Tedarik güvenliği ihracatçının en büyük derdi
.
Türkiye İstatistik Kurumu ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan geçici dış ticaret verilerine göre ihracat 2016 yılı Ekim ayında, 2015 yılının aynı ayına göre %3 azalarak 12 milyar 841 milyon dolar, ithalat %0,5 artarak 17 milyar 4 milyon dolar olarak gerçekleşti. Kasım ayı ihracat verisine göre de ihracat son ay yüzde 5 arttı.
Dolar/TL kurunda Ekim ayını 3.0940 seviyelerinden kapatmıştık. Çok değil, bir ay öncesinden söz ediyorum! Kasım ayında dolar/TL kurunda 3.47’leri gördük. Bunun ihracat ayağında teşvik edici, ithalat ayağında ise cesaretleri kırıcı bir etki göstermesi olacaktır, ancak bunu ilerleyen aylardaki verilerde göreceğiz.
Motivasyon sınırlı
Ancak kur artışlarının ihracat tarafında 1990’larda veya 2000’li yılların başındaki gibi ihracatı artırıcı bir motivasyon sağlamasını beklemek hatalı olur. Bunun iki temel nedeni var: İlki; TL, döviz karşısında değer kaybettiğinde, Türkiye’den mal ithal eden firmalar, bu değer kaybı sayesinde yerli şirketlerin elde edebilecekleri faydanın bir kısmını talep ederek, döviz bazındaki ihraç fiyatlarını aşağı çekiyorlar. İkincisi de 1990’lardaki gibi sadece yerli üretim mal veya hizmetleri ihraç etmiyoruz. İthal ettiğimiz enerji, ham ve yarı mamul maddeleri bir araya getirerek yaptığımız üretimleri ihraç ediyoruz. Bu da kabaca 100 dolarlık ihracat yapabilmek için 65 dolarlık ithalat yapmamız gerektiği gerçeğini hatırlatıyor. Basit anlamda kurdaki artış, her 100 dolarlık ihracatın 35 dolarını ancak “teşvik” edebiliyor!
Papaz olma maliyeti
Son aylardaki iç ve dış politik gelişmelerden sonra, ihracat tarafında kurdaki oynaklıktan çok daha önemli sorunlarımız ortaya çıkmaya başladı! Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 50’sini yaptığı AB ile “papaz olmamızdan” sonra Türkiye’den mal alan, talep eden firmalarda “tedarik güvenliği” endişesi yükseldi. Tedarik güvenliği, basit olarak parçaları bir araya getirerek mal üreten firmaların Türkiye’den ithal ettiği ve üretim bandında kullandığı bir yedek parçanın zamanında ve sürekli olarak gelmesi demek. Bu tedarikte bir aksama, gecikme olursa üretim şirketleri çok ciddi zararlara uğrayabiliyor. Bu riski almak istemeyen bazı AB şirketleri ya Türkiye’den mal alımlarını yarıya veya daha azına indirmiş durumda. Ya da as sayıda tedarikçilerinden birisi Türk şirketi ise, en kısa zamanda başka ülkelerde alternatif bir üreticiyi ya buluyor, ya da iyi adayları destekleyerek kendi tedarik güvenliğini sağlamaya çalışıyor.
Türkiye’den ithalat yapan bazı firmalar da önümüzdeki dönemlerde yaşanabilecek zorluklara(!) karşın ‘Bulgaristan ya da Romanya’da bir şirket kurun, biz onun üzerinden alım yapalım’ şeklinde önerilerde bulunabiliyor.
Bir Türk şirketi düşünün; çokuluslu bir şirket ile üretim anlaşmasına giriyor, yatırım yapıyor ve bütün koşulları yerine getiriyor. Üretim başlayacak. Son denetimi yapacak elemanı “güvenlik yok” diye Türkiye’ye yollamıyorlar ve son kabul yapıl(a)madığından, yapılan onca yatırım boşa gidebiliyor!
AB’deki büyüyememesinin yarattığı talep darlığına, AB ile izlenen “sertleşme” politikası bir de bu sorunları yaratıyor.
İşin en kötü tarafı da bu benzeri sebeplerle yaşanacak talep kayıpları önümüzdeki 2-3 yıldan önce ya geri döndürülemeyecek, döndürülse de asla başlangıçtaki fiyatlar yakalanamayacak!