Şampiy10
Magazin
Gündem

Her şeyin başı: Güven

Biliyorum doğrusu ‘Her şeyin başı sağlık’. Güven sağlıktan sonra gelir diyebilirsiniz. Haklısınız, ancak finans ve iş dünyasını ilgilendiren “güven” kavramına biraz faklı cepheden bakmak gerekiyor. Nereden aklıma geldi derseniz?

Hayali bir ülke düşünün. Ülkede yaşayanlar geleceğe güvenmiyor, hükümetine güvenmiyor, bankalarına güvenmiyor, şirketlerine güvenmiyor, kurumlarına güvenmiyor, birbirine güvenmiyor ve nihayetinde geleceğe güvenmiyor. Ortada doğru dürüst çalışan mahkemeler olmadığından, doğal olarak hukuka da güven yok! Siz böyle bir ülkede değil iş yapmak, yaşayabilir misiniz?

Hep bir belirsizlik

Paranızı yatırdığınız bankadan, paranızı vadesinde alacak olmanın rahatlığının ne kadar kıymetli olduğunu hiç düşündünüz mü? Ülkemizde 2001 krizi öncesi böylesi endişeler yaşansa da 2001’den bu yana bu konuda bir endişe taşımıyor olmamızın nasıl bir “lüks” olduğunun farkında mısınız? Hayali ülkeyi veya Türkiye’nin geçmiş tecrübelerini bir an için kenara koyalım.

2008 krizi sonrasında ABD bankacılık sisteminde; sorunlu olanların bir kısmını birleştirme, bir kısmını kapatma, bir kısmını da sermaye arttırmaya zorlayarak güven sorununu büyük oranda çözdü. Halbuki AB öyle mi? Bir Alman bankası hariç sistemden çıkarılan banka olmadı. Stres testleri yapıldı, bankalar fazla “streslenince” test kriterleri gevşetildi. Bir de işin içine Brexit girdi. Birlik kalacak mı, devam edecek mi? Ayrılmak isteyen yeni ülkeler olacak mı? Hep bir belirsizlik. Belirsizlik artınca güven ortamını tesis etmek de zorlaşıyor. Bakmayın siz kısa vadedeki saman alevi gibi parıldayıp geçen piyasalara. Temeldeki güven problemi çözülemediği için Avrupa Merkez Bankası dünyanın “en eksi” faizini uyguladı bir süre... 2005 yılında Birlik Anayasası konusunda genel mutabakat sağlanamadığından bu yana, AB cephesinde üyelerin birbirine ve birliğin geleceğine olan güveni her fırsatta test edilir oldu.

Hayati öneme sahip

Güven meselesi bizim ekonomimiz ve finansal piyasalarımız için hayati öneme sahip. 2001 sonrasında yaratılan güven ve istikrar ortamını kaybetme lüksümüz yok! Ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan kararlar; OHAL’in uzatılması, Osmanlı tapusunun dahi halen daha itibarlı olduğu asırlardır özel mülkiyetin korunduğu bu topraklarda, suçun kişiselliğinin bir kenara atıldığı uygulamalar, güven ortamının bozulması riskini artırıyor. Tüm bu uygulamaların; net, ölçülebilir kriterlere göre hızla düzenlenmesi gerekiyor.

Ülkede yaşayanlar için; ülkenin kurumlarına ve değerlerine olan güveninin korunması hayati öneme sahip. Özellikle de toplumu bir arada tutan ortak değerlere olan güvenin azalması tamiri çok zor hasarlara yol açacaktır. Hepimiz için güvenin kaybolması bir “an” meselesi. Tersine, güvenin oluşması veya kaybolan güvenin yeniden kurulabilmesi çok uzun zaman alan bir süreç.

Tesisi oldukça zor

Ülkedeki Türk-Kürt, laik-dindar, Sünni-Alevi kutuplaşması sadece iç barışı tehdit etmiyor, uzun yıllarda oluşturulmaya çalışılmış ortak değerlerimizin, ortak paydalarımızın da ortadan kalkmasına yol açıyor. Ortak değerleri azalan, bu değerleri erozyona uğrayan bir toplumda doğal olarak “güven müessesesi” de toptan erozyona uğruyor. Birbirimize olan, geleceğe olan, özel mülkiyetin kutsallığına olan güven azaldıkça ortak geleceği oluşturmak daha da zorlaşıyor. Tesisi zor, yıkılması an meselesi olan güven, her şeyin başı derken bunu kastediyordum. Sağlıktan sonra gelse de yaşam için en az onun kadar elzem. Sizce?

(Not: Bu yazı Fortune Türkiye Kasım 2016 sayısında yayınlandı.)

Yazının devamı...

Dolar/TL zirvesini gördü mü?

Her geçen gün dolarda yeni rekorlar kırılırken “zirve görüldü” demek için henüz erken. Yine de teknik olarak 3.5830 seviyesi önemli bir dirençti. 3.5923 görüldü, sonrasında bir gerileme oldu. Bunda, EKK’dan önemli kararlar çıkacağı beklentileri rol oynadı. Ancak EKK’dan herhangi somut bir adım gelmedi. Bürokratların haftasonunda çalışacaklarına dair duyumlar vardı. Çalışıp, somut öneriler hazırladılar mı, MB politika faizlerini yükseltecekler mi bilemiyorum ancak haftanın ilk günü İtalya referandumunun fiyatlaması ile geçecektir.

