Emekli generalden şaşırtan Kürt sorunu itirafları!
.
Emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın kitabı Zorlu Yılların Sessiz Tanığı / Vatana Adanmış Bir Hayat, Kürt sorununa dair çarpıcı özeleştiriler içeriyor.
2003-2004 yıllarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) olarak görev yapan emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın, içinde bulunduğumuz ayın ilk haftasında piyasaya çıkan kitabı Zorlu Yılların Sessiz Tanığı / Vatana Adanmış Bir Hayat doğal olarak Yalman’ın Balyoz davası sürecindeki tavrı üzerinden kamuoyuna sunuldu.
Fakat kitap, Yalman’ın cumhuriyet, askeri vesayet ve Kürt meselesi gibi temel konularda giriştiği özeleştiri çabaları ve 2003-2004 yıllarındaki darbe tartışmalarına dair bölümleri ile de dikkate değer. Bu iki ana başlık dışında, Yalman’ın son yılların çok tartışılan fakat hâlâ açıklığa kavuşmamış birkaç konu başlığına dair yaklaşımları ve talepleri de ilginç görünüyor.
Gazeteci Alper Görmüş, El Cezire Türk için kalema aldığı yazıda Aytaç Yalman’ın kitabından çarpıcı bölümleri paylaştı. Yalman'ın Kürt sorunu ve darbe geleneği üzerine verdiği özeleştiriye dikkat çeken Görmüş şöyle yazdı:
BİR ASKERDE DUYMAYA ALIŞIK OLMADIĞIMIZ SÖZLER
Aytaç Yalman daha önsözde, biraz sonra kitabını okumaya başlayacak okuru, bir askerden duymaya alışık olmadığı sözler duyacağı hususunda uyararak başlıyor:
“Bu kitabı yazarken mümkün olduğunca objektif olmaya gayret ettim. Bu nedenle içinde yetiştiğim ve borçlu olduğuma inandığım Silahlı Kuvvetleri korumak adına kesinlikle sübjektif değerlendirmeler yapmamaya özen gösterdim. Çünkü bu davranışımın Silahlı Kuvvetlere hizmet olacağını düşündüm. (...) Kitabımda her şart altında Silahlı Kuvvetleri savunabilirdim. Ancak böyle bir hareketin TSK için yararlı olmayacağını düşündüm. Çünkü yapılan yanlışlara devam etmenin TSK’ni yüceltmeyeceğini biliyordum.” (s. 12)
CUMHURİYET'İ KORUMAK VE ASKERİ VESAYET
Yalman, önsözü bitirmeden, cumhuriyeti korumak isteyenlerle onunla “kavgalı” olanlar arasındaki 90 yıllık mücadeleyi ele alıyor; fakat “kavga”yı tanımlarken çok önemli bir nüansa yer veriyor ve kavganın nedeninin gerçekte cumhuriyet değil, “cumhuriyetin demokratikleştirilmemesi” olduğunu söylüyor. Bu kavgada askerin pozisyonunu ise Mahmut Muhtar Paşa’nın sözleriyle eleştiriyor:
“Bugün; siyaset arenası ve sosyal hayat cumhuriyet ve Atatürk ilkelerini korumak isteyenlerle cumhuriyet ile başından beri kavgalı olanların arasındaki kavgaya tanık olmaktadır. Aslında cumhuriyet ile kavgalı olmaktan çok cumhuriyetin demokratikleştirilmemesi ile kavga edilmektedir."
