Şampiy10
Magazin
Gündem

Müdahale ve altın fiyatları

Merkez Bankası'nın 15 Şubat'taki dövize müdahalesi hâlâ tartışılıyor. Döviz kurlarının 'istikrarlı' bir şekilde düştüğü bir ortamda 'oynaklığa' yapıldığı belirtilen son müdahale de öncekiler gibi işe yaramadı. Kurlar yine 'istikrarlı' düşüşünü sürdürüyor. Müdahale sırasında 1.3410'a kadar yükselen dolar kurları, sonrasında yine 1.32'li seviyelere geriledi. (Parite müdahale gününe göre hemen hemen aynı kaldığı halde.)

Günlük müdahalelerin piyasa katılımcılarının daha iyi seviyelerde döviz satma fırsatı yakalamaları dışında bir işe yaramadığını önceki müdahalelerde de yazmıştım.

YTL'nin faiz cazibesi azalmadan da yapılacak müdahaleler işe yaramayacaktır!

İhracatçıların yanı sıra kurların doğrudan etkili olduğu bir diğer piyasa da altın piyasası. 'Kuyum' işiyle uğraşanlar; uluslararası altın fiyatları ile cari kurları çarparak günlük YTL cinsinden altın fiyatlarını belirliyor.

Bu köşede değişik zamanlarda altın fiyatlarıyla ilgili beklentilere yer vermiştim. Bazı okurlardan şikayetler geldi. Zira benim yazılarımda bahsetmiş olduğum yükselişler, iç piyasada altın fiyatlarına tam olarak yansımıyor muş.

İlk bakışta mümkün değilmiş gibi görünse de gerçekten de arada farklar var. Ekteki tabloda sadece 2005 yılındaki ve son günlerdeki fiyatlara bakıldığında arada farklar görülebiliyor. 24 ayar 'has' altının YTL/gram fiyatı, uluslararası piyasalardaki ons fiyatının gerisinden geliyor.

Denebilir ki altına olan talep düştüğünden dolayı bu fark oluşabilir.

Türkiye gibi altının geleneksel yatırım aracı olduğu bir ülkede bu savın doğru olması pek mümkün görünüyor.

Diğer yandan kurların etkilerini burada da görmek mümkün. Kurların nerdeyse yıl boyunca sabit kaldığı 2005 yılında ons fiyatındaki artış YTL/gr fiyatlarına yansımamış durumda.

Buna karşın faizlerin cazibesi 2005 yılındaki kadar olmasa da devam ediyor. Tabii ki arada bir de AB adaylığı farkı var ki, bununla birlikte yüzde 7.5 seviyelerindeki cari reel faizin cazibesi hâlâ devam ediyor!

Altın fiyatlarındaki tahminleri yine ons/dolar bazında yazmaya devam edeceğim. Ancak kurlarla ilişkin kısmını sizlere ve Merkez'e bırakıyorum.

Ons/dolarda önceki yazılarımda sözünü ettiğim 574.6 seviyesi 575.35 ile görüldü. Sırada düzeltme var.

Önümüzdeki bir aylık sürede 560 seviyesi kapanış bazında yeniden görülme ihtimali var. Eğer geçilemezse sırasıyla 532, 514 ve en önemlisi 500 dolar seviyeleri var. Altında uzun vadede 800 dolar seviyeleri konuşuluyor. Ancak buraya tek hamlede gidilmesi zor ve ilk önce aşağı seviyeler ziyaret edilecek gibi görünüyor.

Yazının devamı...

Merkez Bankası Başkanı ne zaman açıklanacak?

Maestro" lakaplı, FED'in 18 yıllık efsanevi başkanı Alan Greensparîin 31 Ocak'taki görev süresi dolmadan çok önce yeni başkanın kim olacağı biliniyordu. Geçtiğimiz Ekim ayında adaylığı açıklanan Bernanke, Kasım ayında senatoda ilk konuşmasını yaptı ve Ocak ayı sonunda da senato tarafından onaylandıktan sonra 1 Şubat'ta görevine başladı. Hem FED, hem de piyasalar bu süre zarfında yeni başkanı tanıma, yeni başkan da eski başkan ile bir süre aynı çatı altında bulunma fırsatını yakaladı.

