Şampiy10
Magazin
Gündem

Ne olacak şimdi?

Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası başkanlığı için hükümetin önerdiği adayı onaylamadı. Bu köşede yaklaşık üç ay önce, MB başkanının göreve devam edip etmeyeceğinin, etmeyecekse de süresi dolmadan yeni aday(lar)ın kamuoyuna açıklanması gerektiğine değinmiştim. Eski başkanın süresi doldu, emekli oldu, hâlâ daha yeni MB Başkanı atan(a)madı.

Anlaşılan bir süre daha vekalet dönemi devam edecek. MB'nin vekaleten yönetilmesinin bu ülke adına üzüntü verici bir durum olduğunu düşünüyorum. Asaleten atanacak bir kişiyi bu ülke zamanında (!) çıkaramıyor mu? Diğer yandan IMF Başkanı Rodrigo Rato'dan sert açıklamalar geldi. Aslında açıklamalar yeni değil. IMF'nin Türkiye Temsilcisi Hugh Brendenkamp, tekstildeki KDV indirimi ve memura ek ödemeler konusunda uyanlar yapmıştı. Üçüncü Gözden Geçirme'nin bir türlü bitmemesinin ardındaki sosyal güvenlik ve gelir idaresi konularının Meclis gündemine gelememesini de değişik zamanlarda dile getirmişti. Piyasalarda işler yolunda giderken kimse bu uyarıları dikkate almadı. Şimdi zemin kayganlamaya başlayıp üstüne de açıklamalar Rato'dan gelince daha etkili olacak.

Bundan sonra neler olabilir?
ABD Genelkurmay Başkanı'nın ziyareti ve IMF Başkanı Rato'nun açıklamaları neredeyse eş zamanlı. Ben bu konularda çok tecrübeli değilim ancak önümüzdeki aylarda Irak ve İran konularındaki gelişmelere, Türkiye'nin BM banş gücü konusundaki açıklamalarına ve özellikle de ABD ile ilişkilere dikkat etmekte fayda var. Daha kısa vadeye baktığımızda ise; yabancıların taşıdığı büyük pozisyonlar ve özellikle de bunlara bağlı olarak yaratılan türev ürünleriyle gelinen noktada piyasa katılımcılannın önemli bir bölümü kurlarda ciddi bir yükseliş olmasını istemiyor. Bir çok katılımcı, bu krizin de bir şekilde aşılacağını söyleyerek, hem kurlan hem de faizleri "savunacaktır". Önümüz yaz olduğundan "savunma" başarılı olabilir.

Dolar kurlarında 1.3750-1.3800 aralığında önemli bir direnç var. En önemli direnç ise 1.41 seviyesinde. Bu seviye aşılmadığı takdirde önemli bir sorun yok gibi. Aşılırsa.... O zamana kadar yazmış olurum. Diğer yandan kısa vadede işler yoluna girse bile kurlarda 1.30'un altını görmek neredeyse imkânsız.

Faizlere gelince; Cuma günü 13.93 bileşik ile kritik bir seviyede kapandı bonolar. Bu seviyenin aşılması halinde; ki Pazartesi günü bu mümkün görünüyor; ilk hedef 14.50 bileşik seviyesi. Şimdilik "savunma" ile bu seviye aşılmayabilir, ve hatta yaz dönemi için bir tra-de imkânı bile tanıyabilir.

Borsa cephesinde ise sihir Mart başında bozulmaya başlamıştı. Cuma günü raporlarla gerileyen borsa bir süre daha gerileyecek gibi görünüyor. Dönem dönem iyi haberlerle kısa süreli tepkiler verse de borsadaki 'düzeltme' 38,500-39,500 aralığına kadar devam edecek görünüyor. Düşüş sırasında 3.49 ile 3.46 cent arasında oluşan "boşluk" yukarı çıkış için umut verse de yukarıdaki hedeflere yaz dönemine kadar ulaşılacağını düşünüyorum.

Yazının devamı...

Hükümetin başarısı mı?

Kasım 2002 seçimleriyle işbaşına gelen AKP hükümeti, ekonomideki tüm olumlu gelişmeleri nerede ise tek başına sahipleniyor. Haklıdırlar! Zira siyasi sorumluluk nihayetinde hükümetin.

