Şampiy10
Magazin
Gündem

Paskalya keyfi!

Geçtiğimiz haftanın son günü ile bu haftanın ilk günü batı dünyasında; bizi ilgilendiren tarafıyla sermaye piyasalarında; tatil. Piyasa katılımcılarının bir çoğunun uzun hafta sonuyla birleştirdiği bu tatillerde likidite azalıyor, piyasalarda sert hareketler olabiliyor. Geçtiğimiz hafta da buna benzer bir havada geçti.

İngiliz askerlerinin bırakılmasına rağmen petrol fiyatlarında bir gerileme olmazken, gerilimin zirveye ulaştığı dönemde hemen hemen 660 dolar seviyelerinde sabit duran altın/ons fiyatları 675-80 dolar bandına kadar yükseldi. Benzer şekilde iç piyasada da YTL faizinden yararlanmak isteyenlerin satışlarıyla dolar kuru 1.3625’lere, bono bileşik faizleri 19.16’ya kadar geriledi,

Bugünün de bazı piyasalarda tatil olmasından dolayı hareketler daha sınırlı olabilir. Yine piyasalardaki iyimser hava nedeniyle borsalarda artış, faizlerde ve kurlarda gerileme yaşanabilir.

Peki bu iyimserlik nereden geliyor? Dünyadaki iyimserlik, yen paritesinin yeniden 119’un üzerine yükselmesinden.

Zira Japon Merkez Bankası’nın faiz artışından sonra sıkça tartışılan ve sonuna mı gelindi denilen “carry trade”lerin devam ettiği, likiditenin azalmadığı düşüncesiyle “oyun kaldığı yerden” devam ediyor.

Bir çok borsa 26-28 Şubat tarihlerindeki gördüğü zirvelere büyük oranda yaklaştı. Çin, Alman ve İMKB endeksleri ise o seviyelerinde üzerine yükseldi. Çin ve Almanya’yı yene ve yükselen euroya bağlamak mümkün. Bizde ise cumhurbaşkanlığı seçiminin bir şekilde “olaysız” geçeceğine ’inanılmaya başlanmasının’etkisi var görünüyor. Sayın Erdoğan’ın aday olması ya da olmamasına göre alınmış pozisyonlar korunurken, ola ki aday olmaz düşüncesiyle artırılan (ki yurt dışındaki toplantılarda kurmayların bunu sıkça belirttikleri konuşuluyor) yabancı pozisyonları nedeniyle geçen hafta ralliler yaşandı. Son haftalarda konuşulan ‘cumhurbaşkanlığı rallisi’ 16 Nisan’ın çok öncesinde yaşanmaya başlandı. Belki de aday! belli olduktan sonra bu rallinin kâr realizayonu bile gelecek.

AKP’nin kararının 16 Nisan’da açıklanacağını belirtilmişti. Ancak anlaşılan görüşmeler, 23 Nisan törenleri derken bu tarih 25 Nisan’a kaymaya başlamış gibi. Yine Godot’u bekleyeceğiz anlaşılan. Umarım bu denli önemli bir süreç Merkez Bankası başkanının atanma dönemine benzemez.

Bu haftaki tahminlere geçmeden önce Çin’in Şangay Borsası’yla ilgili birkaç detaya dikkat çekmek istiyorum. Çin borsasındaki yükseliş bir süre daha devam etse de; ki kısa vadeli hedef 3439; 15-25 iş günü içinde bu seviyelere gelinse de bu seviyelerde tutunabilmesi hayli zor görünüyor. Benzer zamanlama dolar/yen paritesinde de görülüyor. Malum “paranın pınarı” durumundaki yeni yakından izlemekte fayda var. Dolar/yende 119.70-90, euro/yende de 160.40 seviyelerinin (ki bu yeni zirve demek) aşılmaması durumunda, Mayıs-Temmuz döneminde piyasalarda hava ‘olumsuza’ dönebilir.

