Türkiye’de siyaset tıkandı ben de açılımımı tango ile yaptım
Fotoğrafları görünce şaşırmış olabilirsiniz...
Çünkü Prof. Dr. Nilüfer Narlı’yı şu ana kadar hep toplum bilim alanındaki analiz ve yorumları ile gördük... Oysa bu kez kendisini, bedenini ve onun sınırlarını tango ile zorlayan, sınayan ve keşfeden bir kadın olarak görüyoruz. Tıpkı ilk romanı, “Milonga Kadınları”ndaki kahramanları gibi... Narlı, romanında sistem ve ataerkil kültür tarafından ezilen kadınların hikâyelerini ve onların tango ile kendini ve bedenlerini keşfini konu alıyor. Diktatörlüklerde ve diğer otoriter rejim ve kültürlerde yasaklanan, ayıplanan bu dansın insana kendi bedeni üzerinde aslında ne çok şey anlatabileceğini... Kendisini bu sayede keşfedebileceğini... Dahası bu sayede toplumların liberalleşirken bireyleşmenin de artacağını...
Böylece karşımıza bir dans türü olan tangodan hareketle siyasete ve farklı kültürlere uzanan bir sohbet çıktı. İlk bakışta alakasızmış gibi görünen kavramların aslında birbiri ile ne kadar ilgili olduğunu gösteren bir sohbet... Dahası her türlü büyük özgürlüğü konuşup da iş bedenimiz ve onun esnekliğine gelince susmamız üzerine... Hatta beden kıvrımlarımızı düzleştirmeye, hepimizi aynı şekle sokmaya çalışan sisteme her açıdan itiraz etmemize rağmen bedenimize yaptıklarını aklımıza bile getirmemizi de anlatan...
* Biz sizi sosyolog kimliğiniz ile tanıyoruz. Ama şimdi “Milonga Kadınları” ile yani acı çekmiş, incitilmiş, işkence görmüş birçok kadının hikâyesini tango üzerinden anlatan bir romanla karşımızdasınız. Neden tango?
Çünkü ben de tango yapıyorum. İlk 2000’li yıllarda başladım tangoya ama sonra bıraktım. 2006’dan sonra da iyi bir eğitim aldım ve dans etmeye başladım. Ve tangoyla birlikte bir iç yolculuğa çıktığımı hissettiğim.
* Nasıl bir iç yolculuktu bu?
Tango çok zor bir dans... Çok teknik. Fakat onu öğrenirken kendinize ve bedeninize pek çok soru sormanızı da sağlıyor. Mesela bir hata yaptığınızda “Niçin bu hatayı yaptım ya da bu hareketi neden yapamıyorum” diyorsunuz. Veya dans ettiğiniz partnerle komünikasyon kuramayabiliyorsunuz, o zaman da “Niçin kuramıyorum” diyorsunuz. Tango erkeğin yönlendirdiği bir danstır. Bu yüzden ben zorlandım. Çünkü o ana kadar hep bağımsız hareket etmiş biriydim. Yani birine göre hareket etmemiştim. Sonra sürekli sorumluluk gerektiren pozisyonlarda bulundum, insanları yönlendirmem gereken... Tangoda ise benim yönlendirilmem gerekiyordu. Ama bu aktif bir yönlendirme değildir. Bu yüzden tangoyu öğrendikten sonra kendime bir psikoanaliz yaptım. Sorular sordum: Niçin bu hatayı yapıyorum gibi... O zaman o hatayı yapmamın birtakım psikolojik nedeni olduğunu keşfettim.
* Mesela?
Dans ederken genelde kendimi arkaya çekiyordum. Halbuki, kendinizi öne, partnerinize vermeniz gerekir. “Niçin kendimi arkaya çekiyorum” sorusunu sorduğumda şunu düşündüm; “Belki de ben insanlarla arama mesafe koymak istiyorum.” Tabii bu da şu soruyu peşinden getirdi: “Peki niçin insanlarla arama mesafe koymak istiyorum. Güven duymakta bir sorunum mu var?”