“Hayır” oylarının çoğunlukta olması; euronun değer kaybetmesine, doların değer kazanmasına neden olacaktır. Bu durum 100.70 seviyesine kadar gerileyen dolar endeksinin yeniden 102’li seviyelere yükselmesine neden olacaktır. Bu da dolar/TL kurlarının yükselmesine neden olur. 3.5830 önemli bir eşik. Bu seviye aşılırsa işimiz zor. Eğer “evet” sonucu çıkarsa, dolar başta euro olmak üzere diğer majör paralar karşısında değer kaybettiği gibi TL ve diğer gelişen ülke para birimleri karşısında da değer kaybedecektir. 3.50’nin altına inildiği, 3.4325’lere doğru bir hareket görebiliriz.

EKK toplandı ama...

Kısa vadede kurlardaki keskin yükselişleri yumuşatan, Cuma günü akşamı “yine” olağanüstü toplanan Ekonomik Koordinasyon Kurulu (EKK) toplantısı oldu. Bu toplantının yapılacağının açıklanması sonrasında ‘Merkez Bankası’nın 200 baz puanlık faiz artışına gideceği’ söylentisi piyasaları yatıştırdı. Ancak toplantı sonrasında yapılan ‘sade’ açıklama ile yetinildi. Net bir karar veya kararlar silsilesi çıkmadı. Ön hazırlık yapılmadığından bir karar da alın(a)mamış görünüyor. Anlaşılan hafta sonu bürokratlar dersini çalışacak ve önümüzdeki birkaç günde bazı kararlar açıklanacak. Ancak Cuma günkü toplantıda herhangi bir karar verilememiş olması haftanın ilk günlerinde oynaklığın sürmesine neden olacaktır.

Geri dönülemez noktaya gelmeden

Geçtiğimiz Cuma günü dolar/TL kuru 3.5923 ile rekorunu tazeledi. Güne 3.4870’lerde başlayan kur “yurt dışından kaynaklanmayan” sebeplerle yeni rekor kırdıktan sonra günü/haftayı 3.51’li seviyelerden kapattı. Son zamanlarda yerli ve yabancı işadamlarına “Sıfır faizle size TL kredisi (hatta dolar kredisi) versek, Türkiye’ye yatırım yapar mısınız?” şeklinde bir soru yöneltirseniz, alacağınız cevabı çok merak ediyorum. Ben bazılarına yönelttim. Yanıtları ‘Şimdilik hayır, biraz bekleyelim’ oldu. Belki “Kesinlikle hayır” demek istediler ama politik bir davranış olarak “şimdilik” demeyi tercih ettiler.

Yatırım için faiz seviyesi ilk ve olmazsa olmaz kriter değildir. Öyle olsaydı yüzde 70-80 enflasyonun olduğu dönemlerde asla ve kat’a yatırım gelmezdi bu ülkeye, ama geldi. Yatırımın ilk ve olmazsa olmazı “güven” ortamının oluşmuş olmasıdır! Hukukun üstünlüğünün varlığına; devletin, hukukun üstünlüğüne saygılı olmasına, iyi yetişmiş çalışanların olabilmesi için uluslararası kabul gören bir eğitim altyapısına sahip olmak faiz oranlarından çok daha önce geliyor. Sanayi üretimi yapıyorsanız ürünlerinizi pazarlara ulaştırabilecek yollara, tren yollarına sahip olmanıza, finansal hizmetler sunuyorsanız kendinizin ve müşterilerinizin havaalanından ofislere kolaylıkla ulaşabileceğiniz ulaşım altyapısına sahip olmanız gerekiyor. Sadece finans merkezi yapmakla değil, bunu ulaşım imkânları, finansal/vergisel düzenlemelerle ama özellikle de tutarlılık ve sürdürülebilirlikle desteklemeniz gerekir. Bunu yap(a)mıyorsanız, tek başına faiz oranlarını “sıfırlamakla” amacınıza ulaşamazsınız. Bunlar “yapısal” problemlerimiz, kısa sürede düzelmesini beklemek hayalcilik olacak ama bir yerden başlamamız da şart. Özellikle de Merkez Bankası’nın atacağı herhangi bir adımın, piyasalarda herhangi bir karşılığının olmayacağı “geri döndürülemez noktaya” gelinmeden önce...

BIST 100 önemli bir destekten döndü

Dolar bazındaki BIST 100 endeksi için 2.04 seviyesi önemli idi. Cuma günü bu seviye test edildi, ancak altına inilmedi ve bu destekten dönüldü. TL/nominal bazda da 72.285 ve 71.753 seviyeleri önemli destekler idi, 71.792 görüldü ve dönüldü. Kapanış 73.390 seviyesinden gerçekleşti.

İtalya referandumunda birbirine yakın sonuçlar çıkacak olur ise (Ekstrem sonuçların olası fiyatlamalarına değindim) euro/dolar paritesi ve TL’nin kurları konusundaki fiyatlama görece makul olacaktır. Piyasaların yumuşama havasına girdiği bir durumda BIST 100 endeksinde ilk aşamada 73.800 ardından da 75.025 seviyelerinin test edilmesi olasılığı artacaktır.

Negatif algının devam ettiği bir durumda ise dolar bazında 2.00 dolar seviyesinin hızla aşağı kırıldığını görebileceğiz.