Bunlar için henüz daha zaman varken kısa vadeye bakalım. Dolar/YTL’de 1.3750’nin altına inilmesi ve haftalık kapanış olması bu hafta içinde 1.3540 ve 1.3460 seviyelerinin görülme ihtimalini artırıyor. Önümüzdeki hafta yapılacak yeni gösterge bono ihalesi öncesi büyük olasılıkla yeniden bu seviyelerin üstüne çıkılacaktır.

Her ne kadar önümüzdeki hafta ihale yapılacak olsa da, kurlardaki bu muhtemel gerileme bileşik bono faizlerini de 19.05-19 bandına kadar düşürebilir. Yine ihale öncesi bir yükseliş olması beklenmelidir. 2 Nisan’daki 19.70-19.65 arasındaki boşluğa kadar bu yükseli sürer mi onu hafta sonuna doğru anlayabileceğiz.

Yazının devamı...

İlk çeyrek sonu sessizliği bozulur mu?

2007’nin ilk çeyreği geçen hafta sükûnet içinde sona erdi. Piyasaların; önceki yıl sonlarında sergiledikleri ‘yılı sakin kapatma sendromu’ son üç-dört çeyreğin kapanışında da etkisini göstermeye başladı. Mart’ın son haftasına girilirken bilançolar son şeklini almış oluyor. Katılımcıların pek çoğu da ciddi bir gelişme olmadığında, önemli bir pozisyon değişikliği yapmıyor. Bu da fiyatların dar bir aralıkta kalmasına neden oluyor.

Her ne kadar piyasalar-çeyrek sonu nedeniyle de olsa gerek-İran ile Batı dünyası arasındaki gerginliği yok saysa da, bölgede önemli gelişmeler yaşanıyor. ABD’nin ciddi bir saldırı gücünü bölgeye göndermesi uzun zamandan beri gündemde olan İran’a saldırı planlarının provası olarak da algılanıyor.

Bu gerginlik dünya borsalarını çok fazla etkilemese de; en önemli hareket petrol fiyatlarında oldu. 23 Mart haftasını 62.25 dolardan kapatan Brent ham petrolü, geçen Cuma günü 69.14 dolara kadar yükseldi. Ocak’ta 51 dolar dip seviyelerinden bu yana bir yükseliş trendinde olan petrol fiyatlarında 64 dolar zaten konuşuluyordu. Ancak İran gerginliğiyle fiyatlar beklentilerin de üzerine yükseldi.

Diğer yandan altın fiyatları “savaş senaryosunu” tam olarak desteklemedi. Hafta içinde 658 ons/dolar seviyelerinden 670 dolara ‘zoraki’ yükselen altın fiyatları haftayı 663 dolardan kapattı. Savaşın; en azından bu rauntta çıkmayacağı fikrini destekleyen bir başka gösterge de Brent petrolünün ileri tarihli vadeli kontratlarının yakın vadelilerden “düşük” olması. Yani bu kontratlarda iki seneden beri ilk kez “backwardation” yaşanıyor. Petrol fiyatlarını speküle edenler bile “savaş senaryosunu” kısa vadede fiyatı yükseltmek için kullandıklarını kabulleniyor.

Yurt içine baktığımızda da benzer şekilde yanı başımızda savaş çıkacağına inanılmıyor gibi... Çeyrek sonunda tüm piyasalar adeta ‘süt limandı’. Diğer taraftan, AKP’nin cumhurbaşkanı aday(lar)ını açıklayacağı “kritik” 16 Nisan’a 10 iş günü kala; piyasalar dar bir bantta hareket ediyor ve yurt dışından önemli bir haber gelmediği takdirde pozisyonlar korunacak gibi duruyor. Haftanın son üç günü bileşik yüzde 19.70-19.85 bandında işlem gören gösterge bono faizlerinde Salı günü yapılacak yeni 4 şubat 2009 vadeli bono ihalesiyle bu dar bandın dışına çıkılacaktır. Eğer ihale öncesinde Körfez’deki gerginlik artar ve ihalelere katılımı azaltacak bir hava oluşur ise 19 Mart’ta 20.15 ve 20.08 arasında oluşan ‘boşluğu’ kapatabilecek bir yükseliş yaşanabilir.

