras’ın Ayşe Teyzesi’nin yıllık gıda enflasyonu yüzde 13.5’e ulaştı. Beş yılın en yüksek haziran değeridir.

İktisatçıların ve ekonomi yönetiminin işini de zorlaştırıyor. Artış arızi nedenlerden kaynaklanıyorsa ardından sert düşüş gelecektir. Ama kesinlikle öyledir diyemiyoruz. Ya gıda fiyatlarında eğilim artışa döndü ise?

Büyüme-enflasyon açmazı

Haziranda döviz sepetinin 2.20 TL’yi aşmasının enflasyona etkisi sınırlı kaldı. Bir: Kur hemen iç fiyatlara yansıtılmıyor. İki: Kurun hizmet fiyatları ile bağı eskiye kıyasla gevşedi. Ama kur kökenli maliyet baskısı zamanla fiyatları yukarı itecektir.

İktisat politikası açısından kritik konu talep baskısıdır. O yönde bir işaret görülmüyor. Merkez Bankası’nın da yakıdan izlediği çekirdek enflasyon (ÖKTG-I) haziranda yüzde 0.4 arttı. 2012 değeridir. Yıllık artış yüzde 5.6’da kaldı. Sekiz aydır yatay seyrediyor.

Olumsuz iç ve dış koşulların konjonktürde yarattığı kırılmanın toplam etkisi hâlen belirsizdir. Ekonominin yavaşlaması enflasyonu aşağı çeker. Kurun yükselmesi yukarı iter. Büyüme-enflasyon açmazına para politikasının tepkisi belirleyici olur. Göreceğiz.

Yazının devamı...

İlk çeyrekte kamu borcu

Mali piyasalar haftaya sakin başladı. Dün sepet kur 2.22 TL’nin az da olsa altına indi. Gösterge faiz de yüzde 7,7’ye geriledi. BİST-100 endeksi 76 bin civarında küçük dalgalar yaşadı. “Yeni normalle” uyumlu sayılabilir.

Yarın haziran enflasyon sonuçları açıklanıyor. Merkez Bankası geçici bir artış öngörüyor. İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi geçen yılların üzerinde (yüzde 0,2) çıktı. Benzer bir sayı gelebilir.

AB tanımlı borç

Son dönemde ekonomi aynı anda dışarıda ve içeride olumsuz şoklar yaşadı. Ayrıca dış açığın benzer ülkelerden yüksek ve finansman kalitesinin daha kötü olması ek kırılganlık yaratıyordu. Ama mali çalkantı diğerlerine kıyasla daha sert olmadı.

Geri planda nispeten düşük kamu borç oranları yatıyor. Hazine ilk çeyrek verilerini yeni yayınladı. Biri AB tanımlı borç stoğudur. Merkezi yönetim brüt borç stoğuna çok yakındır.

AB tanımlı borç ilk çeyrek sonunda 517 milyar TL’ye ulaştı. Yıl sonuna göre artış 5 milyar TL’dir (yüzde 1). Dolayısı ile milli gelire oranı yüzde 36,1’den yüzde 35,7’ye geriledi. Büyük AB ülkelerinin yarısı düzeyindedir.

Net kamu borcu

Diğeri net kamu borcudur. Brüt borçtan TCMB dâhil kamu menkul varlıkları düşülür. İlk çeyrekte 228 milyar TL’ye geriledi. Yıl sonuna göre 13 milyar TL (yüzde 5,4) düşüş anlamına geliyor. Milli gelire oranı da yüzde 15,7’ye indi. 2007’de yüzde 40’tı.

Daha önce yazmıştım. ABD ve IMF yöntem değiştirdi. Merkez Bankası varlıklarını katmayan borç stoğu tercih ediliyor. Üçüncü kişilerin elindeki borç stoğu (debt held by the public) deniyor. Hazine hâlâ bunu kullanmıyor.