Faizler yüzde 65'lerden 14'lere; kurlar 1.70'lerden, 1.30'lara gerilemiş, bunlara karşın borsa endeksi 10 bin puandan 48 bin düzeyine kadar yükselmişti. Bakıldığında performans gerçekten etkileyici. Ancak bu başarının tamamı hükümetin tek parti iktidarı olmasından ve uyguladığı ekonomik programdan kaynaklandığını söylemek mümkün mü?

Hayli zor! Öncelikle uygulanan ekonomik program, IMF desteğiyle kriz sonrasında ortaya konan programın devamı. Kemal Derviş zamanında hazırlanmış ve IMF tarafından desteklenen ve finanse edilmekte olan program konusunda ne zaman ayak sürünse, piyasalardan gelen baskılarla her seferinde programa geri dönülmüştür.

Diğer yandan 11 Eylül sonrası FED'in faizleri yüzde l'e düşürmesiyle başlayan dünya likiditesindeki artiş Japonya ile devam etti. Bu global likidite doğal olarak öncelikle gelişmekte olan ülke piyasalarına girdi. Bu da başta Brezilya, Rusya ve Türkiye olmak üzere tüm gelişmekte olan ülkelerde borsaların rekorlar kırmasına, kurların ve faizlerin gerilemesine yol açtı.

Gerçekleşen başanyı 100 olarak kabul edersek; global likidite bolluğu bu başarının yüzde 40'lık kısmının gerçekleşmesindeki en önemli etken. Zira böylesi bir likidite olmasa istediğiniz kadar tek parti hükümeti olun, isterseniz ekonominizi IMF ve Dünya Bankası yönetsin, yine de fazla bir yol almanız mümkün değil.

Kalan kısmın yarısını yani yüzde 30'u; özellikle AB üyeliği senaryosuyla birlikte IMF ile yürütülen programın getirdiği kredibilite ve Merkez Bankası'nın bağımsızlığından kaynaklanan basan olarak sayabiliriz.

Son olarak da yüzde 30'luk kısım tek parti iktidarının; devlet politikası olan AB üyeliği perspektifini sahiplenmesi, bütçe ve maliye politikalarıyla, özelleştirmelerdeki başarısı olarak ayrıştırmak sanırım yanlış olmaz.

Bu değerlendirmenin yeri ve zamanını bilemiyorum. Ancak FED'in faiz artışları ve ardından Japonya'dan gelen değişim sinyalleriyle birlikte dünya likiditesinde bir daralma olacağı anlaşılıyor. Bu da başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm finans piyasalarını etkileyecektir.

Özellikle bizim gibi cari açık sorunu yaşayan ülkelerde likiditenin etkileri daha ciddi hissedilecektir. Bundan sonra adımların çok daha dikkatli atılması gerek. Çünkü piyasaların altından likidite çekilmeye başladıkça zemin daha da kayganlaşacaktır.

Hükümetin bu konuları daha yakından takip ederek; Merkez Bankası Başkanlığı ataması benzeri örneklerde olduğu gibi; gereksiz gerginliğe yol açacak; zemini daha da 'kayganlaştıracak' yaklaşımlardan kaçınması iyi olacaktır. Aksi takdirde maliyeti çok yüksek olacak.

Yazının devamı...

Merkez'den kriz tecrübesi de emekli oluyor!

Merkez Bankası'nın yeni başkanının kim olacağının en azından yılbaşında belli olması, ekonomik aktörlerin yeni ismi anlaması ve tanıması açısından önemliydi. Ancak bu yapılmadı. Şimdi yine başkanın kim olacağı tartışılıyor.

Merkez Bankası başkanlığının yanı sıra başkan yardımcıları konusu gittikçe daha çok önem kazanıyor. Piyasa ekonomisiyle "barışık" olmayan kişilerin, "piyasaları" nasıl yöneteceği akla ciddi soru işaretleri getiriyor.