İtalya referandumu kendi başına bir risk

Bu yazı yazıldığında henüz oylama sürüyordu. İtalya’daki kurallar gereği oylamadan 15 gün öncesinden itibaren anket sonuçlarını yayımlamak yasak. Bu yasak öncesi yapılan son anketlerde “hayır” oyları yüzde 5 civarında farkla önde gidiyordu. Malumunuz Brexit ve Trump sonrasında kamuoyu yoklamalarına ne derece güvenilir olduğunu hepimiz sorguluyoruz. Ancak 5 Yıldız hareketi başta olmak üzere AB karşıtı olanların güç kazandığı bir ortamda yapılacak referandum kendi konusundan çıkıp, AB üyeliğine devam mı, tamam mı şekline bürünebilir. Eğer yapılacak anayasal değişikliklere hayır denecek olur ise euro/dolar paritesi 1.05’in altına inebilecek, 1.0250 seviyeleri test edilebilecek. Hayır oylarının çoğunlukta olması durumunda, İtalya bonoları ile Alman bonolarının getirileri arasında fark da hızla açılabilecek.

Evet çıkacak olur ise paritede, euro lehine hareketler olacaktır. Ancak bunun 1.0890-1.0930 bandını yukarı yönde geçecek denli hızlı olacağını tahmin etmiyorum.

Yazının devamı...

Tedarik güvenliği ihracatçının en büyük derdi

Türkiye İstatistik Kurumu ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan geçici dış ticaret verilerine göre ihracat 2016 yılı Ekim ayında, 2015 yılının aynı ayına göre %3 azalarak 12 milyar 841 milyon dolar, ithalat %0,5 artarak 17 milyar 4 milyon dolar olarak gerçekleşti. Kasım ayı ihracat verisine göre de ihracat son ay yüzde 5 arttı.

Dolar/TL kurunda Ekim ayını 3.0940 seviyelerinden kapatmıştık. Çok değil, bir ay öncesinden söz ediyorum! Kasım ayında dolar/TL kurunda 3.47’leri gördük. Bunun ihracat ayağında teşvik edici, ithalat ayağında ise cesaretleri kırıcı bir etki göstermesi olacaktır, ancak bunu ilerleyen aylardaki verilerde göreceğiz.

Motivasyon sınırlı

Ancak kur artışlarının ihracat tarafında 1990’larda veya 2000’li yılların başındaki gibi ihracatı artırıcı bir motivasyon sağlamasını beklemek hatalı olur. Bunun iki temel nedeni var: İlki; TL, döviz karşısında değer kaybettiğinde, Türkiye’den mal ithal eden firmalar, bu değer kaybı sayesinde yerli şirketlerin elde edebilecekleri faydanın bir kısmını talep ederek, döviz bazındaki ihraç fiyatlarını aşağı çekiyorlar. İkincisi de 1990’lardaki gibi sadece yerli üretim mal veya hizmetleri ihraç etmiyoruz. İthal ettiğimiz enerji, ham ve yarı mamul maddeleri bir araya getirerek yaptığımız üretimleri ihraç ediyoruz. Bu da kabaca 100 dolarlık ihracat yapabilmek için 65 dolarlık ithalat yapmamız gerektiği gerçeğini hatırlatıyor. Basit anlamda kurdaki artış, her 100 dolarlık ihracatın 35 dolarını ancak “teşvik” edebiliyor!

Papaz olma maliyeti

Son aylardaki iç ve dış politik gelişmelerden sonra, ihracat tarafında kurdaki oynaklıktan çok daha önemli sorunlarımız ortaya çıkmaya başladı! Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 50’sini yaptığı AB ile “papaz olmamızdan” sonra Türkiye’den mal alan, talep eden firmalarda “tedarik güvenliği” endişesi yükseldi. Tedarik güvenliği, basit olarak parçaları bir araya getirerek mal üreten firmaların Türkiye’den ithal ettiği ve üretim bandında kullandığı bir yedek parçanın zamanında ve sürekli olarak gelmesi demek. Bu tedarikte bir aksama, gecikme olursa üretim şirketleri çok ciddi zararlara uğrayabiliyor. Bu riski almak istemeyen bazı AB şirketleri ya Türkiye’den mal alımlarını yarıya veya daha azına indirmiş durumda. Ya da as sayıda tedarikçilerinden birisi Türk şirketi ise, en kısa zamanda başka ülkelerde alternatif bir üreticiyi ya buluyor, ya da iyi adayları destekleyerek kendi tedarik güvenliğini sağlamaya çalışıyor.

Türkiye’den ithalat yapan bazı firmalar da önümüzdeki dönemlerde yaşanabilecek zorluklara(!) karşın ‘Bulgaristan ya da Romanya’da bir şirket kurun, biz onun üzerinden alım yapalım’ şeklinde önerilerde bulunabiliyor.

Bir Türk şirketi düşünün; çokuluslu bir şirket ile üretim anlaşmasına giriyor, yatırım yapıyor ve bütün koşulları yerine getiriyor. Üretim başlayacak. Son denetimi yapacak elemanı “güvenlik yok” diye Türkiye’ye yollamıyorlar ve son kabul yapıl(a)madığından, yapılan onca yatırım boşa gidebiliyor!

AB’deki büyüyememesinin yarattığı talep darlığına, AB ile izlenen “sertleşme” politikası bir de bu sorunları yaratıyor.

İşin en kötü tarafı da bu benzeri sebeplerle yaşanacak talep kayıpları önümüzdeki 2-3 yıldan önce ya geri döndürülemeyecek, döndürülse de asla başlangıçtaki fiyatlar yakalanamayacak!

Yazının devamı...

Hava durulur mu?

