Şampiy10
Magazin
Gündem

Hazine ihalesine gelen rekor talep normal!

Bu yılın ilk Hazine ihalelerine gelen sürpriz talep katılımcıları şaşırttı.

Pazartesi günü yapılan altı aylık referans bono ihalesinde ortalama bileşik faiz yüzde 14.73 olarak gerçekleşirken, stopajsız benzeri bonolarla arasındaki fark yüzde 0.75'le (75 baz puan) sınırlı kaldı. Yüzde 14 seviyesindeki faizlerde stopajın etkisinin yüzde 2.1'e kadar çıkabileceği göz önüne alındığında oluşan fark beklentilerin oldukça altındaydı.

Salı günü yapılan 595 günlük iskontolu tahvil ihalesinin ortalama bileşik faizi yüzde 13.56 ile, ikinci piyasada işlem gören benzer vadeli stopajsız tahvillerle neredeyse eş seviyede oluştu. Bir başka deyişle; olumlu havada, stopajın beklentilerin tersine faizler üzerinde neredeyse hiç etkisi olmadı. (Stopajın etkisini hava olumsuza döndüğünde hissedeceğiz.)

Hazine ihalelerinin faiz dışında daha da fazla dikkati çeken noktası, ihaleden önce verilen "ortalamadan alırım-ROT" tekliflerinin yüksekliğiydi. Özellikle Salı günü yapılan 5 yıllık değişken faizli tahvil ihalesine gelen 13.8 milyar YTL'lik ROT talebi dikkat çekiciydi. Sanırım Hazine tarihinde; bir ihaleye gelen en yüksek ROT, hatta en yüksek ihale teklifi idi. Hazine; normal ihalede fiyat oluşmasına yardımcı olacak makul bir satış yapabilmek için, gelen tekliflerin sadece yüzde 10'unu karşıladı.

Bu talebin "stopajın etkisini azaltmak için fiktif olarak yaratılmış olabileceğine" dair bazı yorumlar var. Buna katılmak pek mümkün değil. Zira piyasa şartlarının son derece olumlu olduğu, Türkiye'nin 2005 yılının en iyi borçlanan ülkesi olarak ödüllendirildiği bir dönemde, böylesi suni yöntemlere başvurmaya ne Hazine'nin ne de hükümetin ihtiyacı yok.

Diğer taraftan Sn. Tansu Çiller ve Sn. Güneş Taner dönemlerinde bu tarz müdahalelerin ne denli olumsuz sonuçlar doğurduğuna, hem Hazine yetkilileri hem de piyasa yakından tanık olmuştu. Sanırım işlerin iyi gittiği bu ortamda kimse böylesi bir hata yapmak istemeyecektir.

Gelen sürpriz talebin ardında temel olarak üç faktörü sayabiliriz.

İlki; yeni yılla birlikte FED faiz artışlarının sonuna gelindiğini ve olumlu havanın devam edeceğini varsayan yabancı yatırımcıların, piyasadan alarak oluşturamayacakları büyüklükteki pozisyonlan ihalelerden alma istekleri.

İkincisi, talebin fazla olacağını düşünen ve Hazine'nin ROT talebinin yansını veya daha azını vereceğini düşünen katılımcıların almayı düşündüklerinin iki ya da üç katı talep iletmeleri,

Sonuncu ve belki de en önemli faktör özellikle 5 yıllık swap faizlerinin 2005 sonundaki yüzde 10.90 seviyelerinden yüzde 10.30' lara düşmesi.

Yurtiçindeki bankaların stopaj sorunu olmadığını; yabancı yatırımcılarında stopajla uğraşmak yerine, bu swap-larla düşük faizli para verdikleri bir ortamda yerel bankalarda ister istemez hem faiz hem de vade risklerini azaltmak için yeni çıkan 5 yıllık tahvile yüksek talep gösterdiler.