Akla gelen sorulardan biri de bu atama sürecinde, iktidar partisi AKP içinde farklı seslerin gittikçe yükselmeye başlayıp başlamadığıydı. Atama sürecinde başbakanın ve ilgili diğer bakanların farklı mesajlar vermeleri ve farklı tavırlar sergilemeleri bu düşünceyi besler nitelikte. Belki de bir süredir var olan konu; bu vesileyle su yüzüne çıktı ya da yeniden gündeme geldi.

Her ne olduysa oldu. Ancak dikkatlerden kaçan önemli bir nokta daha var ki; o da MB'de Sn. Serdengeçti ve beraber çalıştığı mesai arkadaşlarının emekli olmasıyla, bir anlamda MB'den "kriz tecrübesi" de emekli oluyor.

1980 yılında MB'de göreve başlayan Sn. Serdengeçti en azından 1994 ve 2001 Türkiye krizlerinin içinde bulunmuş, son 10 yılda yaşanan Rusya, Uzakdoğu ve 11 Eylül gibi bir çok krizi yakından izlemiş bir başkandı. Başkan yardımcıları içinde benzer tecrübelerden söz edilebilir. Piyasaları yönetmenin arük neredeyse bir "sanat" haline geldiği son yıllarda, tecrübelerin değeri tartışılmaz.

Benim inandığım bir söz var; "acılarla öğrenilenler unutulmaz." Kriz tecrübesi de bu söze en çok uyan tecrübedir ve herhangi bir akademide ya da okulda öğretilmesi nerdeyse imkânsızdır, işler olup bittikten, kriz sonlandıktan sonra yazılan raporlarla, kriz dönemindeki karar alma sürecinin ve duygularının anlaşılması mümkün değil!

Bazı kararlar alınır, ki bazıları çok doğru ve yerindedir. Bazılarının sonradan hatalı olduğu anlaşılır. Ancak kriz anında bunu bilemezsiniz. Bunun da bir maliyeti vardır. İşler yoluna girdikten sonra bunu "eğitim masrafı" olarak düşünebilirsiniz. Zira arük benzer hataların yapılmayacağı aşikârdır.

Ancak bu "eğitim masrafının" yapıldığı kişi(ler) aynı görevlere devam etmezler, bu tecrübe ve bilgi birikimi sonradan gelenlere aktarılmaz ise, korkarım ki aynı masraflar yeniden yapılacaktır.

Yeni başkan ve yardımcıları için de bu "masrafları" yapmak yerine, en azından MB'daki Araştırma ve piyasalardan sorumlu başkan yardımcısı bu tecrübelere sahip, piyasaların da kabul edebileceği bir kişi olsa daha iyi olmaz mı?

Yazının devamı...

Önce teşekkür edelim!

Merkez Bankası eski (!) Başkanı Sn. Serdengeçti'ye yapmış olduğu hizmetlerden dolayı teşekkür edilmeli. Krizden sonra ortaya konan programın en önemli dayanaklarından biri olduğu için. Zaman zaman hükümete muhalefet etme pahasına program hedeflerine ve Merkez Bankası'nın bağımsızlığına önem verdiği için.TLden altı sıfır atılmasını sorunsuz hallettiği için. MB'nın şeffaflığına ve izlenen politikaların kamuoyuna anlatılmasına önem verdiği için.

Her ne kadar izlemiş olduğu faiz politikası yüzünden benzer fikirleri paylaşmadığım dönemler olsa da yine de yaptıklarıyla teşekkürü hakediyor. Tabii ki tüm bunlan, bazıları kendisiyle birlikte ayrılan, ekibiyle birlikte yaptığı için onlara da teşekkür edilmeli.

Ancak hükümet bu konuda aynı fikirleri paylaşmıyor olsa gerek. Zira Serdengeçti'nin veda töreninde sanırım hükümet temsil edilmiyordu. En azından hükümetten de yapmış olduğu hizmetlere bir teşekkür edilmesi beklenirdi. Zira hükümetin sahiplendiği (!) ekonomik basanların önemli bir kısmı finansal globalleşme, bir kısmı da MB sayesinde gerçekleşti.

Ancak hükümet teşekkür etmek yerine; neredeyse Süreyya Serdengeçti'yi es geçip; "son kaleyi" de nasıl ele geçiririm düşüncelerine yoğunlaştı. Serdengeçti'nin görev süresinin geçen hafta biteceği 4 yıl önce atandığında belliydi. Greenspan gitmeden altı ay öncesinde yeni FED başkanının kim olacağı biliniyordu. Bizde ise değil son dakikaya bırakmak, başkan ayrıldıktan sonra bile yeni başkan belli değildi.