4 Aralık’ta Avusturya’da başkanlık seçimi ve İtalya’da referandum yapılacak. Avusturya’da 1950’den bu yana ilk kez aşırı sağcı aday Norbert Hofer’in çoğunluğu yakalaması ihtimali -özellikle de Trump’ın seçilmesinden sonra- artmış görünüyor. İtalya’da yetkileri merkezi parlamentoda toplamaya yönelik anayasa değişikliğini savunan Matteo Renzi’nin oylamayı kaybetmesi durumunda görevi bırakacağını açıklamış olması bu haftayı AB açısından oldukça önemli hale getirmiş durumda. AB’nin en sorunlu bankacılık sistemine ve kamu borçluluğuna sahip olan İtalya’da yaşanabilecek bir hükümet sorunu, beraberinde yeni sorunları da getirecektir. Hele ki günümüzde yükselen değer olan “muhafazakarlık” göz önüne alındığında...

‘Ehven-i şer’ karar

İçeriye baktığımızda geçtiğimiz hafta; gerek Suriye’de Türk askerlerinin Esad rejim güçlerince vurulması (Bu durum Suriye ile fiili olarak da savaşa girmiş olmamız anlamına geliyor) gerekse Avrupa Parlamentosu’nun üyelik müzakerelerinin dondurulması yönünde aldığı karar, piyasaları doğrudan etkileyen gelişmelerdi. Her ne kadar hükümet yetkililerimiz bu kararın “yok hükmünde” olduğunu açıklasalar da o karar alınmış ve fiilen ‘kayıtlara’ geçmiş, piyasalar da bu “fiili” durumu fiyatlamaya başlamış durumda. Aralık ortasında toplanacak AB liderlerinin kararı esas olacak. Bu karar da “dondurma” yönünde çıkacak olursa bunu ne yazık ki ‘yok hükmünde’ sayamayız.

Piyasalar açısından geçtiğimiz haftanın en önemli olayı PPK kararıydı. Merkez Bankası, politika faizini 50 baz puanlık artışla yüzde 7.50’den 8.00’e yükseltirken gecelik borç verme ve geç likidite penceresi faiz oranlarını 25’er baz puan artırdı. Piyasalara, politik baskılara karşın adım atabileceğini göstermesi açısından önemliydi. Bazı politikacıların faiz artışının önü açılması nedeniyle eleştirdiği bu karar, her halde bu ortamda alınabilecek en ‘ehven-i şer’ karar olsa gerek. Ne yazık ki ‘çok geç ve çok minik’ bir adım olduğundan piyasaları sakinleştirmeye yeterli olmadı ve dolar/TL kuru (ve de Sepet Kur) yeni zirveler gördü. Dolar/TL geçtiğimiz Cuma günü 3.4768’e, sepet kur da 3.5723’e kadar yükseldi.

Hükümet kanadından yapılan tüm açıklamalar bu hareketin “dışarıdan kaynaklanan gelişmeler (başta Trump olmak üzere)” olduğu dile getirilse de diğer gelişen ülke para birimlerine bakıldığında yükselişin büyük oranda içerideki gelişmelerden kaynaklandığını kabul etmemiz lazım. En azından bu kabulü gerçekleştirdikten sonra, sorun(lar)a daha sağlıklı bakış açıları getirebilir, daha sağlıklı analizler yapabiliriz.

Borsa 2.02 $ düzeyi kritik

Son dönemde oynaklığın bu denli arttığı, dolar/TL kurunun hemen her gün yeni zirveler gördüğü bir ortamda BIST 100’ün performansını “takdir etmemek” elde değil. Bunca “kargaşa içinde” olabildiğince kuyruğu dik tutmayı başardı. En azından nominal TL endeksi bazında. Ancak aynı başarıyı ne yazık ki dolar bazında gösteremedi ve 2.30 dolar seviyesindeki kritik desteği aşağı yönde geçildi. Bundan sonra 2.02 dolar seviyesi önemli olacak. Bu seviyenin altına inilmediği sürece, yukarıda bahsettiğim aşırı satım bölgesinde olması nedeniyle bir düzeltme yaşanma olasılığı artacaktır. Ancak bunun uzun süreli bir düzeltme olmasını beklemek hatalı olacaktır.

Düzeltme gelecek mi?

Bence gelecek ve bu hafta buna en iyi aday ancak haftaya da sarkabilir. Bizim piyasalarımızdan çok yurt dışından bahsediyorum. Başta DXY ve ABD borsaları olmak üzere “aşırıları” test etmiş olan piyasalarda bir düzeltme gelmesi “gerekiyor”. Finansal araçlar hiç bir zaman sonsuz yükselmez, sonsuz düşmezler. (Şirket iflasları istisnadır) Nitekim “Trump dalgası” ile hareket eden bazı finansal enstrümanlar için düzeltme yaklaşıyor. Başta Russell Endeksi olmak üzere ABD borsalarında ve ABD tahvil getirilerinde bu olasılık artıyor. Hatta petrol, ABD tahvil getirileri ve değerli metaller olmak üzere bu düzeltmeler başlamış bile olabilir.

Aşırı alım-satım riski

‘Aşırı alım-aşırı satım’ ifrat ile tefritin birbirine karıştığı dönemler için teknik analizde kullanılan tanımlardır.