Hele ki olumlu havanın devam ettiği durumda bu swap oranlarının tek haneli rakamalara inebileceği, yüzde 11.25'le yeni YTL eurobond ihraçlarının da yapıldığı göz önüne alındığında, bankaların yapabilecekleri fazlaca bir şey yok. Bu bonoları almaktan gayri...

Yazının devamı...

Borsanın işlem hacmi azalacak!

Yeni vergi düzenlemesinden sonra önümüzdeki dönemde, İMKB'de tescil edilen işlem hacimleri azalacak. Borsadaki hisse senetlerinin yüzde 67'sini elinde tutan yabancı yatırımcıların, yüzde 15'lik yeni stopaj düzenlemesinden sonra işlemlerini borsa dışına kaydırma ihtimali oldukça yüksek.

Yeni dönemde yerli yatırımcıların geneli için yapılacak fazla bir şey yok, hepsi sıkı kayıt altında. Diğer yandan yabancı yatırımcılar (bıyıklılar dahil) için bu kaostan kaçınma şansı var. Nasıl mı?

Birçok yabancı yatınmcı ve fon; işlemlerini yerel aracı kurumlarla doğrudan yapmak yerine, yerel piyasalan yakından tanıyan Londra'daki yatırım bankaları (YB) aracılığıyla yapmayı tercih ediyorlar.

YB Türkiye'de takas saklama hizmeti veren aracı kurumlarda bir hesap açıyor ve aldıkları alım ve satım emirlerini bu hesap üzerinden gerçekleştiriyor. Bu hesaptaki kıymetlerin hangi müşterilere ait olduğunu ne Takasbank, ne de işlemleri yürüten aracı kurumlar bilemiyor.

Bu durum yeni dönemde; hem yabancı yatırımcılar, hem de aracı durumundaki YB'leri için bir avantaj oluşturabilecek. YB nez-dinde hesapları bulunan yabancı yatırımcılar hiç İMKB'ye uğramadan, kendi aralarında "tezgah üstü" (OTC-Over the Counter) işlemlerle alım-satım yapacaklar. Halihazırda sınırlı olarak yapılan bu işlemlerin, İMKB'den geçmesine gerek yok. YB bir anlamda "sadece kendi emanetinde bulunan hisse senedinin malikinin ismini değiştirmekle" bu işi halledebilir. Hem komisyon kazanır, hem de birçok can sıkıcı bürokratik işlemle uğraşmamış olur.

Bu işlemlerle ilgili vergi sorunu, ancak son alıcının hisselerini İMKB'de satması durumunda ortaya çıkacaktır. Bu sorun da YB nezdinde ikili anlaşmalar ve karşılıklı mahsuplaşmalarla çözülebilir.

Vergi hesaplama, transfer zorlukları ve bunların getirdiği ek maliyetler; zaten gittikçe azalan komisyon gelirleriyle ayakta durmaya çalışan aracı kurumlara ek yük getiriyor. Buna bir de yabancı işlemlerinin İMKB dışına kaymasıyla oluşacak gelir kaybı eklendiğinde aracı kurumların işi zor!

Vergi tahsil etmek için sistemi dört bir taraftan kuşatan düzenlemeler, sistem içinde esnek bazı alanlar bırakmadıkları için, işlemler sistem dışına kaymaya başlıyor.

Tıpkı döviz işlemlerindeki 'Kambiyo Gider Vergisi'ndeki (KGV) gibi. Gerçek ve tüzel kişiler, bankalar ve döviz büfelerinden döviz alırken yüzde 0.1 (binde 1) vergi ödemek zorunda.

Ancak birçok büyük şirket bu vergiyi ödemiyor. Çünkü banka-lararası işlemlerde ve yurtdışındaki bankalardan döviz alındığında bu vergi yok. Şirketler de döviz alımlarında yerli bankalardan çok, yabancı bankaları ya da yerli bankaların yurtdışındaki şubelerini kullanarak bu vergiden "kaçınıyorlar".

