Zeybekci: Bitcoin’in saadet zinciri olma riski yüksek
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan Zeybekçi, "Bitcoin'in saadet zinciri olma riski yüksek, vatandaşlarımıza 'Aman ha!' diyorum." dedi.
Dolar 4 TL’ye dayandı. Enflasyon yükseldi. Ama en önemlisi insanlarda yakın geleceğe dair bir umutsuzluk var. Özellikle hükümet politikalarından endişeli olan kesim Türkiye’de yatırım yapmak istemiyor, parası olanlar yurtdışındaki imkânları yokluyor. Bitcoin’in bu kadar ilgi görmesi, Diyanet’in “Haram” açıklamasına rağmen Nimet Abla’nın önünde uzun yılbaşı bileti kuyrukları oluşması, bu psikolojinin yansımaları belki de... Tam böyle bir atmosferin üzerine, 3. çeyrekte yüzde 11.1 büyüdüğümüz haberi geldi. Cumhurbaşkanı’nın ekonomi danışmanları bunun çok muhteşem bir gelişme olduğunu söylerken, kimi ekonomistler ise bu rakamın şişirme olduğunu ve büyüme dışındaki rakamların pek iç açıcı olmadığını öne sürüyor. Peki gerçek tablo ne? Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Gazete Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtladı...
Bu yıl 3. çeyrekte yüzde 11.1’lik bir büyüme yaşandı. Hükümet olarak siz bunun güzel bir tablo olduğunu söylüyorsunuz fakat bazı ekonomistlerin buna itirazı var. “Bu büyüme sağlam kaynaklara dayanmıyor; açık bütçe politikası, Kredi Garanti Fonu uygulaması, vergi ve istihdam teşvikleri gibi geçici ve sürdürülemez yöntemlerin şişirdiği bir büyüme” diyorlar. Madem büyüyoruz, vatandaş neden hissetmiyor?
3. çeyrekte yüzde 11.1, ilk 3 çeyreğe baktığımızda da ortalama yüzde 7.4’lük bir büyüme oldu. Bu büyümenin yaklaşık olarak yarıdan fazlası ihracat ve yatırımlardan geldi; kamu yatırımlarından değil. İçinde tüketimle ilgili bölümler de var. Piyasalara gerek Kredi Garanti Fonu, gerekse diğer enstrümanlarla verilmiş olan destekten kaynaklanan bir büyüme de oldu ama bu destek artık kalıcı hale geldi. Dolayısıyla bunun doğrudan üretime de yansımaları oldu. Yarısının yatırımlardan, üretimden ve ihracattan gelmesi, Türkiye’de özel sektörün istihdamına ve ekonominin canlanmasına yansıyor. Dolayısıyla da vatandaşımızın kazancına yansıyor.
Peki, büyüme istihdama ne kadar yansıdı?
Yüzde 13’lere çıkan işsizliğimizi yüzde 10.6’ya düşürdük. Hedefimiz bunu tek haneli rakama indirmek. Türkiye olarak işsizliğimizi yüzde 6-7’lere indiremeyiz çünkü her yıl Türkiye’de işgücü pazarına 1.1 milyon vatandaşımız giriyor. İşgücüne katılım oranları, 2007’de yüzde 43’ler seviyesindeyken, şimdi yüzde 53.4’ler seviyesine geldi. “Vatandaşa ne yansıdı?” diye sormuştunuz ya, işte bu şekilde yansıdı. Son 15 yılda reel anlamda ekonomimizin yüzde 115 büyüdüğünü görüyoruz. Kişi başına düşen milli gelir, 3 bin 581 dolardan 10 bin 880 dolara yükseldi.
Ama 10 bin dolar bandına takıldı, arkası gelmiyor.