Bizde ise işler tam "Türk işi" yürüyor. Şu andaki başkan Serdengeçti'nin süresi Mart ayının ortasında sona erecek. Görev süresi uzatılabilir ya da yeni bir başkan atanabilir. Hangi alternatifin ağırlık kazandığı bile netleşmiş durumda değil. Her ne kadar faizler konusunda farklı görüşleri paylaşıyor olsam da Serdengeçti; enflasyonu düşüren, başanlı bir Merkez Bankası başkanı olarak anılacaktır.

Dönem dönem hükümet politikalarına "muhalefet" eden Serdengeçti'nin yerine hükümetin; kendi politikaları doğrultusunda kararlar verebilecek "bağımsız !" bir merkez bankası başkanını tercih edeceği sıkça dile getirilen bir konu.

Yeni başkanın kim olacağı piyasalar açısından önemli.

Kredibilitesi yüksek bir adayın piyasadaki koşullarını değiştirmez. Diğer yandan itibar sorunu olabilecek bir başkanın, itibar kazanması zaman alacaktır. Piyasalara karşı yeterince "sağlam" duramayacak bir isim, bir süre sonra ya piyasalar tarafından ya da hükümet tarafından kolayca yönlendirilebilir. Hele ki kriz tecrübesi olmayan bir başkanın, olası bir kriz zamanında "öğrenme süreci içinde" hata yapma olasılığı da oldukça yüksek olacaktır. Her ne kadar başkan "yeni" olsa da, MB'nın kadrolan ve geçmiş tecrübeleri hataları en aza indirecektir.

Başa dönecek olursak, yeni başkanın ya da olası adayların bir an evvel açıklanması ve belki de kamuoyunda tartışılması (bizde bir senato ya da meclis onay süreci olmadığından) yerinde olacaktır.

Böylelikle hem finans piyasaları bir "son dakika" sürpriziyle karşılaşmayacak, hem de Merkez Bankası kendi içinde yeni döneme daha rahat hazırlanacaktır.

Hele ki yeni başkanın Merkez Bankası içinden olmadığı durumda, dahili işleyişin anlaşılması, merkez bankacılığının tanınması zaman alacaktır. Zira merkez bankacılığı, ticari bankacılıktan oldukça farklı bir konu. Merkez bankaları ile ticari bankaların öncelikleri birbirinden çok farklı, hatta birbirine neredeyse zıt yaklaşımlar.

Tüm bu sorunları yaşamak yerine en kısa zamanda hükümet bir karar vermek zorundadır. Bu karar süre uzatımı ya da yeni aday şeklinde olabilir. Hangisi olursa olsun bu kararın bir an evvel verilmesi, piyasaların bir "son dakika oldu bittisiyle" karşı karşıya bırakılmaması yerinde olur.

Neden biz de FED'in başkan değişiminde olduğu gibi zamanında atama yapıp, geçişin "normal" olmasını sağlayamıyoruz?

Türk olduğumuzdan mı acaba?

Yazının devamı...

Beyhude müdahale!

Merkez Bankası yine "oynaklığa müdahale" etti. MB; müdahaleye 1.3270'den başladı ve kuru 1.3410'a kadar yükselti. Piyasa katılımcılarına göre MB'nin aldığı rakam 5 milyar doları aştı. Piyasa katılımcıları haftalardır bu müdahaleyi bekliyordu.

Piyasalar; enflasyon hedeflemesine geçen ve daha "tutucu" politikalar izleyeceğini bir şekilde belirten MB'den; Mart sonuna kadar faizde bir indirim beklemiyordu. O nedenle de iyi fiyatta döviz satip cari faizin avantajından yararlanmak için fırsat kolluyordu. Yüzde 50 dolar/euro sepetinde önceki iki müdahale 1.4715 ve 1.4610 seviyelerinden başlamışken, bu müdahale 1.4530 seviyelerinde başladı, 1.4690 seviyelerine ancak ulaşabildi. Dikkat edilirse, müdahale sonrasındaki seviye önceki müdahalelerin başlangıç seviyelerinin dahi altında kalmış durumda. Müdahale işe yarayacak mı? Cevap çok net bir şekilde hayır!