Borsadaki işlemlerinde aynı KGV'de olduğu gibi yurtdışına kayması şaşırtıcı olmayacaktır. Sistemi ne kadar zorlar ve çerçeveyi daraltırsanız, gittikçe liberalleşen "global" dünyada her zaman yeni alternatifler yaratılacaktır.

Hal böyle olunca da "kümestekilerden" bile olmak var!

Yazının devamı...

Doğalgaz savaşları ya da Rusya'nın güç testi

21 . yüzyılda en çok duyacağımız sözcük herhalde enerji olsa gerek. Enerji denince de ilk akla gelen "petrol". Taşımacılıktaki önemi ve diğer enerji türlerine kolay çevrilebilir olmasından dolayı tüm dünya için hayati öneme sahip. Uğruna nice savaşlar yapıldı, yapılıyor ve rezervler azaldıkça daha da yapılacak.

Ortadoğu, dünya rezervlerinin yüzde 50'sinden fazlasını elinde bulundurduğundan dolayı mercek altında. Diğer önemli rezerve sahip ülkelerin başında da Rusya geliyor. Ham petrolün yanı sıra doğalgazda dünyanın en büyük üreticisi ve en fazla rezerve sahip ülke Rusya. Son 10 yılda bizim de önemli müşterileri arasına katıldığımız Rus doğalgazı, Avrupa'nın tamamı için de hayati önem taşıyor. Türkiye; elektrik üretiminden, ısınmaya kadar gittikçe artan bir şekilde Rus doğalgazına bağımlı hale geliyor.



Geçtiğimiz ay yapılan dağıtım ihaleleri ve bu ihaleler konusunda Rus Gazprom şirketinin elinde bulundurduğu güç konusunda birçok yazı yazıldı. Ancak sonuç şimdilik değişmedi ve korkanm değişecek gibi de görünmüyor. Zira Rusya elindeki gücün gittikçe daha fazla farkına varıyor.

Son güç denemesi Ukrayna üzerinde yapıldı. Aslında bu uluslararası arenada daha fazla yankı bulan deneme olsa da ilk değil. Aradan 2-3 yıl geçtiği için gerilerde kalan Yukos, Rusya'nın diğer önemli ataklarından biriydi.

Sovyet Rusya'nın dağılmasından sonra birçok devlet şirketi yok pahasına özelleştirildi ve Rusya'da yeni zenginler, güç odakları ortaya çıktı. Yeltsin döneminde iyiden iyiye güçlenen bazı işadamları Putin'in iktidara gelmesi ve özellikle ikinci kez seçilerek yerini güçlendirmesinden sonra; Yeltsin zenginlerinden birçoğu hem mallarını, hem de güçlerini kaybetmeye başladılar.

İlk kurban medya baronu Vladimir Guzsinsky'yi, Putin'e alternatif olmayı planlayan Boris Berezovski izledi. Bu iki ismi diğerleri takip etti. Bazıları, Chelsea'nin patronu Roman Abromovich gibi Putin ile sulh olarak şirketlerini elde tutmayı başardılar.

Ancak hiçbiri Yukos'un patronları Platon Lebedev ve özellikle Mikhail Khodorkovsky kadar sorun yaşamadı. Khodorkovsky, Yukos'un Orta Asya'da çıkardığı petrolü Çin topraklarında yapılacak boru hatlarıyla; hem Çin'e, hem de dünya piyasalarına satmayı planlıyordu. Böylelikle hem en hızlı büyüyen Çin'e doğrudan ulaşma imkânı, hem de Çin gibi güçlü bir 'ortağı' olacaktı. Bir sonraki hedefi de Putin'in yerini almaktı.



Bu planlar Putin'in doğal olarak hoşuna gitmedi. Putin'in tercihi ise Rusya'da çıkarılan petrolü Kamçatka'daki Rus topraklarında yapılacak boru hatlarıyla Japon denizine akıtmaktı. Böylelikle Çin gibi bir "mecburi ortak" ile yaşamak zorunda kalmayacaktı. 10-20 milyar dolar arası değer biçilen Yukos; "vergi borcu" olduğu bahanesiyle dolaylı olarak devletin kontrolüne geçti ve boyundan büyük işlere kalkan Khodorkovsky alaşağı edildi. Yukos parça parça özelleştiriliyor. Tabii ki Putin'in 'onayladığı' isimlere...