Evet, bunu aşmamız gerekiyor. Bunun için de önümüzdeki dönemde yüzde 6 büyümek zorundayız. Hiç kimse, ‘’Ekonomide canlanma yok, ekonomide çarklar durdu’’ demesin. Rakamlar bunu doğrulamıyor. Evet, son 4-5 yıldan beri kişi başına düşen milli gelirimiz takıldı kaldı ama şimdi yeniden bir büyüme seferberliğiyle işsizlik oranlarımızı aşağı doğru çekmemiz lazım ki işgücü piyasasında bir boşluk oluşsun. Ücretlerin de artışına yansıyacak olan bir doygunluğa erişilince, sonrası zaten kendiliğinden gelecektir. Sadece 2017 yılında, Ekonomi Bakanlığı olarak verdiğimiz yatırım teşvik belgesi sayısında yüzde 50 oranında bir artış var. İstihdamda da geçen seneye göre yüzde 61’lik bir artış var. Özel sektör yatırımlarının artması, iş alanlarının çoğalması, 2018 ve 2019’da doğrudan vatandaşlarımıza yansıyacaktır.
“Ekonomide çarklar işliyor” diyorsunuz ama ülkede durgunluk ve mutsuzluk havası var. Özellikle hükümet politikalarından endişe duyan kesimin umutsuz olduğu, yatırım yapmak istemediği söyleniyor...
Suriye’den Irak’a etrafımızdaki problemleri, Türkiye’nin yaşadığı içsel problemleri, FETÖ ve diğer terör örgütlerinin yaptıkları eylemleri düşünün. Bütün bunları yaşadıktan sonra ekonominiz 2016’da yüzde 3.2 büyüyecek, 2017 yılında dünya lideri olacaksınız ve ihracatınız 2 haneli artacak. Böyle bir ortamda Türkiye’nin şu anki başarısı, destansı bir başarıdır. FETÖ, dünyanın en güçlü terör örgütü. Bunların algı operasyonlarıyla müttefiklerimiz Türkiye’ye şaşı baktı. Şimdi hepsi yavaş yavaş geçiyor. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde toparlanmayı çok hızlı bir şekilde yaşıyoruz. Gümrük Birliği’nin güncellenmesiyle her iki taraf da kazanacak. İhracatımızın yüzde 50’sini AB’ye, ithalatımızın da yüzde 40’ını AB’den yapıyoruz. 2017 sonu itibarıyla 160 milyar dolarlık bir ticaret hacmine gelmişiz. Doğrudan yabancı sermaye girişinin yüzde 73’ünü AB’den alıyoruz. Türkiye için AB 1’inci ticaret ortağı, Avrupa için de Türkiye 5’inci ticaret ortağı konumunda; birbirimiz için son derece önemliyiz. Tam üyelik gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, bizim için o süreç AB standartlarını tutturmak, özgürlüklerde, hukukta, milli gelirde, her alanda o seviyeye gelmek anlamına geliyor. O seviyeye geldikten sonra da Avrupa Birliği’ne tam üye olmak bir detay haline gelecek.
‘BU SEVİYEDEKİ CARİ AÇIK TÜRKİYE İÇİN SÜRDÜRÜLEBİLİRDİR’
“Dengesiz büyüme rakamları Türkiye’nin cari açığını artırıyor” eleştirisi de var. Önümüzdeki 1 yıl içinde ortaya çıkacak yaklaşık 40 milyar dolarlık cari açığı nasıl kapatacaksınız?
Cari açıkta 2017 yılının 11’inci ayı itibarıyla yüzde 4.6’ya geldik. Yıl sonu itibarıyla 4.5 seviyesinde tamamlamayı hedefliyoruz. Evet, bu da yüksek ama tehlikeli bir yükseklik söz konusu değil. 2003 yılında Türk Lirası’nın dış ticarette kullanım oranı yüzde 1’in altındaydı. Bu sene itibarıyla bu oran yüzde 8 seviyesine geldi. Bu da cari açığın dış finansmanla kapatılma zorunluluğunun düşmesi demektir. Yüzde 8 veya 10 aralığında Türk Lirası kullanılması da cari açıktaki 1 puanı iç piyasadan finanse edebilir hale getirmek, dış finansman ihtiyacı olmayan cari açık haline dönüştürmek anlamına geliyor. Bu da cari açığın dış finansman ihtiyacı duyan bölümünü yüzde 3.5’ler seviyesine çekiyor. Yüzde 4’ler seviyesindeki cari açık yüksektir ama bu seviyedeki cari açık Türkiye ekonomisi için sürdürülebilirdir. Proje bazlı yatırım teşvik sisteminde, cari açığa sebep olan belli sektörlere yoğunlaşıyoruz ve önümüzdeki dönemde çok hızlı bir şekilde sonuçlar alacağız.