Neden işe yaramıyor?
Ekonomi yazınında ve reel sektörde kurların yükselmesi için ilaç olarak ortaya konulan müdahalelerin işe yaramamasının ardındaki tek sebep YTL'nin cazibesi! Yani faizi. Zira Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine girmesi ve ekonomide atılan adımların yanı sıra IMF programını uygulması Türk piyasalarını cazip kılıyor. Böyle bir ortamda reel faizler de yüksek olunca ülke riskine yatırım yapmak isteyenler sürekli yeni fon arzı yaratıyor. Yeni fon girişleri de kurları düşürüyor. MB müdahaleleri olmasa belki de bugün dolar/YTL kurları 1.10 seviyelerine dahi gelebilirdi. Ancak müdahalelerle ihracatçıların daha az zarar görmeleri sağlanabiliyor.

Yine de müdahale etmek akılcı mı? Bana göre değil. Zira haftalardır bu fırsatı bekleyenler daha iyi fiyatta dolar satma fırsatını yakaladı. Bonolara da alım geldi. Faizleri cazip olan bonoların faizleri gün başına göre 20 baz puan geriledi, ki son haftalarda az görülen günlük farklardan biri...

MB'nin döviz alımına karşın piyasaya vereceği likidite de bono alımı için sebep oldu. Bu likidite birkaç haftadır yükselen döviz swap'larına da hareket getirdi. YTL likiditesindeki görece sıkışıklık nedeniyle yılbaşında yüzde 10.30'lara kadar gerileyip 11.50'lere kadar yükselen 5 yıllık döviz swap'larında da gerileme oldu.

Gün sonunu 1.3325'ten kapatan dolar kurunun dengeye gelebilmesi için yapılması gereken YTL "cazibesinin" azaltılması. Yani; geçen yıl hemen her PPK toplantısından sonra da faizin azaltılması gerek. MB aldığı dövizlere karşın yarattığı likiditeyi çekme hesaplarının yanı sıra; Mart sonunu beklemeden 23 Şubat'taki PPK toplantısında faizleri düşürmeyi ciddi olarak ele almalı, hatta 50-100 baz puanlık bir indirim...

Yazının devamı...

ABD'nin dış açığı herkesin sorunu olacak!

Cuma günü açıklanan 2005 yılı verilerine göre ABD'nin dış ticaret açığı önceki yıla göre yüzde 17.5 artarak 725.8 milyar dolarla yeni rekor kırdı. Bu açıkta yüzde 24'lük artışla 201 milyar dolara ulaşan Çin başı çekerken, yüzde 12'lik artışla 144 milyar dolara yükselen AB, ikinci sırada yer alıyor. Rakamlar cidden büyük. Dikkati çeken en önemli nokta Çin'in toplam içindeki payı 2004 yılına göre yüzde 1.5'lik artış gösterirken AB'nin payı yüzde 1 gerilemiş. Euro 2005 yılı boyunca değer kaybetmiş olmasına rağmen.

Bu durum daha ne kadar sürdürülebilir? Bunun cevabını buradan vermemiz oldukça zor. Ancak ilk akla gelen birkaç noktaya değinmekte fayda var. İlki Greenspan'in emekliliği sonrasında, yeni başkan Bernanke'nin faizleri 4.75'lerde tutacağını düşünenler artık yüzde 5 ve hatta üzerini konuşmaya başlayacaklar ve hatta başladılar bile. Bunun etkisi de euroda görüldü. Dış ticaret rakamından sonra ancak 1.2020 seviyesine yükselebilen parite, günü 1.1904'ten kapattı. 1.16'lar bile yeniden görülebilir.