Petrol ve gazda neredeyse bir asırdır süren oyunlarda Rusya her zaman önemli bir aktör. Ancak bu aktörün seçtiği yeni "sahnelerden" biri de Türkiye. Ukrayna'nın başına gelenlerin bir gün bizimde başımıza gelmesinin önündeki engeller çok az.

Ukrayna uluslararası alandaki ilk denemeydi!

Yazının devamı...

Bono, döviz, borsa

2005 yılı Türk piyasaları için de coşkulu bir yıl oldu. 25,000 seviyelerinden yıla başlayan İMKB endeksi 39,300 (2.90 cent) seviyelerine yükselerek endeks bazında yeni rekor kırdı. Bono bileşik faizleri; 20.25 seviyesinden başladıkları yılı yüzde 13.90 seviyelerinden kapattı.

Dövizdeki rekor ise bambaşkaydı. 1.3450 seviyesinden yıla başlayan dolar/YTL kurları, yıl içindeki inişli çıkışlı seyrine rağmen yılı neredeyse aynı seviyelerden kapatarak; ilk kez yıl bazında "sabit kalma" rekorunu kırdı.

Önümüzdeki yıl içinde siyaseti ve ekonomiyi yakından ilgilendiren; AB ile müzakereler ve Kıbns, erken seçim, MB başkanlığı, komşularımızla münasebetlere daha önceden değinmiştim. Bu konuların dönem dönem gerginlik yaratma ihtimali var. Eğer herhangi birinde ipler kopmadığı takdirde (!) eskiye oranla bu sorunların daha kolay aşılması mümkün görünüyor.

Yükselen dolar faizleri nedeniyle ABD'ye doğru bir "kaliteye kaçış" yaşanmaz, İran ya da Suriye konusunda, Irak benzeri bir müdahale olmaz ise, bu yılki kadar "gönençli" olmasa da yine rahat bir yıl olabilir. Ancak bize has sorunlara ilave olarak, dünya piyasalarından ek baskılar gelir ise zorlanmamız kaçınılmaz.

Bono cephesi
Türkiye'de reel faizler hâlâ daha yüksek. Faizleri yıllık bileşik yüzde 13.9, enflasyon hedefini de yüzde 5 varsayarsak reel faizler yüzde 8.48'e denk geliyor.

Brezilya hariç bizim ligimizdeki ülkelerin hiçbirinde bu reel faiz yok.

Enflasyon hedefinin tutturulduğunu, reel faizlerin de yüzde 5 seviyelerine doğru iyileştiğini varsayarsak; ki aslında muhtemelnot artışları ile hiç de uzak bir hedef değil; faizlerin yüzde 10.25 bileşik seviyelerine gerilemesi önümüzdeki yıl içinde mümkün. Bu seviyelere nasıl geleceğimizde MB'nin tavrı önemli olacak.

Döviz cephesi
Bono faizleri ve MB'nin enflasyon hedeflemesi konusundaki kararları dövizde belirleyici olacak. Eğer MB, hedefi tutturmak için faizleri yavaş indirir ise yeni döviz satışlarının ve yeni "oyaklığa müdahalelerin" yolu açılır.

Kurların "nominal" seviyesi yeni yılda da aynı kalırsa şaşmamak gerekir. Eğer yukarıda sözünü ettiğim sorunların bir veya birkaçı gerçekleştiği takdirde de önemli iki seviye dikkati çekiyor. İlki 1.4075-1.41 aralığı, aşılması halinde de 1.4250 seviyeleri önemli. Herhangi bir sebeple bu seviyeler geçilir ise, o zaman "külahı önümüze koyup" düşünme vaktidir.