Sadece başkan değil, başkanla birlikte başkan yardımcılarının da şu veya bu sebeple ayrılmasıyla 23 Mart'taki Para Politikası Kurulu toplantısı bile tehlikeye girdi. Zira yeter sayının olmaması bile söz konusu. Merkez Bankası gibi ekonominin en temel kurumunun vekaleten yönetilmesini anlamak mümkün değil.

Piyasalara atanacak ismin açıklanmamış olması, bir anlamda oldu bittiye getirilmeye çalışıldığı izlenimi yaratılan atama, piyasalarda güven sorunu yaratıyor. Bunu hükümetin, ekonomi yönetiminin görmemesi mümkün değil.

Geçtiğimiz iki haftada dünya piyasaları; FED faizleri ve Japonya nedeniyle küçük bir sarsıntı geçirdi. Brezilya başta olmak üzere birçok piyasa bu şoku atlatırken Türk piyasalan benzer tepkiyi vermekte zorlandı. Bunun ardındaki en önemli sebebin de Serdengeçti konusunda yaşanan tartışmalar olduğunu söylemek mümkün.

Yeni başkanın kim olacağı kadar, kredibilitesi de önem taşıyor. Piyasalar tarafından ciddiye alınan bir ismin atanması da tek başına yeterli değil. Aynı zamanda karar verici durumdaki ve özellikle faizler konusunda etkin olan üyelerin de benzer niteliklere haiz olmalan gerek. 23 Mart'taki toplantının yapılamayacağı bir durumu ortaya çıkarmaya gerek var mıydı?

Yazının devamı...

Tam ortasındayız!

Bir anlamda fizik derslerinde öğrendiğimiz "bileşik kaplara" benzer hale gelen global finansal piyasaların bir gözü Çin ve Japonya'yı diğer gözü ise ABD'yi izliyor. Türkiye olarak biz de tam ortasındayız.

Çin Yuanı'nın revalüe edilmesi, Ocak ayında 68.5 milyar dolarla yeni bir rekor kıran ABD dış ticaret açığı için önemli. Diğer yandan geçtiğimiz hafta yaşanan düşüşlerin ardında yatan en önemli unsurlardan biri olan Japonya'nın esnek likidite rejiminden vazgeçmesi ve "şimdilik" kaydıyla "sıfır" faiz politikasını sürdürmeye devam etmesi bu cephede olanlar.

Diğer cephede ise FED'in faiz artışlarına devam edip etmeyeceğinin bir göstergesi olarak da 10 yıllık ABD tahvilleri izleniyor. Dün açıklanan ABD istihdam verileri beklentilere yakın geldiği için piyasada ciddi bir etki yaratmadı. Ancak 10 yıllık bono getirilerinde kritik seviye olan yüzde 4.75'lerin üzerinde kalınması halinde 4.90 hatta 5.00 seviyelerine gelinecek gibi görünüyor.

Son birkaç yıldır global likideteye önemli katkı sağlayan Japonya'nın "şimdilik" faizlerini arttırmaması piyasaları az da olsa rahatlattı ve ciddi kırılmalar olmadı. Her ne kadar dünya piyasalarında kriz olarak adlandırılabilecek önemli düşüşler olmasa da Türk piyasaları olarak biz ciddi olarak bundan yara aldık.

Cuma gününün YTL/dolar kurlarında haftalık kapanış bazında kritik olduğuna değinmiştim. 1.3265in üzerindeki bir kapanışın 2003 Mart'ından bu yana gelen düşüş trendinin kırılması anlamına geliyordu ve haftalık bazdaki bu trend kırıldı!

Kurlardaki bu hareketin ardında global unsurların yanı sıra Sn. Büyükanıt meselesinin, MB başkanının atanmamasının da katkıları oldu. Tüm bu gerginlikler kurların yanı sıra borsayı da vurdu. Borsa endeksin 48,200'lerden 41,500'lere kadar geriledi.