Diğer yandan Çin'e; Yuan konusunda yapılacak baskılarda artış olursa şaşmamak gerek. Zira doların değer kazanmasının, AB cephesinde etkili olmadığı görülüyor. Yuan'in değer artışının hızlandırılması sorunun bir parça da azalmasına yardımcı olacaktır.

Bernanke'yi zor işler bekliyor
Sektör/ürün bazında 2005 yılında 57.5 milyar dolarlık artışla petrol ve petrol ürünleri başı çekiyor. Artan petrol fiyatları ABD yi de ciddi olarak etkilemiş durumda.

Yüksek petrol fiyatları, ABD'de sönmeye başlayan emlâk balonu ile birlikte tartışılmaya başlanacak durgunluk, 5-5.25'lere yükselmesi muhtemel faiz artışları, Çin'e revalüasyon baskıları ve tüm bunların ortasında ABD'nin cari açığının finanse edilebilmesi için de likiditenin sürdürülmesi gerekliliği; yeni FED Başkanı Bernanke'nin ve dolayısıyla bizim piyasaların bu yıl uğraşacağı konuların başında geliyor.

Yazının devamı...

Kredi Kartları Yasası temelde yanlış!

Kredi kartlarıyla ilgili bir yasa çıkarılması ikinci kez gündemde.

Baştan anlaşmakta fayda var! Kredi kartı, bir 'kredi' müessesesi. Kredi kartı çıkaran hiçbir finansal kurum, kart sahibine "Al sana şu kadar limit, kendi paran gibi harca" demiyor. Sadece "Senin bendeki kredin (!) şu kadar, sana bu rakama kadar kredi veriyorum" diyor. Yani bu, "Bu parayı sana geçici olarak veriyorum, geri alacağım" anlamına geliyor.

Temel olarak tüketici, ihtiyaç, konut ya da araç kredisinden hiçbir farkı yok. Tek farkı kullanım kolaylığı. Evrak-ı metruke yerine plastik bir kartla işlemlerin yürütebiliyor olmasında.

Gelirlerine uyumlu harcama yapan, ekstre döneminde borçlarını kapatanlar için sorun yok. Ancak dengeyi kuramayanlar için borcu borçla kapatma dönemi başlayınca, faize faiz ödeme gündeme geliyor ki (bir başka deyişle bileşik faiz) işin içinden çıkmak mümkün olmuyor.

Ancak bunun sorumluluğunun tamamını bankalara yüklemek doğru değil. Evet, bankaların da yüksek fazileri nedeniyle bu sarmalın hızlanmasında önemli sorumlulukları var. Yine de kimsenin bir bankayı yüksek faiz alıyor diye suçlaması mümkün değil. Nasıl ki birikimleri için düşük faiz veren bir bankayı suçlamak yerine, parasını daha yüksek faiz veren bankaya yatıranlar olduğu gibi, yüksek kredi faizi talep eden bankanın kredi kartını kullanmayarak da bu sorun halledilebilir.

Kredi kartı sözleşmelerinde tüm koşullar bankalar tarafından yazılıyor. Evet eskiden karınca duası gibiydiler ancak düzenlemeyle okunabilir hale geldi. Kart kullanıcılarının, hem sözleşmeye hem de harcama belgelerine imza atmadan önce bunları dikkatle okumaları gerekir. Kamuoyunda çıkarılması planlanan yasayla kredi kartı borçlarının affedileceği gibi bir izlenim oluşuyor. Öncelikle böylesi bir yasa geriye dönük uygulanamayacağı için, eski borçlar için eski kurallar geçerli olacak.

İkincisi kredi kartı, kullanıcı ile banka arasında yapılmış ticari bir anlaşma. Bu ticari anlaşmaya devletin müdahil olmasını anlamak pek mümkün değil. Serbest ekonomide devlet ticari anlaşmaların hangi şartları ihtiva edeceğini düzenleyebilir, ticari şartlarını; faizi, vadesi, fiyaü değil!

Bana göre yapılması gereken; devletin kart fazileri ile uğraşmak yerine, bankalar tarafından bu kartların doğru kişilere ve "doğru limitlerle" verilmesini sağlayacak sermaye ve risk denetimini yürütecek düzenlemeler yapmasıdır ki, bu da BDDK'nın görev alanına giriyor.