Yeni tanımla net borç ilk çeyrekte 433 milyar TL’ye yükseldi. Yıl sonuna göre 3 milyar TL (yüzde 0,7) arttı. Milli gelire oranı yüzde 30,4’ten yüzde 29,9’a geriledi. ABD’nin üçte biri, Almanya’nın yarısı kadardır. 2007’de yüzde 34,4 olduğunu hatırlatalım.

Yazının devamı...

Faizi kim belirler?

Mali piyasaların haftayı nisbeten sakin kapattığını söyleyebiliriz. Borsa 76 binin üzerini gördü. Gösterge (iki yıl vadeli) tahvil faizi yüzde 8’in altına indi. Döviz sepeti 2.22 TL’de istikrar kazandı. Bu hafta altın fiyatında rekor düşüş yaşandı. İki ay önce uyarmıştım (30 Nisan). Dolarda enflasyon beklentisi altın fiyatını yükseltmişti. Risk gerçekleşmedi. Yani dolar enflasyonuna oynayanlar kaybetti. Düşüş sürecektir. Mayıs dış ticareti açıklandı. Piyasa 10.4 milyar dolar dış açık öngörüyordu. 9.9 milyar dolar geldi. Yıllık dış ticarete açığı 90.2 milyar dolara yükseldi. Altın ithalatı da tekrar rekor kırdı. Ayrıntılarına gelecek ay bakarım.

İki farklı fiyat

“Faiz lobisi” tartışmasına ben de katıldım (11 Haziran). Bir daha yazmam diyordum. Ama faizlerin nasıl oluştuğu konusunda kafaların karışık olduğu dikkatimi çekti. Faizin iki işlevini açıklığa kavuşturmak istedim. Biri tasarruf ve yatırım akımlarını dengeye getiren mevduat, tahvil ve kredi faizleridir. Borç verenin zaman tercihi, enflasyon beklentisi, geri ödeme riski, vs. kaynak arzını, borç alanın harcama arzusu kaynak talebini belirler. Mali piyasada oluşur. Diğeri bir varlık olarak para stoğunu (likidite) dengeleyen para piyasası faizidir. Talebi mali piyasanın likidite ihtiyacı belirler. Arzı ise Merkez Bankasının tekelindedir. İstediği fiyatı koyar. Ama fiyatının içerdiği stoğu sağlamak zorundadır.

Lobinin muhatabı

İki faiz arasındaki ilişki para politikasının en hassas noktasıdır. Çünkü tahvil (mevduat, kredi) faizi enflasyon beklentisi ve geri ödeme riskinden etkilenir. Gecelik faiz etkilenmez. Yani iki faiz ters yönde hareket edebilir. Ancak genelde ikisi beraber davranır. Özellikle Merkez Bankasının borçlanma faizi tahvil faizi için alt sınır oluşturur. Yükseltince tahvil faizi de artar. İlişki ille simetrik olmayabilir. Ama genelde indirince de düşer. “Faiz lobisinin” çalışma yöntemi yukarıdan çıkıyor. Tahvil faizini zaten piyasa belirliyor. Dolayısı ile lobinin muhatabı Merkez Bankası’dır. Amaç gecelik borçlanma faizinin yüksek tutulmasıdır.

Bir başka yazıda analizi döviz kuruna uzatacağım.

Yazının devamı...

Siyasetin gündemi yoğun

Küresel mali piyasalar Fed’in vites değiştirmesinin ilk şokunu atlatmışa benziyor. En azından borsalarda düşüş durdu. Yerini yatay seyir ya da küçük yükselişler aldı. Ama endeksler zirvenin epey altına indi.

Merkez Bankası ilk dalgayı faiz koridoru ile oynamadan atlattı. Yeni bir tanım geldi: Normal gün. Fonlamayı gösterge faizden yapıyor. Ama döviz ihalesi açıyor. Sağladığı likiditenin bileşiminde iç varlıkların payını yükseltiyor. Dolayısı ile döviz piyasası da sakinleşti. İki gündür kur gevşedi. Döviz sepeti 2.22 TL’ye yaklaştı. Bir süre buralarda gezinebilir. Bu arada gösterge tahvil faizi de yüzde 8’e yerleşti. Yeni denge düzeyi olabilir.