Dolar/TL kurunda 2008 Ekim ayından başlayan, 2009 Mart ve 2015 Ekim aylarından geçen bir yükseliş trendi var. Trump’ın seçildiğinin kesinleştiği 9 Kasım günü bu trend 3.2905’ten geçiyordu. 3.30 ile üzerine çıkıldı ancak kapanış 3.2141’den gerçekleşti. İlk kez 16 Kasım tarihinde 3.2942’deki trend değerinin üzerinde, 3.3221 ile bir kapanış oldu. O gün, bugündür bu trendin üzerinde kapanışlar geliyor. Teknik analiz açısından dolarda, TL’ye karşı “aşırı alım” bölgesindeyiz. Böylesi durumlar, aynı zamanda içinde bulunulan trendin devam ettirilmesinin zorlanacağı zamanlar anlamına da gelir. Benzer bir durum euro ve yen başta olmak üzere Dolar Endeksi (DXY) içindeki paralar için aşırı satım, DXY için de aşırı alım bölgesinde olunması olarak karşımıza çıkıyor. ABD borsaları ve bakır için de aşırı alım bölgelesinden söz edilebilir.

Yazının devamı...

Faiz artışı kesmedi!

Dün yapılan PPK toplantısında politika faizi yüzde 7.50’den 8.0’e yükseltilirken, gecelik borç verme ile geç likidite penceresi faizleri 25 baz puanlık artışla; sırasıyla 8.50’ye ve 10.0’a çıkarıldı. Birisi de iptal edilen; iki olağanüstü EKK toplantısından sonra gelen bu karar sonrasında piyasalar, 25 yerine 50 baz puanlık bir artış gelmesini önce olumlu algıladı ve dolar/TL kuru 3.3690’a kadar geriledi.

Yapılan açıklamada “Yakın dönemde küresel belirsizliklerdeki artış ve yüksek oynaklıklara bağlı olarak yaşanan döviz kuru hareketleri enflasyon görünümüne dair yukarı yönlü risk oluşturuyor. Kurul; ... olumsuz etkisini sınırlamak amacıyla parasal sıkılaştırma yapılmasına karar vermiştir” denildi. Başkan Çetinkaya’nın, onca politik baskıya karşı “koparabildiği” ancak bu olmuş anlaşılan. Zorunlu karşılıklarda her vadede 50 baz puanlık indirimle piyasalara 1.5 milyar dolar daha likidite verilecek (Brüt rezervler bu kadar azalacak demektir).

2016 yıl sonuna kadar vadesi dolacak olan Eximbank kredilerinin 31 Mart 2017’ye kadar uzatılabilmesine ve vade uzatımı imkânını kullanmayanlara, kredi geri ödemelerini TL olarak da yapılabilme olanağı sağlanarak ihracat taahhütlerini kapatamayan şirketleri rahatlatma yönünde de bir adım atılmış.

PPK kararının açıklandığı saatlerde Avrupa Parlamentosu AB ile müzakerelerin dondurulması kararı verdi. Her ne kadar hükümet cephesi AP kararını “yok hükmünde saymasına” ve kararın bir yaptırımı olmasa da piyasalar farklı düşündüler. Siyasi istikrarsızlığı artıracağı endişesi daha ağır bastı.

Piyasalar; TCMB’nin adımını “Çok geç, çok minik” olarak algıladı ve AP kararı sonrasında dolar/TL kuru 3.4444 ile zirve tazeledi. Kurdaki istikrarın tek başına Merkez’in omuzuna yüklemekten, yükselişi/oynaklığı yurt dışına bağlamaktan vazgeçmediğimiz sürece işimiz zor olmaya devam edecek. Panik halinde karar almaktansa; istikrarı sağlamanın tek yolunun, iç ve dış politikaları sağduyu ile yeniden gözden geçirmek olduğunu anlamamız şart.

Yazının devamı...

Merkez piyasaları nasıl rahatlatır?

Geçen hafta dolar/TL kuru 3.4086 ile sepet kur da 3.5103 ile tarihi zirvelerini yeniledi. Yeni zirvenin görüldüğü geçtiğimiz Cuma günü Ekonomik Koordinasyon Kurulu (EKK) toplantısı yapıldı. Geniş katılımlı toplantı sürerken Başbakanlık’tan “Piyasalardaki hareketliliğin esas itibariyle küresel kaynaklı olduğu değerlendirilmekle birlikte ülkemize etkilerini sınırlamak amacıyla tüm tedbirler gözden geçirilmiştir. Bu çerçevede Merkez Bankası, ekonomik gelişmeleri yakından takip etmekte olup fiyat istikrarı hedefi doğrultusunda gereken tedbirleri alacaktır” şeklinde kısa bir açıklama yapıldı. Hareketliliği yurt dışına bağlayıp, içeriden kaynaklanan sebeplerin göz ardı edildiği bu açıklama kısa süre için piyasaları yatıştırmış ve kurları düşürmüş olsa da bir süre sonra kurlarda yeniden yükseliş görüldü.

İndirim ‘intihar’ olur

24 Kasım’da Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yapılacak. Bu toplantıdan faiz indirimi gelmesi beklenmiyor. Gelirse bu kamikaze tarzı bir “intihar” girişimi olacaktır. Bunun olacağını beklemem. Ancak bu toplantıdan piyasalara güven verecek, artık kaleye vuranın gol atamayacağını anlatacak nasıl bir söylem gelir, bunu da kestiremiyorum. Belki piyasaları kısa bir süre için rahatlatabilecek açıklama “Merkez Bankası, gerekirse ‘faiz artışı’ da dahil her türlü önlemi almaya hazırdır” olabilir. Böylesi bir açıklama gelir mi derseniz, bundan da şüpheliyim.