Bireysel bankacılık alanında, Avrupa'nın oldukça ilerisinde olan Türk bankacılık sistemine böylesi bir müdahaleye hiç gerek yok. Belki de kart kullanıcılarında "ahlâki erozyona" yol açabilecek bu tarz yaklaşımlar yerine, kredi kartı sözleşmelerinin yeniden okunması için bir kanun çıkarılsa daha iyi olabilir. Ki herkes ayağını yorganına göre uzatsın!

Yazının devamı...

Galataport, Tüpraş... Ya da kendi kalesine gol atmak...

İsviçre ile oynanan 2006 Dünya Kupası play-off maçlarını düşünün. Varsayalım ki ilk maç rakip sahada 0-0 berabere bitmiş ve ikinci maçın ikinci yansında kendi kalemize attığımız bir golle yenik durumdayız. Artık illa kazanmamız lazım ve maçın son 15 dakikası kalmış.

Önce Galataport, ardından da Tüpraş, hükümetin yukarıda sözünü ettiğim "kendi kalesine' attığı gole benziyor. İşi iyiden iyiye zora soktular. Her iki ihalede de hukuki problemler nedeniyle yürütmeyi durdurma karan verildi. Önceki yıllarda yaşanan sorunlardan ders alınmamışçasına, özelleştirme yine hukuka takıldı.

Galataport'ta; diğer iki teklifin toplamından daha fazla fiyat öneren Of er'in teklifi düşüktür, yüksektir tartışılabilir. Ancak Tüpraş meselesini anlamak pek mümkün değil. Henüz gerekçeli karar açıklanmadı ama ilk bilgilere göre 'ihalenin yapılmasının yürütmesi' durduruldu. Ardındaki gerekçe de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın (ÖİB) bu ihaleyi Özelleştirme Yüksek Kurulu karan olmadan yapmış olmasıdır. Tüpraş ihalesini yakından takip etmiş olanların söylediğine göre aynı sorun, Zorlu Grubu'nun Kazaklarla beraber aldığı ihalede de söz konusuymuş.

Madem bu kadar temel bir hata ilkinde yapıldı, ikincisinde de mi aynı hata yapılır? Hal böyle ise sorumluluk ÖİB ve bu kurumun başındaki kişileri atayan siyasi iradededir. Yani hükümette.

Hele ki Tüpraş bu kadar iyi bir fiyattan satılmışken. Tamamı için 8.2 milyar dolar değer üzerinden alınan Tüpraş'ın borsa değeri hiçbir zaman bu rakama ulaşmamış. Son borsa değeri 4.9 milyar dolar olan Tüpraş, borsanın en yüksek olduğu 2000 Ocak ayında 6 milyar dolarmış. Denebilir ki o zaman petrol fiyatları 15-20 dolar seviyelerindeydi, bugünlerde ise 63-68 dolar seviyelerinde. Rafineri işi açısından bakıldığında bu argümanın pek bir anlamı yok, zira önemli olan rafineri marjları. O yıllarda yüzde 1-4 arasında değişen marjlar, son yıllarda yüzde 3-8 arasına yükselmiş durumda. Bu da aradaki fiyat farkını açıklamakta fazla yardımcı olmuyor.

Ancak yeni rafineri yapmanın 4-5 yıl sürdüğü göz önüne alındığında, Koç Grubu'nun çalışır ve karar mekanizmasını kontrol edebildiği Tüpraş'a bu fiyatı vermesi stratejik olarak doğru olabilir.

İyi fiyatla satılmış, parası ödenmiş, temel hukuki prosedürü büyük ölçüde tamamlanmış böylesi bir ihalenin iptali, hele ki Galataport'tan sonra gelmesi, piyasalarda ciddi tedirginliğe yol açacaktır. Bu karardan Ereğli özelleştirmesinin de etkilenebileceğini düşünen yatırımcıların geçtiğimiz hafta yaptıkları hisse satışları buna bir örnek.

