Son Umut'a 'Türk' gelinlerin dokunuşu!
.
BURAK KARA / bkara@gazetevatan.com
Russel Crowe’un yönetip oynadığı Son Umut’un iki senaristi,
Türkiye aşığı eşleri nedeniyle filmde Türk unsurlarına geniş
yer verdi. Erzurumlu Banu Erzeren ile Türkiye uzmanı
tarihçi Prof. Meaghan Anastasios’ın etkisini eşleri anlattı.
‘Russel Crowe’a Türkiye aşığı iki kadın hayat verdi...
Russel Crowe’un yönettiği ve oynadığı Son Umut filminin senaryosu Andrew Anastasios ve Andrew Knight‘a ait. İki senaristin ortak yanı ise eşlerinin Türkiye’ye olan bağları. Knight’ın eşi Banu Erzeren Erzurumlu bir Türk. Anastasios’un kitabı beraber yazdığı eşi Meaghan ise Osmanlı ve Türkiye uzmanı bir profesör. Bodrum’da evlenmişler... “İkinci vatanımız Türkiye” diyen senaristler ile filme eşlerinin katkısını ve Türkiye sevdalarını konuştuk...
'TÜRKLERİN TARAFINI TUTMASAYDIM EŞİM BANU KESİN BENİ BOŞARDI'
Son Umut filminin senaristi Avustralyalı Andrew Knight, Erzurumlu eşi Banu Erzeren’in katkısını şu sözlerle anlatıyor, “Senaryoyu şekillendirirken 100 yıl önce savaştığımız bir ülkenin vatandaşıyla evli olmak ve aramızda bu savaşla ilgili hiç bir ayrı düşünce olmaması etkili oldu. Eşim de ben de 1915’te de bugün de bu iki ülkenin birbirine düşman olmadığını çok iyi biliyoruz.” Knight Avustralya’nın en bilinen senaristlerinden biri. Eşi ise Avustralya doğumlu bir Türk. 20 yıl önce tanışıp evlenmişler, Ruby adlı bir kızları var. 15 kez Türkiye’ye gelmişler, Ruby yakında Türkçe öğrenecek, tabii babası ile birlikte... Gelecek planları arasında Türkiye’ye yerleşmek de var. Knight tanışma hikayelerini aynı heyecanla anlatıyor, “Banu’yla ‘sırtım’ yüzünden tanıştık. O akupunktur ve shiatsu uzmanı. Ben de hastasıydım. Ona sürekli çıkma teklif ettim ama o hep reddetti. Sonunda bana bir başka uzmanın kartını verdi. Meğer hastası olan kimseyle çıkmıyormuş. Bugüne kadar herhâlde 15 kez Türkiye’ye gelmişizdir. Bazen geri dönüp Türkiye’de yaşamaktan bahsediyor, kızımızın Türkçe öğrenmesini istiyor. Tabii ben de kızımla beraber Türkçe öğrenebilirim...”
Senaryoya sihirli dokunuşlar
Film Çanakkale savaşı sonrası Avustralya’dan kayıp oğlunu bulmak için Gelibolu’ya gelen bir babanın hikayesini anlatıyor. Senaristler bu hikayede eşlerinden oldukça destek almışlar. Hele ki Türk olan Banu hanımın katkıları ise filme adeta yön vermiş. Knight’ın dedesi de Çanakkale’de savaşmış bir Avustralya askeri. Büyük amcası da Anzak Koyu’nda hayatını kaybetmiş. Dedesi Çanakkale’ye ‘iyi bir neden’ için savaştığını düşünerek gitmiş ama kan gölüyle karşılaşmış ve Türklere büyük saygı duyarak ayrılmış oradan. “Banu’nun ailesi çok eşsiz bir Türk bakış açısına sahipti ve bu da hikayeyi kurgularken çok işimize yaradı. Türklerin zihniyetini, düşünüş biçimini daha iyi anladık. Bu da her iki cepheden de hikayenin anlatımını zenginleştirdi... Türk yemeklerini, Türk müziklerini, Türklerin birbirleriyle samimi konuşmalarını anlattı...”
Knight eşinin senaryoya sihirli dokunuşlar yaptığını ve ailecek iki defa da Gelibolu’ya gittiklerini de söylüyor. “Dedemin savaştığı büyük amcamın hayatını kaybettiği ve Avustralya’nın savaş sonrasu ulus olduğu toprakları görünce çok etkilendim. Büyük amcamın mezarı da Lone Pine’da... (Gelibolu’daki Avustralya şehitliği) Onu buldum. Eşim Türk karakterin yazımı sırasında destek oldu, sihirli dokunuşlar yaptı senaryoya...”
MUSTAFA KEMAL OLAĞANÜSTÜ BİR DEVRİMCİ
Son Umut filmi Hollywood filmlerinde aksine Türkleri ‘iyi prototipler’ olarak gösteriyor. Knight Türkleri çok pozitif göstermelerinin en büyük nedeninin eşi ve ailesi olduğunu belirtiyor, şakayla karışık “Eğer Türklerin tarafını tutmasaydım karım beni boşardı herhalde!” diyor. Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’a da hayran kaldığını gizlemiyor, “Defalarca Türkiye’ye gittik. Yılmaz ve Cem’in performansları filmin neşe kaynağıydı. Herkesin kalbini çaldılar. Keşke onlara yeni bir senaryo yazsam” diyor. Avustralyalıların tarihleriyle henüz yüzleşmediğini de söylüyor, “Binlerce Anzak Gelibolu’da hayatını kaybetti, biz ne için savaştık? Ölülerimizi onore ediyoruz her anma gününde, ama henüz tam olarak tarihimizle yüzleştiğimizi söyleyemem.” Knight Atatürk’ün 20’nci yüzyılın en önemli devlet adamlarından biri olduğunu ve ondan çok etkilendiğini de vurguluyor, “O emperyal güçleri yendi ve Osmanlı’dan yeni modern bir ülke yarattı. İnsanüstü bir güç ile ülkeyi kaostan aydınlığa çıkardı. Muhteşem bir kahraman, olağan üstü bir devrimci... Etkilenmemek olmaz.”
