İlk kez Napolyon kirazıyla karşılaşmamı gayet iyi hatırlıyorum. O güne dek açık renkli, gevşek etli, yavan kirazlara alışmışken, gerek baştan çıkarıcı rengi, insanın gözünü doyuran iriliği ve o zamana kadar hiç tatmadığım lezzetiyle bir anda en favori meyvelerim arasına girdi.
Napolyon’un da daha görkemlisini geçen hafta manavda gördüm; küçük kutularda satılan koyu kırmızı kirazlar birer erik boyutlarındaydı. Fiyatını hiç sormayın; ben soracak oldum, adeta küçük dilimi yutuyordum. Geçen hafta kamuoyunu meşgul eden araştırmada en çok meyve yerken mutluluk duyduklarını söyleyen gençlerimiz de bir kiloyu bile bulmayan küçük kutuya istenen 56 lirayı benim gibi yapıp bir kültür etkinliğine harcasalar sanırım daha mutlu olurlardı. Kiraz, eğitimime katkısı olan bir meyve. Açgözlülük yapmamayı, başkalarının hakkına tecavüz etmemeyi küçükken, kiraz yerken öğrendim. O zamanki küçücük, soluk renkli kirazların arasındaki biraz daha irileri doğal olarak daha tatlı oldukları için, meyve kasesinden tabağıma bu en irileri aktarmaya çalışırdım. Öğretmen olan annem tüm iyi öğretmenlere özgü sarsılmaz otoritesiyle kaşlarını çatarak o iri kirazları başkalarının da yemek isteyebileceğini bana hatırlatırdı. Zaman içinde kaseye bakmadan yiyeceğim kadar kirazı avuçlayarak tabağıma alma alışkanlığını edindim. Ama benimkilerden daha iri kirazları sofrada başkalarının tabaklarında gördüğümde, hala gözümün kaldığını da itiraf ederim.
Napolyon’un kirazla ne ilgisi var?
Genellikle insanın yaşı ilerledikçe, geçmişe olan özlem artar, “nerede o eski...” diye başlayan yakınmalar sıklaşır. Kiraz konusunda “nerede o eski kirazlar,” diye ailenin bir ihtiyarı size geçmişten söz etmeye kalkarsa, hiç kulak asmayın. Çünkü tarihin hiçbir döneminde kiraz bugünkü kadar lezzetli, albenili olmamıştı. Batılı mürekkebi yalamışlar çoğu kez, “Mirim, Türkçe fakir bir dil. Falan sözcüğün karşılığı Türkçede yok,” diye yakınırlar. Fakat Batı dillerinde ancak Latince adlarıyla ya da ekşi-tatlı gibi sıfatlarla birbirinden ayrılan kiraz ile vişne arasındaki açık seçik kavram farkı, güzelim Türkçemizden başka acaba hangi dilde vardır? Bütün Batı dillerinde de kulağa kiraz tınısı gelecek biçimde bir adı var; Kirsche, cherry, cerise gibi. Eski Yunanda vişnenin adı Prunus cerasus idi. Cerasus ise antik çağda Giresun’un adı. Cerasus zamanla Giresun olurken, bu bölgeden dünyaya yayılan vişne bu kez farklı bir meyve, yani kiraz olarak geri dönmüş… Pekala, Napolyon’un kirazla ne ilgisi var dersiniz? Tabii ki hiç yok. Bu iri kirazlar önce Bursa sınırları içindeki yakın zamana dek adı Apolyont olan gölün civarında aynı adla yetiştirilmiş. Gölün bugünkü adı Uluabat. Apolyont adını söylemek kolay olmadığı için de, halk onu kestirmeden Napolyon’a dönüştürmüş…
“Arkamdan dut yetişmese, beni yiyenlerin boynu çöpüme dönerdi,” dermiş kiraz. Bu özdeyişin ardında, 100 gramında 250 miligram gibi yüksek dozda potasyum içeren kirazın idrar söktürücü etkisi yatıyor. Kirazın bu özelliği her zaman biline gelmiş.
Kilo almaktan korkanların dostu
Kiraz aynı zamanda kilo almaktan korkanların dostu bir meyve. 100 gramında sadece 60 kalori var. Yine aynı miktarda kiraz 12-17 gram fruktoz şekeri içeriyor. Pankreas kolayca üstesinden gelebiliyor, bu sayede de şeker hastalarının bile yemesi sakıncalı bulunmuyor. Tüm kırmızı meyveler gibi kiraz da C, A ve B vitaminleri içeriyor. Potasyumun yanı sıra sodyum, magnezyum ve kalsiyum gibi mineraller açısından da zengin. Kirazdan meyvesi dışında da yararlanılıyor. Örneğin plastik öncesi dönemlerde en iyi sigara ağızlığı kiraz ağacının dallarından yapılırdı. Bugün bile esmerimsi kırmızı renkli tahtası ince marangozlukta torna işlerinde ve çalgı yapımında kullanılıyor.
Japonya’da kirazın meyvesi değil, çiçeği, “sakura,” önemli olan. Sakura, Japonların ulusal çiçeği. Her yıl Nisan ayının ikinci haftası Sakura bayramı kutluyor Japonlar. Bizde sevgilinin kiraz dudaklarına şairlerin beyitler düzmesi gibi, Japon ozanlar, “Ey kiraz çiçeği, sen gözün alabildiği her yerdesin,” türünden şarkılar bestelemişler. Kiraz çiçeğinin Japon hayat felsefesinde de yeri var. Ölümlerin en güzeli, bahar rüzgarının alıp savurduğu kiraz çiçeği gibi uçup gitmekmiş, sessizce... Ben kendi adıma meyvesini tercih eder, baharın bu lezzetli meyvesini yiyip ölümü aklıma bile getirmeden, yaşadığımı hissederim.