Tüm dünya borsalarında Şubat ayı ile birlikte bir kâr realizasyonu yaşanmaya başladı. Bu durum tek başına piyasaların düşmesi için yeterli sebep. Bir de buna özelleştirme iptalleriyle ek gerginliklerin eklenmesi ciddi 'güven erozyonu' yaratıyor.

Bir an evvel gerekçeli karar çıkmalı ve hükümet bu konudaki tavrını netleştirmelidir. Bana göre Tüpraş'ın iptali tam anlamıyla "pişmiş aşa su katmak" olacaktır ki, yeniden ihale yapılsa bu fiyatın bulunması mümkün olmayabilir.

Buna bir de Tüpraş'ta "yetki ve karar verme zaafiyet i" eklenir ise, "Nereden çıktı şimdi bu?" dedirtecek türde bir "benzin sıkıntısıyla' karşı karşıya bile kalabiliriz.

Yazının devamı...

ABD, İran'a müdahale ederse ne olur?

Son sözü en baştan söylemekte fayda var; hiç tereddütsüz kötü olur. Türkiye için önce FBI ve CIA başkanlarının ziyaretleri ile gündeme geldi İran. Ardından İran'ın yeni Devlet Başkanı Ahmedinecad'ın gittikçe sertleşen "şahin" söylemleri ve özellikle nükleer çalışmalar konusundaki gerginlikle daha da fazla gündemi oluşturmaya başladı.

Tartışılan; petrol zengini İran'ın nükleer enerjiyi barışçıl amaçlardan çok askeri amaçlarla istediği. Bu durum; başta İsrail, Türkiye ve diğer bölge ülkeleri olmak üzere, tüm dünyayı tedirgin ediyor. Son haftalarda ABD'nin; Irak'taki gibi olmasa da; İran'ın nükleer çalışmalarını yürüttüğü tesisleri vurabileceği konuşuluyor.

Irak'ta işleri henüz daha yoluna koyamamış olan ABD'nin, bir de İran cephesini açması endişeleri artırıyor. Bu endişelerin bir kısmı petrol fiyatlarına yansıdı. Yine de bu gerilimin henüz daha fiyatların içine tam olarak girdiğini söylemek mümkün değil. Diğer taraftan böylesi bir müdahalenin hem başarılı olması hem de kısa zamanda sonuç vermesi oldukça zor görünüyor. Bu konuda düşüncelerinin bir kısmını paylaştığım İranlı bir arkadaşımın fikirlerini sizlerle paylaşmak istedim.

İran'a uygulanacak yaptırımların etkili olması zor. 1979'daki İslam devrimi ve ABD elçiliğine yapılan saldın sonrasında bati ile bağlarını koparan İran, Irak'la yapılan savaş sırasında ve sonrasında kendisine uygulanan ambargo ve yaptırımlar nedeniyle kendi kendine yeter hale gelmiş durumda. Ekonominin kendi kendine yeterliliğinin yüzde 75'lerin üzerinde olduğundan söz ediliyor. Uzun savaş tecrübesi ve tarihi bir ulus. Diğer yandan şah dönemi de dahil olmak üzere bu topraklar üzerinde savaş eksik olmamış. Son Irak-İran savaşından kalma ciddi bir savaş tecrübesi ve askeri birikim söz konusu. Üstelik Iran ekonomisinin çok önemli kısmı ordu yönetiminde ve ordu ekonomiyi kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirebiliyor. Irak'taki bölünmüş yapıya ve değişik etnik kökenlilerin zorunlu birlikteliğine karşın, İran'da topraklarını savunmaktan çekinmeyecek bir ulustan söz etmek mümkün.

Saldırı ya da savaşın İran'la sınırlı kalması neredeyse imkânsız. İsrail'in de dahil olduğu bir savaşın geniş bir cepheye yayılması oldukça muhtemel. İran gerek ordusu ile gerekse de terörist faaliyetler aracılığıyla savaşı Ortadoğu'nun dışına dahi taşıyabilir.