Bir taraftan cumhurbaşkanlığı için ‘kritik’ güne yaklaşıyor olmamız, diğer yandan İran derken; üstüne bir de ABD 10 yıllık tahvil getirilerinin 4.64’lere çıkmış olması ihale öncesi faizleri yükseltebilir. 1.3735-1.3770 seviyelerinin altına inemeyen dolar/YTL kurlarında da 1.3960’ın üzerine geçilip 1.4090 seviyelerine gelinir ise bu senaryonun gerçekleşme ihtimali daha da artar.

Bu haftanın ilk yarısında gözler Hazine ihalesi ve özellikle Körfez bölgesinde, ikinci yarısında yine ABD hisse senedi piyasalarında olacaktır ki, savaş ihtimalinin azalması ABD borsalarını olumsuz etkileyebilir.

Yazının devamı...

Petrolün 8 dakikalık kâbusu...

Salı günü Brent petrolünün varil fiyatı 8 dakika içinde 65.05 dolardan 69.00 dolara yükseldi. Londra piyasaları günü Pazartesi günne benzer kapanmıştı. Ancak New York piyasalarının kapanışına yakın; piyasalarda ’İran’ın körfezdeki Amerikan savaş gemilerine saldırdığına’dair dedikoduların çıkmasıyla kâbus başlamış.

İran’ın 15 İngiliz askerini tutuklaması sonrasında petrol piyasalarında zaten sinirler gerilmişti. Bu gerginlikle Brent petrolü iki gün içinde 61 dolarlardan 64’lere kadar yükselmişti. İran’ın saldırı haberinin Beyaz Saray tarafından yalanlanmasına rağmen, ’İngiliz askerlerinin tutuklananları kurtarmak için operasyona başladılar’ şeklindeki yeni bir dedikodu piyasaya yayılmış.

Aslında İran gerginliği öncesinde, ABD’deki rafinerilerin bakım sezonunun uzaması, Valero adlı şirketin bir rafinerisindeki büyük yangın, Fransa’nın Lavera limanındaki grev nedeniyle günlük 700 bin varillik rafineri kapasitesi için ham petrol ikmalinin yapılamıyor olması zaten fiyatların yükselmeye başlamasına neden olmuştu. Üstüne ABD savaş gemilerinin Körfez bölgesinde tatbikata başlamış olmaları piyasaları zaten kırılgan hale getirmişti. Piyasaların kapanmaya başladığı, işlem yapanların gün içi pozisyonlarını kapattığı, likiditenin azaldığı sıralarda “ortaya çıkan dedikodularla” piyasalarda kâbus yaşanmış.

Neden mi kâbus? Petrol piyasalarının işlem hacmi yüksek görünür. Örneğin Brent petrolünün ilk vadeli kontratında günde ortalama 100.000 kontrat işlem görür. Bir kontratın 100 varil, fiyatında 65 dolar olduğunu varsayarsak, 650 milyon dolarlık bir hacme ulaşılıyor. Hem motorin hem de brent petrolündeki diğer kontratları da göz önüne alırsak, sadece Londra petrol piyasasının işlem hacmi günlük 5 milyar doların üzerindedir.

Bu denli büyük işlem hacminin olduğu bir piyasada Salı günü 8 dakika içinde varildeki 4 dolarlık artış, sadece ve sadece 465 kontrat ile olmuş. İlk kontrattaki (Mayıs ’07 vadeli kontrat) bu işlem hacmine karşın ikinci kontratta (Haziran) sadece 80 kontrat işlem gerçekleşmiş.

465 kontratın ortalama 67 dolardan işlem gördüğünü varsayarsak toplam 3.1 milyon dolarlık bir para ile petrol fiyatları 8 dakika içinde 4 dolar artabiliyor. Bu da aslında piyasaların göründüğü kadar derin olmadığını gösteriyor. İşlem hacminin önemli bölümü vade ve/veya ürün farklarını hedge etmek ya da alıp satmak nedeniyle oluşuyor. Temel fiyat riskine karşın bir işlem yapmak istendiğinde yeterince derinlik bulunamayabiliyor. En iyi örnek Salı günkü 465 kontratlık sekiz dakika...