* Bunda sosyolog olmanız, analiz yapabilmeniz için toplumla, insanlarla aranıza mesafe koymanızda etkili olmuş olabilir mi?
Elbette. Saha çalışmasına gittiğinizde, insanların hikâyelerini dinlediğinizde, kalbinizi onlara açsanız bile aranıza mesafe koymanız gerekir. İşte bu tür soruları sormak benim bir iç yolculuk yapmamı sağladı.
Otoriter iktidarlar sadece ruhlarımızı değil, bedenlerimizi de ezer
* Modernizm biz kadınlara pek çok özgürlüğü öğretti ama bedenle barışma... Sanki Latin Amerikalı kadınlar, giyimlerini, tavırlarındaki rahatlığı, dansa olan yatkınlıklarını düşününce, bizlerden daha özgür gibi... Ne dersiniz?
Türkiye’deki insanların bedenleriyle ilişkisine bakarsak, Latin Amerika’daki insanlar bedenleriyle çok daha barışık. Bunu Arjantinliler için de Brezilyalılar için de söyleyebilirim. Ama sadece bizden değil bazı Avrupa ülkelerindeki kadınlardan bile...
* Bunu neye yoralım?
Dans modernizmin bir parçası... Bize birey olmayı öğretir. Çünkü sistem bize kimlik ve beden formları empoze eder. Burada kapitalizme bir eleştiri var. Obezite mesela... Tüket, iç ve mutlu ol! ABD’de yemekler büyük kaplardadır. Bu da bedenimizle aramıza bir mesafe sokmamıza neden oluyor. Çünkü yiyerek mutlu olacağımızı sanıyoruz. Oysa insan yoga yaparken de mutlu olabiliyor, ben bunu öğrendim. Bedenime dönerek, onunla konuşarak mutlu oldum. Ne yazık ki, Türkiye’de bu tür bir diyalog yok. Oysa pek çok Arjantinli arkadaşımla beden-iktidar, tango-psikanaliz üzerine yorumlar yapabiliyoruz.
* Mesela “beden ve iktidar” arasındaki ilişkiyi açalım mı?
Otoriter iktidarlar bizim sadece ruhlarımızı değil bedenlerimizi de ezer. Türkiye otoriterlikle demokrasi arasında gidip gelen bir ülke. Bu otoriterlik sadece devlet sistemi ile de sınırlı değil, ailedeki kültür de çok otoriter. Kişilik olarak da otoriter kişilikler çok yaygın. Ne yazık ki bundan uzaklaşmadığımız için de kendimizle barışamıyoruz.
70’lerde solcuların ‘bacı’sının mesajı şuydu: “Sen bacısın, kendini de bedenini de buna göre formüle et”
* Sistem bir bedeni nasıl ezer?
Mesela bir giyim tarzı dayatabilir veya sizin beden diliniz üstünde baskı oluşturabilir. Farklı kültürlerdeki insanların farklı yürüdüklerini görürsünüz. Ama bu yürüyüşte onların tüm kültürleri kodlanmıştır. Güney Doğu Asya’da uzun yıllar kaldım... İnsanlar otururken kucaklarına yastık alır, bedenlerini sanki yastıkla örtmek isterlerdi. Şöyle dik, kendine güvenen bir oturuşla bedenlerini sergilemezdi. Ama orada da kültür değişiyor, ben Malezya’daykenki oturuş ile bugünkü genç kızların oturuşu artık aynı değil. Ayrıca, genç nesil bedeni ile daha barışık ve daha çok bireyselleşmeye çalışıyor. Türkiye’ye dönersek... Hem sağ, hem de sol hareket, 1970’li yıllarda çok otoriterdi. Parka giyilmesi, kadınlara “bacı” denmesi gibi... Bununla mesaj şuydu; “Sen bacısın, kendini de bedenini de buna göre formüle et.”
Türkiye’de kadın korkusu olduğu için “bayan” deniyor, “hanım” derken bile zorlanıyoruz
* Bu kadın korkusu değil mi?
