Şen sabah programlarının askeri kıvamdaki kamera arkası
Program kuşu da olduk netekim... Semra Hanım'a laf da yetiştirdik netekim... Gestapolarla mücadele edip gizli gizli fotoğraf da çektik netekim... Allah'ım Pulitzer de alacağımdır inşallah netekim
Amacım çok basitti: Programlara izleyici olarak katılan bir kadın grubunun arasına karışıp tatlı tatlı izlenim yazmak. Sabahın köründe servis otobüsüne binecek, muhabbetlerini dinleyecek, program sırasında aralarında oturacak, onlarla göbek atacak ve geri dönüp ne yaşadıysam anlatacaktım. Unuttuğum tek şey vardı ki ben iflah olmaz bir doğrucu Davut'tum. Ve işte bu Davutluk yüzünden davul olmuş birinin hikâyesine dönüştü maceram.
İşe, bu programlara seyirci götüren organizatörlerden başladım. Günlerce gecelerce aralıksız aramalarım sonucu nihayet Aydın ve Özlem Yıldız'ın sunduğu Sabah Yıldızları programına seyirci götüren Ayla Hanım'a ulaşabildim. Derdimi anlattım, gayet olumlu karşıladı; lakin amacıma uygun bir ayarlama için yine günlerce gecelerce aramam gerekti.
Uzun uğraşlardan sonra taaa Yunanistan Gümülcine'den programa katılmak üzere gelecek olan gruba katılma hakkını elde ettim. Perşembe sabahı saat 07.00'de Metrocity'nin önünden otobüslerine binecek ve aralarına karışacaktım. Saat 07.00'de oraya geldiğimde anlaşıldı ki grup tahmin edilenden erken varmış İstanbul'a, o nedenle onlarla ancak stüdyo önünde bulusabilecektim. Otobüs izlenim faslı dakika bir gol bir şeklinde suya düştü.
Sandviç ve basın giremez
Son sürat Mecidiyeköy'e gittim. Beyaz tenli, maviş gözlü 30 Gümülcineli hanım oturmuş bir börekçide kahvaltı yapıyorlardı. Tam kağıdı kalemi elime almış röportaj yapacakken börekçideki bir adam bizim hanımlarla programa Yunanistan'dan katıldıkları için hafiften dalga geçip "Türk kadınları gibisi yok. Bak böyle bir şey için ta oralardan geliyorsunuz ama çalışmaya gelince evde oturursunuz" mealli saçma bir konuşma yaptı. Saat 07.20'ydi. İşimin basındaydım fakat yine de "tembel Türk kadını" damgasından kurtulamamıştım. Yetmiyormuş gibi röportaj fırsatım da berhava edilmişti. Adama tam kafa atmaya hazırlanırken toparlanıp stüdyoya gittik
Stüdyo girişinde fotoğraf makineleri toplandı. Rahatlıkla makinemi bir yerlerime sıkıştırıp içeri sızabilecekken meslektaşlarıma madik atmamak için yapıma A. Hanım'a maksadımı izah ettim. Hadiseyi zaten izleyici koordinatörüne bildirmiştim öyle değil mi?
Öyle değilmiş. Stüdyoya yiyecek, içecek, fotoğraf makinesi ve basın alınmıyormuş. Lütfen orayı hemen terk eder miymişim. Rica, minnet, kavga kıyamet, kantinde zorunlu bekleyiş, hadiseyi bilmeyen başka görevliler tarafından seyirci sanılıp stüdyoya geri takılış, ("Bayan! Yerinize dönün!") yakalanıp gene çıkarılış -sanırsınız ki Pentagon'dayım ve gizli arşive girmek istiyorum! Derken tesadüfen kameramanlardan biri arkadaşım çıktı, hadise
Aydın'a yansıtıldı ve stüdyo iznim ELBETTE Kİ çıktı. Kraldan çok kralcılar stüdyosu!
Talimat kulisten gelince Gestapo Hanım beni en öne oturttu. Artık incelikten miydi göz önünde olayım diye miydi bilemiyorum. Özlem Yıldız'ın sütun bacaklarının dibindeydim yani iki saat. (Damla selülit yok..)
Stüdyoda bir saatlik bekleyişten, sen oraya sen buraya diye nizamiye kibarlığında yerleştirmelerden sonra program başladı.
Şov için söylenecek hiçbir şey yok. Aydın, kendine has zarafetini samimiyetle acayip başarılı bir şekilde harmanlayan enteresan bir adam. Sinirleri alınmış gibi. Gestapoların gerginliğinden onda eser yoktu. Kulağında zayıflama maksatlı olduğunu tahmin ettiğim akupuntur iğneleriyle evinde misafir ağırlar gibiydi. Misafirler de "Gelinim Olur Musun" evinin kaynanaları Semra, Süheyla, Meral, Cemile Hanımlar ve elbette yeni albümü çıkan Sinem. Eh. Bir yerde komşuları sayılırlar.
Seyirciler azılı ve utangaçlar diye ayrılıyor. Her gün mesaiye gelir gibi ta Gaziosmanpaşa'dan stüdyoya gelen dört kadın var. (Yanımdaki Gümülcineli güzel sayesinde öğreniyorum bunları.) O kadar rahatlar ki saçlarını taramaya, makyaj yapmaya bile zahmet etmiyorlar. Elbette en öndeler ve mikrofon hep ellerinde. Gelin kaynana programlarını dakika dakika izleyip -ve kilolarından da belli olduğu üzre ha bire bir şeyler atıştırıp- rapor veriyorlar Aydın'a. Gönüllü raportör!
Yarışma mevzuu bitince Semra Hanım'a laf atma başlıyor dörtlü tarafından. Aynı fikirde dahi olsalar illa ki kavga ediliyor. Reklam arasında hele hadise iyice çığırından çıkıyor. Seyirci koordinatörü Ayla Hanım kavga kızıştıkça "şşştt"lıyor. Tabii dinleyen kim!
Göbek atmak mecburi
Öyle şarkı söylenirken oturmak elbette yok... İstesen de istemesen de oynayacaksın! Gelip kaldırıyorlar. Zaten meraklısı olmayan da yok. Ortam pür neşe... Hatta tam gazino gibi. Televizyondan duyduğunuzun beş kata yükseklikte bir bangırtı sayesinde kulak kulağı duymaz hale geliyor. Az evvel şşşt'layan Ayla Hanım bu sefer coşturmak maksadıyla düdükle şarkıya tempo tutuyor.
Otur, kalk, şşşş, düdük, otur, kalk, şşşş, düdük derken üç saat bitiyor. Dörtlü çete hâlâ Semraanıma sataşmaya devam ederken Aydın öpücüklerle bizi uğurluyor. Gestapolar seyircileri süratle ("Daha hızlı bayanlar, daha hızlı!") stüdyodan çıkartırken temiz havaya kavuşan herkes sigaraya sarılıyor. Bense sırf inadımdan palto cebimden gizli gizli çektiğim fotoğraflarıma... Neydi bu kadar çekimlen, anlaşılır gibi değil.