İlginçtir, diğer gelişmekte olan ülke piyasalarından çok daha fazla etkilendik bu mini krizden. Aşağıdaki tabloda dolar bazında benzer hareket eden dört ülkenin borsa endekslerinin Mart 2003'ten (ABD'nin Irak'a girmesinden sonra) bu yana oluşan getirileri yer alıyor. Bakıldığında en yüksek getiri Brezilya'da olurken, İMKB ikinci en iyi getiriyi sağlamış.

Neden en çok biz etkilendik? Bunun ardında yerel sorunların (Irak, İran, MB başkanı, ordu-hükümet gerginliği vb.) yanı sıra temel ekonomik göstergelerin de önemli bir payı var. Brezilya cari ve dış ticaret fazlası verirken biz de açık olması gibi. Bu ve benzeri nedenlerle önce bizim piyasalardan çıkılıyor, önümüzdeki bir kaç ayda Türkiye ve İMKB "öncü gösterge" olabilir! Sihir bozuldu! Artik tüm katılımcılar aldıkları hasarlan en aza indirebilmek için yeni pozisyonlar-riskler almaktansa ellerindekini en iyi koşullarda boşaltmayı tercih edeceklerinden tedirgin hareket edeceklerdir. İMKB'de geçen haftaki düşüşler sırasında "gapler" oluştu (cent bazında 3.45-3.48 gibi) ve bunların kapanma ihtimali oldukça yüksek. Kısa vadede Japonya'nın verdiği "ödünç" zamanla borsada yükselişler olabilir, kurlarda da gerileme görülebilir. Ancak bunların kalıcı olması zor görünüyor.

Yazının devamı...

YTL'de kritik gün bugün

Kurlar nereye gidiyor? Ya da YTL daha ne kadar düşer? Bu soruların tam tersini geçtiğimiz hafta soruyorduk!. Ancak her iki halde de bu sorunun cevabını bilmek hemen hemen imkansız. Teorik olarak "serbest kur" rejimi izliyoruz. Diğer yandan faizlerde Merkez Bankası neredeyse "tek" belirleyici. Faizin de bir paranın değeri konusunda en temel unsur olduğunu göz önüne alırsak, içinde bulunduğumuz "kontrollü-serbest kur" rejiminde kurların nasıl hareket edeceğini kestirmek hayli güç.

Mart 2003'te görülen 1.7750 seviyesinden bu yana süren düşüş trendi kırılacak mı? Merkez Bankası'nın yapmış olduğu; 9 Mart 2005'teki 1.25'lerden başlayan hariç; sayısız müdahaleye rağmen düşüş bu hafta başına kadar sürüyordu. Kurların düşüşünün (YTL'nin değerlenmesinin) ardında; YTL faizlerinin cazibesi yatıyor. Daha da doğrusu, alternatif para cinslerine göre reel faizinin yüksekliği yatıyor. Önce ABD Doları, ardından da Japon Yeni ile sağlanan ucuz fonlamaların sonuna gelindikçe faiz farkının cazibesi azalıyor ve pozisyonlar ya azaltılıyor ya da kapatılıyor.

Yanda (!) Haziran 2001'den bu yana dolar kurlarının haftalık grafiği yer alıyor. Bu grafikte en dikkati çeken nokta, geçtiğimiz Ekim ayından bu yana trend çizgisi boyunca düşen bir seyir izliyor olmamız. MB, 23 Mart'taki toplantısında faiz indirmez, dünya likiditesi ile ilgili endişeler artmaz ise teorik olarak bu trend bu haftaki hareketliliğe rağmen devam edebilir.

Düşüşteki hedefler sırasıyla 1.2850 ve 1.2425. Bu seviyelerden en azından ilkine gelinebilmesi için; faiz seviyeleri aynı kalırken, Türkiye'ye para girişinin devam etmesi gerekli ki son haberlerden sonra oldukça zorlaştı.

Eğer ki işler bir şekilde sarpa sararsa ne olur? Çünkü grafikteki son altı aylık seyir, ürkek bir iyimserliği ifade ediyor. Herhangi bir tedirginliğin kurlara yansıma ihtimali artıyor ki bu haftaki hareketlerden bunu yakından izledik.