Tabii, zaten Türkiye’de kadın korkusu olduğu için bayan deniyor ve hanım derken bile zorlanıyoruz. Ama tangoyla kendinizi bir kadın olarak ortaya koyabilir ve bedeninizle barışabilirsiniz. Tıpkı romandaki kadınlar gibi.
* Türkiye’deki kadınlara özgürleşmeleri için tango tavsiye eder misiniz?
Kesinlikle! Bedene dönmek, barışmak ve bir iç yolculuğa çıkmak... Kitaptaki hikâyeler de zaten bu şekilde okunabilir. Her bir kadın kendi bedenine dönerek çocukluğu ve geçmişi ile yüzleşiyor. Yani yepyeni bir insan oluyorlar. Bir dönüş yapıyorlar. Bu “dönüş” kelimesi bence çok önemli. Çünkü tango şarkılarında çok geçer. Arjantinlilerin çoğu göçmen olduğu için hep derin bir nostaljileri vardır; eve dönmek gibi... Ben de fark ettim ki; tangoyla içime yani evime döndüm ve orada yeni bir insan buldum. Bir de şöyle bir şey var. Türkiye’de de siyaset tıkanmış durumda. Bir yere varılamıyor. Bu biz akademisyenlere de yansıyor. Sosyologlar olarak bizim de analizlerimiz tıkandı. Bu yüzden de edebiyat alanında bir ürün verdim. Tango da bu tıkanmışlıkta bana yardımcı oldu. Şöyle söyleyeyim; edebiyat ve tango ile bu tıkanmışlıkta ben kendi açılımımı yaptım.
Tangoda kadın “Ben sistemin istediği elbiseyi giyen bir nefer değilim” diyor
* Tango için aşkın ve tutkunun dansı denir? Neden?
Aşk var ya da yok... Ama tango tutku gerektiren bir dans... Bu yoksa yapamazsınız. Çünkü bedeni zorlamanız ve çok ciddi bir disipline uymanız gerek. Yoksa bu dansı öğrenemezsiniz. Fakat tango buna rağmen tüm dünyada yayılıyor. Mesela eskiden yasaktı, artık Çin’de tango var ve tüm dünyada tango gelişiyor. Çünkü Çinliler de katı bir sistemden geçti, tek tip elbise giydi, Latin dansları, tango da yasaklandı...
* Yani tango ve dansın bir yerde kendine yer bulması orada bir liberalleşmenin olduğunu mu gösteriyor?
Liberalleşme kadar insanların bireyselleşmesini de. İnsanların “Ben sistemin istediği elbiseyi giyen, onunla istediği gibi hareket eden bir nefer değilim” demesini... “Önce kim olduğumu bulmak ve ona göre yaşamak istiyorum” demesini... Mesela kitapta yaşlı bir kadının hikâyesi vardır. Sistem ona şöyle demiştir: Sen artık yaşlısın, kenara çekil ve ölümü bekle. Ama o “Hayır ben bunu yapmayacağım” der ve önce dans izlemeye sonra da dans etmeye başlar. Yani hem kendini keşfeder hem de sistem dışına çıkarak birey olur.
* Tangoda “erkek kadını yönlendirir” denir. Kitapta ataerkil kültür tarafından ezilen kadınların tango ile özgürleşmesi var... Bu nasıl oluyor? Gerçi siz kadının tangoda pasif olmadığını söylemiştiniz ama...
Tangoda kadın ve erkek eksenlerini koruyarak dans eder. Ve kadın kendi ekseninde son derece rahat olabilmeli... Erkeğin yapılacak hareketlerin mesajını kadına iletebilmesi için de kadını dinlemesi ve onun esnek hareketi için gerekli mesafeyi ayarlayabilmesi gerekli. Mesela kadın arkaya doğru bir sekiz çizerken biraz daha vakit harcamak isteyebilir, işte erkek bunu anlayabilmeli ve dansı ona göre yönlendirebilmeli.
* Bu durumda tango için “erkeğin kadını yönlendirdiği değil uyum gösterdiği bir dans” demek gerekmez mi?