İşin acı tarafı, Brent petrolü 69 dolardan işlem görünce tüm piyasadakilerin aklına bu rakamlar “nakşedilmiş” oluyor ve aşağı iniş hayli zor oluyor. Yıl başında 51 dolar seviyelerine kadar gerileyen petrol fiyatlarıyla enerji faturamız düşecek, cari açığımız kapanacak diye sevinirken; derinliği tahmin edilenden çok daha az olan petrol piyasalarındaki ’açgözlü’ spekülatörlerin kurbanı oluyoruz.

Yazının devamı...

Faiz dışı rakamı kafa karıştırıyor!

Maliye Bakanı 2006 yılı faiz dışı fazla (FDF) rakamını yüzde 7.4 olarak açıklamasına karşın, Sayın Babacan ABD yolunda, rakamı yüzde 6.7 olarak açıkladı. Son iki üç yılda ‘tanımı’ değiştirilerek de olsa bu hedef tutturuluyor görünüyor. Bazı ekonomistlerin rakamlarına göre de FDF yüzde 6 dolaylarında.

Sayın Babacan’ın açıklamalarına göre fazlanın yüzde 6.4’lük kısmı merkezi bütçeden, yüzde 0.3’lük kısmı KİT’lerden sağlanmış. Burada çarpıcı olan programa göre KİT’lerden sağlanmış olması gereken fazlanın yüzde 1.5 olmasına karşın yüzde 0.3 olarak gerçekleşmiş olması. Aradaki farkın nerden kaynaklandığına dair net bir açıklama olmamasına rağmen bu farkın hem artan harcamalardan hem de IMF’in de ısrarla üzerinde durduğu elektrik zamlamlarının ertelenmesinde kaynaklandığı anlaşılıyor.

Burada önemli bir noktayı atlamamakta fayda var. 2002-2006 Ağustos arasında normal illerdeki sanayi elektriği fiyatlarında nerdeyse hiç artış olmamış, hatta 2003 yılından 2004’e geçilirken indirim dahi yapılmış.

Sanayiye ucuz elektrik temin edilmesinde normal şartlar altında bir sorun yok. Ancak bu, halktan toplanan dolaylı vergilerle bir anlamda ‘sübvanse ediliyorsa’ hepimiz adına bir sorun ortaya çıkıyor. Bu ‘sübvansiyon’ aynı zamanda maliyet artışlarını kontrol altında tuttuğundan dolayı enflasyon hedeflerine daha kolay ulaşılmasını sağlıyor. Ancak suni olarak. Bu tarz suni önlemlerin maliyeti daha sonra karşımıza çok daha yüksek olarak çıkıyor. Korkarım sosyal güvenlikte de benzer bir sorunla karşılaşacağız. Yanlış anlaşılmasın! Herhangi bir şekilde IMF’i savunuyor değilim. Ancak piyasaların ve kamuoyunun bu konudaki vurdum duymazlığını da anlayabilmiş değilim. Hemen herkes yüzünü dünya piyasalarına dönmüş, içeriyle pek ilgilenmiyor.

Global dünyanın bir parçası olan piyasaları, bu ülkenin nasıl yönetildiği veya yönetileceği pek de ilgilendirmiyor. Piyasalar, özellikle ekonomi yönetimini tamamen IMF’e havale etmiş durumda. İşlerin nasıl yürüdüğüne yada yürütüldüğüne pek aldırış edilmiyor. Bir sorun varsa, nasılsa IMF buna müdahale eder, işleri bir şekilde yoluna koyar diye düşünülüyor.

Global likidite nedeniyle şanslı bir dönem geçiren hükümette bunun farkında olsa gerek ki, IMF’ten gelen baskıları seçim(ler) yılında olmamız hasebiyle, hep bir sonraki görüşmeye erteliyor ve zaman kazanıyor. IMF her ne kadar kamuoyu önünde sert açıklamalardan kaçınsa da bir kez daha “uzayan” gözden geçirmeyi hafife almamak gerek. Temel sorunlar şu veya bu sebeple erteleniyor. Umarım maliyeti yine yüksek olmaz.