Borsa cephesi
Yıl boyunca rekorlarını yenileyen borsada yılın ilk haftalarında yeni vergi düzenine alışana kadar işlem hacminin düşmesi normal karşılanmalı. Türkiye'nin not artışları borsaya yeni "yabancı" yatırımcıların gelmesine yardımcı olacaktır. Ancak bu da eskilerin kâr realizasyonu için bekledikleri fırsatı yaratacaktır.

2005'te daha çok mali sektör ağırlıklı bir seyir izledik. Bu sektörde marjların daralmasıyla sanayi sektörü bu sene öne çıkabilir. Endekste 2000'deki 3.77 zirvesi yeni hedef gibi... Yine de bu yılın genelde bir "düzeltme yılı olacağı varsayımıyla; borsada da bir düzeltme olabilir. 2.10 centin önemli bir destek noktası olacağını göz önünde bulundurmakta fayda olabilir.

Yazının devamı...

2006'da neler olabilir (III) Düzeltme yılı mı?

2005 yılı tüm "varlık" (bono-hisse senedi-emtia-maden) piyasaları için yükselişlerin yaşandığı bir yıl oldu. 2003'ten bu yana gelen yükselişlerin bazıları yeni zirveleri zorlarken (İMKB gibi), bazdan da 2000'deki düşüşlerin ardından son 5 yılın en yüksek seviyelerine (Avrupa borsaları) geldi. Hiç bir 'malın' değerinin sürekli olarak yukarı ya da aşağı gitmesi mümkün değil. Mutlaka düzeltmeler -kâr realizasyonları- olacaktır. Bu kârların birçok piyasada 2006 yılında realize edilmesi mümkün görünüyor. Bu nedenle bundan sonraki iki yazıda bazı 'varlıklar' ile ilgili tahminlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Altın
Aralık ayında 541 dolar/ons seviyesi ile son 25 yılın zirvesindeydi. Yükselişin ardında döviz ve menkul kıymetlere karşı oluşan güven kaybının ardından "elle tutulur" geleneksel yatırım aracı olan altına yönelen talep vardı. Altının bundan sonraki hedefi 605 dolar seviyesinde. Ancak buraya soluksuz gitmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Önce bir düzeltme yaşanacaktır. Hızlı çıkışın düzeltmesinin de hızlı olacağı varsayımıyla bu yıl içinde önce 470 ardından da 430 dolar/ons seviyelerinin görülmesi mümkün.

Petrol
Brent petrolü Ağustos sonunda "Katrina-Rita" fırtınaları sırasında 68.90 dolar/varil ile 'nominal' fiyat rekorunu kırdı. Önümüzdeki yıl gerek OPEC'ten gerekse büyük petrol şirketlerinden fiyatların 50 doların
altına düşmesinin zor olduğu yönünde açıklamalar geliyor. Kış aylarının özellikle ABD'de beklenenden sıcak geçiyor olması, Çin'deki büyümenin göreceli olarak daha düşük beklenmesi petrol fiyatlarında bir gerilemeye neden olabilir.

Yeni yılda Brent petrolünün 50 doların altına gerilemesi ve hatta 45-46 dolar aralığını görmesi mümkün. Zira yüksek petrol fiyatları zaman içinde talep üzerinde etkisini yavaş yavaş hissettirecektir. Gerileyen petrol fiyatları petrol ithalatçısı Türkiye için iyi haber olacak.

Euro-Dolar
Ekim 2000'deki 0.8240 seviyelerinden 2004 sonunda 1.3670 seviyelerine kadar yükselen euroda, özellikle artan dolar faizleri nedeniyle bir düzeltme-düşüş yaşanıyor. Bu hareket henüz daha tamamlanmış değil. Her ne kadar Avrupa Merkez Bankası faiz arttırmaya başlasa da FED'den geride kalmaya devam edecek gibi görünüyor.

