Düşmanın diliyle konuşmak
.
İran sokaklarında dolaştığınızda karşınıza çıkan gençlerin büyük bölümü sizinle, Tahran’ın “büyük şeytan” dediği ABD’nin resmi dili İngilizce aracılığıyla diyalog kuruyor.
İran’ın Fars eyaletinin önemli şehirlerinden olan Şiraz’dan tutun da, Türk bölgesi içinde yer alan Erdebil’e, Tebriz’e kadar hemen her yerden, özellikle de gençler eğitim almak ve çalışmak için Tahran’a geliyorlar. Hatta Afganistan, Suriye ve Pakistan’dan da Tahran’daki üniversitelere gelen hatırı sayılır bir kitle var. Özellikle kadınların daha rahat eğitim görebildikleri Müslüman ülkelerden biri olmasından ve teknoloji, mühendislik, mimari gibi alanlara yatırım yapmasından dolayı İran çevre ülkelerdeki gençler için de önemli eğitim merkezlerinden biri.
Kadın öğrenciler çoğunlukta
Kadın öğrencilerin üniversitelerdeki oranı yüzde 60’ı buluyor. En çok tercih edilen bölümler mimarlık, mühendislik, işletme, iktisat, fen-edebiyat... Mühendislik bölümlerinde okuyan öğrencilerin oranı, dünyadaki en yüksek oranlardan biri olarak dikkat çekiyor. Gezerken dil konusunda hiç zorlanmadım diyebilirim. Biraz Farsça biliyordum evet ama daha çok İngilizce konuşarak iletişim kuruyordum. ABD ve İngiltere, resmi devlet politikasına göre en büyük düşman, hatta ‘iki büyük şeytan’ olarak anılıyor; fakat kadın-erkek hemen hemen herkes özellikle de genç nüfus İngilizce’yi çok iyi konuşuyor.
Devrimin bekçisi Kum
Mollaların yetiştirildiği ve İmam Rıza’nın kardeşi olan Hazreti Masume’nin kabrinin de bulunduğu ve bu sebepten Şiilerce kutsal kabul edilen Kum şehrine iki saatlik bir otobüs yolculuğu ile vardık. Kum’un kendine ait sessiz, sakin bir havası var. Klasik medrese eğitiminin devam etmesinden dolayı buraya eğitim almaya gelen Şiileri görmek mümkün. Humeyni, Hamaney ve Hatemi gibi İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesini sağlayan önemli isimler buradaki medreselerde yetişmişler. Ve hala da devrimin bekçiliğini yapmak üzere mollalar yetiştirmeye devam ediyor Kum.
İranlı kadının hayata bakışı
Tahran’da sadece kadınların kaldığı bir pansiyonda oda tutmuştum. Pansiyonda özellikle orta sınıf diyebileceğimiz kadınlar kalıyordu. Otuz yaşında Şiraz’dan Tahran’a müzik eğitimi almaya gelen Sara, Türkçe’yi Türk dizilerinden öğrenen Diba, İtalyanca öğrenip İtalya’ya gitme hayali kuran Zehra ve daha nice hayalleri olan kadınlar... Hepsinin ortak noktası bir yerde özgür olabilmeleriydi. Bu kadınların belki devlet eliyle yaratılmış kısıtlamaları vardı ancak babaları, kocaları tarafından bırakın kısıtlanmayı, eğitim almaları için teşvik ediliyorlardı. Yaşadığım küçük bir olayı anlatmak isterim sizlere. Tahran’da bir bankamatiğin yanında oturmuş arkadaşımı bekliyordum. O sırada İranlı bir kadın geldi yanıma. Nerden geldiğim, ne iş yaptığım gibi bir iki sorunun ardından İran’a nasıl baktığımı sordu. Ben de aslında karşımdaki kadının, burada yaşayan eğitimli bir kadın olarak nasıl baktığını merak ediyordum. Ve sorusunu biraz değiştirip kendisine yönelttim. Bu kadın diş hekimi bir akademisyendi. Uzun süre Rusya’da bir üniversitede görev yaptıktan sonra Suriye’de yaşamaya karar vermiş ve Suriye’de çıkan çatışmalardan dolayı ülkesine geri dönmek durumunda kalmış, kendi ayakları üzerinde dik durabilen, ‘özgür’ bir kadın.
‘Azadi isterem’
Bana Rusya’da kadınların ezilmelerinden, pek çoğunun ekmek parası için fuhuş yapmak zorunda olduğundan; Suriye’de de eğitim gibi temel insan haklarından yoksun olduklarından ancak İran’da kadınların çok rahat eğitim aldıklarından ve kafasındaki örtüyü, onun için özgürlüğünü elinden alan bir şey olarak görmediğinden bahsetti. Ve bu örtüyü takmak zorunda olmasını sigara içme yasağı gibi gördüğünü biraz sert bir mizaç ve kısık sesle kulağıma eğilerek söyledi. Dışarıdan baktığımda kadınların bu şekilde düşünülebileceği aklımın ucundan geçmezdi.
Hicap ve özgürlük söylemi üzerinden bir başka konuşma da Türk şehirlerinden Erdebil’de kuaför dükkanı işleten, geçen yıl bir meslektaşıyla İstanbul’a gezmeye gelen bir kadınla aramda geçti. Bu kadın Azeri Türkçesi ile ‘Azadi isterem, azadi!’ diye yüksek sesle konuşmaya başladı. Nedir azadi (Farsça, özgürlük) dedim, ‘Şortumla, mini eteğimle gezmektir’ dedi. Bu kadın evli olduğu halde İstiklal Caddesi’nde nasıl eğlendiğini yanında eşi ve çocukları varken çok rahat anlatabiliyordu. Belki de Türkiye’de şort ve mini etek giymekte özgür olan pek çok kadının yapamayacağı şekilde...
-BİTTİ-