Proje bazlı yatırım teşvik sistemi kimlere yarayacak?
“Hangi alanda cari açık veriyoruz?” diye baktık. Petrol-kimya alanında her sene 20 milyar dolar civarında cari açık veriyoruz. İşte bu 70 milyar dolarlık yatırımların içindeki en önemlileri, petro-kimya alanında gerçekleşti. Açık verdiğimiz bir diğer önemli alan da sağlık teknolojileri. Bu alanda da vermiş olduğumuz destekler var. Türkiye, son 15 yılda çok yoğun bir şekilde, enerji üretim ve tüketimini 31 bin megavattan 80 bin megavatın üzerine taşıdı ve önümüzdeki 10 yılda da bunu ikiye katlayacak. Enerji üretimi alanındaki yatırımların çok büyük bir kısmını da yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayacak. Türkiye, enerji üretmek için yatırım yapacak. Peki bunun teknolojisini ithal mi edeceğiz? Hayır. Proje bazlı yatırım teşvik sisteminde, enerji teknolojilerine üretim yapacak olan şirketlere destek veriyoruz.
Ekonomistlerin AK Parti dönemine dair en çok yaptığı eleştiri, yapısal dönüşüm konusunda. “Sanayi yatırımı yapmıyorsunuz, dolayısıyla bir noktada gelip tıkanıyor” eleştirisi haklı değil mi?
Yüksek teknoloji ile ilgili çok büyük bir başarı sağladık. 15 yılda, kilogram bazında ihracat fiyatımızı 1 dolardan 1.80 dolarlara getirdik. Ama bu başarı yeterli değil. Güney Kore’nin bununla ilgili ortalaması 3 dolar seviyesinde. Almanya’nın ve Japonya’nın ortalaması 4 doların üzerinde. 1.70-1.80 aralığını aşamadığımız sürece, 10 bin dolar seviyesindeki kişi başına düşen milli gelirimizi artıramıyoruz, çünkü ne satarsan sat, düşük teknoloji olduğu için o çıta yakalanamıyor. İthalat politikalarımızla da haksız rekabetle içerideki üretimi rahatsız eden ithalatı kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Diğer taraftan da Türkiye’de üretilebilme kabiliyeti olan, yurtdışından ithal etmediğimiz zaman Türkiye’de kimsenin rahatsız olmayacağı ürünler var.
Mesela neler?
Tüketim malları. Bununla ilgili, 30 milyar dolar civarındaki bir ithalatı yapmasak hiç kimse bir şey kaybetmeyecek, çünkü bunlar Türkiye’de üretilebilen ürünler. Tekstilde, hazır giyimde, oyuncak sektöründe, mobilyada, otomotiv sanayiinde ve makine sanayiinde Türkiye’de alternatif var. Örneğin kalemlerden bir tanesi ayakkabı ithalatında önleyici tedbirler aldık. Vergiler koyduk. 1.1 milyar dolarlık ithalatımız da 500 milyon dolar seviyesine kadar düştü. Bu 600 milyon dolar civarındaki tüketim de iç piyasaya gitti. 2017 yılında ayakkabı alanında net ihracatçı hale geldik.
‘BÜTÇE AÇIĞI KONUSUNDA DİSİPLİNLİYİZ’
Teşvikler, vergi ertelemeleri iyi güzel ama bütçe açığında durumun kötüye gittiği söyleniyor. 2016’dan 2017’ye, -1’den -2’ye çıkmış. Bütçe açığı, bir süre sonra vatandaşa zam olarak dönmeyecek mi?
Hayır, bütçe açığı konusunda gayet iyiyiz ve disiplinliyiz. Bütçe disiplininden asla ayrılmayacağız ve bütçe disiplinini asla bozmayacağız. 2002 yılında bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 11’ler seviyesindeydi, biz yüzde 1’ler seviyesine düştük. Şimdi yüzde 2 seviyesine geldik, 2018 yılı itibarıyla da yine yüzde 2’nin altında, istediğimiz seviyede tutmaya devam edeceğiz.