Çin'den yuanın revalüasyonu ile ilgili haberlerin de dolan destekleyeceği varsayımıyla paritenin; ilk aşamada 1.1590, ardından da 1.0950-1.1000 aralığını bu yıl içinde test etmesi mümkün. Eğer ABD'nin "çifte açıklarında" iyileşme görülmez ise yıl sonuna doğru yeniden 1.20'li seviyelere kadar eu-ronun yeniden yükselmesi söz konusu olabilir. Paritedeki bu beklentilerin gerçekleşmesi özellikle Avrupa'ya ihracat yapanlar için ve dolayısıyla da Türkiye'nin döviz dengesi açısından son üç yılki gibi yardımcı olmayacağı aşikâr. Borsa, bono ve dövizle devam edeceğim.

Yazının devamı...

2006'da neler olabilir? II

Yeni yılın yurtiçi piyasaları ilgilendirebilecek ana başlıkları olarak; Kıbns, erken seçim, Merkez Bankası (MB) ve diğer kurumlardaki yönetici değişiklikleri ile CIA/FBI ziyaretlerinin muhtemel etkilerine daha önce değinmiştim. Yerel faktörlerin yanı sıra uluslararası unsurlara da bakmakta fayda var.

FED faizleri
Yurtiçindeki finansal piyasaları en yakından ilgilendiren konu ABD'deki faiz oranlan olacaktır. FED'in yılbaşındaki ilk iki toplantısından (Ocak sonu ve Mart) en azından birinde 25 baz puanlık artış beklentisi devam ediyor. 13 Aralık'taki 25 baz puanlık artışla 4.25 seviyesine ulaşan FED faizlerinin 4.50'den daha yukarı çıkmayacağı umuluyor.

Yeni FED Başkanı Bernanke'nin tavn henüz netleşmiş değil. Eğer Greenspan gibi 'piyasa dostu' tavır sergiler ise mesele yok. Ancak 'enflasyon hedeflemesi' taraftan olduğu bilinen yeni FED Başkanı daha yüksek faiz hedefliyor olabilir. Zira ABD tüketici enflasyonu, bu yılsonunda yüzde 4'lerin üzerinde gerçekleşecek gibi görünüyor. Enflasyonu kontrol altinda tutmak için faizlerin yüzde 5'lere doğru çıkması söz konusu olabilir. Her ne kadar Kasım başında 4.67'lere çıktıktan sonra 4.37'lere gerileyen ABD 10 yıllık tahvil getirileri bu fikri desteklemiyorsa da yine de bu ihtimal gözardı edilmemeli.

Çin-ABD ortak yaşamı
ABD'nin dış ticaret açığı verdiği ülkelerin başında Çin geliyor. Buna karşın ABD'nin cari açığının da en büyük fınansörü Çin başta olmak üzere Uzakdoğu. Çin ucuz üretiyor, ABD bunu satın alıyor ve tüketiyor. Çin elde ettiği gelirleri yeniden ABD tahvillerine yatırıyor ki, ABD bu döngüyü devam ettirebilsin. Bir tür birbirine bağımlı ortak yaşam (simbiyosis) örneği. Greenspan'in bile anlamakta zorluk çektiği FED faiz artışlarına rağmen ABD tahvil getirilerinin yükselmemesinin ardındaki en önemli sebep de bu ortak yaşam olsa gerek.

Daha ne kadar devam eder? Büyük ihtimalle her iki taraf da memnun olduğuna göre en azından önümüzdeki yıl için büyük bir sorun çıkmaz gibi görünüyor. Her ne kadar ABD ve Avrupa'nın; yuanın 'revalüasyonu' için baskıları sürse de, Çin bu konuda direniyor. Bu yıl içinde bandın genişletilmesi ve sepet uygulaması gibi bazı adımlar atmış durumda. Yeni adımlar konusunda da sinyaller geliyor.

Özellikle Türk tekstil üreticileri başta olmak üzere, tüm piyasa katılımcılarının yakından izlemesi gereken bir konu bu revalüasyon meselesi. Önümüzdeki yılın önemli başlıklarından biri olmaya aday.

