Müzik için yolculuk yapmak
Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında 10 Mayıs akşamı Stephan Micus sahne alacak.
Çoğunlukla kendi oluşturduğu özgün bir dille albümlerine hayat veren, çağdaş klasik müzik ve dünya müziğinin en saygın isimlerinden biri olan Alman multi-enstrümantalist sanatçı Stephan Micus, kendi deneysel kimliğinde harmanlanmış tarzıyla hayranlarını selamlayacak. Sanatçı ile müziğinin derinliğini konuştuk.
Hikayeniz 16 yaşında Fas’a yolculuğunuzla başlıyor. Ardından da bir çok farklı yeri keşfederek devam etmişsiniz. Bu keşif yolculuklarının müziğinize katkısı nasıl oldu?
Yolculuklarım aslında hep bir konserde ya da kayıtta kulağıma çalınan bir melodi ya da enstrümanın etkisiyle başlar, onlardan öyle etkilenirim ki, o ülkeye gitmek ve o enstrümanı öğrenmek isterim. Yaptığım bütün seyahatlerin altında yatan asıl sebep bu aslında.
Yıln üç ayını seyahat ederek geçiriyorsunuz, enstrümanlar topluyor ve onları çalmayı öğreniyorsunuz. Peki Türk müziği ve Türk enstrümanları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’ye birkaç kez geldim aslında. Sanırım ilki 1972’deydi. Hindistan’a gidiyordum ve seyahat rotamda Türkiye’den geçmek de vardı. İstanbul’dan Tahran’a trenle gittim, yaklaşık bir hafta sürdü. Van Gölü’nü vapurla geçtiğimizi hatırlıyorum. Bunun yanı sıra birkaç kez İstanbul’a da geldim, bir keresinde, sanırım 6-7 yıl önceydi, Antalya’dan arabayla yüzlerce kilometre gidip Ermenistan sınırına kadar gelmiştik, sonra da Hakkari’ye gittik, İran sınırına. Ararat Dağı, Kars, Kapadokya gibi yerleri de gezdim. Son olarak, iki üç sene önce uçakla Trabzon’a gittim, oradan da arabayla Kaçkar Dağları’na, sonra da Gürcistan’a geçtik oradaki eski kiliseleri çok merak ediyordum.
Türk enstrümanlarına gelirsek, sazı epey severim, çalmayı da denemiştim. Tambur, kemençe ve klarneti de seviyorum. Ama Türk enstrümanlarını çalmamı engelleyen bir sorun var, bu da Türk müzik sisteminde çeyrek tonların bulunması. Ben ise müziğe yarı tonlu bir Hint çalgısı olan sitarı öğrenerek başladım, dolayısıyla çeyrek tonlar benim için bambaşka bir dünya ve bu dünyaya adım atmaya pek cesaretim olmadı. Örneğin ney de çalıyorum, ama çaldığım ney Mısır neyi yani biraz daha farklı bir yapıda. Sevdiğim Türk müzisyenler arasında ise Erkan Oğur’un çok önemli bir yeri var. Türkiye’yi boydan boya geçtiğim o yüzlerce kilometrelik yolculukta sadece onun şarkılarını dinledim. Orkestrayla çalınan klasik Türk müziğini de çok beğeniyorum.
Tüm performanslarımdan farklı olacak
40 yıllık müzik kariyerinizin aslında doğu ve batıyı buluşturan bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte sizi en çok etkileyen etkenler ne oldu?
Müziğimi etkileyen çok fazla yer ve ilham kaynağı var, ama sanırım Hindistan ve Japonya başta geliyor.
Bu yıl birçok önemli müzisyenin katılımıyla birincisi düzenlenecek olan Zorlu PSM Caz Festivali’nde sahne alacaksınız. Festivaldeki performansınızla ilgili neler söylemek istersiniz, neler bekleyebiliriz?
Bu konser için yeni bir şeyler planlıyorum, İstanbul’daki tüm performanslarımdan farklı olmasını istiyorum. Yanımda getireceğim enstrümanları seçmeye çalışıyorum şu sıralar, kesinlikle getireceklerim arasında Japon flütü Shakuhachi olacak, Ermenistan’a özgü duduk, yine bir Japon flütü olan Nokan, ney ve İrlanda’ya özgü bir davul da getirmeyi düşünüyorum. Tabii bir de şarkı söyleyeceğim!
Bazı albümlerinizin kaydı, miksajı ve aranjmanını üç günde tamamladığınıza dair bir söylenti var. Bu doğru mu?
Bu doğru, evet. İlk birkaç albümümü “ticari” diye tabir edebileceğiniz bir kayıt stüdyosunda kaydetmiştim. “To The Evening Child” albümünden itibaren kendi stüdyomu kurdum, yani artık bir albüm için üç gün değil, üç yıl çalışıyorum. O zamanlar kayıt stüdyoları çok pahalıydı, kendinize ait bir stüdyo oluşturmanızı sağlayan teknolojiler de daha yeni yeni gelişiyordu. Belirtmem gereken bir diğer şey de, bunun son derece zor bir süreç olması bu üç günü art arda değil, aralarda bir ay bırakarak kullanıyordum ben de. Yani kayda gittiğim her gün için, bir ay prova yapıyordum. Böylece kayıt günü geldiğinde her şey bir kerede çıkıyordu. Bu elbette ki çok stresli bir süreçti benim için, bugün bile düşününce nasıl yaptığıma şaşırıyorum.
Yeni sesler bulmak zorlaşıyor
Yeni sesler keşfetme rotanız sizi ileride nerelere götürecek?
Yeni sesler ve enstrümanlar bulmak benim için git gide zorlaşıyor aslında, çünkü bir çok ülke ve enstrümanı zaten tanıyorum. Bir diğer zorluk da, bu müzik gelenekleri ve enstrümanların giderek yok olmaları. Müziğe başladığım 40 yıl öncesiyle şimdiyi karşılaştırdığımda, değişen çok şey var. Gençler bu konuya çok ilgi göstermiyor, ayıracak zaman veya sabırları pek yok genelde telefonları ve bilgisayarları ile meşguller. Benim yolculuk planlarıma gelirsek, Güney Afrika’ya doğru inip Mozambik’e gitmek istiyorum, bir de birkaç yıl önce ziyaret ettiğim Tacikistan’a tekrar gitmek. Ayrıca 16 Haziran’da yeni bir albüm yayınlayacağım, albümde iki yeni enstrüman da olacak. Biri Tacikistan’a özgü bir çalgı, biri de İsveç usulü bir keman olan nyckelharpa.