“Bugüne kadar Silahlı Kuvvetler Atatürk ilkelerini koruma ve kollamanın yanında yer aldı. Bugünkü duruşu itibariyle; siyasi olayları siyaset kurumunun çözmesi istikametinde bir duruş sergilediği görülüyor. Bu meyanda Mahmut Muhtar Paşa’nın konu ile ilgili bir ifadesine yer vermek istiyorum: ‘Bir ordu için en büyük felaket, genç subayların askeri vazifelerinin dışında olarak, orduyu ve memleketi düzeltmeye kalkışmaları, kanunları ve nizamları değiştirmeye girişmeleri, hükümeti denetim altına almak, devletin siyasi hayatına etki yapmak gibi maksatlara yönelmeleridir.’” (s. 16)
27 MAYIS PİŞMANLIĞI
27 Mayıs darbesinde Harp Okulu öğrencisi olan ve 20 gün boyunca okulda alıkonan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes’in nöbetlerini münavebeli (dönüşümlü) olarak tutan Aytaç Yalman 27 Mayıs’a dair net bir pişmanlık dile getiriyor. Yazdıkları, o zamanlar, Mahmut Muhtar Paşa’nın eleştirdiği “genç subay” ruh halinin etkisinde olduğunu gösteriyor:
“O yaşlardaki ruh halimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Askeri okullarda yetiştirilme şekli insan odaklı bireysel değerler üzerinden değil askeri kıt’anın değer yargıları ön planda tutularak verilen bir eğitime dayandırıldığı için mi bilemiyorum? O tarihlerde oraya getirilen bütün herkesi vatan haini gibi görmüştüm. Oysa ki bugün daha farklı düşünüyorum. (...) Yirmi yaşında genç bir öğrenci olarak sistem içinde aldığımız kültürün de etkisi ile ihtilal sonrasında empoze edilen fikirler ile yaşananlara tepkili idik. Bugünkü dünya görüşüm ile o günleri hatırladıkça basmakalıp ve yetersiz bir bilgi düzeyinde ve çok sığ bir kültüre sahip olduğumu değerlendiriyorum.” (s. 105)
Yalman, siyasete müdahalelerin TSK bünyesinde yol açtığı tahribatı da kitabında şu cümlelerle anlatıyor:
“(...) Elbette bu üzücü gelişmeler ordunun bünyesinde gerek moral yönden gerekse değerli birçok personelin emekli edilmeleri hatta bir kısmının cezalandırılmaları nedeniyle TSK’nin nitelikli personel gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Diğer bir ifade ile ‘ihtilaller evlatlarını yemiştir!’ Bu üzücü olaylar Silahlı Kuvvetlerin asli sorumluluğu olan yurt savunması görevini etkilemiş, özellikle de günlük siyasi olayların içine çekilerek moral değerlerinde, gerek kurumsal gerekse bireysel olarak büyük bir tahribat yapmıştır.” (s. 118)
KÜRT SORUNUNDA TARİHSEL HATALAR
Aytaç Yalman kitabında “Kürt Sorunu”nu ayrı bir bölüm halinde ele alıyor ve öncelikle cumhuriyetin kuruluşunda yapılan hatalara işaret ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet olarak kurulurken Anadolu topraklarında yaşayan insanları türdeşleştirmeye çalışmıştır. O günün iç ve dış siyasi şartları bu yapıyı empoze ediyordu. Kültürel değerleri vurgulayan bir ulus devlet tanımı yapılabilseydi bugün belki de bu sorunları yaşamayacaktık. (...) Kanaatimce bu etnik varlığı kabul edip kültürel haklar tanınmış olsaydı bugün yaşadığımız egemenlik paylaşımı noktasına gelmeyebilirdik.“ (s. 198)
PKK GERİ ÇEKİLSİN YENİ ANAYASA YAPILSIN
Yalman, bu tarihsel arka plan değerlendirmesinden sonra günümüzde sorunun çözümü için getirilen bütün önerileri federasyon ve konfederasyon da dahil olmak üzere sıralıyor ve bunların hiçbirine dair kategorik ret cümleleri kurmuyor. Bu sıralamanın hemen ardından şöyle diyor:
“Kuşkusuz bu sorun karşılıklı güven anlayışı ile çözümlenebilir. İnanıyorum ki; Kürtlerin Türklerle beraber yaşama iradesini gösterdiği ölçüde çözüme yaklaşırız.” (s. 200)
Yalman’ın, sorunun günümüzdeki görünümüne ve çözüm ihtimaline dair değerlendirmesi de şöyle:
“Kötümser olmak için bir sebep görmüyorum. Çünkü İRA, İngiltere ile 7-8 yıl görüşmüştür. Önemli olan sorunda makul bir sürece girilmesidir. Her şeyden önce bir ‘ateşkes’ süreci yaşamalıyız, daha sonra PKK’nın sınır dışına çıkarılması lazımdır. Diğer taraftan yapılacak bir anayasa ile soruna demokratikleşme zemininde çözüm aranmalıdır.” (s. 206)