‘BITCOIN’DEN UZAK DURUN, ÜRETİME YÖNELİK ŞİRKETLERİN HİSSE SENETLERİNİ ALABİLİRSİNİZ’
Ya dolar? Daha ne kadar yükselecek? Türk Lirası neden bu kadar değer kaybetti?
2015’teki seçimlerden sonra Türkiye’de çukur terörü başladığı zaman negatif anlamda ayrıştık. Geldiğimiz noktada da Türk Lirası üzerinde suni şekilde bir negatif ayrışma var. Türkiye’nin özel sektör ve kamu sektörü olarak toplam kısa vadeli mükellefiyetleri var. Bu da 115 milyar dolar civarında. Türkiye gibi bir ekonomi için bu çok fazla değildir. Özel sektör ve kamu borçlarının toplamı 450 milyar dolar civarındadır. Merkez Bankası’nın net rezervlerinin 120 milyar doların üzerinde olduğunu görüyoruz. Özel sektörün, yani vatandaşın Türkiye’deki bankalardaki döviz tediyat hesaplarında yer alan döviz miktarı da 220 milyar doların üzerinde. Yani bu konuyla ilgili söylenenlerin tamamı spekülasyon. Kurla ilgili aşırı dalgalanmaların olduğu 28 Ocak 2014 tarihinde, “Dövizle ilgili bu hareketleri piyasanın kendisine bırakmak lazım. Piyasanın kendi dengeleri içinde oluşturduğu yer, doğru yerdir” dedim. Ama şu anda piyasa sağlıklı bir dalgalanma yaşamıyor. Gerek ihracat, gerek ithalat, gerekse de üretimle ilgili her şeyin stabil olması gerekiyor. Bizim bunu dengelememiz lazım.
2018 için önünüzü görebiliyor musunuz? Dolar ne zaman düşecek?
Ekonomi olarak, rahatsızlık yaratacak hiçbir hastalığımız yok. Türkiye, mükellefiyetlerini yerine getirmediği zaman sıkıntı yaşar. Ekim ayı içinde Türkiye’ye 8.4 milyar dolar net portföy girişi olmuş. Demek ki Türkiye finans piyasalarındaki ortam bunlar için yeterli ki bu paralar ülkeye geliyor. Kuru aşağı çekmek için doğrudan bir müdahale tarzını her zaman yanlış buldum.
Gelelim Bitcoin tartışmasına... Doğru söyleyin, sizin de Bitcoin’iniz var mı? Ya da yakınlarınızın?
Bitcoin’in global bir saadet zinciri olma riski son derece yüksek; hiçbir tabana, hiçbir varlığa, hiçbir üretime dayanmıyor. Ne benim ne de etrafımdakilerin hiçbir şekilde aklından geçmez. Vatandaşlarımıza da bu konuyla ilgili, “Aman ha!” diyorum.
Bir düzenleme geleceği konuşuluyor. Böyle bir plan var mı?
Gerek Merkez Bankası, gerek Ekonomi Bakanlığı, gerekse de ilgili kurum ve kuruluşlar olarak konuyu dikkatle izliyoruz. Teknik altyapıyı, hukuki durumu inceliyoruz. Dünyadaki ülkeler bununla ilgili teknik düzenlemeler ve tedbirler üzerinde çalışıyor. Bazı şeyler olabilir ama Türkiye olarak şu an için acil bir çalışma yok.
Sizce en gözde yatırım aracı hangisi? 3-5 kuruş birikimi olan vatandaş ne yapsın?
Üretime yönelik şirketlerin hisse senetlerinin alınması lazım. Özellikle Türkiye’ye yatırım yapmalarını öneririm.
‘TÜRKİYE’DE ENFLASYONU % 2’LERE İNDİREMEZSİNİZ’
Ekonomiye dönük eleştirilerin başında yüksek enflasyon geliyor. 2018 için beklentiniz nedir?