Yazının devamı...

IMF’den yabancı yatırımcıya güvence mi?

Dünkü VATAN Gazetesi’nde IMF’nin, Merkez Bankası’nın (MB) rezervlerini artırması yönündeki talebiyle ilgili bir haber yayınlandı. Haberde söz konusu talebe Merkez Bankası’nın tepki gösterdiğine değinilmiş.

MB’nın tepkisi son derece yerinde. 2001 krizinden bu yana MB, bazen doğrudan müdahaleler bazen de günlük döviz alım ihaleleriyle rezervlerini artırma yoluna gitti. Şu andaki MB rezervi tarihi zirvesinde. Daha fazla rezerv artırma talebinin ardındaki mantık yabancı yatırımcıların kendilerini daha rahat hissedecekleri bir ortamın hazırlanması olabilir mi? Merkez bankalarının rezervleri, ülkenin borç servisinin yapılabilmesi, piyasalarda olumsuz gelişmeler ortaya çıktığında yapılacak acil ihtiyaçların ithalat ödemeleri, savaş ve finansal piyasalardaki krizlerin atlatılabilmesi için oluşturuluyor. Savaş ihtimalini tamamen bir tarafa bıraktığımızda, rezervlerin artık finansal krizlere karşı sigorta olma dışında pek bir fonksiyonu yok. Üstelik bu rezervi oluşturmanın ve taşımanın da ciddi bir maliyeti var.

MB’nin de belirttiği üzere satın alınacak dövizler karşılığında YTL verilmesi gerekir. Bu YTL’nin enflasyon üzerinde baskısını ortadan kaldırabilmek için açık piyasa işlemleriyle çekilmesi gerek. İşte tam bu noktada iş sarpa sarıyor. Zira MB aldığı dövizleri ABD veya AB tahvillerine yatırıyor, karşılığında çektiği paraya da YTL faizi ödüyor. YTL’ye ödenen reel faiz kadar MB’nın taşıma maliyeti, bir anlamda da zararı oluyor. (Bu maliyet bir başka deyişle döviz satanın ‘açık pozisyon kârı’). MB ideal noktayı bularak rezerv taşımaya çalışması anlaşılabilir. IMF’in bir rakam belirtmeden de olsa rezervlerin artırılmasını istemesi bile MB’nin işini zorlaştırıyor. MB piyasaya doğrudan müdahale ederek alım yaparsa; hem “arızi” olarak kurların yukarı çıkmasına, hem de geri çekilmesi gereken YTL miktarının artmasına neden olacaktır.

Diğer yandan yabancı yatırımcılar içinse bu müdahaleler; “iyi” seviyeden dolar satmak ve plase edilebilecek daha fazla YTL elde etmek anlamına geliyor. Böylelikle de rezervi daha da güçlenmiş bir MB’nin olduğu piyasadan, ’gerekirse’ daha rahat çıkılabilecek. Güçlü rezerv nedeniyle risk primi bir miktar azalsa da yüksek reel faiz nedeniyle bu yatırım halen daha kâr ettirecektir. Günlük alımlar yoluyla rezerv artırılmasında ise bu etki daha uzun vadeye yayılıyor. Sadece son iki günde 375 milyona ulaşan ve her gün yenileri çıkarılan YTL eurobond ihraçlarının mı, yoksa artan uluslararası piyasa risklerinin mi IMF’nin bu önerisinde payı olduğunu ileride anlayacağız.

Yazının devamı...

Amerika’da emlak balonu patladı mı?

ABD’nin en büyük mortgage kuruluşlarından New Century Financial Corporation’ın, konkordato ilan etmek üzere olduğu haberi, finans çevrelerinde hoş karşılanmadı. Hızlı düşüşlerin düzeltmesini yaşayan piyasalarda yeniden satış dalgası gelebilir...

Geçen haftayı neredeyse tüm borsalar; özellikle Japon Yeni’nin değer kaybetmesiyle; hafta başına oranla yüksek kapattı. Kısa vadedeki bu yükselişler, son hızlı düşüşün bir düzeltmesi.