'Düşen trend çizgisinin' haftalık kapanış bazında üzerine geçildiğinde kritik bir aşamaya gelinecektir.

Haftalık bazda 1.3265 (her hafta azalarak değişmekte) seviyesinin üzerindeki kapanış son üç yıldır devam eden trendte önemli bir değişiklik anlamına gelecektir! Ardından haftalık kapanış bazında 1.3450 seviyesi kritik. Zira düşüşler istikrarlıyavaş olurken, çıkışlarda ani hareketler görülüyor ve teknik seviyeler kısa zamanda anlamsız hale gelebiliyor.

1.3265 ve özellikle de 1.3450'nin üzerinde kapanış olduğu takdirde uzun vadeli trendin kırıldığını varsayabiliriz. Yeni dönemdeki muhtemel seviyeler bugünün kapanışına göre şekillenecek. Yine de önümüzün bahar ve yaz olduğunu göz önüne alır isek, gelecek 3-4 aylık sürede yatay bir piyasanın oluşması muhtemel.

Yeni dönemde kurlardaki yükseliş potansiyelinin, düşüş potansiyelinden fazla olacağını akılda tutmakta fayda var.

Yazının devamı...

Yoksa trend mi değişiyor?

Pazar günkü yazıda piyasalarda ciddi bir düzeltmenin yaklaşmakta olduğundan bahsetmiştim. Ancak bu kadar hızlı olacağını tahmin ermemiştim.

Güne 1.3160 seviyelerinden başlayan dolar kurları, gün içinde zarar durdurma alışlarının da (stop-loss) etkisiyle 1.3390'lara kadar yükseldi, 1.3280'de kapandı. Bono piyasaları gün boyu sükûnetini korurken, borsada tarihi düşüş günlerinden birisi yaşandı. Borsada bir ara 2,654 puana kadar varan düşüş yaşandı ve gün 43889'ten kapandı.

Bu düşülerin ardındaki sebepler neydi?
Son bir kaç haftaya bakıldığında, Merkez Bankası başkanının henüz daha atanmamış olması, Org. Büyükanıt hakkındaki anlamsız (!) iddianame ve son olarak da dün basına yansıyan Derviş'in kurlar hakkındaki yorumlan akla gelen ilk sebepler. Bunlar sadece olaylan hızlandıran sebeplerden bir kaçı.

Asıl sebep uluslararası piyasalardaki gelişmeler. Bir zamanlar "günün göstergesi" olan ancak sonra unutulan 10 yıllık ABD tahvil getirilen yüzde 4.75'lerin üzerine çıkti. Uzun süre 4.50'li seviyelerde kalan getiriler, FED'in faizleri yüzde 5'lerin üzerine çıkarabileceği endişeleriyle yeni yüksek seviyelere geldi. 10 yıllıkların getirilerinin; faiz artış beklentileriyle yüzde 5'lere yükselmesi artik daha yakın bir ihtimal.Diğer haber Japonya'dan geliyor. Neredeyse son on yılda batık kredi sorununu çözemeyen ve ekonomik büyümesini rayına oturtamayan Japonya "sıfır" faiz politikasıyla piyasalara inanılmaz likidite enjekte etmişti. Son bir-iki yılda yavaş da olsa büyümeye başlayan ve geçtiğimiz yıl içinde yüzde 2.5'lere ulaşan Japoya, artık "sıfır" faiz politikasından vazgeçeceğini ifade etti.

Önce 11 Eylül sonrasında faizleri yüzde 1'e indiren FED, ardından da Japonya son beş yıldaki dünya büyümesini fonlayan kaynaklardı. Ancak bu iki ülkeye son faiz artışıyla AB de eklenince, ucuz fonlama imkânı daralan uluslararası fonlar artik pozisyonlarını kapatmaya başladılar. Bu satışlar da en fazla kân elde ettikleri gelişmekte olan ülkelerden başlıyor. Bu da bizim piyasayı etkiliyor.