Petrol fiyatlarını tutmak mümkün olmayabilir. Her ne kadar ABD yönetiminin şahin kanadı, İran'ın nükleer gücü olmasındansa petrol fiyatlarını umursamadıklarını söylese de o dönemde dünyanın hangi fiyattan petrol alacağını tahmin etmek oldukça zor.

Umanm AB, ABD ve BM Atom Enerjisi kurumu İran ile (Rusya ve Çin'e rağmen) sonucu savaşa gitmeyecek bir çözümü bulabilirler. Aksi takdirde böylesi bir durum son 3 yıldaki rallilerin sonu olabilir.

Yoksa İMKB'deki Cuma günkü satışlar bu nedenle miydi?

Yazının devamı...

MB faizleri indirmedi sırada müdahale mi var?

Yeni yılla Merkez Bankası nezdindeki Para Politikası Kurulu'nun çalışma takvimiyle, faiz kararlarının alınış ve açıklanma zamanlarında değişiklikler yapıldı. Tarihleri önceden açıklanan günlerde yapılacak toplantılardan sonrasında, saat 19'a kadar yeni faiz kararlan açıklanacak.

Geçtiğimiz Pazartesi günü yapılan bu yılın ilk toplantısından faizlerin "aynı kalması" karan çıktı. Enflasyon hedeflemesine geçen MB işi en başından sıkı tutacağının mesajını vermek istercesine faizlerde değişime gitmedi. Swap piyasalannda 5 yıllık YTL fazileri yüzde 10.20'lere, 7 yıllıklar 9.75'lere gerilemişken bileşik yüzde 14.66 seviyesindeki gecelik faizlerin yüksek olduğunu düşünüyorum.

Diğer piyasa katılımcıları da benzer düşüncelerle hareket ediyorlar. Önceki günkü toplantıda MB'nın faizleri değiştirmeyeceğini düşünenler yeni yılla birlikte döviz satmaya başlamışlardı. Paritedeki gelişmeler de özellikle dolar kurlarının hızlı gerilemesine neden oldu.

Dolar ve euro sepetine bakıldığında; MB'nın daha önce yapmış olduğu müdahale seviyelerine oldukça yaklaşıldı. Parkedeki hareketler dolar kurlarına tam olarak yansımaz ise yeni bir müdahalenin gelme ihtimali artıyor.

Faizlerin "aynı kalmasını" bekleyerek müdahale hesabı yapan özellikle yabancı yatırımcılar için yeni bir satış fırsatı daha kapıda... Tıpkı önceki müdahalelerde olduğu gibi...

Hazine'nin eli güçleniyor!
Yeni yıla stopaj etkisinin ne olacağını kestiremeden başlayan bono piyasaları, global piyasalardaki olumlu hava ile stopajı kulak arkası etti.

Stopaj, bileşik faiz seviyelerini hemen hemen hiç değiştirmezken, gelen taleplerle Hazine rahat borçlanabiliyor. Üstüne üstlük ödeyeceği
faizlerin bir kısmını da ileride vergi olarak geri tahsil edecek. Hazine'den keyiflisi olmasa gerek bu günlerde...

Dün yapılan; altı ayda bir yüzde 7 sabit kuponlu beş yıllık tahvil ihalesinde ortalama verim bileşik yüzde 12.41 olarak gerçekleşti. İhale öncesinde piyasada işlem gören tek sabit kuponlu tahvil 10 Şubat 2010 vadeli olandı. Bu bononun getirişi de ihaleye girildiği sıralarda yüzde 12.33 seviyelerindeydi. İhale öncesinde ortalamadan almayı kabul edenlere 811 milyon YTL, ihalede de 575 milyon YTL'lik satış gerçekleştirildi.

İhale sonrasında her iki sabit kuponlu tahvilinde getirilen ikincil piyasada yüzde 12.41 bileşik seviyesinde eşitlendi. Bir farkla; 10 Şubat 2010 vadeli tahvilin kupon getirileri stopaja tabii değil. Bu durum bankalar açısından önemli bir fark yaratmasa da, özellikle bireysel yatırımcılar açısından ciddi fark yaratıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.