Çin'in bu yılki ve önümüzdeki yıl için hedeflenen büyüme rakamları da önemli. Zira Çin'deki büyümenin yavaşla(til)ması tüm dünya için önemli. Başta petrol olmak üzere, tüm hammadde ve emtia fiyatları için belirleyici olacak. Beklenti daha yavaş büyüme olması şeklinde. Bu durumda hammadde ve emtia fiyatlarında sınırlı da olsa düşüşler görülebilir.

Yazının devamı...

2006'da neler olabilir?

Başlık her yıl sonunda astrologların yeni yılda burçlara ilişkin yorumlarına benzedi. Teknik analiz konusuna birçok piyasa katılımcısının 'kendi kendini doğrulayan kehanet' gözüyle baktığını düşünürsek, bu başlık da falcıları pek aratmadı.

Yine de teknik analizin ve geçmiş tecrübelerin yardımıyla önümüzdeki yılda dikkatle izlenmesi gereken bazı noktalara önümüzdeki birkaç yazıda değinmeye çalışacağım. Hazır piyasalar yıl sonu tatiline girmeye başlamışken?

Önce Türk piyasalarını yakından ilgilendirecek bazı politik konular. Bunların başında tabii ki Kıbrıs geliyor. Ekim ayına kadar temel bazı konuların netleşmesi gerekiyor. Hükümet ile işadamlan arasında yaşanan ve şimdilik 'dondurucuya' konulan gerginlik, YÖK gerginliği ve diğer konular da Kıbrıs meselesinde pek de yardımcı olacak gibi görünmüyor. Zaman ilerledikçe; daha doğrusu daraldıkça; bu konu daha sık gündeme gelecek ve hatta AB müzakerelerinde gerginliğe yol açabilecektir.

Diğer bir konu erken seçim. Şimdilik gelen beyanlar bir erken seçim olmayacağı yönünde. Olmaması da aslında iyi olacak. Yine de erken seçim gelecek olsa bile, erken seçim karan verecek olanların bunu 'erkenden' ilan etmemeleri normal karşılanmalı. Hele ki bu seçim kararı cumhurbaşkanlığı açısından da önemli olduğu göz önüne alındığında bu tavır daha da önem kazanıyor.

Merkez Bankası (MB) başkanının süresi bu yıl içinde doluyor. Piyasalar açısından MB başkanının kim olduğu her zaman önemli olmuştur. Her ne kadar MB tek bir kişi yerine kurullar aracılığıyla yönetiliyor olsa da nihayetinde MB'yi temsil eden, 'vitrinde' olan kişi ve onun kredibilitesi önemli.

Dünkü Vatan Gazetesi'nde özerk kurumlardan Kamu İhale Kurumu ve SPK başkanlarının da görev sürelerinin dolduğuna dair bir haber vardı. Hükümetin bu kurumların yeni yönetimlerinde bir şekilde etkili olacağını baştan kabul etmek gerek. Her ne kadar bu kurumlar özerk olsa da, TMSF ve BDDK örneğinde olduğu gibi, hükümetin bu konularda bir şekilde ağırlığını koyması kaçınılmaz.

MB başkanının yanı sıra Türk sermaye piyasalarının geleceği açısından SPK'ya atanacak isim de önem kazanıyor. Kriz sonrasında piyasaları çalışır tutmaya çalışmaktan öte, piyasalan geliştirici, yenilikçi adımlar konusunda pek fazla yol alınmadı. Yeni dönemde gecikmelerin telafi edilmesi, piyasalann daha iyi çalışabilmesi için 'atanacak' isim önem kazanıyor.

Tabii ki bunların hepsinin dışında, Genelkurmay'dan ABD'ye yapılan üst düzey ziyaretlerin yanı sıra, FBI ve CIA başkanlarının Ankara'yı son ziyaretlerinin sebepleri daha da önemli. Arka arkaya gelen bu ziyaretlerin 'asıl' sebepleri kamuoyunca henüz bilinmiyor. Bu ziyaretlerin 'komşularımızla' ilgili olduğunu kabul edersek, akla 'hangisi' ya da 'hangileri' sorulan geliyor ki, cevabı aslında yukarıdaki bir çok konunun önüne geçecektir. Zira cevap içinde bir çok yeni soruyu da barındıracak ki, bunlara şimdiden hazırlıklı olmak oldukça zor görünüyor.

