Destanı Berkin yazdı
Berkin Elvan'ın ölümü bugün gazete köşelerinin de ana konusuydu. Vatan gazetesi yazarları Berkin Elvan'ı köşelerinde anarken, olaydan herkes için ders çıkarmanın önemini vurguladılar.
Vatan Haber
Vatan gazetesi köşe yazarlarından, Berkin Elvan'ı ele alanların yazılarından bölümler şöyle:
Ruşen Çakır: Destanı Berkin yazdı
Lafı uzatmaya gerek yok. Destanı katilleri değil, Berkin’in kendisi yazdı.
Bu destanı okuyanların, anlayanların ve ondan ders çıkaranların önü açık.
Okumamakta ayak direyen, anlamını saptırmaya çalışan ve bundan hiçbir ders çıkarmayanlarıysa tarihin çöplüğü bekliyor.
Sanem Altan: Ben öfkeliyim, siz korkaksınız
Kendi ülkemizde çaresiz bırakıyorlar bizi…
Sanırım en büyük öfkeyi buna duyuyorum; kendimizi çaresiz hissetmemize.
Çocukları öldürüyorlar…
Ve bizi o utançlarla yaşamaya mahkum ediyorlar.
Acıları unutmayı öğütlüyorlar… Acılara aldırmamayı söylüyorlar.
Reha Muhtar: Çocuğa gaz sıkılmaz
Anne babanın üzerine titrediği 14 yaşında bir çocuğu korumak, şunun bunun değil, aslında bütün bir toplumun görevidir...
14 yaşında çocukları koruyabilmek için, o çocukları, onların hayallerini ve hayatlarını bilmek gerekir...
Çocukların hayallerini ve hayatlarını bilebilmek için, insanın içindeki çocuğun ölmemesi gerekir...
İçinde “çocuk”u yaşatamayanlar, çocukları yaşatamazlar...
Müge İplikçi: Bizi bitirdiler
Sözlerime -bugün için sözlerimi yitirmek üzere olduğum sözlerime- Berkin‘in annesi Gülsüm Elvan’ın bu cümlesiyle başlamak istedim. Cemevindeki yası, o nemli binanın içine dolan hüznü aktarmak için sözcüklere değil gözyaşlarına ihtiyacım var bugün. Bir annenin evladını yitirmesine tanıklık etmenin sessizliğine sığınmaya. Orada, dışarıdaki yağmurla birlikte elimizden çalınanları bir kez daha idrak etmeye, islenen geleceğimizle, hepimizin içinden geçeni dinlemeye. Bilebildiğim tek gerçek şu: Polisinin destan yazdığı savlanan bir ülkede ekmek almak için sokağa çıktığında canına kıyılan bir çocuğun bize bıraktığı bir emanet var. Bu emanetin adı Türkiye‘dir.
Dilek Önder: Kapanmayan kapılar
Hani eninde sonunda evine girer kapını kaparsın ya... Bir “Oh!” çekersin. Bütün sıkıntıları, başkalarının dertlerini, memleket sorunlarını hatta felaketleri bile o kapının arkasında bırakmışsındır.
Ertesi gün kapıyı açıp dışarı çıkana kadar bir mola verirsin kendine. Belki de biraz güç toplarsın. Orası senin mahremindir, senindir, evindir.
Ama bazen böyle kapılarını kapayıp başını yastığına koyduğunda kapı zili acı acı çalmaya başlar...
Bazen de bir telefon...
Fırlarsın ya yerinden; “hayırdır inşallah” diye korkarak! Belli ki kötü bir şey olmuştur. Daha kapıya, telefona giderken içine bir yangın düşer.
Ama bazen de...