Kürt sorunu

Gezi olaylarının şaşırtıcı sonuçları oldu. Örneğin uzun süredir ilk kez hükümet siyasi inisiyatifi kaybetti. Şimdi geri kazanmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan’ın geçmişte gündemi belirlemekte çok başarılı olduğunu unutmayalım.

Biri Kürt sorununa çözüm sürecini tekrar hızlandırma çabasıdır. Sıkıntılı bir döneme girilmişti. Murat Belge ve Baskın Oran’ın akil adamlardan çekilmesi önemli bir göstergedir. Bulguların hükümetle paylaşılacağı aşamaya gelinmesi iyi bir fırsat yarattı.

Kürt sorununa kalıcı çözüm yönünde atılan her adım Türkiye’yi hem kısa hem uzun dönemde rahatlatacaktır. TÜSİAD’ın Cizre toplantısı önemli bir destektir. Hükümetin de artık sorumluklarını yerine getirmesi gerekiyor.

AB üyeliği

Gezi olaylarına karşı Erdoğan’ın geliştirdiği “dış düşmanlar” söylemi içeride ve dışarıda hükümetin niyeti hakkındaki şüpheleri güçlendirdi. Bu açıdan AB ile müzakere sürecinin canlandırılması önemlidir.

İki gözlem yapmak istiyorum. Bir: Tam üyeliği geciktiren, başta Almanya ve Fransa, AB ülkelerinin katı tavrıdır. Türkiye’nin ev ödevlerini tam yapmadığı itirazı doğrudur ama samimi değildir. Türkiye karşıtlığının bahanesidir. İki: AB’nin içerdiği siyasi birliğe katılmak Türkiye için hâlâ hayati bir hedeftir. Gerçekleşen demokratik dönüşümü hem kısa hem uzun dönemde geri dönülmez (irreversible) kılacak sigortadır. Hükümetin tavrını netleştirmesi zorunludur.


Yazının devamı...

Resesyon ihtimali güçleniyor

Mali piyasaları döviz kuru heyecanı sardı. Pazar döviz kurunu yazdım. “Pahalı dövize alışın” diyerek bitirdim. Söylemesi kolay oluyor. Pek çok kesimin alışmakta çok zorlanacağını biliyorum.

Piyasalar Merkez Bankası’nın oyun planını kestirmeye çalışıyor. Akıllarda 2012 başı var. Likiditeyi sıkarak kuru baskılamıştı. Gene öyle yapar mı? Yoksa bu kez TL’nin değer kaybına izin verir mi? Nereye kadar?

Şimdilik rivayetler muhtelif... Merkez Bankası sepet kurun 2.25 TL’yi aşmasını döviz satarak engelliyor. Ama sonraki adımı atmıyor. Daha aşağıya indirmek için faizleri yükseltmeye yanaşmıyor. Heyecanla izliyoruz.

Ani duruş

Bir ekonomi dış açık verince dış finansman riskini de üstlenmek zorunda kalıyor. Konvertibilite yoksa dış finansman bulamayınca dövizi kalmıyor. Ekonomi çöküyor. Benim neslim bu süreci 1990 öncesinde birkaç kez yaşadı.

Konvertibilite dövizsiz kalma sorununu çözüyor. Dış finansmanın kurusa bile döviz bulunuyor. Ama daha önce giren sıcak para çıkışa geçince dövizin fiyatı zıplıyor. Literatürde “ani duruş” (sudden stop) deniyor. Sonrasını genç nesiller de hatırlıyor.

Fed’in vites değiştirmesi konuyu yeniden gündeme taşıdı. Dış açık veren gelişen ekonomilerden sermaye çıkışı başladı. Türkiye de nasibini alıyor. Kısa dönemde ciddi maliyet ödemeden yeni koşullara uyum sağlamak mümkün durmuyor.

