Orhan Veli’nin aşk mektubu...
.
Vatan Haber
O günü dün gibi hatırlıyorum...
Yine böyle açık bir bahar günüydü... Ankara’da mesleğe yeni başlamış 21 yaşında genç bir gazeteciydim...
Bir de kız arkadaşım vardı...
Benden iki yaş küçük...
O gün Ankara Sanat Tiyatrosu salonunda; Müşfik Kenter’in “Bir Garip Orhan Veli” oyununu seyretmeye gidecektik...
Tek kişilik bir oyundu...
Müşfik Kenter; Orhan Veli’nin şiirlerinden muhteşem potburiler üretiyor, birbirine mucizevi biçimde bağladığı şiirlerden, yeni kompozeler yaratıyordu...
Büyülenmiş kalmıştım...
Bir ara, bir başka şiirine ekleyerek;
‘Garibim’ şiirini söyledi...
“Garibim
Ne bir güzel var avutacak gönlümü
Bu şehirde
Ne bir tanıdık çehre;
Bir tren sesi duymaya göreyim...
İki gözüm iki çeşme...”
İyice duygusallaşmıştım...
Şairin dizelerine dökülen “yalnızlığında” saklı hüznü; içimi burkmuştu...
Şair ve yazar olmanın, hep bir öksüzlükle atbaşı gittiğini düşünmüştüm...
Dün Yapı Kredi Yayınları, Orhan Veli’nin iki muhteşem eserinin yeni baskılarını gönderdi bana...
Orhan Veli’nin “Bir sevgilim var; pek muteber... Onu da edebiyat tarihçisi bulsun...” dediği unutamadığı sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı aşk mektuplarını basmış yayınevi...
Şairin “Bir tren sesi duymaya göreyim... İki gözüm iki çeşme...” diye yazdığı “Garibim” şiiri, sevgilisi Nahit Hanım’ın bir haftadır gelmeyen mektubunun serzenişiyle; kendisine yazılıp gönderdiği şiiri...
Orhan Veli;
“Hiç birine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar...
Sade kadın değil insan.
Ne kibarlık budalası
ne malda mülkte gözü var
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar...”
dediği ünlü şiirinde Nahit Hanım’ı kast ediyor...
Hayatının tek ve unutulmaz kadını o...
Mektuptan satırları okurken, 33 yıl öncesine gidiyorum...
O bahar akşam üstünün Ankara’sına...
Şiiri Müşfik Kenter’den dinlediğim tiyatro sonrası Kızılay’da burnuma derin çektiğim o havayı yeniden soluyorum...
Ankara’dayım...
Kızılay’da...
21 yaşında...
-“Bir haftadan fazla oluyor... Sana bir mektup yazmıştım... Bugüne kadar cevap alacağımı umuyordum...
Yoksa bana susarak mı karşılık veriyorsun?..
Böyle ise eğer çok üzüleceğim...
Çünkü senin mektuplarına ne kadar çok ihtiyacım olduğunu sanırım söylemiştim...
Ankara’ya gelmemin bazı şartlara bağlı olduğunu yazmakla, acaba seni müşkül bir vaziyette mi bıraktım?..
Benim Ankara’ya gelmem zorunluluk değil ya...
Ben burada kalırsam, senin bana dostluğun (aşkın) devam edemez mi?..
Dostluğu arkadaşlık manasında almıyorum...
Evvelden beri mevcut olan şekilde bir dostluk...
Emin ol, dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum...
Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum...
Bir türlü düzelmeyen bedbin hava biliyorum seni artık bıktırdı...
Ama ne yapayım...
Değişemiyorum...
Bu zayıf iradeyle hayattan zevk alabilmek ancak mucizelerle mümkün olabilecek...
Bu mektubumu aldığın vakit mutlaka cevap ver Nahit...
Birkaç şey olsun söyle...
İstersen bana darıl...
Eskisi gibi sitemlerde bulun...
Sesini duymuş gibi olayım...
Senden cevap almadıkça hiçbir şey yazmayacağım...
Daha doğrusu yazamayacağım...
Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok...
Ne anlatayım...
Biliyorsun bir seneden beri şiir yazmıyorum...
Son günlerde bir tane yazdım...
Sana onu gönderiyorum...
Şiir şu...
Adını henüz koymadım...
‘Garibim
Ne bir güzel var avutacak gönlümü
Bu şehirde
Ne bir tanıdık çehre,
Bir tren sesi duymaya göreyim
İki gözüm
İki çeşme...’
Söylediğim gibi mektubunu bekliyorum Nahit...
Sevgi ile gözlerinden öperim...
Orhan Veli
AŞKIN ÇARESİZLİĞİNDEKİ ORHAN VELİ...
Nahit,
Uzun süre bekledikten sonra, üç dört satırlık mektubunu bugün aldım...
Doğrusu senden böyle mektuplar beklemiyordum...
Dört gündür hastayım...
Yatıyorum...
Bugün hiç takatim olmadığı halde, kendim kalktım buraya kadar geldim...
Mektuplarımla seni rahatsız mı ediyorum?..
Kocandan eskiden de hürmet ve muhabbetle bahsetmezdim...
Sen de bunu doğal görürdün...
Artık tahammül edemediğine bakılırsa, eski Nahit değilsin demek...
Mektubunu yalnız buna ayırmışsın...
senin için daha önemli bir şey, bana söyleyeceğin başka bir şey yok herhalde...
Nahit senden çok rica ediyorum...
Bunun böyle olduğunun farkındaysan, bana söyleyecek hiçbir şeyin yoksa, benden hiçbir şey beklemiyorsan, haber ver ben de bileyim...
Seni rahatsız etmeyeyim...
Zaten sıkılıyorum...
Bu sıkıntılarıma bir de seni izaç eden (bunaltan) adam olmanın azabı karışmasın...
Sana ancak ondan sonra rahat yazabileceğim...
Bana bir selamı bile çok görmüşsün...
Ben henüz o halde değilim...
Henüz bir şeyler ümit edebiliyorum...
Cevabında en çok bu nokta üzerinde durmanı rica ediyorum...
Elinden geldiği kadar samimi olmaya çalış...
Mektubunu bekler, gözlerinden öperim...
Orhan Veli”
Aşk insanın ne kadar büyük bir şair olduğuna bakmaz...
Tarihe bırakacağı ‘iz‘in, büyük puntolarından habersizdir...
Tarihin kendisine alabildiğine cömert davrandığı şairin isminin büyüklüğü, onun aşkı karşısında büzülmüş çaresizliğinin, ezikliğini gidermez...
Aşık şair, “kendi gözünde aşkını büyüttüğünden, kaçınılmaz olarak aşkının karşısında kendisini küçük görür...”
Ne kadar ünlü, ne kadar büyük, ne kadar muhteşem şair ve sanatçı olursa olsun, bu durumu değiştirmek elinde değildir...
İsminin büyüklüğünün verdiği kibir aşkının yanından geçmez...
Hayatın sanatçı için biçtiği; dramatik ironidir bu...
Orhan Veli’nin şiirinde olduğu gibi;
“Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma ellerinizle
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün
Epeyce yaklaşmışım duyuyorum,
Anlatamıyorum...”