Cuma gününün son saatlerinde petrol fiyatlarındaki hızlı gerilemenin de yardımıyla borsalarda ideal düzeltme seviyeleri için bir miktar daha yükseliş olabilir. Dow Jones endeksinde 12,420 veya 12,510 seviyelerine, İMKB 100’de 42,400 (hayli zor ama belki de 43,600) seviyelerine kadar yükselişler olabilir. Ancak bunlar yükseliş trendindine yeniden dönüş olarak algılanmamalı, sadece birer düzeltme olarak kalacaktır.

Bana göre bu yılın kalan kısmında; önceki üç-dört yıldaki gibi yeni zirvelerin görülmesi hayli zor. Bu yıl; diğerlerinin aksine düşüş yılı olacak gibi görünüyor. Neden mi ?

1- Global enflasyon endişeleri nedeniyle tüm ülke paralarının faizleri geçtiğimiz üç-dört yılın en yüksek seviyelerinde,

2- Gelişmekte olan ülkeler de dahil olmak üzere, alınan risklere oranla; piyasalardan elde edilebilecek getiriler en düşük düzeylerine yakın, yani kâr marjları çok dar,

3- ABD ekonomisinin lokomotifi durumundaki emlâk piyasalarından gittikçe daha fazla kötü haber gelmeye başladı. Önce emlâk satışlarında, ardından fiyatlarındaki düşüşler ve son olarak da batan mortgage kuruluşları...

4- Dünya borsalarının “direksiyonu” durumundaki ABD şirketlerinden çift haneli kâr rakamlarından tek hanelilere dönüş ve hisse fiyatlarında gerileme beklentisinin artması,

Ve en nihayetinde ABD’de bu yılın başında gelmesi beklenen faiz indirimlerinin bir başka bahara kalması, enflasyonun kontrol altına alındığına dair net verilerin bir türlü gelmemesi nedeniyle de belki de bir veya iki faiz artışının konuşulmaya başlaması... Üstüne bir de ‘maestro’ Greenspan’in; ABD’deki bir resesyona yüzde otuz gibi yüksek olasılık vermesi...

Geçen hafta ABD’nin önde gelen mortgage şirketlerinden New Century Financial Corporation’ın Chapter 11 olarak anılan iflas öncesi konkordatoya yaklaştığı haberleri hisse senedi piyasalarının moralini bozdu.

Şirketin 8 Mart’taki açıklamasına göre; ikincil mortgage piyasasındaki işlemlerine istinaden gelen 150 milyon dolarlık ‘margin call’ (ek teminat) taleplerinin ancak 80 milyon dolarlık kısmı karşılanmış. Adı açıklanmayan bir büyük kredi kuruluşunun şirkete 265 milyon dolarlık yeni kredi sağladığı ve 710 milyon dolarlık bir kaynak temini konusunda kolaylık sağlayacağı belirtilmiş.

‘Büyük abiler’ görev başına! Tıpkı LTCM krizinde ve 11 Eylül’de Greenspan’in dev yatırım bankalarıyla el ele verip piyasaları kurtardığı gibi... Yeter ki işler ‘mutad’ devam edebilsin...

ABD’de önce birkaç küçük mortgage kuruluşunun batması, ardından HSBC’nin 2006 yılında ABD’deki ev kredilerinde 10.6 milyar dolar kaybettiğini açıklaması ve son olarak da New Century haberleri ABD’deki emlâk balonunun patladığını gösteriyor. Bu durum önce ABD ekonomisini, ardından da Çin’den başlayarak tüm dünya ekonomisini etkileyecek, dönüp dolaşıp bize kadar gelecektir.

Mart ayında gelişmekte olan ülkelerden çıkan 8.9 milyar doların yöneticileri de bunları düşünüyor olabilir mi?