Halbuki Fed Başkanı Janet Yellen’in sorulara verdiği yanıtlar, Aralık’ta faiz artışının geleceğini net olarak söylüyor. PPK toplantısından 1 gün önce açıklanacak Fed’in 1-2 Kasım toplantısının notları da büyük olasılıkla bunu destekleyecek. Fed’in faiz artışı yapması olasılığının yüzde 90’nın üzerinde fiyatlandığı bir toplantı öncesi Merkez Bankası’nın çok dikkatli adımlar atması gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta bankalara 700 milyon dolarlık likidite sağlayan karşılık düzenlemesi döviz talebini bir nebze de olsa azaltmaya yönelik adım. Ancak temel sorunları çözmekten hayli uzak. Tek başına TCMB’nin atacağı adımların yeterli olamayacağı; topyekûn adımların, derli toplu bir paket ile atılması gereken bir dönemdeyiz. Ancak ekonomik gerçeklerin göz ardı edildiği bir dönemde böylesi bir paket veya önlemler manzumesi çıkar mı? Pek çıkacak gibi görünmüyor. Bunu hazırlaması beklenen EKK’dan net bir karar yerine yukarıda alıntıladığım açıklama ile yetinildi.

Dolar endeksi de yardımcı olmuyor

EKK’nın tersine kurlarda yaşanan yükselişin en az üçte ikisinin bizden kaynaklandığını, üçte birlik kısmının dışarıdan “ithal ettiğimizi” düşünüyorum. Trump’ın seçilmesi sonrasında başlayan dolara “teveccüh” devam ediyor. Bunun yansıması da en kolay Dolar Endeksi (DXY) ile takip edilebiliyor. 6 para biriminin dolara karı değerleri üzerinden hesaplanan endeks geçtiğimiz hafta 100.40 olan teknik direnç seviyesini yukarı geçerek Nisan 2003’ten bu yana en yüksek seviyesi olan 101.48 seviyesine yükseldi, haftayı 101.21’den kapattı. Dolar/yen paritesinin 110.90’a yükselmesi, euro/dolar paritesinin de 1.0570’e kadar gerilemesi sayesinde yaşanan bu çıkışın bu hafta da devam etmesi, 102-103.50 bandını test etmesi olasılığı hayli yüksek. Euro/dolar paritesinde 2009’dan gelen ve 1.0680’den geçen bir trend aşağı kırıldı. 1.0463 seviyesinin yeniden test edillebilir.

Aşırı alım-satım bölgesindeyiz

TRUMP sonrasında para birimleri, baz metaller ve değerli metaller tarafındaki hareketler oldukça sert oldu. Euro/dolar, dolar/TL, dolar/yen paritelerinde, dolar endeksinde dolar lehine aşırı alım bölgelerine oldukça yaklaşılmış durumda. Bakırda bu seviye görüldü, düzeltmesi yaşanmaya başlandı. Ha keza altın ve gümüşte de aşırı satım bölgesine yaklaşılıyor. Hepsinde değil ama bahsettiğim paritelerde aşırı fiyatlama tepkilerinin yerini düzeltmelere bırakacağı bir döneme yaklaşıyoruz. Trump’ın atayacağı isimler ekstra gerilim yaratmaz ve içeride de makul yaklaşımla hazırlanmış önlemler devreye alınabilirse 13-14 Aralık’ta yapılacak Fed toplantısının bir hafta öncesine kadar olan dönemi daha sakin geçirebiliriz.

25 baz puan yetecek mi?

18 Ağustos’taki 2.9141 dibinden, geçtiğimiz Cuma günü görülen 3.4086’ya kadar olan 66 iş gününde TL, dolar karşısında yüzde 16.97 değer yitirmiş durumda. Bu kadar kısa süre içinde gelen bu artış; döviz borçlusu bir çok şirketi zor duruma sürüklerken, önümüzdeki haftalardan başlayarak enflasyona da yansımaya başlayacaktır. Her ne kadar enflasyon hedeflemesinden “örtülü” olarak vazgeçmiş olsak da önümüzdeki dönemde TÜFE’de yaşanacak artışların, genel faiz seviyelerine de yansıması kaçınılmaz olarak olacaktır. Buna karşın TCMB bir adım atar mı? Ya da atacağı adımlar kurun yükselişine karşı mı, yoksa enflasyon beklentilerindeki olası bozulmaya mı karşı olacaktır? Kestirmesi zor. Yeni TCMB yönetiminin test edilmeye başlayacağı günlere geldik. Bu dönemdeki söylemleri ve eylemleri dikkatle izlenip not edilecektir. Diğer yandan EKK sonrasında bazı haberlerde 25 baz puanlık “sembolik” bir artış olabileceğinden bahsediliyor. İşe yarar mı? Yaşanan yüzde 17’lik değer kaybı sırasında atılması gereken bir çok adım varken yapılacak

25 baz puanlık faiz artışı, “Çok geç, çok minik“ bir adım olarak algılanacaktır. Böylesi bir artış, TCMB’nin piyasalar nezdindeki algısını iyileştirmekten çok, daha da olumsuz etkileyebilir. Yukarıda da bahsettiğim üzere; sorunun sadece yurt dışından değil, izlenen iç ve dış politikalar başta olmak üzere ağırlıklı olarak yurt içinde de kaynaklandığının kabul edilmesi ile başlayacak bir önlemler paketi devreye alınmalıdır.

Bu önlemler piyasa katılımcılarını ikna edecek olur, Türk piyasalarına bakışı ilk anda olumluya çevir(e)mese de olumsuzluğu azaltması dahi, piyasalarda bir düzel(t)me yaratacaktır.

Yazının devamı...

