Hemen mi yesek, soğutarak mı saklasak?
.
Bu haftaki yazımı lkemizde bugüne dek pek yaşamadığımız 45-50 derecelerde okurken ferahlık verecek, serin bir konuya ayırdım.
Havalar yıllık ortalamaları alay edercesine katlarken çölde serap gören, dili damağına yapışmış gezgin misali kafamdan aynı şeyler geçer: Birincisi dondurma yazısı yazmak, ikincisi klimayı bulan kişi kimmiş öğrenip, heykelini diktirmek için kampanya başlatmak. Üçüncü olarak ise bir buz makinesi alıp buzlu suyla banyo yapmak. Geçtiğimiz yıllarda yeteri kadar dondurma yazısı yazdığım için bunu yapmayacağım. Klimanın ortaya çıkmasında birçok kişinin katkısı olduğunu öğrendim; dikilecek heykel tek bir kişiye ait olamayacağı için bundan da vazgeçtim. Buz makinesini ise tam sıcakların bastırdığı gün aldım. Ama buzla banyo yapmak yerine bol buzlu suyla içimi soğutmayı tercih ediyorum. Bu haftaki yazımı ise ülkemizde bugüne dek pek yaşamadığımız 45-50 derecelerde okurken ferahlık verecek, serin bir konuya ayırdım.
En kaliteli et tuzlanırdı
İnsanoğlunun ateşi bulmadan önce yiyecekleri soğutmayı ve dondurmayı keşfetseydi, yeme içme dünyamızda nice yiyeceğin varlığından yoksun kalacağımızı, hiçbir zaman tatma fırsatını bulamayacağımızı hiç düşündünüz mü? Size birkaçını sayayım: Soğutarak saklama yöntemi birkaç yüzyıl önce bulunmuş olsaydı kuru kayısı, kuru incir, kutu sardalye, reçel, marmelat, salam, sucuk, sosis ve pastırmayı belki de hiçbir zaman tadamayacaktık, çünkü onlara gerek kalmayacaktı. Nefis bir dilim bonfile, egzotik sebze ve meyveler kıtalar arasında bozulmadan taşınabilseydi, salamın, sosisin ya da marmeladın kim yüzüne bakardı?
Eskiden bir hayvanı kesince hemen tüketilebilecek kadarın dışında kalan parçaları bozulmadan saklamanın başlıca yolu onları tuzlamaktı. Bu masraflı bir işti. 13’üncü yüzyıl İngiltere’sinde, o dönemin parasıyla 5 peni değerinde bir et parçasını tuzlamak için 2 peni tutarında tuz kullanılıyordu. Bu nedenle de en iyi kalite et tuzlamaya layık görülürdü.