Hazırlıklı olabileceklerimiz konusuna devam edeceğim.

Yazının devamı...

NFIST yatırım için iyi bir alternatif

Bu yılın Ocak ayının ilk yarısında sermaye piyasaları yeni bir enstrümanla daha tanıştı. Bor-sa'da işlem gören yatırım fonları.

A ve B tipi yatınm fonlarının katılım belgeleri ancak ihraç eden kurum tarafından alınıp satılabilir durumda. Bu fonların katılım belgelerini elinde bulunduran yatırımcılar eğer nakde dönmek isterler ise, belli zaman kısıtlarına uymak, ihraç eden kuruma ön bildirim yapmak zorundalar.

Yeni tanıştığımız "Borsa'da İşlem Gören Yatırım Fonları" (bu tip fonlar için bir kısaltma önerisi: BigF) hisse senetleri borsasında aynen hisse senedi gibi gün içinde alınıp satılabili-yorlar. Takas işlemleri de, hisselerde olduğu gibi işlem yapıldığı günü takip eden ikici günde yapılıyor.

Şu anda İMKB'de DJIST ismiyle tanınan tek bir örnek var. Bu fon holding, banka ve işlem hacmi yüksek 20 hisse senedinden oluşan bir A tipi fon.
Borsada tek tek hisse senetlerini tanımayan veya yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan bireysel yatırımcılar için iyi bir alternatif oluşturuyor. Tek bir hissenin performansı yerine 20 hisseden oluşan bir sepetin performansına yatırım yapılabiliyor.

Fonun yönetim biçimi de diğer fonlara göre bazı farklılıklar gösteriyor. Fon portföyünün değeri her 15 saniyede bir, internet ve bilgi dağıtım kanalları aracılığıyla ilan ediliyor.

Hisse fiyatlarının daha da artacağını düşünen yatırımcılar bu fona talep gösterirlerse, fon yöneticisi yeni katılım paylarını 'yaratarak' bunları talep edenlere satıyor. Bu satıştan gelen parayla da portföydeki hisselerin, oranları ölçüsünde alım yapıyor.

Düşüşlerde de tersi işlemler yapılarak fonun portföy değeri ile piyasa fiyatı sürekli olarak dengelenebiliyor.

Bu fonların hisse senedi gibi işlem görmelerinin getirdiği bir diğer avantajda "açığa satış" imkânının olması. Borsanın düşeceğine inanan normal A tipi fon sahipleri, sadece fonlarını satma imkânına sahipler. Ancak bu fon payları aynen hisse senetlerinde olduğu gibi, resmi sözleşmelerle borç alınarak borsada açığa satılabilir. Bu da BigF'lerin diğer yatırım fonlarına göre önemli avantajlarından biri.
Önümüzdeki hafta NFIST adıyla BigF'lere bir yenisi eklenecek.

Finans Portföy tarafından yönetilecek olan bu fon; ilkinden farklı olarak, borsada işlem gören belli oranda halka açıklığa ve işlem hacmine sahip 20 sanayi şirketinden oluşuyor.

Fon; ekte yer aldığı üzere 2002'den bu yana mali sektör ile sanayi endeksleri arasındaki farkın önümüzdeki yıllarda daralacağı fikrinden yola çıkmış. Buna gün geçtikçe artan ve faizden uzak kalmayı tercih eden Körfez sermayesini cez-betme fikrini de eklemek mümkün.

Özellikle borsa tecrübesi sınırlı küçük yatırımcıların ilgisini çekebilecek BigF'lere, önümüzdeki yıllarda B tipi fonların da katılması sürpriz olmayacaktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.