Bence en kötüyü artık hallettik. En başta enflasyonun tanımını doğru yapmamız lazım. Enflasyonun tanımını talebin yüksekliğinden kaynaklandığı yönünde yaparsanız, almanız gereken tedbirler de talebi aşağı çekmek üzere olur. Halbuki, enflasyon esas olarak arzın düşüklüğüdür. Türkiye, arzı artırıcı yöntemleri benimsemeli. Yani piyasadaki likiditeyi çekmek için faizleri artırarak parayı toplamak yerine faizleri düşürerek parayı bol, ucuz ve kolay ulaşılır hale getirip insanları üretime yönlendirmeli. Bazı yapısal hastalıklarımız var. Tarım ürünlerindeki hassasiyetimiz son derece yüksek. Enflasyon sepetindeki gıda ağırlığı bizde yüzde 22’ye yakın bir oranda ama gıda fiyatlarındaki oynaklıkta dünyadaki en yakın rakibimize iki kat fark atıyoruz. Gıda üretimimiz her şeyden; yağmurdan, dondan, petrol fiyatlarından etkileniyor. Tüketimde soğuk zinciri kuramadığımız için de tarladan çıkan 100 ürün tüketim alanına 40 olarak geliyor. Minimum kayıp hedefi için standartlar getirilmesi üzerine çalışıyoruz. 2018’in, yıl boyunca tek haneli enflasyon rakamlarımızın olduğu bir yıl olmasını hedefliyoruz. Türkiye gibi yüksek rakamlarla büyüyen ekonomilerde enflasyonu yüzde 2’lere indiremezsiniz. Türkiye’de yatırım tutarı ve yatırım miktarı birinci önceliktedir.
‘ZARRAB BİZİM İÇİN GEÇMİŞ BİR MESELEDİR’
Gözler bir yandan da ABD’de Reza Zarrab’ın tanık olarak dinlendiği Hakan Atilla davasında. Zarrab, ihracat ödülünü sizin elinizden almıştı. Şimdi casus ilan edildi. Bu size ne hissettiriyor?
Türkiye’de bu mesele sağlıklı bir ortamda tartışılmıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin, ihracat ödülleri verilecekler listesini yapan ve bunu belirleyen kendileri olmuyor. İnsanlar bir performans gösteriyor ve bu listeye giriyorlar. Biz de o ödül töreninde önümüze getirilen ödülü verdik.
Siz, Zarrab’ın bir televizyon programında “Cari açığın yüzde 15’ini tek başıma kapattım” sözüne tepki göstermiştiniz. Televizyonlara çıkarılması, böyle laflar etmesine göz yumulması, ödüller verilmesi... Bugünden bakınca “Zarrab’ın o dönem yüceltilmesi hataydı” diyor musunuz?”
Şimdi bunları tartışmaya devam etmek de aynı şey değil mi? Böyle şeylere hiçbir zaman itibar etmiyoruz. Bizim için de geçmiş, konuşulmaması gereken şeylerdir.
‘MARKALAŞMADA ALACAK ÇOK YOLUMUZ VAR’
Aslında temel meselemiz ihracatta niteliksiz mal ve marka çıkaramama değil mi?
Marka meselesi günlerce konuşulması gereken bir konu, çünkü, “Hadi marka yapalım” dediğiniz zaman o iş hemen olmuyor. Marka topyekûn bir ülke meselesi; ülke olarak her alanda marka olmak gerekiyor. Türkiye bunun için de çok büyük mesafe kat ediyor. Dünyadaki yatırım sıralamasında geçen seneye göre bu sene 70’ten 60’a geldik; 10 sıra ilerledik ama bizim 20’ler seviyesine gelmemiz lazım ki Türkiye’den çıkan her ürün marka olabilme potansiyeli kazansın. Piyasaya verdiğimiz ihracat desteklerinin hemen hemen dörtte biri marka destekleri. Tarım ürünlerinde, bazı alanlarda markalaşmayı gerçekleştirebiliyoruz ama bizim katma değeri çok yüksek alanlarda markalara ihtiyacımız var. Son 10 yılda Ar-Ge’nin milli gelirden aldığı payı iki kat artırıp, yüzde yarımlardan yüzde 1’e getirdik. Bu çok büyük bir başarı; yüzde yüz artırmışız. Ama hedef koyduğum ülkelere baktığımız zaman da onlarda milli gelirden aldığı payların 2 buçukla başladığı görüyoruz.