Piyasalar Trump şokunu atlatır mı?

Küreselleşmenin sonuna mı gelindi? Bu Trump’ın zaferini ilan etmesi sonrasında daha fazla tartışılmaya başlanan bir soru oldu. Küreselleşme ile refahın geniş halk kesimlerine yayılacağı, gelir dağılımının daha dengeli olacağı fikri “pompalanmıştı”. Halbuki gerçekleşme hiç de öyle olmadı. Az sayıda şirket/devlet bundan büyük oranda “nemalanırken” geniş halk kesimleri bundan muzdarip oldular. Bunu gören, buna ‘oynayan’ popülist liderlere; yalan söyleyebilen ancak söyledikleri yalan hoşlarına giden kitlelerce; artan bir iltifat gösterildi. Son olarak Brexit ve Trump vakalarında olduğu gibi sürpriz yaparak kazandılar. Filipinler, Rusya, Polonya, Macaristan örnekleri daha önce hayata geçmişlerdi. Fransa ve Avusturya da buna eklenecek son halkalar olacak.

Sosyolojik ve demografik değişimlerin arifesindeyiz. Geçtiğimiz 20-30 yılda alçaltılmış sınırlar, gümrük duvarları önümüzdeki yıllarda yeniden yükseltilecek, tahkim edilecek. Başta Çin olmak üzere, pazarlara kolay ulaşımı elde etmiş olan “üretici” ülkeler bundan zarar görmeye başladıkça ticaret nasıl etkilenecek? Dünya Ticaret Örgütü tarafında kısa zamanda değişiklikler beklemek hata olur. Ancak gümrük duvarlarının yükselmesi ihtimali hiç de hafife alınacak bir konu değil. Trump’ın NAFTA başta olmak üzere tüm uluslararası ticaret anlaşmalarını yeniden müzakere edeceğini vaat etmesi çok da hafife alınacak bir konu değil. Ticaret anlaşmaları uzun soluklu sonuçlar verirken, kısa vadede ülkelerin yapabilecekleri en kolay şey paralarını devalüe etmeleri olacaktır. Bir anlamda kur savaşları bundan sonra daha fazla konuşulur olacaktır.

Kötüdeki iyiyi gördüler

Trump gelirse ABD borsalarındaki hisse senetlerinin fiyatları düşer denilirken, tam tersine yükseldiler. Geçtiğimiz Perşembe günü 18.873 ile Dow Jones endeksi tarihi zirvesini gördü. ‘Trump kabus olur’ diye konuşulurken piyasalar yine “kötünün içindeki iyiyi bulup çıkararak” kendi bildiklerini okudu. Gelişen ülke piyasaları için iyi olan, bizim de dahil olduğumuz gelişen piyasalara çok da iyi olmadı.

Daha önceden çok dayak yemiş olan bizim piyasamız, Trump zaferine diğer gelişen ülke piyasalarına oranla daha az tepki verdi. Nihayetinde ABD ile sınırına duvar örülecek bir Meksika değiliz. (Meksika Pesosu Trump seçiminden sonra yüzde 17’yi aşan değer kaybına uğradı) G.Afrika, Brezilya ve hatta Rusya para birimleri dolar karşısında değer öneli oranda değer kaybettiler. Türk Lirası daha önceden düşmeye başladığı için diğerlerine oranla göreceli olarak daha az değer kaybetti. Yakın vadede 99.70 ve ardından da 100.40 seviyesine yükselmesini beklediğim Dolar Endeksi (DXY) Cuma günü 99.13’e kadar yükseldi. Önümüzdeki hafta da bu yükselişin bahsettiğim hedeflere tırmanması işten bile değil.

Doların ateşi söner mi?

Donald Trump’ın seçilmesi sonrasında geçtiğimiz hafta dolar/TL kurunda yeni rekor geldi: 3.3041. 2009 ve 2015 yıllarındaki zirvelerden geçen trend çizgisi geçtiğimiz hafta için 2.2920 seviyesini işaret ediyordu. Bu seviye görüldü ve altında bir günlük/haftalık kapanış oldu. Geçtiğimiz iki hafta Pazartesi yazılarımda olası yükselişler öncesi düzeltmelerin gelebileceğine değinmiştim. Ancak düzeltmeler olmadan yeni zirveler görüldü. Bu hafta düzeltmelerin gelmesi (Trump sonrası likiditenin olmadığı zamanda görülen 3.3041 yeniden test edilip, geçilmezse) olasılığı daha yüksek. Geçen hafta yaşanan yükseliş sert ve kontrolsüz idi. Bu düzeltmenin daha önce yazdığım 3.0450 veya 3.0850 seviyelerine kadar olması olasılığı kısa vadede azalmış durumda. 3.2120 ilk aşamada test edilebilecek bir düzeltme seviyesi. Özellikle 3.1250 seviyesi birçok piyasa katılımcısının ‘ehven-i şer’ diyebileceği, var olan açık pozisyonlarını hızlı bir şekilde kapatacağı seviye olacaktır. Birincisi değil ama ikinci seviyeye inilir mi? Kısa vadede beklemiyorum. Ancak Cumhurbaşkanı’nın Trump’a ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye yapması önerisi gibi bir öneri kabul edilirse bunun beklentisiyle neden olmasın?

Borsa yükselir mi?

Dow Jones endeksinin yeni zirve gördüğü bir ortamda böylesi bir soru çok da haksız sayılmaz. Eee madem hisse senetleri dünyada yükseliyor, bizde de yükselmez mi?