Bundan sonra ne olacak?
Genel resim bir parça "grileşmiş" olsa da henüz daha bu hareketler "düzeltme" niteliğinde algılanabilir. Trend değişikliği demek için henüz erken. Dolar/YTL kurlarında günlük bazda 1.3350, daha da önemlisi haftalık bazda 1.3250 üzerinde kapanmadığımız takdirde çok ciddi bir sorun yok. Borsada 3.20-3.25 cent seviyesi önemli. Kırılmadığı sürece düşüşün de bir düzeltmesi olacaktır! Kritik seviye 3 cent. Bu seviyenin aşağı kırılması artik bir düzeltmeden çok, yeni bir trendi ifade ediyor ki henüz daha zaman var. Ancak akılda bulundurmakta fayda var! Sihir bozulmaya başladı! Hükümetin bu ortamı daha da bozacak politikalardan uzak durması ve "aklın yolundan" girmesinde hepimiz için yarar var!

Yazının devamı...

Ciddi bir düzeltme mi geliyor?

Bütçe uzun yıllardan bu yana ilk defa fazla verdi. "Malum şüpheliler" konut ve kiraya rağmen, enflasyon rakamları piyasa beklentileri doğrultusunda geldi. Her ne kadar 42.9 milyar dolarla 2005'te rekor bir dış ticaret açığı gelse de; özellikle bono ve döviz piyasaları içinde bulundukları iyimser havada bunu kulak arkası ettiler.

IMKB'de ise hemen herkesin beklentisi endeksin 50,000'i görmesiydi. Bu rakamın ardındaki hesap da 2000'deki 3.77 cent zirve seviyesinin 1.3250 YTL kuruyla çarpılmasıydı.

Cent bazında zirve seviyesine ulaşılamadı ama geçen hafta 48,192 ile 3.70 cent'e kadar gelindi. Borsa katılımcılarının kafasında 50 bin seviyesi öylesine yer etmiş ki, kurların 1.3010 'a gerilediğini ve bu durumda hedef seviyesinin değişebileceğini atladılar görünüyor. Bunu atlamayan bazıları, illa da hedefi görmek yerine satmayı tercih ettiler.

Cuma günü borsadaki hızlı satışların yanı sıra, bonolarda da gün sonunda satış geldi. Gösterge bonoların faizleri Ocak sonunda gördüğü yüzde 13.30 bileşik seviyesinden sonra; geçtiğimiz hafta 13.18'e kadar gerilemesine rağmen, haftayı 13.40 seviyesinden kapattı.

2030 vadeli eurobondlarda da 155 zirvesinin ardından, geçtiğimiz hafta 160 seviyelerine kadar yükselme oldu.

Cuma gününe bu seviyelerden başlayan eurobondlar da satışlardan nasibini aldı ve 157.25 seviyelerine kadar geriledi.

Bundan sonra ne olabilir?
Hâlâ daha 3.77 cent hedefi önümüzde. Bunu en fazla destekleyen varsayım da Brezilya borsasının 39,200'lerden 41,000 seviyelerine yükselme ihtimalinin bulunması. Buradaki yükseliş bizim piyasalarımıza da olumlu yansır.

Ancak para çıkışlarının girişlerden çok, endeksteki düşüşlerin de çıkışlardan daha büyük olmaya başlaması ciddi bir düzeltme hareketinin başlamış olabileceğini gösteriyor. Düzeltmelerde hedef seviyeler önce 3.42, sonrasında da 3.20-25 cent. Bonolarda da gün ve haftalık bazda bileşik 13.30'un altında kapanış olmadığından, bu seviye bir destek haline gelmeye başladı. Buradaki düzeltmede de hedef yaklaşık 1 puanlık (100 baz puan) bir yükseliş.

Dünya piyasalarındaki ve dolayısıyla iç piyasalardaki havayı belirleyecek olan FED faizlerindeki beklenti. Genel beklenti yüzde 5'te kalınacağı yönündeydi. Daha önceleri de değindiğim gibi enflasyonun yüzde 4.5 olduğu bir ortamda, bu faiz seviyesi enflasyonu kontrol altına almakta yeterli olmayabilir.

Bu kanı genele yayılmaya; yatırım bankalan tarafından da dile getirilmeye başlandığında; fon maliyetleri yükselen uluslararası yatırımcılar pozisyonlarını kapatmayı tercih edebilirler. Bu da bizim gibi piyasalardan para çıkışı anlamına gelir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.