‘ERKEN SEÇİM YOK’
“Bütün bu teşvikleri veriyorlar, galiba hükümet erken seçime hazırlanıyor” diyenler var. Böyle bir hazırlığınız var mı?
Cumhurbaşkanı’mız, her konuşmasında ve siyasi toplantılarda zamanında yapılacağını söylüyor. Bütün çalışmalar 2019 Mart’ındaki yerel seçimler ve Kasım’ında genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru gidiyor.
“AK Parti ekonomiyi büyük ölçüde inşaat sektörüne dayandırdı” eleştirisi de geliyor. Buna ne dersiniz?
Bu bir ihtiyaç. Hükümet olarak ve ekonomi yönetimi olarak belki insanları verdiğiniz desteklerle ve teşviklerle yönlendirirsiniz ama piyasa, ekonomi, özgür yatırımcı böyle bir tercihte bulunuyorsa demek ki bir talep var.
Çok sayıda konut projesi var, bir noktada patlama riski var mı?
Talep olmasa yaparlar mı? Her talep kendi arzını yaratır.
‘ET TÜKETİMİNDE DAMAK ZEVKİMİZ, ALIŞKANLIKLARIMIZ DEĞİŞTİ’
Tarımda kendine yeten 7 ülkeden biriydik ama şimdi birçok şeyi ithal etmeye başladık. Neden böyle oldu?
Türkiye stratejik olarak gördüğü alanlarda kendine yetecek ürünler üretiyor. Buğday, arpa, mısır üretiliyor. Ama pamuk, ayçiçeği ve ayçiçeği yağı üretemiyoruz. Bu ve buna benzer bazı ürünler söz konusu olunca ithalatçı olmamız gerekiyor.
Türkiye eti pahalı yemeye hep mahkûm mu olacak?
Son 20 yılda Türkiye’de et tüketimiyle ilgili damak zevkimiz, alışkanlıklarımız değişti. Ağırlıklı olarak koyun ve keçi tüketen bir ülkeden dana eti tüketen bir ülkeye doğru geçiyoruz ve Türkiye toprakları büyükbaş hayvan beslemeye müsait değil. Brezilya, Kanada, Arjantin, Şili, Macaristan, Fransa gibi dünyanın birçok ülkesinde büyükbaş hayvancılık son derece ucuz yapılıyor. Bu ülkelerde büyükbaş hayvan üretme maliyeti sadece onları toplayıp, yükleyip göndermekten doğuyor. Hayvanlar doğal ortamında kendi kendine yetişiyor. Koyun ve keçi, yaratılışları itibariyle yerdeki küçük otları bile yiyebilen bir özelliğe sahipler ama büyükbaş hayvan, yerdeki otları dilini dolayarak yer. O yüzden, otlaklarımızın bol ve uzun olması lazım. Türkiye de buna müsait olmadığı için mecburen yüksek maliyetlerde suni yemlerle kapalı ortamlarda büyükbaş hayvan üretmemiz gerekiyor. Bunun da maliyeti yüksek olduğu için Türkiye’de kapalı ortamda büyükbaş üreten üreticileri korumak için yüksek gümrük duvarları koyuyoruz. Bu maliyeti de yüksek fiyatlarla tüketici ödüyor. Böyle olunca Türkiye olarak politik bir karar almamız gerekiyor. Gümrük Birliği güncellendiği andan itibaren Avrupa Birliği’yle tam anlamıyla tekli bir ekonomi haline geleceğiz. Avrupa Birliği ülkeleri üreticiye bütçe kaynaklarıyla üretebilme maliyeti seviyesinde destek veriyor. Biz de o hale geleceğiz. Ette ve diğer alanlarda koruma duvarlarıyla tüketiciye ödettiğimiz o maliyeti, tüketiciye ödettirmeyip, doğrudan bütçe kaynaklarıyla üreticiyi destekleyeceğiz. Tüketicimiz uluslararası standartta, kalitede ve fiyatta et tüketecek.