Korkarım bu önerme her zaman doğru değil, özellikle de kriz zamanlarında... BIST 100 endeksi aslında Trump’a iyi dayandı. Diğer gelişen ülke borsalarına oranla daha az değer kaybetti. Ancak bunu sürdürebilecek mi? Bu konuda şüpheliyim. Zira daha önceki haftalarda gösterdiği direnci sürdürebilir mi, emin değilim.

Bu hafta teknik olarak 2009 yılından gelen trend çizgisine göre 73.600 seviyeleri önemli destek olacak. Bu seviye aşağı kırılacak olursa da 2012 yılından gelen ve bu hafta ve önümüzdeki birkaç hafta önemli destek olacak 72.000 (-100/+200) seviyeleri çok önemli destek seviyeleri olacak. Bu seviyenin aşağı kırılmasını beklemiyorum. Ancak kırılırsa özellikle de ABD 10 yıllık tahvillerinin yüzde 2.15’lere yükseldiği bir ortamda bizim piyasalarımız için yepyeni sayfalar açılacak demektir.

Altın vuruş

Trump gelirse belirsizlikten dolayı altın fiyatları yükselir beklentisi vardı. Nitekim seçim sonuçlarının hemen ertesinde 1.337.4’e kadar altının ons fiyatı yükseldi. Sonra ne oldu? 1.219 dolarlara kadar altının ons fiyatı geriledi. Normal şartlar altında altın fiyatlarının ‘Trump belirsizliğinden dolayı yükselmesi çoğu katılımcıyı şaşırtmazdı. Ancak piyasalar Trump’ın “içindeki iyiliği” bulup çıkarıp, hisse senedi piyasalarında yeni rekorlar kırdırınca altın fiyatı geriledi. Altında 1.278-80 seviyesi önemli bir teknik seviye idi. Altına inildi, çoklu kapanış oldu. Şimdi sırada 1.211-14 seviyesi var. Bu seviye korunacaktır... Korunması durumunda 1.250-52 bandına bir düzeltme görülebilir. Eğer korun(a)mazsa 1.165-72 bandına kadar devam edecek sert bir satış ile karşı karşıya kalınabilir.

Yazının devamı...

Taç giyen baş akıllanır mı?

Neredeyse tüm anketler bir kez daha yanıldı ve Cumhuriyetçi Trump ABD’nin 45. Başkanı oldu. Sıra dışı söylemleri, “tek kişilik şov” olarak yürüttüğü kampanya; ABD’nin denize kıyısı olan eyaletlerden değilse de “kara Amerika’sından” iltifat görmüşe benziyor.

Trump son yıllarda seçilen popülist liderlere eklenen son halka, belki de şahikası oldu. Popülist liderler kısa sürede de totaliterliğe kaymaya meyilliler. Dünya haritasını önünüze koyarsanız, Obama’ya aleni olarak küfür eden yeni seçilmiş olan Filipin lideri Dutarte’den başlayın, batıya doğru ilerleyin. Hemen her yerde ülke sınırlarını yabancılara kapatmayı vaad eden, içerideki milliyetçiliği tırmandıran ve gittikçe artan dozda totaliter yönetim tarzı benimseyen liderler iktidara geliyor.

Trump da Meksika sınırına duvar inşa edeceği, İslam ve mülteci düşmanlığına varan söylemleri, vergi indirimi vaatleri, ticaret anlaşmalarını yeniden gözden geçirip, iptal edeceği ve ABD’nin çıkarlarını öne çıkaracağını söylemesiyle başkanlığı kazandı. Birçok söylemi alışılmadık tarzda.

İşin başına geçince söylemi değişir mi, bir başka deyişle ‘taç giyen baş akıllanır mı?’ henüz bu konuda bir fikrimiz yok. Ancak onu başkanlığa taşıyan temel söylemlerinden çok da fazla sapmasını beklemek hayal kırıklığına yol açabilir. Neydi bunlar hatırlayalım: Obamacare olarak bilinen sağlık reformunu rafa kaldırabilir. 2008 krizinden sonra finans sistemini düzenleyen ve Wall Street’teki bankaların gözetimi ile ilgili Dodd-Frank yasası olarak bilinen yasayı yırtıp atabilir. Bu konuda sohbet ettiğimiz eski bir yatırım bankacısı, ‘Wall Street’e dönme zamanı’ dedi. Başta; Kanada, Meksika ve ABD arasında imzalanmış NAFTA anlaşması olmak üzere tüm uluslararası anlaşmaları yeniden müzakereye açacağını vaat etti. İran ile yapılan anlaşmayı parçalamaktan söz etti ancak dış politika danışmanı bunu “düzelterek” değişikliklere gidileceğini söyleyerek orta yolu buldu. Bu ve benzeri bir çok değişiklik ABD’yi ve dünyayı bekliyor.

Trump’a Başkanlığı kazandıran “ABD’yi yeniden mükemmel yapalım” sloganının devamı olarak altyapı projelerine ağırlık vereceği biliniyor. Kendisi de inşaatçı olduğu için hızla hayata geçirebilecektir. Bunun emtia fiyatlarında artışa, dolayısıyla da enflasyonun yükselmesine etkisi olacaktır.

Bu çerçevede, Fed’in Aralık’taki faiz artışının rafa kalktığını düşünmüyorum. Nitekim kısa bir şoktan sonra yükselen ABD tahvil faizleri de benzer bir beklentiyi fiyatlıyor.

Ulu önder Atatürk’ü ölüm yıldönümünde büyük bir şükranla anıyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.