'MEAGHAN GEÇMİŞ YAŞANTISINDA BİR TÜRK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR'
Dedesi 1920’de Selanik’ten Avustralya’ya göçen filme konu olan kitabın yazarı Andrew Anastasios ise bu toprakları köklerinden dolayı çok yakından tanıyor, Eşi Meaghan ile de Türkiye’de tanışıp Bodrum’da evlenmişler... Eşi geçmiş hayatında Türk olduğundan emin. Her sene Türkiye’ye geliyorlar, tatillerini burada geçiriyorlar. Son Umut romanını da ortak yazmışlar... Anastasios eşinin kitabın senaryolaştırılması sürecindeki katkısını ve Türkiye sevdasını söyle anlatıyor, “Eşim Meaghan’la 1994’te Türkiye’ye giderken uçakta tanıştım. O günden bu yana Türkiye hep bir şekilde hayatımızda. Tanıştığımızda Erzurum’daki bir arkeolojik kazıya gidiyorduk. Daha sonra 6 yıl boyunca her yaz o kazıya gittik ve Erzurum’da yaşadık. Meaghan Avustralya’da doğmuş ama eski hayatında Türk olduğundan emin. 1997’de Bodrum’da evlendik. Eşim bir Osmanlı ve Türkiye uzmanı profesör. Bu hikaye için araştırma yaptığım için en az 20 kez geldik Türkiye’ye. Hayatımızı Türkiye, oradaki arkadaşlarımız ve anılarımız olmadan hayal etmem imkansız. Senaryoyu Türkiye’ye olan bir aşk mektubum gibi düşünmek istiyorum. Meaghan son olarak Avustralya televizyonuna Türk mutfağı ve kültürü hakkında bir dizi hazırladı. Hem Türk hem de Osmanlı tarihi konusunda çok bilgili. Deneyimi ve Türkiye konusundaki fikirleri nedeniyle Son Umut için mükemmel bir tarih araştırmacısı oldu.”
Türk kadınları destan yazdı
Anastasios gerek kendisinin gerekse de meslektaşı Andrew Knight’ın senaryo yazımında eşlerinin Türkiye’ye olan bilgisi ve ilgisinden dolayı oldukça şanslı olduklarını söylüyor. “Andrew’ın eşi Banu olmasaydı bir çok nüansı atlayabilirdik. Bir gün Banu’nun annesi evde Türk kahvesi falı bakıyordu. Biz de çalışıyoruz. Benim Yunan büyükanneme çok benzettim onu, o da mutfakta aynı şeyi yapardı. Böyle anlar senaryoyu etkiledi. Türk kültürüne yakın insanlarız, çevremizde çok Türk var. Adeta ikinci vatanımız Türkiye. Tabii senaryoya tüm bunların katkısı oldu. Örneğin filmdeki Ayşe karakteri çok güçlü ve onurlu bir kadın. Sık sık kendime ‘Bir kadın bunu yapar mı? Osmanlı kadını böyle konuşur mu?’ diye sordum bana Banu’nun annesi cevap verdi, “Türk kadınları tarih yazmıştır” diye... İki ortayaşlı Avustralyalı adam, eski Osmanlı kadınını anlamaya çalıştık. Bu zaten Türklerin karakterini anlamak demekti.”
SAVAŞIN YIKIMINDAN MEVLANA İLE ARINDILAR
Anastasios eşi Meaghan ile Mevlana ve Sufizm’e de ilgi duyduklarını hatta kitapta bu temaları da “savaştan arınma” sürecinde kullandıklarını anlatıyor. “Savaş sonrası Avustralyalı mahkumların tutulduğu Afyon’da bir sufi merkezi var burada savaş sonrası sema ile arınıyor insanlar. İnsanlar savaşın yıkımından sakinlik arıyorlar ve bunu Mevlana’nın ruhunda buluyorlar... Biz de Ailemizle defalarca gittik Gelibolu’ya. O korkunç kayıptan etkilenmemek imkansız. Bir ebeveyn olarak o trajik haberleri almak, oğlunun öldüğünü öğrenmek... Kısmen hikayemizi etkileyen de buydu: ‘Biz olsaydık nasıl davranırdık, nasıl tepki gösterirdik?’ bunu çok sorguladım” Hikayeyi eşimle birlikte yazdım. Senaryolaştırma aşamasında da Türk kültürü ve o dönemin Osmanlı askerleri ile ilgili bir çok detay verdi bize. Bu da senaryoyu zenginleştirdi ve fark yarattı. Dedemler 1920’de Yunanistan’dan Avustralya’ya gelmiş. Yunan ve Türk kültürlerinin benzerliğini Türkiye’de farkettim. Filmde uzo ve rakının aynı kaynaktan geldiğini anlıyoruz. Tüm bu ince detayları eşim Meaghan sayesinde anladım.’’