Kesinlikle. Tangoda erkek kadını dans ettirir, kadının güzelliğini gösterir. Erkek kadının kendini artistik bir şekilde ifade edebilmesine aracı olur. Arjantinli arkadaşım şöyle söylemişti; “Erkek kadınla tango yaparken kadına kompliman yapar, kadının kendini göstermesine yardımcı olur.” Biz Türkiye’de hâlâ “kadını erkek yönlendirir” diyor olabiliriz ama böyle... Ama benzer bir anlayış Alman ve İskandinavlarda da var. Birçok Alman ve İskandinav erkeği “Kadınlara tek hakim olabildiğimiz alan tango, bu dansı bu yüzden seviyoruz” diyordu.
Dansın her türü insanın bedenini keşfetmesi için bir yolculuk
* Tango ile bir iç yolculuğa çıktığınızı söylediniz... Peki ya bedeniniz? O nasıl bir değişim geçirdi?
Ben özel dersler de aldım. Zaten o şekilde ilerledim. Özel derslerde hem kadınla, hem de erkekle çalışırsınız. Zaten kadın tekniğini kadından öğrenmekte büyük yarar var. Arjantinli bir kadın hocam bana “Tangoyu unut. Ben önce senin bedenini şekillendireceğim” demişti.
* Nasıl bir şekillendirme bu?
Bedeni dansa hazırlamaktı bu. Esneklik kazanmak, kendi ekseninde hareket etmek gibi... Bunun için bazı yoga hareketleri öğretti. Çünkü tangoda omuriliğinizin çok esnek ve dik olması gerek. Yeri de çok iyi hissetmeniz... Bu yüzden tekvando gibi sporlar yapmış erkekler ve balerinler tangoyu hızlı öğrenir. Tangoda yerden enerji alıp kendinizi yukarı kaldırdığınız için... Aslında bir nevi semazenler gibi hareket edersiniz. Bedenim nasıl şekillendi? Çok daha dik oldum ve esnek oldum tabii ki!
* Siz bir akademisyensiniz... Akademisyenleri her davranışlarını ölçüp biçen kişiler olarak biliriz. Şimdi sizi tango elbiseleri içinde görüyoruz. İnsanlar şaşıracak mı ve bu sizi ürkütüyor mu?
Bu beni de çok düşündürdü; insanlar nasıl karşılayacak diye. Çünkü bunu yaparken çizgi dışına çıktım. Ama ben hep çizgi dışıydım. 1980’li yıllarda Güney Doğu Asya’da tek başına doktora çalışması yaptım, üç yıl Türkçe konuşmadan... Bu da yeterince çizgi dışı olsa gerek.
* Türkiye’de kadın özgürlüğü denince akla inanç ve ekonomik özgürlük gelir. 80 sonrasında bir ara cinsel özgürlükten, beden özgürlüğünden bahsedilmişti ama kısa sürdü... Bir sosyolog olarak ve bedenini keşfeden bir kadın olarak bu konuda ne söylemek istersiniz?
Türkiye’deki kadın çok uzun süre kara sabanı çeken öküzün bir uzantısıydı. Daha sonra kadın çocuk üreten, bir kuluçka makinesi gibi görüldü. Ayrıca Türkiye’de kadınlar çok ağır işlerde çalışıyor. Özellikle de tarım sektöründe. Türkiye’de kimsenin kadına kendi bedeninle barışık mısın, ne istiyorsun diye sormuyor. Buna kendisi de dahil. Aile ya da devlet sürekli kadın bedenini yönetmeye çalışıyor. Ama bence dansın her türlüsüyle bu ilişkiyi kurmak mümkün. Mesela Arjantinli bir kadın arkadaşım da göbek dansı öğreniyor. O da bu dansı daha iyi öğrenmek için İstanbul’a geliyor... İlginç değil mi?
* Biz hep büyük özgürlüklerden bahsederiz ama beden özgürlüğü gibi bizzat kendimize ait özgürlüklerden bahsetmeyiz. Acaba utandığımızdan mı?
Evet ayrıca birey olmaktan çekindiğimizden de. Birey olarak “Bunu istiyorum” demediğimiz için büyük özgürlüklerden bahsedip mikro özgürlüklerden konuşmuyoruz.