Yavaşlama kaçınılmazdır

Reel ekonomiye nasıl yansır? Kısa dönemde kurun yükselmesi iç talebi düşürür. Bir neden bilanço kanalıdır. Döviz borçluları harcamasını kısar. Diğeri gelir etkisidir. İç piyasaya yönelik sektörlerin reel geliri ve harcaması azalır.

Kurun teşvik ettiği ihracat düşen iç talebi telafi edebilir mi? Evet, fakat zaman alır. Gecikme (lag) dokuz aya kadar uzuyor. Dolayısıyla kısa dönemde toplam talep düşer. Zaten canlanmakta zorlanan ekonomi iyice duraklar.

Kritik soruya gelelim. Yavaşlama resesyona dönüşür mü? Formel tanımında peş peşe iki çeyrek küçülme (eksi büyüme) var. Mutlaka olur diyemem ama bu ihtimal hızla güçleniyor. Ekonomi yönetiminin işi giderek zorlaşıyor.

Yazının devamı...

Gene döviz kuru

“Helikopter” Ben küresel piyasaları fena sarstı. Aslında bu günün geleceğini herkes biliyordu. Fed eninde sonunda para basmayı durduracak, ardından eski bastığı parayı geri çekmenin yollarını arayacaktı.

Mali piyasaların neden şaşırdıklarını anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Şişen varlık balonlarını son dönemde çok eleştirdim. Fiyatların reel ekonominin temellerinden tamamen koptuğunu iddia ettim.

Balon nihayet patlıyor mu? Olabilir; ama kesinlikle öyledir demem. Sütten ağzım çok yandı, artık yoğurdu üfleyerek yiyorum. Gene de varlık fiyatlarında ciddi bir düzeltmenin başladığını düşünüyorum. Türkiye’de bu süreçten nasibini alacaktır.

Yönetimin hedefi ne?

Gezi olayları ay başında sepet kuru 2.17 TL’ye çıkarmıştı. 4 Haziran’da kurun uzun dönemli seyrine baktım. Yazımı şöyle bitirdim: “Yeni merkezin 2.00 TL’yi aşacağı açıktır. Bilinmeyen ekonomi yönetiminin hedefidir. 2.10 TL mi? 2.20 TL mi? Çabuk öğreniriz.”

İki gündür sepet 2.24 TL’nin üzerini zorluyor. Beklendiği gibi Merkez Bankası artışı sınırlamaya çalışıyor. Likiditeyi kısarak gecelik faizi üst sınıra yükseltti. Aynı anda döviz piyasasına doğrudan müdahale etti. Yani döviz sattı.

Yönetimin iki farklı amacı olabilir. Bir: Kurun aşırı oynaklığını önlemek. İki: TL’nin daha fazla değer kaybını engellemek. İlkini kendisi de kabul ediyor. Diğerini ise muğlak bırakıyor. Kendini bağlamak istemiyor.

Müdahale gerekli mi?

Oynaklıkla başlayalım. Rezerv opsiyon mekanizmasının amacına ulaştığına daha önce değindim. Nitekim içerideki siyasi gerginliğe rağmen benzer ülkeler arasında en az TL hırpalandı. Diğer tedbirlerin de katkısı oldu.

Kurun düzeyine gelelim. Merkez Bankası sepet kuru bir tavanda (2.25 TL) durdurabilir mi? Elinde bunu sağlayacak cephanesi var. Ne var ki bunun reel ekonomiye bedelinin ağır olacağını da biliyor.

Çünkü kuru ancak ciddi faiz artışı ile denetleyebilir. Daha açık söyleyelim. Kuru bir yerde tutmak uğruna zaten canlanmakta zorlanan ekonomide yeni bir resesyonu göze alması gerekiyor. Siyasi ortam ise buna izin vermiyor. Velhasıl pahalı dövize alışın derim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.