ABD’de hava bulutlanırsa Türkiye’de fırtına çıkacaktır
Gelelİm bu haftanın tahminlerine... Her ne kadar İMKB; Cuma günkü ABD tarım dışı istihdam datasını fırsat bildiyse de, bonodaki satışlar hafta boyunca sürdü. İki ve beş yıllık Dolar/YTL ‘cross currency swap’ (döviz swapları) faizlerindeki ve ABD on yıllık tahvil getirilerindeki yükselişler geçen haftanın dikkat çeken diğer gelişmeleriydi. ABD piyasalarındaki hava ‘bulutlanmaya’ devam ederse, bizde fırtına çıkabilir.

Yine de İMKB 100’de 42,400 ziyaret edilebilir. Bu seviyenin üzerine çıkılır ise; ki düşük bir ihtimal; 43,600’lere kadar yükseliş olabilir. Ancak bu iki seviyeden birinden yeniden satışların gelmesi ihtimali oldukça yüksek. Döviz cephesinde; dolar/YTL kurlarında 1.3735 ile 1.4625 arasındaki hareketin düzeltmesi Cuma günü tamamlanmış görünüyor. 1.4075 alış seviyesinin altına inilmesi durumunda (ki düşük bir ihtimal) 1.3770’leri; üstünde kalınması durumunda da sırasıyla 1.4250, 1.4380 ve 1.4470 seviyelerinden biri bu hafta içinde test edilebilir.

Yazının devamı...

ABD endeksleri tutunursa bizim piyasalar da durulur

Dün Amerikan Dow Jones endeksi (DJIA); 12.000 teknik ve psikolojik sınırına çok yakın bir seviye olan 12.039 seviyesini gördükten sonra 12.188’e kadar yükseldi. Bu yazı yazıldığı sırada 12.145 ile Cuma gününün 31 puan üzerindeydi.

DJIA’daki bu toparlanma; aşılışta Cuma gününe göre 1.250 puan kayıpla güne başlayan Bovespa endeksindeki kaybı da bir ara 535 puana kadar düşürdü.

Amerika ve Avrupa borsalarındaki toparlanmalar ya da azalan düşüş oranları; en azından bu ilk salvonun sonuna yaklaşıldığını gösteriyor. Sınırlı olarak kaç ülkede satışlar sürse de artık panik havası dağılmaya başlıyor. Bundan sonraki birkaç gün içinde piyasalarda “yaralar” sarılmaya çalışılacaktır.

Cuma gün düşüşle kapanan Amerikan piyasalarının etkisi ve yenin 115.20 seviyelerine kadar değer kazanmasıyla başlayan yurtiçindeki piyasalarda kritik seviyeler test edildi. Dolar kurlarında 1.4625 alış seviyeleri görülürken, gösterge bonolarda 20.40 bileşik seviyeleri test edildi. (Böylelikle 20.20-20.09 arasındaki ’boşluk’da kapanmış oldu). Piyasaların gün sonunda rahatlamasıyla kurlar 1.4450 seviyelerine gerilerken, bonoda; bugün ihalesi olmasına rağmen; kapanış 20.14 seviyesinden gerçekleşti. IMKB 100 endeksinde de açılışta 39.065’e kadar gerileyen endeks; günü 820 puan kayıpla 39.729’dan kapattı.

ABD borsalarında dün itibariyle net bir toparlanma olmasa bile bugün akşamki kapanışlarda pozitif rakamlar görülecektir. Bunun etkisiyle kurlarda Cuma ve dün arasında 1.4310-1.4395 arasında oluşan boşluk ile bono bileşik faizlerindeki 19.85-20.06 arasındaki “gap” de kapanabilir.

Bugünkü ihale önemli. Zira piyasalardaki “neler oluyor, önce anlayalım” havası katılımı etkiler ve bu da faizlere yansır ise, yukarıdaki ’gap’lerin kapanması, yani ortalığın yatışması bizim piyaslar için biraz daha zaman alabilir.

İhaleye katılım ve ihalede gerçekleşecek faiz seviyesi haftanın kalan kısmı ve özellikle de önümüzdeki hafta için belirleyici olacaktır. “Fiyatlar çok düştü, dipten alalım” diyenlerle “piyasalar biraz toparlasın da satalım” diyenlerin mücadelesi bir süre daha devam edecek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.